Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?
Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?

Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?

Mehmet Karaburç

“Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?” ismine bakınca bencilce ya da megalomanca yaklaşımlar sergileyen bir kitap gibi algılanabilir. Ancak kitabın sayfalarına, satırlarına daldıkça bambaşka bir…

“Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?” ismine bakınca bencilce ya da megalomanca yaklaşımlar sergileyen bir kitap gibi algılanabilir. Ancak kitabın sayfalarına, satırlarına daldıkça bambaşka bir âlemin kapılarını araladığı görülecektir.

Hani tasavvufta bir görüş vardır: “İnsan âlemin özetidir.” Şeyh Galip bu görüşü: “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen.” (Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün.) şeklinde ifade ederken Gülşeni: “Âlemin maksudu sensin, canı sen.” (Bu dünyanın yaratılma amacı sensin, canı da sen.) diyerek aslında neredeyse aynı ana fikre varıyorlardı.

“Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?” kendinden yüzyıllar önce yükseltilmiş nidaların aks-ı sadası niteliğinde. İnsan kendi için yaptığını aslında ailesi için de geleceği için de, ahreti için de yapar. Kendini mamur eden, kamil eden insan alemi mamur eder, kamil eder. Kendini zelil eden, rezil eden insan, ailesini, geleceğini, ahretini; zelil ve rezil etmiş olur. “Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?” İsra Suresi 13. Ayet ile “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” diyen İlahi ifadenin ışığında ilerleyen bir kitap…

Kitap kendimizi sorgulayarak önce alemin özeti olarak kendimize, sonra ailemize, çevremize, vatanımıza, inançlarımıza nasıl daha doğru yatırımlar yapabileceğimizi düşündürüyor. Sık sık başvurulan küçük hikâyeler, kıssalar fikirleri somutlaştırıyor ve dersler veriyor. Bu manada “Bugün Kendin İçin Ne Yaptın?” kendimize çok şey ilave edebileceğimiz, kendimizi siygaya çekebileceğimiz, keyifli bir kişisel gelişim kitabı…

***

Ö N S Ö Z

Gelişmek ve değişmek isteyen her insan, “Bugün kendim için ne yaptım?” diye kendini her günün sonunda sorgulamalıdır. Çünkü insan kendini sorguladıkça başarısı artar, her yönüyle güçlenip mükemmelleşir, bilgisi ve becerisiyle örnek bir birey olur.

Kendini düşünmeyen insan başkasını düşünebilir mi? Kendine bir hayrı olmayan bir insanın bir başkasına hayır yapması beklenebilir mi? İşte insan “Bugün kendim için ne yaptım?” diye sorarak önce kendini düşünmeli, hatalarından sıyrılarak yüceltmelidir. Her yönüyle alçakta kalmış bir kişinin kimseye bir hayrı olmaz. Yüksekte olan bir kişi alçakta olanın elinden tutup onun yükselmesine katkıda bulunabilir.

Bedenimiz bizim için emanettir. Emanete sahip çıkmak gerekir. Emaneti doğru yerlerde, doğru işlerde kullanmak gerekir. Zira emaneti korumak Allah’ın emir ve yasaklarına uymak demektir. Yoksa Yüce Allah’ın bizlerin yapacağı ne iyiliklere ne de ibadetlere ihtiyacı vardır. Ne yapıyorsak, ne yapacaksak kendimiz içindir. İşte bu yüzdendir ki “Bugün kendim için ne yaptım?” diyerek insanın kendini sorgulaması, kişinin hem dünyayı, hem de ahreti kazanmak istemesinin bir ispatıdır.

“Bugün kendim için ne yaptım?” diyerek kendini sorgulayan kişi, özgüven kazanır, kendiyle yüzleşir, böylelikle kusurlarından arınır. Kişinin kendisiyle yüzleşmesi, kendine hesap vermesi için cesaretli olması gerekir. Zaten bu kitabı alıp okumaya başlamanız sizin cesaretinizin ispatıdır. Sizden beklenilen cesaretinizi kırmadan her gün kendinizi sorgulayarak mükemmelleşmenizdir.

Kitabımızda değişik hikâyeler ve olaylar aracılığıyla kendimizi sorgulamanın, düzeltmenin faydalarına, nedenlerine, sonuçlarına değinmeye çalıştık. İnşallah her okurumuzun kendini sorgulayarak kendi ruhunun derinliklerine inerek kusur ve hatalarını yok ederek kendine daha duyarlılık kazanmasına vesile oluruz.

Selam ve dua ile…

Mehmet KARABURÇ
Osmaniye – 2015

MEHMET KARABURÇ

1973 yılında doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Osmaniye’de yaptı. Çukurova Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunudur. Kamu ve özel sektörde uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Karaburç Eğitim Kurumları’nı kurdu.

Köşe yazıları, şiirleri, hikâyeleri, romanları çeşitli gazete ve dergilerde yer aldı, tefrika edildi. Naçar (1987), Şiirlerle Atatürk’ten Anılar (1989), Sevgi Pınarı (1990), Haşin Evlat (1991), Osmaniye’de Aşıklık Geleneği (1995), İlkokullar İçin Hızlı Okuma Kılavuzu (2015), Ortaokullar İçin Hızlı Okuma Kılavuzu (2015), Liseler İçin Hızlı Okuma Kılavuzu 2015) ve Dikkat Geliştirme Egzersizleri (2015) yayımlanmış diğer eserleridir.

Aile içi iletişim, çocuk hakları, kişisel gelişim, evlilik okulu, hızlı okuma seminerleri ile bireysel dil ve konuşma, dikkat güçlendirme, mental, akıl ve zeka oyunları dersleri vermektedir.

Evli ve Bengisu Eda ve Berkay Buğra adlı iki çocuk babasıdır.

KAZANMAK YA DA KAYBETMEK

“Adamın biri, kırlarda dolaşırken farkında olmadan bir yılanın kuyruğuna basmış. Yılan da adamın ayaklarına dolanmış tam adamı ısıracakken adam, yılana canını bağışlaması için yalvarmış yakarmış, özür dilemiş, yanlışlıkla kuyruğuna bastığını söylemiş. Kısa süren konuşmaların ardından yılan, adama şöyle bir teklifte bulunmuş: “Seninle şöyle bir gezintiye çıkalım. Karşımıza çıkan üç varlığa durumumuzu anlatalım. Eğer üç varlıktan en az biri affetmemi isterse affederim, istemezse seni sokar öldürürüm.” demiş. Adamcağızın başka çaresi kalmadığından yılanın teklifini kabul etmiş ve başlamışlar birlikte yürümeye. Bir süre yürüdükten sonra yılanla adamın karşısına bir orman çıkmış. Yılan, ağaçlara şöyle demiş: “Ben, otların arasında uyuyordum. Birden kuyruğumda bir acı hissettim. Baktım ki bu adam kuyruğuma basmış. Ben de hemen ayaklarına dolandım, ısıracaktım ki bana yalvarıp yakardı, özür diledi, canını bağışlamamı istedi. Sizce bu insanoğlunu affedeyim mi, yoksa zehrimle öldüreyim mi?”

Ormandaki ağaçlar hep birlikte dile gelip yılana adamı bağışlamamasını söylerler. Adam şaşkınlıkla ağaçlara sorar: “Ey ağaçlar, ben size ne yaptım? Daha önce buralara hiç gelmemiştim. Sizleri ilk kez görüyorum, lütfen canımı kurtarın!”

Ağaçlardan biri adama cevap verir: “Sen insansın, insanlar doğduklarında beşikleri ağaçtan, öldüklerinde tabutları ağaçtan yapılır. Meyvelerimizden, gölgemizden, odunumuzdan, yaprağımızdan, dalımızdan her şeyimizden yararlanırlar. Onlar için oksijen veririz, piknik alanı oluruz, ama insanlar bizim kıymetimizi bilmezler. Dalımızı kırarlar, bizleri baltayla acımasızca keserler, dikkatsiz davranışlarıyla orman yangını çıkarıp bizi toplu olarak yok ederler. O yüzden ölmeni istedik!”

Adam, karşılarına çıkan ilk varlıktan umduğunu bulamaz. İçinden dua ederek yola devam eder. Çok geçmeden bu kez karşılarına bir göl çıkar. Yılan, yine aynı şekilde durumu özetler ve sulara sorar: “Sizce bu adamı affedeyim mi, yoksa zehirleyim mi?” Göldeki sular hep birlikte “Öldür gitsin!” derler. Adam daha da şaşırarak çaresizce suya sorar: “Nolursunuz, yalvarırım size canımı kurtarın! Ben size ne yaptım?” Sular adama şöyle cevap verir: “Sen insansın, biz insanlar için hayat kaynağıyız. Her gün su içerler, öyle ki birkaç hafta su içmeseniz ölürsünüz. Temizliğinizi bizimle yaparsınız. Yemeğinizi, çayınızı, ayranınızı bizimle yaparsınız. Bulaşığınızı bizimle yıkarsınız. Biz sizlerin tüm pisliklerinizi temizleriz. Çiçeklerinizi, bahçelerinizi her şeyinizi bizimle sularsınız. Suyun insana katkısı saymakla bitmez, ama insanların da suya yaptığı kötülükler saymakla bitmez. Suyu boşa akıtırsınız, israf edersiniz. Böylelikle kaynaklarımızı kurutursunuz. Bu nedenle seni affetmiyoruz. “

Adam, suyun sözlerine bir cevap veremez. Çaresizce yola devam eder. Karşılarına çıkacak üçüncü ve son varlıktan medet ummaya başlar. Bir süre sonra karşılarına yaşlı bir adam çıkar. Adam çok sevinir. Bu kez karşısına bir insan çıkmıştır. İnsan, insana acır diye düşünür ve bu kez adama başından geçenleri şöyle özetler: “Dede, dede! Elini, ayağını öpeyim. Kurtar beni şu yılandan! Son umudum sensin, yoksa acımasızca zehirleyerek beni öldürecek. Ben bu yılanın yanlışlıkla kuyruğuna bastım. Özür diledim, yalvardım yakardım ama yine de beni öldürmek istedi. Sonunda birlikte yürümeye, karşımıza çıkan üç varlığa durumumuzu anlatmaya ve içlerinden en az biri bağışlanmamı isterse canımı kurtarabileceğim yönünde anlaşmaya varıp yürümeye başladık. Sen sonuncu varlıksın. Daha önce karşımıza orman çıktı, göl çıktı. Tüm ağaçlar ve sular benim ölmemi istediler. Meğer biz insanlardan yana çok dertlilermiş. Umudumu boşa çıkarma dede!.. Canımı kurtar!..”

Yaşlı dede, uzun uzun düşünüp elleriyle ak sakalını sıvazladıktan sonra: “Maalesef evlat, ben de artık ormandaki ağaçlar gibi, göldeki sular gibi düşünüyorum. Ben tam senin gibi üç evlat yetiştirdim. Onlar için yapmadığım fedakarlık kalmadı, ancak hiçbiri yaşlılığımda bana sahip çıkmadı. Ben onlara ne bağlar bağışladım. Onlardan bir salkım üzüm bile istemedim. Sadece bayramdan bayrama da olsa bir ziyaret etmelerini istedim. Yılda bir kez bile ziyaretime gelmiyorlar. Şimdi anladım ki mal mülk, çoluk çocuk her şey boşmuş. Gerçek olan kendi bedenin, kendi canınmış.” der.

Hikaye burada bitiyor. Anlaşılan adamın son umudu da boşa çıkmış. Yılan, adamı zehriyle öldürmüş müdür, yoksa son anda öldürmekten vazgeçmiş midir; bilinmez.

Biz kendimize dönelim. Şimdi sizlere soruyorum. Bir birey olarak bizleri bu dünyaya gelmemizde vesile olan, bizleri yediren içiren, her türlü ihtiyacımızı karşılayan anne ve babamıza karşı borcumuz var mı? Bu dünya, bu toprak, bu vatan hepimizin. Bu vatanı, toprağı, doğayı gelecek kuşaklara da aktarmamız lazım. Bu anlayıştan hareketle toprağa, suya, havaya karşı sorumluluğumuz var mı? Çevremizdeki arkadaşlarımıza, akrabalarımıza komşularımıza karşı görevlerimiz var mı? Bizi yoktan var eden Allah’a karşı kulluk vazifelerimiz var mı? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz. Peki cevaplarınız ne? Sanki tüm sorulara “Evet!” cevabını vermişsiniz gibi sesler geliyor kulağıma. Gerçektende başta yüce Allah’a, annemize, babamıza, çevremize, doğaya, vatana, millete karşı sorumluluklarımız var. Hepsinin üzerimizde hakları var. İtirazı olan var mı?

Bazı aksi sesler duyar gibiyim. Tamam, şimdi onların düşünce yapısıyla düşünelim. Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yok sayalım. (Tövbe estağfurullah). Anne ve babamızda bizi dünyaya getirmek için bize sormadılar. Dünyaya getirmeselerdi, diyelim ve onları ve emeklerini de yok sayalım. Çevremizi, arkadaşlarımızı, akrabalarımızı da boşver diyelim. Vatan, millet, bayrak gibi duyguları da hiç bilmediğimizi kabul edelim. Kısacası aklımıza gelen soyut ya da somut her şeyi yok saysak, boş versek, umursamasak bile yok sayamayacağımız, boş vereceğimiz, umursayamayacağımız bir varlık var: Kendimiz. Düşünün şimdi, elimize bir topluiğne batsa canımız yanmıyor mu, kanımız akmıyor mu? Hemen yara bandı arayışına çıkmıyor muyuz? Bir toplu iğne yarasına katlanamayan biz kullar nasıl olur da kendimizi yok sayabiliriz. Zaten bu can, bu beden varsa bu dünya var. Bu can, bu ruh varsa çevremizdeki her şey anlam kazanır. O halde dünyadaki hiçbir şeyi düşünmesek bile kendimizi düşünmeliyiz. Kendi beden ve ruh sağlığımızı korumalıyız. Kendimizi her anlamda geliştirmeliyiz.

“Bugün kendin için ne yaptın?”

Sen bu soruya ne cevap verdin bilmiyorum ama aklından geçenler benim içime doğuyor. İnsanların yarısı gibi sen de bugün “KAZANMAK” eylemini gerçekleştirmek için uğraşmışsındır.

Bence tüm insanlar günlerini tek eylem için geçiriyorlar: Kazanmak… Belki bugün para kazanmak için ter döküp uğraşmışsındır. Belki sınav kazanmak için bol bol soru çözmüşsündür. Belki bir genç kızın gönlünü kazanmak için etrafında pervane olmuşsundur. Belki sevap kazanmak için hayır hasenat, ibadetle geçirmişsindir gününü. Belki günah kazanmak(!) için uğraşmışsındır gün boyu.

Muhtemelen bu şıklardan biri seni anlatıyordur. Hiçbiri seni anlatmıyor mu? O zaman sen diğer yarım küredesin. İnsanların yarısı “kazanmak” için günlük mücadele verirken diğer yarısı da “kaybetmek” eylemini gerçekleştirirler. Birinci gruptakiler sana göre ya da bana göre doğru ya da yanlış ama kendilerine göre doğru olan bir hedef belirlemişler ve bu hedef için mücadele ediyorlar her gün. “Bugün kendin için ne yaptın?” diye sorduğumuzda da gönül rahatlığıyla çocuklarının rızkı için güneşin altında çalıştıklarını, geleceklerini kurtarabilmek için sabahtan akşama kadar ders çalıştıklarını dile getiriyorlar. Ancak ikinci grupta yer alanlar yani “kaybetmek” eylemi için günlerini geçirenler ise kendileri bir şeyleri kazanmak için hiç uğraşmazlar. “Kazanmak” eylemini gerçekleştirenleri seyrederler, onlara alkış tutarlar. Onların başarısına sevinirler, onların başarısızlıklarına üzülürler. Televizyon kanallarının hepsi birileri tarafından para kazanmak için kurulmuş ticari işletmelerdir. Televizyon ekranında görülen haber spikerinden reklam oyuncularına, film, dizi, sinema oyuncularının tamamı yaptıkları işi para kazanmak için yapıyorlar. Acun Ilıcalı’nın nerden nereye geldiğini herhalde bilmeyen yoktur. Acun’un tek isteği, geniş izleyici kitlesine ulaşmak, reyting rekorları kırmak ve bir o kadar da reklam geliri elde etmek. Ama Acun’un programlarını saatlerce televizyon başında izleyenlere ne demeli? Acun, servetine servet eklerken, birileri de tembelliğine tembellik ekliyor. Bütün spor takımları, futbolcular, mankenler, şarkıcılar, film artistleri hepsi para kazanmak, ün kazanmak için verilen uğraşan kişilerdir. Siyasetçiler ise para, mevki, makam, ün, vizyon kazanmak için uğraşıyorlar. İşte ikinci grupta yer alanlar gün boyu bir şey kazanmak için uğraşmayıp gün boyu televizyon, internet başında oturanlar, siyaset ya da spor sonuçlarını takip eden kişiler oluşturuyorlar.

Kazanmak ve kaybetmek üzerine örnekler daha da arttırılabilir. Sen, sen ol bir şeyler kazanmak için uğraş. Başkalarının başarısını takip edip alkışlayacağına kendi başarını ortaya koy, başkaları seni takip etsin, alkışlasın!.. Unutma ki kahraman olmak daha güzel bir duygudur ve alkışlanmak, alkışlamaktan daha zevklidir.

“Kadının biri, dünyanın en zengin işadamına bir mektup yazar. Mektubu şöyledir:

“Beyefendi, internetten öğrendiğim bilgilere göre dünyanın en zengin kişisiymişsiniz. Ben de 25 yaşında, dünya güzeli, bekar bir bayanım. Dünya güzellerinden bile daha üstün olan bir güzelliğim var. Size açık olmak istiyorum. Ben bu güzelliğimi kullanmak istiyorum. Sizlerden bunun için yardım almak için bu satırları yazıyorum. Sizin gibi çok zengin bir beyle evlenmek istiyorum. Sizden özellikle sizin gibi çok zengin olan beylerle nerede, nasıl tanışabileceğimi ve bu beylerin kalplerine girmenin yolunun ne olduğunu öğrenmekistiyorum. Bana bu konuda yardımcı olursanız sevinirim.”

Dünya zengini olan işadamı, kadına mektupla cevap verir ve şöyle yazar:

“Hanımefendi, bana olan güveniniz için teşekkür ederim. Siz bana mektubunuzda açık olmuşsunuz. Ben de size aynı samimiyetle cevap yazacağım. Sizlere iki tavsiyem var. Birincisi 25 yaşında olduğunuzu ve dünya güzeli olabilecek derece bir fiziki güzelliğinizin olduğunu yazmışsınızdır. Söz konusu olan güzelliğiniz bence 10-15 yıl gider. 35 ya da 40 yaşından sonra aynı güzelliğinizden söz edemeyiz herhalde. Biz zengin kişiler 10-15 yıl kullanabileceğimiz bir varlığı satın almayız, onu kiralarız. İkincisi ise kendi güzelliğinize değil de kendi aklınıza güvenmenizdir. Zira çalışıp zengin olmak, zengin bir adamı elde etmekten daha kolaydır.”

Evet, kendi aklımızla hareket edip kendi başarı basamaklarımızı inşa etmek, başkalarının emri altında çalışmaktan daha kolay ve daha çok kazançlıdır. Kazanmak istiyorsan kendi yeteneklerini kullanmaya, kaybetmek istiyorsan kendi yeteneklerini köreltmeye devam et. Tercih tamamen senin. İstersen şimdi bir daha kendi kendine sor:

“Bugün kendin için ne yaptın?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur