Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Günler Aylar Yıllar
Günler Aylar Yıllar

Günler Aylar Yıllar

Yan Lianke

Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı. Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip…

Günler Aylar Yıllar, hayatın zorlukları karşısında hep diri kalabilen bir umudun romanı.

Kuraklık, Balou Sıradağları’nda tüm yıkıcılığıyla baş göstermiştir. İnsanlar çareyi evlerini terk edip su ve yiyecek bulabilecekleri yerlere kaçmakta bulurken geride sadece ihtiyar ile kör köpeği kalır ve bu iki kader ortağı, birkaç damla su, bir avuç mısır tanesi, bir karış gölgelik peşinde dolanır durur. Günleri, geceleri en sert, en çetin koşullarla sınanır; zamanın ve mekânın izleri silinip iskeletleri daha da belirginleşirken önlerindeki yollar da gitgide çatallanır. Bu zorluklardan geriye kalan, olağanüstü bir varoluş inadıdır.

Çin’in yaşayan en güçlü yazarlarından, Franz Kafka Ödülü sahibi Yan Lianke’nin Günler Aylar Yıllar’ını Erdem Kurtuldu Çince aslından çevirdi.

*

Büyük kuraklığın olduğu o yıl, zaman kavrula kavrula küle döndü; gün, yakalamaya çalıştığımızda kor gibi elinize yapışıyordu. Şişe geçirilmiş gibi duran güneş, günler boyunca başınızın üzerinde öyle asılı dururdu. İhtiyar adam sabahtan akşama kadar kendi saçından gelen yanık kokusunu alırdı. Arada elini göğe doğru uzattığında yanmış tırnaklarından gelen o pis kokuyu duyardı hemen. Hay göğüne sokayım. İnlerle cinlerin top oynadığı köyünden çıkıp uçsuz bucaksız yalnızlığa adım atarken her zaman böyle söver dururdu; gözlerini kısıp güneşe şöyle bir baktıktan sonra, Kör, diye seslendi, hadi gidelim. Kör köpek, ihtiyarın dermansız ayaklarının çıkardığı sesi takip ederek onun peşine takıldı, bir çift gölge gibi köyden ayrıldılar.

İhtiyar, dağın sırtına çıkarken gün ışığını ayaklarının altında bir güzel ezdi. Güneşin sıradağların doğusundan gelen ışınları bambu bir sopa gibi yüzüne, ellerine ve ayak parmaklarının uçlarına vuruyordu. Yüzünde sanki tokat yemiş gibi bir yanma hissetti, yanaklarındaki kırışıklıkların göz kenarlarıyla birleştiği yere kor gibi sayısız incinin gizlendiği kıpkırmızı bir ağrı yuvalanmıştı sanki.

İhtiyar işemeye gitti.

Kör köpek de onu takip etti işemek için.

İhtiyarla köpeğin iki haftadır sabahlan kalkar kalkmaz yaptıkları ilk şey. Baliban Tepesi’ne işemeye gitmekti. Tepenin güneşe bakan yamacında, tohumunu ihtiyarın ektiği bir mısır fidesi vardı. Bu açlık ve kuraklığın içinde bir başına duran yalnız fidenin rengi öyle yeşildi ki üzerinden yeşillik damlıyordu sanki. Bu küle dönmüş zamanda, fidenin suya ihtiyacı vardı tabii. İdrar gübredir. İdrarın içinde su vardır: fidenin kıtlığını çektiği şeyi, ihtiyarla kör köpeğinin gece boyunca biriken idrarı karşılıyordu işte. İhtiyar, fidenin geceleyin iki parmak daha uzamış olduğunu fark etti, daha önce dört tane olan yaprak sayısı şimdi beşe çıkmıştı, ihtiyarın içinde belli belirsiz bir şey kıpırdanmaya başladı, göğsünde bir sıcaklık duyumsadı, dudaklarındaki tebessüm yüzüne yayıldı. Mısır fidesi her seferinde sadece bir yaprak verirken, diye düşündü ihtiyar. Japon soforası, karaağaç ve Çin maunu neden her seferinde iki yaprak veriyor ki?

Sen söyle Kör, dedi ihtiyar kör köpeğine dönüp, ağaçlar ile ekinlerin yaprakları neden böyle farklı büyüyor? Köpeğin başına baktı, sonra onun cevap vermesini beklemeden ardına dönüp düşüne düşüne yürümeye başladı. Başını yukanya kaldırıp elini gözlerine siper ederek akkor gibi yanan güneş ışınlarını takip etti, uzaktaki dağın çıplak sırtının, yerde yoğun bir kırmızı duman tabakası varmış gibi mor bir ışıltıyla parladığını gördü. İhtiyar, bunun dağda bulunan tellürden kaynaklandığını biliyordu; dağdaki gece havası, güneş ışınlarına uzun süre maruz kaldığında topraktan böyle çıkıyordu işte. Yer yer yarılmış olan toprak, uzun süre ısıtıldıktan sonra çatlayan çömlek parçaları gibi dağın üzerine yayılmıştı.

Köylüler uzun süredir kaçmayı planlıyorlardı; tarlalardaki buğday kuraklıktan ölmüş, dağlardaki toprak kıraçlaşmış, dünyanın rengi solmuş, bununla birlikte köylülerin umudu da kurumuştu. Kuraklık ekim mevsimine kadar devam etmiş, sonra bir gün birdenbire sağanak başlamış, köyün sokakları davul sesleriyle dolmuş, herkes ekim mevsimi diye bağırmış: Ekim mevsimi, gök bize sonbahar ekimini bağışladı! Yaşlılar bağırmış, çocuklar bağırmış, erkekler bağırmış, kadınlar bağırmış, sanki bir operada sahne alyorlarmış gibi neşeyle çıkan sesleri köyün sokaklarında birleşip önce doğudan batıya, sonra batıdan doğuya, en sonunda da köyden ta dağın zirvesine kadar nehir gibi akmıştı.

-Ekim mevsimi!

-Ekim mevsimi!

Gök, yağmur yağdırıp sonbahar ekimini bağışladı bize! Bu bağırışlar, yaşlısı ve genciyle, bütün bir dağ silsilesini salladı. Dallara tünemiş olan serçeler korkudan havalanıp sağa sola uçuştular, tüyleri kar taneleri gibi aşağıya süzüldü. Tavuklar ile domuzlar şaşkınbktan kapı önlerinde kalakalmış, hepsinin yüzü kireç kesilmişti. Ahırlarındaki öküzler burunlarına takılı halkalardan kurtulmaya çalışırken burunları yarıldı, kara kanları yem teknelerine aktı. Bütün kedi ve köpekler çatılara tırmanıp dehşet içinde köy halkını izledi.

Köyün üzeri üç gün boyunca kalın bir bulut tabakasıyla örtülü kaldı.

O üç gün boyunca Liujiajian, Wujiahe, Qianliang, Houliang ve Shuanmazhuang köylerinde, yani Balou Sıradağları’nda yaşayanlar, uzun süredir sakladıkları mısır tohumlarını alıp yağmur başlamadan önce ekmek için tarlalara koşturdu.

Üç gün sonra, kuzgun karası bulutlar dağıldı. Kavurucu güneş eskisi gibi dağın başına çöreklendi.

İki hafta sonra, köylülerin çoğu evlerinin ve avlularımın kapılarını kilitleyip kuraklıktan kurtulmak için bavullarını kaptıkları gibi kaçtı. Bunu takip eden üç gece iki gün boyunca sürekli bir mülteci akışı yaşandı, köylüler başka bir yuvaya taşınan karınca sürüsü gibi, gece gündüz demeden, köyün ardındaki dağ yolunu aşındırıp dış dünyaya doğru yola koyuldular, ayak sesleri köyün her köşesinde yankılanıp tüm evlerin kapı ve pencerelerine vuruyordu.

İhtiyar, köyden kaçan en son sürünün içindeydi. Ay takviminin altıncı ayının on dokuzuncu günüydü, onlarca köylü bir araya toplanmıştı, ihtiyar da aralarına katıldı, nereye gidelim, diye sordular. Doğuya, dedi ihtiyar. Doğu ne tarafta, diye sordular. Doğu, Xuzhou’ya giden yol, dedi ihtiyar, üç ila on günde oraya ulaşır, sonra da rahat rahat yaşarız. Hepsi doğuya gitti. Güneş, dağ yolunu kavuruyor, attıkları her adım tozu dumana katıyordu. Baliban’a vardıklarında ihtiyar durdu. Son bir kez işemek için kendi tarlasına gitti, işini bitirip döndükten sonra, siz devam edin, dümdüz gittiniz mi doğuya varırsınız, dedi köylülere.

-Ya sen ne yapacaksın?

-Benim tarlada bir tane mısır filizi çıkmış.

-Bir mısır filizi seni açlıktan kurtarabilir mi ki ihtiyar? -Yetmiş iki yaşındayım, üç gün boyunca yürürsem yorgunluktan ölürüm zaten. Öleceksem kendi köyümde öleyim bari.

Köylüler yola koyuldular. Karanlık bir kütle gibi sürüklenip kavurucu güneşin altında bir toz bulutu gibi yavaşça kayboldular. İhtiyar, tarlasının ucunda durmuş, onların gözden kaybolmasını izlerken yalruzhk lök gibi içine oturdu. O anda tüm vücudu titremeye başladı, koskoca köyde, hatta belki de o dağ silsilesinde, yetmiş iki yaşında ihtiyar bir adam olarak geriye kalan tek kişi olduğunun farkına varmıştı birden. Kalbinde yerden göğe kadar uzananı bir boşluk oluştu, ölümcül bir sessizlik ile perişanlık birdenbire tüm vücuduna kök saldı.

O sabah, güneş doğudaki dağların üzerinden geçerken altın sarısından ateş kırmızısına döndüğünde, ihtiyarla köpeği her zamanki gibi Baliban’daki tarlaya varmışlardı bile. İhtiyar uzaktan bakınca, o bir nokta üç dönümlük tarlasının ortasında duran, boyu bir yemek çubuğu uzunluğuna ulaşmış mısır fidesinin, güneşin kızıl kahverengi ışınları altında bir su damlası kadar yeşil göründüğünü fark etti. Kokusunu aldın mı, diye sordu kör köpeğine, ne kadar da hoş kokuyor, bu tazecik fidenin o ferah kokusunu ta dört-beş kilometre öteden bile alabilirsin. Kör köpek başını ona doğru kaldırdı, bacağına sürtündükten sonra hiç ses çıkarmadan fideye doğru koştu.

Önlerinde derin bir hendek vardı, hendeğin içindeki Sıcak ve kuru hava her zaman ihtiyarın yüzüne vururdu. İhtiyar üzerindeki beyaz gömleği çıkardı, gömleği dertop edip yüzünü sildi. Gömleğin içine işlemiş olan o ağır mı ağır ter kokusunu aldı. Bundan iyi gübre olur, diye düşündü, şu fidenin iki hafta daha büyümesini bekleyelim hele, sonra gömleğimi yıkar, çamaşırdan çıkan suyu da tarlaya getiririm, sanki yeni yıla giriyormuşuz gibi şöyle güzel bir ziyafet çeksin mısır fidesi. İhtiyar, gömleğini çok değerli bir hazineymiş gibi özenle katlayıp koltukaltına sıkıştırdı. Fide, önünde belirmişti şimdi, bir karış uzunluğunda ve beş yapraklıydı, ihtiyarın görmeyi umduğu tomurcuğu vermemişti daha. Fidenin tepesine baktı, yapraklarındaki tozu alırken hayal kırıklığına uğradı.

Köpek, ihtiyarın bacaklarına sürtündü, fidenin etrafında bir tur attı, sonra bir tur daha attı. Kör, git de başka yerde oyna, diye söylendi ona ihtiyar. Köpek durdu, kurutulmuş yeşil mandalina kabuğu gibi birkaç kez havladı, sonra başını kaldırıp acilen yapması gereken bir şey varmış gibi ihtiyara baktı.

İhtiyar, köpeğin çişini tutamadığını biliyordu. Tarlanın kenarında kuruyup kalmış bir Japon soforasının yanına gidip ağacın üzerine astığı çapayı aldı (ihtiyar, aletlerini kullandıktan sonra hep bu ağaca asardı), fidenin batısına (geçen gün doğusuydu), küçük bir çukur kazıp, hadi yap çişini, dedi.

Kör köpeğin işini görmesini bekliyordu ki yetmiş iki yaşındaki ihtiyar adamın yaşlı gözüne bir şey çarptı. Gözleri acıyor, kalbi küt küt atıyordu, mısır fidesinin en alttaki iki yaprağının üzerinde, buğday tanesi kabuğunu andıran küçük kara lekeler olduğunu gördü. Bunlar kuru nokta mi yoksa? Her sabah işemeye geliyor, akşamlan da suluyorum, nasıl olur da böyle kurur? Tam ayağa kalkacaktı ki köpeğin o sarı idrarı isabet etti ihtiyarın kafasına, işte o zaman anladı o kuru noktaların kuraklıktan olmadığını; sebebi gübrenin çok kuvvetli olmasıydı, köpek idrar insan idrarından çok daha verimli ve çok daha sıcaktı. Kör, hay atalarını becereyim senin, sense hâlâ işeyip duruyorsun. İhtiyar ona öyle bir tekme savurdu ki köpek yerden havalanıp birkaç metre öteye bir darı çuvalı gibi düştü. Ben sana sadece çişini yap demiştim, diye bağırdı ihtiyar, ama sen fideyi kasten yaktın, öyle değil mi?

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıGünler Aylar Yıllar
  • Sayfa Sayısı105
  • YazarYan Lianke
  • ISBN9786257027014
  • Boyutlar, Kapak12.8 x 19.7 cm, Karton Kapak
  • YayıneviJaguar Kitap / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Karanlık Oda Kuralları ~ Robin RoeKaranlık Oda Kuralları

    Karanlık Oda Kuralları

    Robin Roe

    Psikolojik Gerilimde Çarpıcı Bir Başarı On altı yaşındaki Sayers Wayte her şeye sahiptir. Popülerlik, yakışıklılık, mükemmel notlar… Sayers’ın ailesinin parasının satın alamayacağı hiçbir şey yoktur....

  2. Buddenbrooklar – Bir Ailenin Çöküşü ~ Thomas MannBuddenbrooklar – Bir Ailenin Çöküşü

    Buddenbrooklar – Bir Ailenin Çöküşü

    Thomas Mann

    Buddenbrooklar, 20. yüzyılın en saygın yazarlarından Thomas Mann’ın ilk romanıdır. Ama birçok eleştirmenin gözünde, Venedik’te Ölüm’den de büyük bir romandır Buddenbrooklar. Mann’ın 1900 yılında,...

  3. Yürüyen Ölüler ~ Jay Bonansinga;Robert KirkmanYürüyen Ölüler

    Yürüyen Ölüler

    Jay Bonansinga;Robert Kirkman

    Tüm dünyada heyecanla izlenen Yürüyen Ölüler dizisinin ilk romanı sizlerle! Serinin hayranları için müthiş bir haber! Ama dikkatli olun, çünkü Kirkmanın zombi hikâyelerinin tadını...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur