Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Grigoriy Petrov

“Artık bu dünyada benim için yalnız sen varsın, bir tek sen; benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen, kendi mutluluğundan başka hiçbir şey ve hiç kimseyle…

“Artık bu dünyada benim için yalnız sen varsın, bir tek sen;
benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen, kendi mutluluğundan başka
hiçbir şey ve hiç kimseyle ilgilenmeyen, her şeyi ve herkesi alaya alan sen! Evet, yalnızca sen varsın; beni hiç tanımamış olan,
benim de sevmekten bir türlü vazgeçemediğim sen!”

Kendisi için hiçbir şey istemeyen, hep veren, verdiğini gizleyen,
sevdiği adam için her türlü fedakârlığa seve seve katlanan,
onun için yaşayan ve ömrünü ona adayan bir kadın…
Sevildiğini bilmeyen, kimseyi tutkuyla ve samimiyetle sevmeyen,
gününü gün edip kendisini mutlu etmekten başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen, gelgeç ruhlu bir adam…

Böylesi tek yanlı bir tutkuya âşk denilebilir mi?
Sahi, âşk nedir? Hele ki günümüz tüketim toplumunun
bencil ve maddiyatçı ortamında böyle bir ilişki hayal edilebilir mi?
Erkeklerin duyguları ya da ruhları neden bu kadar çorak acaba?
İnsan ruhu diye bir şey var mı gerçekten?
Ya kadın ruhu? Peki, o ne menem bir şeydir ve nasıl iş görür?

Bir öyküden çıkarılabilecek böylesi derin sorular,
Zweig’a neden ‘insan ruhunun ustası’ denildiğini kolaylıkla açıklıyor.

BİLİNMEYEN BİR KADININ
MEKTUBU 

Ünlü romancı R., üç günlük kısa dağ tatilinden sabahın oldukça erken bir saati Viyana’ya tekrar döndüğünde gardan bir gazete satın aldı ve tarihine göz atar atmaz o günün doğum günü olduğunu anımsadı. Kırk bir! dedi kendi kendine ancak bu gerçeği fark etmiş olmaktan o an için ne sevinç ne de hüzün duydu. Hışırdatarak çevirdiği gazetenin sayfalarına hızlıca göz gezdirdi ve hemen bir taksiye atladı. Eve varır varmaz uşağı onun yokluğunda uğrayan birkaç ziyaretçinin adını ve gelen birkaç telefon haberini ayaküstü kendisine bildirdi.

Sehpanın üzerindeki tepside birikmiş mektuplar onu bekliyordu. Koltuğuna oturup, ilk anda bu yığına kayıtsız bir bakış atarak göndericilerin adlarından ilgisini çeken birkaç tanesini açtı. El yazısı tanıdık olmayan ve epey kalın olanı kenara ayırdı. Koltukta arkasına rahatça yaslanıp sabah çayını içerken gazete ve dergileri okumaya devam etti ve bir puro yakıp kenara ayırdığı o mektubu eline aldı. Alelacele yazıldığı hissi veren yaklaşık iki düzine sayfanın, el yazısından bir kadına ait olduğu belliydi ve mektuptan çok müsveddeyi andırıyordu. Belki de içinde gönderenle ilgili açıklayıcı bir not vardır diye düşünerek zarfın içini bir kez daha yokladı. Ancak zarf boştu ve kâğıtların üzerinde ne bir imza ne de adres vardı. Çok garip diye düşündü ve bakışlarını tekrardan mektuba yöneltti. “Beni hiç tanımamış olan sana!” diye yazıyordu, başlık ya da hitap yerine. R. şaşırıp kaldı. Bu gerçekten ona mı yazılmıştı yoksa hayalî birine mi? İçinde birden bir merak uyandı ve okumaya başladı: Çocuğum dün öldü o küçük ve narin hayatın ölüme yenik düşmemesi için üç gün üç gece amansız bir mücadele verdim.

Yıkıcı grip nöbetleri onun ateşler içindeki zavallı bedenini acımasızca sarsarken aralıksız kırk saat boyunca yatağının baş ucunda oturdum. Geceden gündüze, gündüzden geceye onun yanan alnına ateşini düşürecek, ıslak bir şeyler koydum; onun o biteviye titreşen o huzursuz, minik ellerini hep elimde tuttum. Üçüncü akşam tükenmiştim. Farkında olmadan bir ara gözlerim kendiliğinden kapanmış. Üç ya da dört saat boyunca sert tahta sandalyede uyuklarken acımasız ölüm onu benden aldı. Zavallı, canım oğlum şimdi orada, küçük yatağında öldüğünde nasılsa yine tastamam aynı biçimde yatıyor; sadece gözlerini, o zeki, koyu renk gözlerini kapatmış, ellerini de göğsünün üstünde birbirine kavuşturmuşlar. Yatağın her bir köşesinde dört mum yanıyor. Ona bakmaya cesaret edemiyorum, kımıldamaya cesaret edemiyorum çünkü mumların alevi titrediğinde oğlumun yüzünün ve kapalı ağzının üzerinden hızla gölgeler geçip gidiyor; yüz hatları kıpırdar gibi oluyor ve bunlara bakıp onun ölmediği sanısına kapılabiliyorum.

Birden uyanacak, o incecik sesiyle bana tatlı ve çocukça sevgisini dile getirecekmiş gibi bir duygu doğuveriyor içimde. Ama biliyorum ki o öldü; artık dönüp ona bakmayacağım, bir kere daha umuda kapılıp yine hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Biliyorum, biliyorum, dün çocuğum öldü. Artık bu dünyada benim için yalnız sen varsın, bir tek sen; benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen, kendi mutluluğundan başka hiçbir şey ve hiç kimseyle ilgilenmeyen, her şeyi ve herkesi alaya alan sen! Evet, yalnızca sen varsın; beni hiç tanımamış olan, benim de sevmekten bir türlü vazgeçemediğim sen! Beşinci mumu aldım ve sana bu mektubu yazdığım masaya koydum.

Yüreğimde kabaran duyguları haykırmadan, ölen çocuğumla burada baş başa kalamam ve bu korkunç anda hissettiklerimi, geçmişte ve bugün hâlâ benim için her şey anlamına gelen seninle paylaşmayıp kiminle paylaşabilirim? Belki sana kendimi açık bir biçimde anlatamayacağım, belki de anlatsam beni anlayamayacaksın. Şu an kafam kaynayan bir kazan gibi; şakaklarım zonkluyor, ellerim, ayaklarım, her yanım sızlıyor. Sanırım ateşim var. Buralarda kapı kapı gezinen grip belki şimdi bana da bulaşmıştır da kendi işimi kendim halletmek zorunda kalmadan bu şekilde ölüp çocuğuma eşlik etmiş olursam, bundan hiç üzüntü duymam. Sana bu satırları yazarken zaman zaman gözlerim kararıyor; belki bu mektubu tamamlayamam ama yine de bütün gücümü toplamaya çalışacağım; bir defa, sadece bir defa, seninle, beni hiç tanımamış olan seninle konuşmak istiyorum, sevgilim. Konuşmak istediğim tek kişi sensin ve ben ilk kez her şeyi anlatmak niyetindeyim sana. Bütün hayatımı bilmeni istiyorum; o hayat ki her zaman senindi ama sen onu hiç bilmedin. Ne yazık ki sırrımı ancak ben öldüğümde, artık bana bir yanıt vermek zorunda kalmadığında, bütün bedenimi şu anda böylesine buz kesmiş gibi ve böylesine ateşler içinde sarsmakta olan acılarım son bulduğunda öğrenmelisin.

Eğer yaşamaya devam etmek zorunda kalırsam bu mektubu yırtıp atacağım ve her zaman koruduğum sessizliğime yeniden dönecek, sonrasında da susmaya devam edeceğim. Ama bu mektubu elinde tutuyorsan o zaman bil ki bu satırlarda artık ölmüş olan bir kadın, sana bütün hayatını, ilk dakikasından son anına kadar hep senin olmuş olan hayatını anlatıyor. Sözlerim korkutmasın seni; ölmüş biri artık hiçbir şey istemez; sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, avutulmayı da. Senden istediğim tek şey, sana itiraf etmeye beni zorlayan korkunç acıma ve burada anlattığım her şeyin doğruluğuna inanman. Her şeye inan, senden yalnızca bunu istiyorum: insan, biricik çocuğunun ölüm anında asla yalan söylemez. Sana hayatımı, ilk defa seni tanıdığım gün gerçek anlamda başlamış olan bir hayatı anlatmak istiyorum. Senden öncesi yalnızca kasvetli ve bulanık; hayal meyal hatırladığım, her yanı toz tutmuş, örümcek ağlarının sardığı, karanlık yüreğimde hiçbir aidiyet ve bağ kuramadığım iç karartıcı nesnelerle ve insanlarla dolu bir mahzen.

Sen geldiğinde on üç yaşındaydım ve hâlen oturmakta olduğun dairenin bulunduğu, şu an hayatımın son nefesini oluşturan bu mektubu okumakta olduğun binada; seninkiyle aynı katta, senin kapının tam karşısındaki dairede oturuyordum. Şüphesiz ki bir maliyeciden dul kalmış kadını (sürekli matem elbiseleri giyerdi) ve onun yarı yetişkin, sıska kızını hatırlamıyorsundur –öylesine sessiz sedasız yaşardık ki bu durum acınası küçük burjuva yoksulluğumuzun tipik bir ifadesiydi belki de ismimizi bile hiç duymamışsındır çünkü daire kapımızın üzerinde ad yazan bir plaka falan yoktu; bizi görmek için gelip giden de pek olmazdı. Zaten aradan çok zaman geçti, belki de on beş-on altı yıl, hayır, bizi hatırlaman gerçekten olanaksız sevgilim, ama ben, ah evet, ben, elbette her ayrıntıyı büyük bir tutku ve özlemle hatırlıyorum, senden ilk kez söz edildiği ve seni ilk kez gördüğüm günü hatta saati bile. Benim için hayat o anda gerçek anlamıyla başladığına göre bundan başka türlü olmasına olanak var mı? Sabırlı ol sevgilim, sana her şeyi en baştan sonuna kadar anlatacağım için lütfen kısa bir süreliğine beni dinlemek sana yorucu gelmesin; ben seni bir hayat boyu sevmekten yorulmadım.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBilinmeyen Bir Kadının Mektubu
  • Sayfa Sayısı80
  • YazarGrigoriy Petrov
  • ISBN9786055034610
  • Boyutlar, Kapak12,5 x 19,5, Karton Kapak
  • YayıneviParodi Yayınları / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Beyaz Zambaklar Ülkesinde ~ Grigoriy PetrovBeyaz Zambaklar Ülkesinde

    Beyaz Zambaklar Ülkesinde

    Grigoriy Petrov

    Atatürk’ün Tavsiye Ettiği Kitap Rusya’nın en büyük aydınlarından biri olan Grigory Petrov, seyahatleri sırasında gittiği Finlandiya’dan çok etkilenmiş ve bu hayranlığının sonucu olarak Beyaz...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Sizi İnşa Edebiliriz ~ Philip K. Dick Sizi İnşa Edebiliriz

    Sizi İnşa Edebiliriz

    Philip K. Dick

    Yıl 1982. Orgeon’da elektronik org üreten başarısız firmanın iki ortağı Louis Rosen ve Maury Rock, bir gün İç Savaş döneminde yaşamış gerçek kişilerin simulakrasını...

  2. Temizlikçi ~ Paul CleaveTemizlikçi

    Temizlikçi

    Paul Cleave

    KANINIZI DONDURACAK BİR SERİ KATİL ROMANI İşte Joe. O bir seri katil ve aynı zamanda bir polis merkezinde temizlikçi olarak çalışıyor. Şimdi de kendisini...

  3. Nişanlıya Mektuplar 1820-1822 ~ Victor HugoNişanlıya Mektuplar 1820-1822

    Nişanlıya Mektuplar 1820-1822

    Victor Hugo

    Hugo’nun, Adèle Foucher ile acı, sevinç, kıskançlık ve mutluluk dolu yazışmalarının yer aldığı Nişanlıya Mektuplar, yazarın bir genç adam olarak portresini sunarken, tutkulu ve...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur