Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Enstitü Bize Ne Söyler?
Enstitü Bize Ne Söyler?

Enstitü Bize Ne Söyler?

Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış

Kişisel bir anlatı olarak oldukça konuşkan bir eser olan, muhtevasındaki sorunsallaştırmaların ve göndermelerin hâlâ güncelliğini koruduğu, ülkenin modernleşme serencamının kilit noktalarına dokunan Saatleri Ayarlama…

Kişisel bir anlatı olarak oldukça konuşkan bir eser olan, muhtevasındaki sorunsallaştırmaların ve göndermelerin hâlâ güncelliğini koruduğu, ülkenin modernleşme serencamının kilit noktalarına dokunan Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, edebiyat kamusu dışındaki alanlarla karşılaşsa, acaba metin hakkında neler duyarız? Tanpınar veya Saatleri Ayarlama Enstitüsü hakkında bugüne kadar yazılanlar okunmadan bu roman yorumlanamaz mı? Yahut edebiyat birikimi içinden gelen bazı araştırmacılar, romana yeniden baksalar neler görürler? Tanpınar’ın edebî kimliğine, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ne’liğine ilişkin ortaya konan literatürün hilafına yorumlar mümkün olamaz mı? Bu yorumların bizzat kendileri yoruma tabi tutulamaz mı? Bu kitap, bu sorulara cevap bulma arayışının bir sonucu olarak doğdu.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü, kendi sahasının birikimi ve farkındalıkları ile okuyabilecek, edebiyat eleştirmenlerinin yorumlarından görece uzak, farklı alanlardan da akademisyen ve araştırmacılar yorumluyor. Farklı disiplinlerin birikimlerinin, kurgu üzerine düşünmeleri hâlinde, alışılmışın dışında pratikler ortaya çıkıyor ve sahaya yeni kavramlar hediye ediliyor. Bu kitaptaki yazılar, sadece Saatleri Ayarlama Enstitüsü literatürüne değil genel olarak Türk romanına dair yeni perspektiflerin gelişmesine, yeni yorum imkânlarına ve ufuk arayışlarına ön ayak olacak. Romanı disiplinler arası bir okuma zeminine açan bu çalışmada, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne ilişkin bugüne kadar söylenmeyenleri duyabileceğiz.

içindekiler

Sunuş 7
Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış
Sesler ve Yazılar: Enstitü, Gramatoloji ve Alfabe Evrenselciliği 15
Ahmet Demirhan
Modern Türkiye’nin Erken Döneminde Maneviyat ve Mistisizm:
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne Guénoncu Bir Bakış 61
Ahmet Murat Özel
Kurmaca ve Gerçeklik İlişkisi Bağlamında Saatleri Ayarlama Enstitüsü 73
Ali Şükrü Çoruk
Saatleri Ayarlama Enstitüsü: “Düş Kırıklığı Romantizmi” Olarak Modernleşme 93
Ali Yaşar Sarıbay
Popüler Dinin Taşıyıcıları ve Zamanın Ruhaniyeti 103
Birsen Banu Okutan
Göçebe Roman: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Arzu ve Direniş 119
Celil Civan
Fantastik Bir Binayı Hayra Yormak 131
Cihan Aktaş
Bir Erkeklik Kalesi Olarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü 157
Egem Atik
Hukukçu Enstitü’ye Ne Kadar Gülebilir? 179
Gökçe Çataloluk
Zamanın Ruhu 195
Kemal Sayar
Kendilik Değerini Ayarlama Enstitüsü 203

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Tarih Fikri ve Geçmişin Tanzimi 217
Mustafa Göleç
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Kronotop 231
Nagihan Haliloğlu
Acayip Bir Kaderin Bağladıkları: Tanpınar Günlüklerinin Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü
Değerlendirmeye Dair Sunduğu İmkânlar 247
Nesrin Aydın Satar
Ulusal Alegori, “Ferdî Hürriyet” ve Meşruiyet: Saatleri Ayarlama Enstitüsü Kimin Hatıratı? 265
Şerif Eskin
Bellekteki Mekân: Daruttalim, Esâfil-i Şark ve Hatıralardan Bir Enstitü Kurmak 305
Turgay Anar
Kübist ve Sürrealist Bir Kurgu Olarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü 323
Yusuf Civelek
Emine Neden Öl/d/ü? Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Vatan ve Kadın İlişkisi 335
Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış
Amerika’dan Tanpınar’a Yaklaşmak 353
Carter Vaughn Findley
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne Dair Seçilmiş Kaynakça 371
Neslihan Demirci

sunuş

Saatleri Ayarlama Enstitüsü herkesin bildiği ama zannedildiği kadar okunmayan bir roman. Çarpıcı bir aşk hikâyesi içermiyor, heyecan veya kaygı gibi okuru akışta sürükleyecek duyguları üstümüze boca etmiyor. Metnin başında yer verilen İzzet Molla’nın “Bihakk Hazret-i Mecnun izâle eyleye Hak/ Serimde derd-i hıredden biraz eser kaldı” dizeleri Osmanlı klasik şiirinin dünyasını imlerken, aklın belâ olarak nitelendirildiği, şairlerin onun ağırlığından kurtularak benliği ve bünyeyi kalbin hakimiyetine vermek için Yaratıcı’dan destek istedikleri metaforik anlam dünyasına selam gönderiyor. Peki, okur, böyle okuyucusuna antikacı dükkânına girmiş hissi veren, âdeta uzun soluklu bir yolculuk öncesi sabır telkin eden ve çokça emek isteyen bu dünyaya neden girsin? Yalçın Armağan aslında okurun Tanpınar dünyasına çok da gönüllü girmediğini söylüyor. Edebiyat kurumunun faillerinin onu seçip kanonik hâle getirmesi ve entelektüellerin gayretkeşliğiyle Tanpınar’ın okurun gündeminde kaldığını ileri sürüyor.

Peki, hangi okurun gündemine giriyor ve orada kalabiliyor Tanpınar? Besim Dellaloğlu’nun da işaret ettiği gibi Tanpınar, eserleri Dergâh Yayınları tarafından basılırken sadece “muhafazakâr” okurun gündemindeydi; Yapı Kredi Yayınları’nın 1999’dan itibaren eserlerini basmaya başlamasıyla “çağdaş”, “modern”, “laik” okurun gündemine girdi. İlk defa 1954 yılında ve yaklaşık 4 ay boyunca Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edilen, sonra 1961’de Remzi Kitabevi’nce neşredilen Saatleri Ayarlama Enstitüsü, 1987 yılında Dergâh Yayınları tarafından basılmaya başlandı. Önceleri bir, bazen iki senelik aralıklarla basılırken, 2012 yılından itibaren yılda en az bir kez basıldı. Hatta bu son periyotta kimi yıllarda üçten fazla baskısı yapıldı. 2023 yılında roman 66. baskısına ulaştı. 2000-2004 yılları arasında Yapı Kredi’den basıldığı yıllar da hesaba katılırsa, uzman okur ve araştırmacılar için biraz daha erken zamanlarda olsa da, daha genel edebiyat kamusu için Tanpınar 1990’lardan itibaren mahalle ve cenah ayrımı olmadan bilinen ve okunan bir yazar hâline geldi. Ama yine hep entelektüellerin teşvik ve yardımıyla… Tanpınar’ın eserleri söz konusu olduğunda baş gösteren bu rehberlik ihtiyacı da âdeta onu daha iyi anlamak için başvurulan araştırmacı akademisyenlerden müteşekkil yeni bir zümre doğurdu. Tanpınar’a ve eserlerine ilişkin araştırma ve incelemeler bu zümreye yeni isim teklifleri öneriyor olsa da Tanpınar’ın ilk olarak İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü hocası olması; Tanpınar’ı sağlığında gören, Türkoloji koridorunda yetişen hocalara ve kısmen onların öğrencilerine Tanpınar hakkında söz söyleme ve fikir üretme imkânı açısından zımni bir öncelik yahut belki de ödev vermiş gibi oldu. Açıkça söylemek gerekirse Tanpınar ve eserleri hakkında kaleme alınan literatürde “eşikte kalmak”, “arafta olmak”, “doğu-batı karşılaştırması”, “Yahya Kemal öğrenciliği” gibi kimi ilk yorumların dışında kalan önerme ve okuma biçimleri nadir ve oldukça cılız kalıyor. Edebiyat eleştirisinin metin ve okur merkezli bakışa kendisini açmasının üzerinden yüz yıla yakın zaman geçmesine rağmen, farklı alımlamalar eleştiri kanonu içinde duyulmuyor ve Tanpınar eserleri büyük oranda kanonun ilk eleştirmen yorumları etrafında ve edebiyat kanonu içinde konuşuluyor. Bu da ne yazık ki, eserlerin mütemadiyen aynı kaynaklardan beslenen ilgilerle muhatap olması anlamına geliyor. Kişisel bir anlatı olarak oldukça konuşkan bir eser olan, muhtevasındaki sorunsallaştırmaların ve göndermelerin hâlâ güncelliğini koruduğu, ülkenin modernleşme serencamının kilit noktalarına dokunan Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, edebiyat kamusu dışındaki alanlarla karşılaşsa, acaba metin hakkında neler duyarız? Tanpınar veya Saatleri Ayarlama Enstitüsü hakkında bugüne kadar yazılanlar okunmadan bu roman yorumlanamaz mı? Yahut edebiyat birikimi içinden gelen bazı araştırmacılar, romana yeniden baksalar neler görürler? Tanpınar’ın edebî kimliğine, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ne’liğine ilişkin ortaya konan literatürün hilafına yorumlar mümkün olamaz mı? Bu yorumların bizzat kendileri yoruma tabi tutulamaz mı? İşte bu kitap, bu sorulara cevap bulma arayışının bir sonucu olarak doğdu. Romanı edebiyat eleştirmenlerinin yorumlarından görece uzak, kendi sahasının birikimi ve farkındalıkları ile okuyabilecek, farklı alanlardan akademisyen ve araştırmacıların kapısını çaldım.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı farklı alanlarda uzman okurlara ne söylüyor, bunu ortaya çıkarmak ve romanı disiplinler arası bir okuma zeminine açmak istedim. Birbirinden çok başka hareket noktalarından romana dair yani şeyler söyleyebilecek farklı perspektifleri hedefledim. Kolay olmadı. Yanlış bir şey söylemek, konuşulması gerektiği düşünülenden uzak bir noktaya düşmek, Tanpınar’ı anlamamış addedilmek, kanon eleştirmenleri tarafından eleştirilmek gibi yorumcuları bekleyen pek çok riskin oluşmuş olduğunu fark ettim ve edebiyat kanonu içinde oluşan Tanpınar şerh edebilir zümreden çekingenliği görmüş oldum. Diğer yandan edebiyat birikimi içinden gelen bazı araştırmacıların da böyle bir okuma perspektifinden heyecan duyduğunu ve edebiyat araştırmacılarının da Tanpınar okumalarına, mevcut okumaların dışında katkıda bulunmak istediğini anladım. Davetime olumlu karşılık vererek bu eser için romanla yeniden iletişime geçenler, okur merkezli bir alımlamanın potansiyeline ve imkânına değer verenlerdi.

Ahmet Murat Özel’in tasavvufi hareketler noktasında romanda neler bulacağını, Birsen Banu Okutan’ın romandaki inanç dünyasına ilişkin söyleyeceklerini, Kemal Sayar ve Mine Özmen’in Dr. Ramiz’e, romanda geçen psikanaliz söylemlerine nasıl bakacaklarını merak ettim. Acaba Ali Yaşar Sarıbay siyaset bilimi açısından romandaki modernleşme düzlemine dair göndermeleri nasıl okurdu? Gökçe Çataloluk gibi hukuk alanında çalışan, Mustafa Göleç gibi tarih alanına emek veren ama her biri aynı zamanda iyi birer roman okuru, ders izlencelerinde romanlar yer alan ve edebiyat gündemi takipçisi olan isimler, bu romanda kendi alanlarına dair neler bulurdu? Cihan Aktaş ve Yusuf Civelek mimar kimlikleri ile enstitü binasına yahut romanda geçen saat evlerine ilişkin neler söylerlerdi? Bir kurum olarak Türkoloji ile ilgilenen ve ilgili önemli tespitleri olan Ahmet Demirhan, sosyolojik bir tahlile bu romandan neler getirirdi? Peki karşılaştırmalı edebiyat bağlamında Nagihan Haliloğlu, bu romanın yanına dünyadan hangi ismi, hangi eseri koyardı? Tanpınar’a başka disiplinlerden yaklaşan genç akademisyenler, mesela günlüklerini çalışan Nesrin Aydın Satar, bu romanda neler görürdü? Celil Civan, bir sinema eleştirmeni olarak romandaki sinema göndermelerine dair neler söylerdi? Egem Atik bu romanı erkeklik çalışmaları açısından nasıl değerlendirirdi? Romanı daha evvel âdeta bir tarih vesikası olarak gördüğünü yazan Carter Vaughn Findley, acaba bugün yine aynı fikirde miydi? Şerif Eskin, Turgay Anar ve Ali Şükrü Çoruk’a da “edebiyat içre” bu romanı yeniden konuşmanın, konuşturmanın, romana yeni bir bakışın imkânını sordum. Ben de Tanpınar metinlerinin bilinç dışında gördüğüm vatan-kadın benzetmesi düzleminin bu romanda neye tekabül ettiğine bakmak istedim. Böylece, Enstitü Bize Ne Söyler? Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne Disiplinler Arası Bakışlar kitabı, Tanpınar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü okumaları arasında ilham verici olduğunu düşündüğüm bir verime dönüştü.

Tanpınar’ı bu romanın yazarı bağlamında okurken farklı isimlerle karşılaştıran, romanın dünyasındaki veya alımlamasındaki kimi imgeleri farklı kavramlarla yan yana getiren yeni okumalar, oldukça heyecan verici. Yusuf Civelek, Tanpınar’ı Turgut Cansever’le yan yana getiriyor. “Kübist ve Sürrealist Bir Kurgu Olarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü” başlıklı yazısında, “daha çok Rönesans sonrası ve soyutlamacılık öncesi figüratif Batı resim sanatına düşkün olduğu” anlaşılan Tanpınar’ın, “aynı sebeple, yani şiiri, dili ve mûsikîyi terk edemeyeceği için, non-figüratif Batı resminin Doğu ile bir bağlantısını kurmaya çalışmadığı ve daima ‘resimsi’de kaldığını” söylüyor. Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının arka planında yer alan Tanpınar’ın sanata ilişkin fikirlerini, romanın yazıldığı yıl olan 1961 civarında modern sanat ve mekânda süreklilik adına çok özel bir mimari kuram geliştirmiş olan Turgut Cansever’inkiler ile birlikte değerlendiriyor. “Modern Türkiye’nin Erken Döneminde Maneviyat ve Mistisizm: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne Guénoncu Bir Bakış” başlıklı yazısında Ahmet Murat Özel,enstitünün rolünün, Guénon’un inisiyasyonun dönemlendirmesindeki sahte inisiyasyon evresine denk geldiğini ifade ediyor ve romanın eksenine yayılan maneviyat düzlemindeki düşüşü, sözde maneviyatçılıkları, dönülmez bir yol, bir bitiş ve tükeniş alameti olarak okumaktansa, Guénon’dan mülhem, modernizm çıktısı karşı-inisiyasyon olarak yeni bir inşa şeklinde konumlandırıyor. Ali Yaşar Sarıbay, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü: ‘Düş Kırıklığı Romantizmi’ Olarak Modernleşme” başlıklı yazısında, Tanpınar’ın “ne içinde ne dışında” olarak belirttiği uzamı Lukacs’tan yola çıkarak “düş kırıklığı” olarak ele alıyor. Genellikle Tanpınar için “eşik” olarak ifade edilen mekânsızlığı, “nostalji ve melankoli arasındaki sıkışıklığı”, sosyal felsefe açısından okuyarak “düş kırıklığı” ile karşılaştırıyor.

Haliloğlu ise “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Kronotop” başlıklı yazıda Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde zaman ve mekân ilişkisine, Türk-Osmanlı zaman-mekân komplekslerine, Rus yazın bilimci Mikhail Bakhtin’in kronotop kavramıyla bakıyor. Celil Civan, “Göçebe Roman: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Arzu ve Direniş” yazısında, Tanpınar ve metinlerini “yerli-yurtlulaştırma”, “yerleşikleşikleştirme” motivasyonlarının aksine Deleuze ve Guattari’den hareketle romanı bir “göçebe roman” olarak okuyor ve Tanpınar söz konusu olduğunda, onun çok “içerde” olduğundan emin bir tavırla isminin yanına neredeyse monte edilen “eşik” kavramının altını oyuyor âdeta. Ahmet Demirhan da “Sesler ve Yazılar: Enstitü, Gramatoloji ve Alfabe Evrenselciliği” başlıklı yazısıyla romanı ses-merkezcilik ve söz-merkezcilik düzleminde irdeliyerek Nergis Ertürk’ün Tanpınar’da tespit ettiği üç sesten biri olan “ironi sesi” üzerinde yeniden düşünüyor.

Romanı, buradaki yazıları bağlamında döneminin bir ürünü ve Tanpınar’ın hayatının gerçekliğine değin bir parçası olarak gören Ali Şükrü Çoruk, Turgay Anar, Cihan Aktaş ve Nesrin Aydın Satar, romanın arkeolojisine farklı noktalardan katkılarda bulunuyorlar. “Kurmaca ve Gerçekle İlişkisi Bağlamında Saatleri Ayarlama Enstitüsü” isimli yazısında Çoruk, dönemin gazete küpürleri ve haberlerinden yola çıkarak romanın yazıldığı yıllara dönüyor ve romanın gerek konu gerekse kahramanlar itibariyle gerçek hayattan hareket etme imkânı üzerinde duruyor. Turgay Anar, “Bellekteki Mekân: Daruttalim, Esâfil-i Şark ve Hatıralardan Bir Enstitü Kurmak” yazısında Tanpınar’ın müdavimi olduğu Darüttalim ve Halk Kıraathanelerinde düzenlenen sohbet toplantılarındaki hatıralarını, bu mekânlara devam eden Esâfil-i Şark mensuplarının hayatlarına, olay ve meselelere bakışlarına, maceralarına ve tavırlarına ilişkin gözlemlerini Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanını yazarken yeniden hatırladığını, böylelikle kendi bilincinde, kendi sanat evreninde bir hatıra/hafıza mekânı olarak kahvehaneyi yarattığını söylüyor. Romanda geçen mekân isimlerinin dönemde tekabül ettikleri yerleri tespit ediyor.

Cihan Aktaş, “Fantastik Bir Binayı Hayra Yormak” başlıklı yazısında hem romanda geçen enstitü binasının mimarisi ile ilgili, hem de romanın mimarisi üzerinde düşünürken bugünün mimarisine kadar uzanıyor. Nesrin Aydın Satar, “Acayip Bir Kaderin Bağladıkları: Tanpınar Günlüklerinin Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü Değerlendirmeye Dair Sunduğu İmkânlar” başlıklı yazısında, Tanpınar’ın günlüklerinden romanı kuran şartlar hakkında bilgiler kaçırarak, günlükler ışığında Tanpınar ve Hayri İrdal arasındaki ilişkiye dair veriler topluyor. Romandaki tarih fikrine konsantre olan, tahkiye içinde icat, inşa ve tanzim edilen geçmişe Nietzsche’nin tarih anlayışından bakan Mustafa Göleç, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Tarih Fikri ve Geçmişin Tanzimi” isimli yazısında Tanpınar’ın bu romandaki inşasını “reddimiras yapan ve kendilerine geçmişlerden geçmiş beğenen devrimci çağdaşları ile bir diyalog” olarak görüyor. Bir hukukçu gözüyle romanı okuyan Gökçe Çataloluk ise “Hukukçu Enstitü’ye Ne Kadar Gülebilir?” başlıklı yazısında hukuk ve hukuk akademisi sistemleri ile enstitünün kurumsallaşma sistemini karşılaştırıyor. Her iki sistemin de kör noktalarına atıflar yapan metin, hukukun kurumsallaşmasına ilişkin sorunsallaştırmayı enstitü kurumsallaşmasından ilhamla yapmayı deniyor.

Birsen Banu Okutan, “Popüler Dinin Taşıyıcıları ve Zamanın Ruhaniyeti” isimli yazısında, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü “temel bir metne dayanmayan, hiyerarşik düzenlemeleri veya otoritesi bulunmayan, resmi ve halk dinden öğeler barındıran, sistematik bir görünümden ziyade senkretik bir oluşum gösteren”, “popüler din” bağlamında inceliyor ve romandaki popüler dinin açığa çıkma zeminlerine odaklanıyor. Kemal Sayar, “Zamanın Ruhu” isimli yazısında, Doktor Ramiz’in tahlillerinin, yalnızca hastasının değil âdeta toplumun bir analizini yapar mahiyette olduğunu ifade ediyor ve romana zamanın ruhunun bir aynası olarak bakıyor. Romanın arka planında özel bir yere sahip olan psikanaliz Mine Özmen’in “Kendilik Değerini Ayarlama Enstitüsü” yazısında masaya yatırılıyor. Özmen, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Hayri İrdal ve Dr. Ramiz karakterlerine ve metindeki terapi sürecine psikanalizin kavramları ışığında bakmayı deniyor ve romanı kendilik psikolojisi açısından yorumluyor. Egem Atik, “Bir Erkeklik Kalesi Olarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü” yazısında roman içindeki toplumsal cinsiyet örüntüsüne dikkat kesilerek, “enstitüdeki örgütlenmenin, toplumdaki eril iktidara dayalı cinsiyet düzeninin bir yansıması olarak oluşturulduğunu” açık ediyor. Romanın okuma, yorumlama alışkanlıkları ve kültürüne dair eleştirel bakışı, Şerif Eskin, “Ulusal Alegori, ‘Ferdî Hürriyet’ ve Meşruiyet: Saatleri Ayarlama Enstitüsü Kimin Hatırası?” isimli yazısında ortaya koyuyor. Eskin, roman hakkında yapılan çalışmalarda, “kapalı devre ve indirgemeci okuma biçimlerinin yol açtığı sapmalar”ı işaretliyor ve “bu sapmaların neden olduğu başlıca problemleri” ortaya koyuyor. Ben de “Emine Neden Öl/d/ü: Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Vatan ve Kadın İlişkisi” başlıklı yazımda, romanda eski ülke yahut Osmanlı mirası olan Emine’nin ölümünden Hayri İrdal’ın yaşadığı gizli sevinç ve rahatlamayı, kurtuluş hazzını metnin bilinç dışındaki kadın ve vatan ilişkisi bağlamında okumayı deniyorum. Bu romanı ülke siyaseti ile ilişkilendirerek okuyan ve bir yakın dönem Türkiye tarihi anlatısı olan Modern Türkiye Tarihi’nde, “Türkiye’nin Saatini Ayarlamak: Ahmet Hamdi Tanpınar” başlıklı bir yazı yazarak romanı modern Türkiye’nin bir kurucu öğesi olarak gören Carter Findley olmuştu. Findley, o yazıda Tanpınar için “eserlerini Kemalist ideologlarda olmayan ironik bir tarafsızlıkla kaleme aldı” demişti. “Kültürel anlamda muhafazakâr olmasına karşın alenen dindar olmayan” Tanpınar’ın, “eskinin ölmeyi reddettiği ve yeninin doğum sancıları çektiği bir dünya hakkında” yazdığını ve “ironik ve esprili bir şekilde okurlarını eski ve yeni, zaman ve kimlik, modernlik ve öznellik arasındaki çelişkili etkileşimler hakkında düşünmeye zorladığını” söylemişti.

Ona göre “belki de bu dönemin hiç­bir yazarı, Türklerin geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki “olmak ya da olmamak” meselesine Tanpınar kadar hassasiyetle eğilmemişti.” Findley, elinizdeki bu çalışma için “Amerika’dan Tanpınar’a Yaklaşmak” isimli metninde bu yazısının başına yeniden bir giriş ekledi ve “ülke kurucu roman” gözüyle baktığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne bir tarih kitabı içinde neden yer verdiğini anlatan ve o günün şartlarında kurgu metnine yaklaşım ile bugünü karşılaştıran bir yazı yazdı. Bu yazının devamına, Findley’in Modern Türkiye Tarihi kitabındaki yazıyı da bütünlüğü bozmamak adına, ekledik. Kitabın en sonunda da Neslihan Demirci’nin roman hakkında hazırladığı kapsamlı bir bibliyografyaya ulaşacaksınız. Teklifimi geri çevirmeyerek, yıllar önce okudukları Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne tekrar dönen, yenilerde okumasına rağmen romanın kendisi için söylediklerini yazıya dökme hedefiyle yeniden okuyan, ilk defa büyük bir heyecanla okuyan, romanla hemhâl iken üzerine yeni fikirlerini bu mecrada paylaşan ve her biri birbirinden farklı bu etkileşimlerden bambaşka tespitlerle, fikirlerle dönen bütün yazarlara müteşekkirim.

Sayelerinde farklı disiplinler eliyle nasıl bambaşka alımlamalar olabileceğini gördüm. Farklı disiplinlerin birikimlerinin, kurgu üzerine düşünmeleri hâlinde, alışılmışın dışında pratiklerin ortaya çıkmış olmasından, sahaya hediye edilen yeni kavramlardan ötürü mesudum. Türk romanı içinde özel bir yere sahip olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü literatürü bu birbirinden farklı yeni yorumlarla zenginleşti. Bu kitaptaki yazıların sadece Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne değil genel olarak Türk romanına dair yeni perspektiflerin gelişmesine, yeni yorumlama imkânlarına ve ufuk arayışlarına ön ayak olmasını dilerim. Hiçbir çalışma pek çok kişinin desteği olmadan hitama eremiyor. Bu kitabın size ulaşmasındaki destekleri için Vakıfbank Kültür Yayınları çalışanlarına, Emine Neslihan Yeşilırmak’a, Betül Çağlar’a, Dr. Öğrt. Üyesi M. Şerif Eskin’e, Doç. Dr. Mustafa Göleç’e, Prof. Dr. M. Fatih Andı’ya, Prof. Dr. Necdet Yılmaz’a ve Prof. Dr. Ekrem Demirli’ye gönülden teşekkür ediyorum.

Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış
Salacak, Ekim 2023

sesler ve yazılar:
enstitü, gramatoloji ve alfabe
evrenselciliği

ı Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyat Tarihi’nde “bize dair herhangi bir şey arama”nın, “hemen hemen beyhude” olduğunu, “bize dair şeylerden âdeta sakın”dığını1 iddia ettiği “eski şiir”i, “oyun”a benzetir. Divan şairlerinin “İran veya Arap şiirlerindeki örneklere göre seçtiği son derece keyfî, kendi varlığıyla hiçbir alakası olmayan bir dil kullanması, … eski şiiri tamamıyla … oyunların eline verecek, daha doğrusu onu zihnî bir oyun, bir nevi hüner sergileme hâline getirecekti”. Bu oyun, “lafız ve mana sanatlarının arasında gidip gelen” bir oyundu ve “başka dillere ait incelikleri, dilin dehasına yabancı bir nazım sistemiyle beraber bir lezzet vasıtası olarak” kullanıyordu.

Başka bir ifadeyle, edebî bir dil olarak Türkçe, varlığını, hem lafız ve mana sanatları arasında hem de Arapça ile Farsçaya ait incelikleri taşıyabilecek bir nazım sistemi arasında, kendi hünerini sergileyebilme becerisine borçluydu. Şairler Türkçe söyleyebiliyorlardı, çünkü divan şairleri Arap şiirinde pek olmayan, Fars şiirinde ise divan şiirindeki kadar yüksek bir paye verilmeyen bir mazmun sistemi inşa etmiş; bununla, Türkçenin dehasına2 yabancı lafız ve mana sanatlarına, nazım sistemine, hatta imaj (veya hayal) terkiplerine rağmen, Türkçe söyleyebilmişler (ya da “Türkî suretinde” çevirebilmişler3 ), bu yolla Türkçe hüner sergileyebilmişler ya da Türkçeyle zevkli bir oyun oynayabilmişlerdi.

Bu yüzden, Tanpınar’a göre, ortada bir “paradoks” vardır: Bugün dahi bize zevk veren örnekleriyle değil, “bütünüyle göz önünde tutulursa” eski şiirin “daima bir ‘kendinin dışında’ konuşma, hatta kendi dışında yaşama ameliyesi gibi” görünmesi, hatta “pek az edebiyatta konuşan benliğin bu cinsten ve bu kadar ısrarla kendisini inkara” rastlanması karşısında, şairler, “çok tabii bir surette zihnî bir bakışla dışardan seyredilebilecek bir şekil, bir nevi parıltılı bir düğüm” gibi görünen bu oyunu nasıl, ne vasıtayla Türkçe oynayabilmişlerdir? Sesmerkezci ve söz-merkezciliğin tanımlanmasında başat unsur olan kendi konuştuğunu işitme, kendi içindeki sesi duyma olmadan, içindeki sözü ifade ile dışarıya aktarma olmadan, hep “kendinin dışında” konuşan bu edebiyat, “zihnî bir bakışla dışardan seyredilebilecek bir şekil, bir nevi parıltılı bir düğüm” olan da bu oyunu nasıl sürdürebilmiştir? Cevap, lafız ve manaya dayalı belagattan ayrı, yani belirli bir ilmi olan bir çerçeve dışında kalan4 , belki de o ilim çerçevesinde lafız olarak değerlendirilebilecek olan, ancak Tanpınar’ın kendi yerinde kullandığını da göreceğimiz, “ses”tir: “Başka ihsaslar gelmek şartıyla yaşanmışın bütün izlerini silen, çok defa halk ağzından seçilmiş bir tabirin etrafında –bazen de vezin icabı ile bu tabirin kendisi çapraşık dile tercüme edilirdi– ikizli, üçüzlü oyunlarda kendisini harcayan bu oyunu tek bir şey kurtarır: Ses. O çok defa manadan ayrı, kendi aleminde her şeydir ve tek başına bütün ifadeyi yüklenir.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur