Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Artık Ruhunu da Besle!
Artık Ruhunu da Besle!

Artık Ruhunu da Besle!

M. Ender Saraç

Siz onu hep fiziksel şişmanlığa en doğru çözümleri bulan uzman hekim olarak tanıdınız. Sağlıklı beslenme konusundaki önerilerini dinlediniz, uyguladınız. Milyonların sevgilisi Dr. Ender Saraç…

Siz onu hep fiziksel şişmanlığa en doğru çözümleri bulan uzman hekim olarak tanıdınız. Sağlıklı beslenme konusundaki önerilerini dinlediniz, uyguladınız. Milyonların sevgilisi Dr. Ender Saraç bu kitabında ise ‘yaralı ruhları’ tedavi ediyor! Stetoskopuyla insanların ‘içini’ dinliyor. Doğumdan yaşlılığa yaşamın her dönemi için ‘manevi gıdalar’ öneriyor. Gereksiz yere acı çeken ve çareyi hep ‘dışarıda’ arayanlara sesleniyor. Ruh doğru beslenirse, birçok hastalığın da kendiliğinden iyileşeceğini müjdeliyor. Evlilik, iş, başarı, huzurlu yaşam gibi konularda bir türlü amaçlarına ulaşamayanlara da şeytanın bacağını kırmanın ipuçlarını veriyor!

Ona göre ruha en faydalı gıdalar, Allah’ın güzel isimleri! Ender Saraç, Esmaü’l Hüsna’yı günlük yaşamdaki negatiflikleri pozitife çevirmek için nasıl kullanacağımızı anlatıyor. Özel tasarladığı 40 Günlük Tefekkür Diyeti’yle ise ağırlaşan şehir insanını ‘hafifletmeyi’ hedefliyor. Artık Ruhuna da Besle! kalbi harekete geçirmek için yazıldı! Ruhun vitaminlerini doğru kullanmak, içinizi karartan düşünce ve sorunların kaynağına inerek onlardan kurtulmak, manevi bir detoksla karanlıktan aydınlığa çıkıp huzur içinde yaşamak istiyorsanız bu kitap tam size göre..

***

Beni bu kitabı yazmaya ikna eden Hayykitap Genel Yayın Yönetmeni Rauf Baysala ve editörüm Nihal Doğan Hanımefendiye, tasavvuf konularında kendilerinden çok şey öğrendiğim Hayat Nur Artıran Hanımefendiye ve Cemalnur Sargut Hanımefendiye, kitabı okuyarak konusu geçen bölümlerin dini açıdan uygun olup olmadığını değerlendiren Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu Sinan Yağmura, kitabı yazarken beni her aşamasında destekleyen eşim Benan Hanıma ve hayatımda var olan iki kıymetli emanetim oğullarım Özcan ve Mikaile çok ama çok teşekkür borçluyum…

İçindekiler

Önsöz…9

Birinci Bölüm: Doğum / Yaratılış…11
Ruhun Bedenle Yolculuğu…13
Babalığa Hazırlık Programı…20
Gebeliğe Hazırlık Programı…23
Sperm ve Yumurta Birbirine Kavuşurken…26
Gebelik Döneminde Dikkat Edilecekler…31
Bebek Doğuyor…35

İkinci Bölüm: Yaşam / İmtihan…43
İnsanın Asıl Amacı…45
Enerji Merkezleri ve Büyü…48
Esmaü’l Hüsna…63
Dua Etmenin İncelikleri…111
Evlilik ve Cinsel Yaşam…119
Beş Farz…127
Birinci Farz: Kelime-i Şahadet…129
İkinci Farz: Namaz…131
Üçüncü Farz: Oruç…137
Dördüncü Farz: Zekât…147
Beşinci Farz: Hac…149
Ruhsal Obezite…153
Beş Duyu ile Ruhu Besleme…159
Helal Beslenme…163
Tefekkürün Önemi…171
40 Günlük Tefekkür Diyeti…178
Tevekkül…223
Musibetlere Hamd Etmek…229

Üçüncü Bölüm: Ölüm / Kavuşma…233
Ölüm Son Değil, Yeni Bir Başlangıçtır!…235

Sonsöz…239

Önsöz

Neden böyle bir kitap yazmaya gerek duydum? Her şeyden önce yarım asrı devirdim ömrümde. 1978den beri tıbbın içerisindeyim, yüz binlerle ifa­de edilebilecek sayıda hasta gördüm. Hakikaten insanları çok sevdim, ülkemi çok sevdim. Gereksiz yere acı çeken çok fazla insan olduğunu ve hastalıkların önemli bir kısmının da psikosomatik kökenli, manevi boşluktan ya da ruhsal yorgunluktan kaynaklandığını gözlemledim. Nezle, grip, fazla kilo, şeker ve kalp-damar hastalıkları gibi sağlık sorunlarının derinine indiğimde insanlarda belli bir mutsuzluk, ruhsal yorgunluk olduğunu gördüm. Bu insanlar, maddi açıdan beslenme programları yani diyetleri doğru verilse, gerekli ilaçlarla tak­viye edilse de, sadece bir müddet için normale dönüyorlar. Dipte, kökte tama­mıyla iyileşemiyorlar. Yaşadıkları stres, kırgınlıklar, küskünlükler ve manevi boşluklar onları kronik hastalıklara doğru götürüyor.

Özellikle kanser olan kişilere, nodülü veya fibrokisti olanlara, kronik otoimmün hastalık yaşayanlara, yüksek tansiyonlulara, şeker hastalarına, kronik dâhili hastalığı olanlara baktığım zaman, bunların altında daha çok psikoso­matik nedenlerin yattığını gördüm. Baktım ki hemen öyle kimyasal ilaçlara sığınıp, yıllar yılı bu ilaçları kullanınca da sorun çözülmüyor!

Ama sanki o insanın o hastalığı tecrübe etmesinin bir nedeni var gibi; hiç­bir şey boşu boşuna yaşanmıyor! Yani çok akıllı bir ilahi düzen, kozmik plan bilinçli bir akışta seyrediyor. Ne zaman hangi dalgalara maruz kalacağımız da aşağı yukarı belli gibi… Bu gibi durumlarda küsmenin, bunalıma girmenin ya da isyan etmenin hastalıkları daha da artırdığına, hatta daha zor hastalıklara yol açtığına tanık oldum. Oysa kabullenince, manevi bilgilerle olgunlaşıp üst bilinç düzeylerine geçilince hastalıklar çok daha kolay iyileşiyor, daha kolay rıza gösteriliyor ve daha kolay tahammül ediliyor.

Ben bunları kendim de yaşadım, hastalarımda da gördüm. Onun üzerine dedim ki, “Ender Saraç, yıllarca hep ‘Şu kadar bundan ye, bu kadar yeşil çay iç’ dedin…” Evet, çok doğru bilgiler ve hakikaten söylediklerimin arkasındayım. Evet, kötü bir beslenme biçiminden kaliteli bir beslenmeye geçince birçok has­talık riski de azalıyor. Fakat yalnızca fiziki (maddi) beslenmedeki yanlışların düzeltilmesi yüzde yüz yeterli olamıyor.

İşte bunları yaşayıp tecrübe edince insanın manevi beslenmeye de ihtiyaç duyduğunu, manevi (ruhsal) bir obezitenin de söz konusu olduğunu farkettim. Baktım ki, belli beslenme tekniklerinin, belli felsefelerin, dini ritüellerin, duaların, ibadetin, renklerin, kokuların, yani meyvelerden seslere, kokulardan duaların titreşimine kadar hayatta bizimle muhatap olan bütün enerji alışve­rişlerinin sağlık üzerinde büyük etkisi var.

Bence biz artık maddi beslenmeyi öğrenmeye başladık. Kilomuzu kontrol etmeyi, antioksidanlı beslenmeyi yavaş yavaş öğreniyoruz; vitaminleri, mine­ralleri, doğru baharatları ve çayları kullanmaya dikkat ediyoruz. Ama bunun dahası da var; manevi beslenmemiz çok eksik! Bizim manevi vitaminlere, ma­nevi detokslara da ihtiyacımız var…

Özellikle zihinsel teknikleri doğru kullanan, manevi beslenmesine dikkat eden kişilerin daha az hastalandıklarını, daha geç yaşlandıklarını, genç ve dinç kaldıklarını, hastalansalar bile bu süreci daha olgun, sakin ve az hırpalanarak geçirdiklerini görünce bu konulara olan ilgim arttı. Bu konularda çok çeşitli eğitimlere katıldım. Şifa teknikleri, zihinsel teknikler, kişisel gelişim kursları, aile dizimi, doğal ve tamamlayıcı tıp, meditasyon, yoga, reiki, evrensel ener­ji, shiatsu, akupunktur, refleksoloji, astroloji gibi alanlarda çok sayıda kurs ve eğitim aldım. Bu öğretilerin, insanın bedensel enerji akışını ve sağlığını daha formda, enerjisini de daha yüksek tutmada birçok artısı var. Fakat bu Uzakdo­ğu yöntemlerinde de hep bir şeyler eksik gibi geldi bana. En sonunda hacca ve umreye gidip iyi tasavvuf ehillerinden düzgün bir şekliyle İslamiyet’in yoru­munu dinledim, İslami zikir teknikleri üzerine araştırmalar yaptım ve dedim ki, “Aslında en son gönderilmiş olan kitap, boşuna en son gönderilmemiş!” Aklımızın alamayacağı ileri düzeyde en son teknoloji, en eksiksiz, noksan­sız, korunmuş yapı, bu veri tabanında yani Kuranda mevcut. Hakikaten de İslamiyet’i iyi okuyup, araştırıp, kavrayınca, büyük bir huzur ve şifa kaynağı olduğunu gördüm. Tabii ki burada din bir tedavi yöntemidir demiyorum. Sa­dece modern tıbbın tedavisine ek olarak, insanın huzur bulmasını sağlayacak olan dini ritüellerin de çok olumlu bir katkısı olduğunu söylüyorum.

Bu kitapta, ‘doğumdan ölüme manevi beslenmeyle’ ilgili tecrübe ve öneri­lerimi bulacaksınız. Buradaki bazı söylemler, bazı insanlara tuhaf gelebilir ama açıkçası insanlığa yararlı bir kitap yazdığıma inanıyorum. Bu kitabı okuyan herkese, bu kitabın olumlu bir enerji olarak akmasını, onlara huzur vermesi­ni, dünyada çektiğimiz gereksiz manevi sıkıntıların, gereksiz kavgaların, ego savaşlarının, hırsların, kıskançlıkların yumuşamasına yardımcı olmasını dili­yorum…

Hangi din, ırk, mezhep veya etnik kökenden olursak olalım, özünde hepimiz biriz ve kardeşiz, Hz. Âdem’in torunlarıyız. Dolayısıyla kim olursa olsun, bu kitabın pozitif enerjiye dönüşüp okuyanın ruhunu yıkamasını ve şifa bulmasına yardımcı olmasını en içten şekilde temenni ediyorum…

Birinci Bölüm:
DOĞUM / YARATILIŞ

Ruhun Bedenle Yolculuğu

Ruh, bedenle nasıl buluşuyor?

Biz sadece beş duyuyla algıladığımız kadarını gördüğümüz için, insanı bir ‘madde yaratık’ olarak algılıyoruz. Görmek, koklamak, dokunmak, tatmak, işit­mek gibi beş duyumuzla algıladığımız kısmından ötesini ise yok zannediyoruz. Oysa insanın çok daha derin bir boyutu var, özü var, hakikati var, yani ruhu var. Ruh ezelde yaratılmış aslında, beden de sonradan yaratılıp bize bu boyutta ruhun deneyimlerini yaşaması için gerekli ve geçici bir araç olarak verilmiş.

Levh-i Mahfûz’da daha ilk insanoğlu yaratıldığı anda, o dakikada zaten bü­tün ruhların hepsi yaratılmış ve hepsinin bu boyuta nasıl ve ne zaman geçe­ceği, hangi deneyimleri yaşayacağı, hangi enerji dalgalarına daha çok maruz kalacağı ana kader yazılım programında belirlenmiş. Zamanı gelince ruhlar bu boyuta düşüyor ve düşünce de kendi yazılım programında veya fıtratında ne programlanmışsa ona yönelik deneyimler yumağı içinde buluyor kendini. Burada insanın manevi beslenmesi ve ruhsal enerji frekansını daha pozitife, daha üst frekanslara taşıması, bedenin bu boyuttaki yolculuğunda çok yardım­cı oluyor. Aynı zamanda ruhun bu boyuttaki deneyim yolculuğunda daha az hırpalanıp daha yüksek verim almasına da yardımcı oluyor.

Yüce Allah’ın bütün ruhları yaratıp, hepsinin kader yazılım programlarını formatlayıp attığı ana bilgi bankasına yani esas merkez programlarının yapılıp programlandığı yer olan Levh-i Mahfuza girme, orada operasyon yapma ve kader yazılım programlarını değiştirme yetkisi, özetle kaderi değiştirme yetki­si sadece Yüce Allah’a mahsustur. Bununla ilgili ikinci herhangi bir kişiye, ma­kama veya sıfata yetki verilmemiştir. Allah, “Bu yetkiyi sadece ben istediğim şekilde, kendi tasarrufumda kullanırım” diyor.

Hz. Adem’den son yaratılacak ve kıyametten önce dünyaya en son gelecek (yani bu boyuta geçiş yapacak) kişilerin ruhlarına kadar aslında hepsi belli, hepsinin formatları atılmış, hepsi ‘stand-by’ konumunda bekliyorlar. Bir kıs­mı bu boyuta düştü. Bu bana tabiri caizse şöyle bir örneği çağrıştırıyor: Bir mandalina veya portakal fabrikasında makinelere tonlarla mandalina, porta kal atılıyor ve hepsinin boyutlarına uygun delikler var, onlar ilerliyorlar, uygun gelen delikten düşüyor ve kasaya yerleşiyor. Sanki ruhlar da böyle… Onlar da zamanı gelince bir şekilde bu boyuta enerji olarak geçiş yapıyorlar ve daha sonra da bedenleniyorlar. Burada çok önemli bir olay var: İnsanoğlu şu an ileri teknoloji sayesinde birçok şeyi taklit edebiliyor, ama hiç kimse yaratamıyor! O yüzden ‘yaratma kelimesini kullanırken biraz daha ‘dikkatli’ olmak lazım. Çünkü bizim sıfırdan bir şeyi yaratma gücümüz yok. Bu sadece Allaha mah­sus! Biz ancak yaratılmış olan bir hammaddeyi kopyalayarak, başka bir forma dönüştürüp üreterek bir şey yapabiliriz! İşte bunu çok iyi kavramak lazım.

Bizim bu boyuta gelmemiz için gerekli olan, anne ve babamızın cinsel birleşmesidir. Ama unutmayın onların sadece ‘belirli bir’ cinsel ilişkisi bizim olmamıza yol açıyor. Yoksa onlar belki onlarca, yüzlerce, binlerce kez bera­ber oluyorlar ancak bu ruhun -diyelim ki Ender Saraç’ın veya Ali’nin veya Ayşe’nin ruhunun- bu boyuta gelme vakti gelmişse, o zaman söz konusu ru­hun bu boyutta bedenlenmesini kimse engelleyemiyor!

Nasıl oluyor bu? İlk önce iki farklı ruha, artı ve eksi kutba, yin ve yang enerjilerine yani erkek ve dişiye ihtiyaç var (değişik kültürler değişik isimler takmış). İlk başta bir duygu yaratılıyor onlarda. Örneğin ben falanca kadını görünce, benim yaratamayacağım ama kader programımda olan bir duygu, bir enerji alışverişi içimde peyda oluyor. Buna biz aşk diyoruz, beğeni diyoruz, sevgi diyoruz, hoşlanma diyoruz… Evet, ilk olarak bunun adı aşk, her şey bir aşkla başlıyor! Bütün yaratılmanın özü aslında aşk!

İnsan ilahi aşkla yaratılıyor…

İki bedenin mekanik aşkı değil, tasavvufta bahsedilen ilahi aşk aslında bu. Ve biz bu ilahi aşk duygusunu hissettiğimiz zaman karşı cinse yavaş yavaş ya­kınlık duymaya başlıyoruz, bir beğeni oluyor, sonra bu beğeni zamanla be­denlerin çekim alanını doğuruyor ve bu çekim alanıyla bildiğimiz cinsel ilişki gelişiyor. Yine bizim kader yazılım programımıza atılan format gereği biz bu cinsel ilişkiden zevk alıyoruz ve üreme organlarımızda müthiş bir mucize ger­çekleşiyor, yani bir can ortaya çıkıyor!

Erkekler bir seferde en az on milyonlarca, bazen daha fazla sperm bırakabilir.

Kadınların yumurtalıkları ise yaşam boyu değişim gösteren dinamik or­ganlardır. Kadınların ömür boyunca sahip olacağı yumurta sayısı, doğduğu günde hatta daha anne karnında iken çoktan belirlenmiştir. Anne karnında kız bebeklerde dördüncü ayda yumurta sayısı en yüksek sayıya ulaşmaktadır. 6-7 milyon olan bu yumurta sayısı doğumda 1-2 milyona kadar azalmakta, ergenlikte 300 bine, 37 yaşında ise 25 bine kadar inmektedir. Menopoza girmiş bir kadında ise bu rakam 1000 kadardır. Yumurta yaşlanması genetik ve çevresel faktörlerin birbiriyle ilişkisinin yansımasıdır.

Erkeğin attığı bu on milyonlarca sperm müthiş bir yolculuk yapıyor. Kendi hacimlerine, cesametlerine göre (bir spermin boyu yetmiş mikrondur) bir in­sanın bir günde neredeyse yüzlerce kilometre koşması kadar mesafeyi bıkma­dan, usanmadan kat ediyorlar.

Hareketsiz olan sperm, orgazm anında prostat sıvısından geçince, oradaki içerikle (früktoz şekeriyle, çinkoyla ve birçok maddeyle) temas ettiği an kamçı­lanıyor. O zamana kadar ölü, hareketsiz olan spermler, tam boşalma anında, yani prostattan geçerken hareket yeteneğini kazanıyor ve kazandığı yetenekle müthiş bir yolculuğa başlıyor. Tabii burada büyük bir rekabet de başlıyor, on milyon­larca sperm içerisinden çok az bir kısmı bu çok ciddi mesafeyi kendilerine göre katedip yumurtayla karşı karşıya geliyorlar. Yumurtayla karşı karşıya geldikleri an, son görüşlere göre orada müthiş bir mucize gerçekleşiyor ve bunlar bir an için, yani yumurtanın kabuğunu delmeden önce birbirleriyle haberleşiyorlar ve hangisinin gireceğine kendi aralarında karar veriyorlar. Ve bir tanesi ilk ola­rak giriyor. İnanılmaz akıllı bir hücre olan sperm, spiral ve burgu bir hareketle yumurtanın kabuğunu deliyor ve içeri girerken kuyruğunu dışarıda bırakıyor. Kuyruğunu dışarıda bıraktıktan sonra, kalan kısmıyla yani daha yuvarlağımsı elips yapısıyla, kendisinden çok daha büyük olan yumurtanın içindeki sıvıyla beslenmeye başlıyor ve yumurtanın çekirdeğiyle spermin çekirdeği karşı karşıya geliyor. İkisi karşı karşıya geldiği anda yine bir mucize gerçekleşiyor. Neden?

Çünkü bütün hücrelerimiz 46 kromozomlu, sadece ve sadece üreme hüc­relerimiz sperm ve ovum 23 kromozomlu! Yani vücuttaki milyarlarca hücre sürekli bölünürken ve hepsi 46 kromozomluyken nasıl oluyor da sadece üreme hücreleri kromozomlarının yarısını bırakıp 23 kromozomlu oluyor ve bunlar yeni bir canlı oluşturmak için, gitmek üzere programlandıklarını bilip hede­fe doğru hatasız bir şekilde gidiyorlar? Ve işte o zaman ikisinin birbiriyle ilk temas ettikleri o andan itibaren 23+23= 46 kromozom oluyor ve evrendeki bence en büyük mucize olan bir canlının yaratılmasının temeli böylece atılmış oluyor. İşte kişinin cinsiyetinden sesinin kalınlığına, burnunun şeklinden boyunun uzunluğuna kadar tüm özellikleri o anda belli oluyor.

Yaratılmış olmanız size vuran en büyük ikramiye

Şimdi şu soruyu kendinize sorun; size hiç hayatta büyük ikramiye vurdu mu? Evet, vurdu! On milyonlarca sperm arasında siz kazandınız, o yumurta döllendi ve siz oldunuz. Dolayısıyla kimse şanssız değil, yaratılmış olmanın büyük bir şansı, büyük bir lütfü var!

Yaratmak sadece Allaha mahsustur, yaratılmanın avantajı ise çok pozitif enerji yani çok sevap kazanabilme şansını elde etmektir. Eğer biz yaratılmamış olsaydık, o zaman bizim tekâmül etme, üst bilinç düzeylerine çıkma, Allah a daha yakın olma ve ebedi güzel bir yaşamı yakalama şansımız olmayacaktı. Bu nedenle sadece yaratılmış olmak, bu boyutta bedenlenmiş olmak bile sonsuz şükür ve hamd nedenidir.

Yaşamınız ne kadar zor olursa olsun, bu dünya hayatında, evrenin bu zaman dilimi içerisinde göz kırpma süresinin katrilyonlara bölünmesinden çok daha kısa bir süre burada bulunuyoruz. Dolayısıyla o kadar az zaman buradayız ki, isterse zorluklarla, isterse güzelliklerle geçsin, sonuçta çok kısa ve geçici. Ama esas ahiret hayatı diye bahsedilen ölüm sonrasındaki yaşam formunda çok cid­di, büyük keyifler var veya zorluklar, zora maruz kalma söz konusu olabilir!

İşte burada sadece yaratıldığımız için hamd-ü senalar ve şükürler etmek, sadece yaratıldığımız için her anın kıymetini bilmek ve her an ruhsal enerji boyutumuza yani ‘manevi banka hesabımıza bıkmadan usanmadan daha çok pozitif enerji yani manevi birikim yatırmakta fayda var. Çünkü bedenlenerek bize, çok sevap kazanma ve cennete girebilme şansı verilmiş oluyor. Yaratılmasaydık olmayacaktı! Tabii birtakım sıkıntı veya zorluk diye adlandırdığımız olaylar, aslında bizim hangi düzey ve kalitede bir ruh olduğumuzun sınavı. Yani tüm sıkıntılar aslında sevap kazanabilme, tabiri caizse bilgisayar oyunla­rındaki gibi bonus puan toplama imkânı sağlıyor bizlere.

insanın hayatta yapabileceği en özel üretim: Çocuk

Halk arasında helal yoldan, hak ederek kazanılmış para ile yapılan alışve­rişin ve o alışverişte alman malzemelerle istekle, özenle, sevgiyle yapılan ye­meğin şifa olduğu yönünde bir inanç vardır. Biz bir yemeği yaparken, onun malzemesine, ortamına, daha lezzetli olmasına özenirken, o yemeği özenle yapıp özenle sunarken, yani ortalama on beş dakikada yiyip bitireceğimiz ve hayatımız boyunca on binlerce kez tekrar yapacağımız yemeği bile bu kadar önemseyip masraftan kaçmmazken, hayatta bir, iki, üç kere yapacağımız en önemli üretim olan çocuğa gerekli özeni neden göstermiyoruz?

Bence insanın hayatta yapabileceği en büyük ve özel üretim, çocuk dünyaya getirmektir.

Çocuk yapmadan önce, dünyaya müthiş bir tohum ekiyorsunuz. Neslinizin devamını sağlıyorsunuz. Çocuğun ‘imalatı’, bir insanın hayattaki en önemli konularından ve en önemli üretimlerinden biridir. Bir çocuk imal etmeden önce, bunu Allah’ın istediği formatta, kutsanmış olarak yapmak, gelecek nesiller için de çok doğru bir eylem olur. Bu nedenle mümkün olduğunca zinadan uzak durmak, Allah’ın onayladığı bir beraberlik formatında cinsel ilişkiye girmek gerekir. Erkeksek karşımızdaki kadını kutsayarak, severek, sevgimizi katarak; kadınsak karşımızdaki erkeği aynı şekilde kutsayarak, severek, pozitif enerji katarak yapılan bir cinsel birleşme kutsaldır! Bunun öncesinde bedene iyi bir bakım yapmış olmak, alkol, sigara, uyuşturucu kullanmamak, aşırı kilodan ve kötü beslenme alışkanlıklarından uzak durmak, neticede toksik olmayan ka­liteli bir sperm ve sağlıklı bir yumurtayla bu üretimi yapmak, bizim gelecek nesillere ve dünyaya borcumuzdur.

Cinsellik, içinde hazzın da olduğu bir ibadettir

İlk önce şu konuyu açmak lazım. Eğer Yüce Allah bizim sadece enerji bo­yutundaki bir varlık, bir ışık, bir nur veya bir melek olmamızı isteseydi, in­san denilen canlı türünü yaratmaz; bizi, melekler, cinler, nur boyutunda, belki bilmediğimiz başka varlıklar şeklinde yaratırdı ve belki bu dünyaya da gerek kalmazdı. Ama Allah bizi yaratmış ve bize mide, bağırsak, böbrek, idrar yolu, ağız, çene, diş, beyin, göz, kulak, burun, el, ayak gibi birçok organ vermiş. Bun­ların yanı sıra cinsel organ, üreme organı da vermiş. En çok denendiğimiz yer­lerden biri de zaten cinsellikle ilgili konular.

Biz bugün birçok şeyi konuşuyoruz ama konu normal fonksiyonumuz olan cinselliğe geldiğinde suspus kalıyoruz. Bu böyle olmamalı! Cinsellik de hayatın bir parçası. Eğer cinsellik çok ayıp ve çok kötü bir şey olsaydı, o zaman bizim cinsel organımız olmazdı, bu boyutta yer almazdık ya da tek tip canlı olur­duk. Erkek ve dişi diye iki ayrı enerji kutbu da olmazdı. Ancak Allah evrende her şeyi çift olarak yaratmış; gece-gündüz, soğuk-sıcak, artı-eksi, karanlık-aydınlık… Aynı şekilde de erkek ve dişiyi yaratmış. Dolayısıyla hiçbir erkek dişisiz olamaz, hiçbir dişi de erkeksiz olamaz. ‘Çiftler’ birbirini tamamlar. Bu nedenle evlilik çok önemlidir.

İnsanlar bunu sadece hayvani bir birleşme olarak görmemeli. Cinselliği de Allah’ın bir lütfü olarak görmeli ve onu yaşarken mekanik olmaktan mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışıp, dişi ve erkek enerjilerinin birleşmesi ve derin­leşmesi olarak görmeli. Hatta ben daha da ileri giderek, daha da iddialı bir şey söylüyorum: Cinsellik de çok önemli bir ibadet şeklidir bence, içinde hazzın da olduğu bir ibadet şeklidir.

Dini nikâhın önemi şurada; iki kişi birbirine Allah katında bağlanıyor ve birbirlerine bedenlerini en uygun şekilde kullanacaklarına dair söz vermiş olu­yor, aslında pek çok sosyal sorun da burada azalmış oluyor. Zaten kadın erkek ilişkisindeki en büyük farklılık bu! Siz benzer güzel duyguları yani samimiyeti, dostluğu, arkadaşlığı erkek-erkeğe veya kadın-kadına da yaşayabilirsiniz ama iş fiziksel atraksiyon ve cinsellik kısmına geldiği zaman burada mantıklı olan erkeğin karşı cinsle, kadının da karşı cinsle birlikte olması, yani cinselliği eş­yanın tabiatına uygun olarak yaşaması daha doğru. Tabii burada da Allah’ın çizdiği sınırları ihlal etmemekte yarar var.

Hayırlı ve sağlıklı çocuk!

Bir insanın belki de en önemli üretimi bu boyuta hayırlı bir evlat getirmek ve yetiştirmektir. Yani tarlaya ektiğimiz bir buğday tanesinden meydana gelen bir başak insanları nasıl doyuruyorsa, bence sağlıkla, sevgiyle, her açıdan iyi bakılarak dünyada getirilen ve yetiştirilen bir çocuk da olabilecek en büyük, en harika ve topluma yararlı bir üretimdir. O nedenle insanların çocuk doğur­maktan veya çocuk sahibi olmaktan çekinmemesi lazım, bu konuda korkak olmamak lazım.

Evet, evrene verebileceğiniz en büyük hediye, sağlıkla, sevgiyle ve hayırlı niyetlerle hazırlanıp yapılan ve iyi bir şekilde yetiştirilen bir evlattır. Hatta o kadar önemli ki bu, siz öldükten sonra bile size sevap kazandırabilir. Mese­la amel defteri dediğimiz sevap ve günahların not tutulduğu arşiv sistemi siz öldüğünüz dakika kapanıyor. Sadece sadaka-i cariye denilen hayırlarla yani sizin yaptırdığınız çeşmeler, hastaneler, okullar gibi toplumun hâlâ hayrına olan, insanların “Allah razı olsun, susuzluğum gitti” veya “Tedavi oldum ya da çocuğum gitti okudu” dedikleri yerlerle devam ediyor. Vakıflar ve bu vakıfla­rın yaptığı çalışmalarla devam ediyor. Tabii bir de evlatlarınızla devam ediyor. Geride bıraktığınız hayırlı bir evlat sayesinde, siz öldükten sonra da amel def­teriniz kapanmayabilir, sevap hesabınız kabarmaya yani manevi birikiminiz artmaya devam edebilir.

Hakikaten iyi babaysan önce kaliteli sperm vereceksin!

Özellikle sağlıklı bir evlat sahibi olmak için döllenmeden önceki iki-üç ay ama en azından iki ay çok önemlidir! Bu iki ay içerisinde erkeğin spermleri­ne, onların titreşimine, kalitesine çok dikkat etmesi lazım, çünkü bir tohum ekecek. Birçok insan diyor ki, “Aman ne kadar iyi baba, çocuğunu en iyi okula gönderiyor. Aman ne kadar iyi baba, çocuğunu en iyi doktorlara götürüyor.”

Bunlar doğru ama eğer hakikaten iyi babaysan önce kaliteli sperm vereceksin. Sen bir kere iyi ve doğru spermi verirsen zaten çocuk az hastalanıyor, birçok şeyi zaten kökten, damardan çözmüş oluyorsun. Kaliteli sperm veren erkek, büyük olasılıkla iyi standartlarda bir çocuğa sahip olacağı için, daha sonraki zamanda olumsuz sorunlarla boğuşması, fazla efor sarf etmesi gerekmeyebilir. O zamanı eşi ve çocukları ile daha yakından ilgilenip beraber mutlu zamanlar geçirebilir ve kendisi de daha huzurlu yaşayabilir.

Babalığa Hazırlık Programı

Erkek açısından babalığa hazırlığın önemi

Bugün tarımda hep tohum iyileştirme çalışmaları yapılıyor ama hiçbir er­kek çocuk yapmadan önce kendi tohumunu iyileştirmeye çabalamıyor.

Erkek, sadece birkaç dakikalık bir işlemle hazır olan spermlerinden kadının dölyatağına bırakacak, ‘işi bitecek’; ama o spermi, yani o tohumu ekerken, kaliteli olarak ekmek çok önemli! Bu sebeple erkeğin tohum iyileştirme çalış­ması yapması gerekiyor.

Erkek bunlardan uzak duracak!

Erkek tohum ekiminden önceki iki-üç ay boyunca şunlardan uzak durmalıdır:

-Alkol ve sigara
-Uyuşturucu
-Çok gerekli olmayan kimyasal ilaçlar
-Mevsim dışı sebze ve meyve
-Fabrikasyon konserveler
-Koruyucu ve kimyasal katkı maddeli gıdalar
-Aşırı miktarda rafine un, rafine şeker ve rafine tuz
-Erkek, bedenini kirleten, sperm kalitesini olumsuz etkileyebilecek olan her türlü yanlış beslenmeden uzak durmalıdır.
-Eğer aşırı kiloluysa, bir uzman hekime danışarak kilo vermeye başlamalıdır. Mutlak suretle de egzersiz yapmalıdır; bir erkek daha sağlıklı olmak için her yaşta, yaşına uygun egzersizleri yaparak bedenini oksijenlendirmelidir. En azından günde 30-40 dakika temiz havada yürüyüş yapmalıdır.
-Tabii stresten ve dayanılmaz derecedeki yorgunluktan da uzak durmalı­dır. Burada çalışmaktan bahsetmiyorum, elbette çalışılsın ama kesinlikle daya­nılmayacak derecedeki yorgunluktan uzak durulsun.
-Sapık cinsel ilişkilerden ve birden fazla partnerle olan ilişkilerden de uzak durulmalıdır. Erkek enerjisini sadece eşine yani çocuğunun annesi olacak ka­dına yoğunlaştırmalı ve kendini ona saklamalıdır.
-Erkekler çok fazla kozmetik ürün kullanmıyor ama vücudu toksik olarak etkileyebilecek her türlü aşırı alüminyumlu deodoranttan, ağır kimyasal katkı­lı yoğun parfümden ve benzeri kimyasal etkili ürünlerden mümkün olduğun­ca uzak durmakta fayda var.
-Erkekler özellikle pantolon ceplerine veya arka ceplerine kesinlikle cep te­lefonu koymamalılar, bu çok önemli çünkü testisler elektromanyetik kirlilikten uzak olmalı. Tabii aynı sebepten dizüstü bilgisayarlarını da direkt olarak kucak­larına almamalılar, koruyucu minder veya koruyucu aparatlarla kullanmalılar.
-Baz istasyonlarına yakın mesafede yaşamamalılar. Çok radyasyon yayan saç kurutma makinesi, mikrodalga fırın, tıraş makinesi gibi aletleri de genital organlardan mümkün olduğunca uzakta tutmalılar.
-Ayrıca testislerin olduğu bölgeyi doğru bir külot seçimiyle serin tutmalılar. Yani süspansiyonlu külot veya pamuklu serin tutan külot tercih ederek genital bölgede aşırı sıcaklık ve aşırı ter oluşumunu önlemeliler.

Aslında verdiğimiz bu öneriler daha sonraki dönemde de uygulanırsa, er­keğin sağlıklı bir baba olarak yaşama şansı da artmış olur.

Sperm kalitesini yükselten gıdalar

Aşağıdaki listede yer alan yiyecekler, genelde bir erkeğin böyle bir dönemden önce iki-üç ay boyunca beslenmesinde ön plana çıkarmasında faydalı olan yiye­ceklerdir. Şu gıdalar daha kaliteli, daha güçlü sperm oluşmasına yardımcı olur:

-Tam buğday, çavdar ve diğer tam tahıllar
-Bulgur, bulabilirseniz esmer bulgur
-Yulaf ezmesi
-Köy tereyağı
-Sızma zeytinyağı
-Organik yumurta
-Organik bal, polen, arı sütü
-Keçi sütü ve ürünleri
-Taze, kaliteli, organik süt ürünleri (yoğurt, ayran, peynir vb)
-Organik veya doğal kuzu eti (az yağlı)
-Taze, kaliteli, doğal deniz balıkları
-Kristal kaya tuzu
-Doğal limon
-Domates
-Taze mevsim meyveleri (doğal veya organik)

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. İlaç Gibi Yemekler ~ M.Ender Saraç, Ayvaz Akbacak, Betül Ayİlaç Gibi Yemekler

    İlaç Gibi Yemekler

    M.Ender Saraç, Ayvaz Akbacak, Betül Ay

    Sağlıklı beslenmek isteyen, ancak damak tadından da vazgeçmeyenlere bu kitap ilaç gibi gelecek. Diyet ya da sağlıklı yemekler deyince sizin de aklınıza haşlanmış sebzeler,...

  2. Ruhsal Gelişim ve Kader; Hiçbirimiz Boşuna Yaratılmadık… ~ M. Ender SaraçRuhsal Gelişim ve Kader; Hiçbirimiz Boşuna Yaratılmadık…

    Ruhsal Gelişim ve Kader; Hiçbirimiz Boşuna Yaratılmadık…

    M. Ender Saraç

    Bir an için bu koşuşturmaya ara verin ve geriye doğru yaslanıp düşünün: Niçin yaratıldığınız? Neden şimdi ve neden bu gezegene gönderildiniz? Bir gün siz...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur