Hayali Yerlerden Yemek Tarifleri
Okumanın Tarihi ve Geceleyin Kütüphane gibi kitaplarıyla tanıdığımız Alberto Manguel, daha önce Hayali Yerler Sözlüğü’nde anlattığı düşsel ülkelere doğru yeni bir yolculuğa çıkarıyor okurlarını: Bu kez birbirinden ilginç yemekler, mezeler, tatlılar ve içecekleri tanıtmak için. Odysseia ve Binbir Gece Masalları’nın sihirli coğrafyalarından, Cervantes’in, Borges’in, Poe’nun, Tolkien’ın, J.K. Rowling’in ve daha pek çok yazarın dünyasından ilham alan sıra dışı ve leziz tariflerle dolu bu kitap, Manguel’in kitabın önsözünde yazdığı gibi “edebiyatın yalnızca ruhun gıdası olmadığını” hatırlatıyor bize. Babil Harf Çorbası ve Lotus Salatası’ndan Sebzeli Ütopya Yahnisi’ne, Dinoburger’den Fındıkkıran Kurabiyesi ve Güneş Nektarı’na, bu rengârenk listeden dilediğiniz menüyü oluşturmak serbest!
Hayali Yerlerden Yemek Tarifleri: Hem kitap hem de yemek meraklılarına, Alberto Manguel’in eğlenceli çizimleri eşliğinde iştah açıcı, karşı konulmaz bir seyahat çağrısı.
“Manguel’i okumak, bilge, kozmopolit bir dostla şehirde bir gezintiye çıkmaya ya da beraber telaşsız bir yemek yemeye benziyor.” The Economist
İçindekiler
Önsöz • 9
İnziva Zamanı • 11
Okumanın Tarihini Anlatmak • 13
Ellin’le Geçen Bir Çocukluk • 17
Zamanın Mucizesi • 26
Mutluluk İstisnadır • 28
Bay Okuma • 33
Değişen Kimlikler • 36
Yaşam ve Diller • 40
Jorge Luis Borges’ten Öğrenmek • 48
Dante ile Yaşamak • 52
Arkeolog Olarak Okur • 61
Kozmopolit Olmak • 66
Heimat Gibi Bir Şey? • 70
Mondion’daki Kütüphane • 75
Kitaplar Hakkındaki Kitaplar • 83
Nesne Olarak Kitap • 85
Edebiyat ve Terapi • 89
Hikâye Anlatan Hayvan • 94
Dinde Fantastik Öğe • 99
Baba • 102
Anne • 105
Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürü • 108
Okuryazar Olmak • 117
Son Sayfa • 120
Lizbon’daki Kütüphane • 123
Pandemiye Yeniden Bakmak • 126
Yeni Bir Bölüm • 128
Alberto Manguel’in Hayatı ve Eserleri • 130
Önsöz
Alberto Manguel’in bazı kitaplarını sipariş ettiğimde, “Alberto Manguel ha? Hani şu sadece kitaplar hakkında kitaplar yazan adam değil mi?” diye sordu Prenzlauer Berg’deki Saint George Kitabevi’nde çalışan görevli. Okumanın Tarihi adlı kitabından bu yana Alberto Manguel benim için alışılmış bir isim olmuştu. Zikrettiğim kitap 1996’da yayımlandığında hemen alıp okumuştum. Sanki okumaya dair böyle bir kitabı bekliyormuşum gibi hissetmiştim. Üstelik bu hisse kapılan bir tek ben değildim. Nitekim Okumanın Tarihi çok satan kitaplar listesine girdi ve otuz beş dile çevrildi. Bu kitap Arjantin doğumlu, Kanada ve dünya vatandaşı Alberto Manguel’i bir gecede üne kavuşturdu.
Alberto Manguel, belki de dünyanın en “üretken” okuru: 1981’de Gianni Guadalupi ile birlikte bir fantastik edebiyat rehberi olan Hayali Yerler Sözlüğü’nü yayımladığından beri düzinelerce antoloji hazırladı; ayrıca beş romanın yanı sıra edebiyat ve okuma üzerine daha birçok kitap kaleme aldı. İster kütüphanesini kaybetmek (Kütüphanemi Toplarken, 2018), ister Dante’nin İlahi Komedya’sı (Merak, 2015), isterse de okumayı anlatan metaforlar (Gezgin, Kule ve Kitapkurdu: Metafor Olarak Okur, 2013) üzerine olsun, kitaplarının çoğu kitaplarla karşılaşmalar hakkındadır. Alberto Manguel’in kitaplarının, genellikle teori ağırlıklı ikincil edebiyat araştırmaları literatürüyle hiçbir ortak yanı yoktur; onunkiler ekseriyetle onlarca yıldır kitaplarla süregelen birer sohbettir. Alberto Manguel 2016’dan 2017’ye kadar Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin müdürlüğünü yaptı; onlarca yıl önce bu görev, 1960’larda gönüllü okuyucuları arasında Manguel’in de bulunduğu Jorge Luis Borges tarafından yerine getirilmişti. Normalde, Alberto Manguel’le bu kitapta yer alan söyleşileri yapmak üzere 2020 yılının Mayıs ayında Zürih’te buluşmam gerekiyordu.
Ne var ki Covid pandemisi tüm seyahat planlarını iptal etti, bu yüzden 2020 yılının Nisan ayından itibaren sohbetleri dijital ortamda, bilgisayar ekranından yürüttük. Alberto New York’ta sabahın dokuzunda masasının başındayken ben öğlen saat üçte Berlin’de masamın başındaydım. Söyleşilerimiz sırasında Alberto iki kez taşındı: Yazın hayat arkadaşı Craig Stephenson’la birlikte Montreal’e, eylül ayında ise Lizbon’a taşındı, çünkü Lizbon Belediye Başkanı, Alberto Manguel’in efsanevi kütüphanesine ev sahipliği yapacak yeni bir mekân teklif etmişti: 40.000 kitap 2015 yılından beri Montreal’de muhafaza ediliyordu, şimdiyse Lizbon’un tarihi kısmındaki bir saraya taşınacaklar ve orada Espaço Atlântida adındaki, “Okumanın Tarihini Araştırma Merkezi”nin en önemli bölümünü oluşturacaklardı. Aynı masada otursaydık söyleşilerimiz farklı olur muydu? “Sanal mevcudiyet, maddi mevcudiyetle aynı şey değildir” diyor Alberto Manguel. “Dante, İlahi Komedya’da ruhları kucaklamaya çalıştığında fark eder bunu.” Alberto’yla kanlı canlı hiç tanışmadık ama yine de ekrandaki konuşma rutinimizde şaşırtıcı bir aşinalık ortaya çıktı. Kanlı canlı karşı karşıya otursaydık benim farklı sorular sorup sormayacağımı veya Alberto’nun farklı cevaplar verip vermeyeceğini kimse bilemez. Emin olduğum bir husus varsa o da zorunlu yavaş temponun, söyleşmek için, telaşlı koşuşturmacaların arasındaki geçici molaların sunabileceğinden daha fazla zaman ve dinginlik sunduğudur.
Sieglinde Geisel
İnziva Zamanı
2020 yılının Nisan ayının ortasındayız ve haftalardır hayata koronavirüs pandemisi hâkim. “Nasılsın” sorusu masumiyetini kaybetti. Yine de sorabilir miyim: Nasılsınız? Hayatımda şu sözü söylediğim zamanlar oldu: Bir şeylerin değişmesi gerekiyor, başka bir yoldan yürümemi sağlayacak bir şeyler olmalı. Bu düşünceler zihnimde belirdiğinde biraz korkuyorum, çünkü ondan sonra olacakları asla kestiremiyorum, aklım ermiyor buna. Arjantin’den döndüğümden beri, son iki yıldır bir şeylerin değişmesini istedim. Buenos Aires’te ulusal kütüphane müdürü olarak hayatımın en sıra dışı deneyimlerinden birini yaşadım. Buenos Aires’teki yoğun sosyal hayatın ardından New York’taki bu küçük apartman dairesinde çok daha sakin bir hayat yaşayacağımı zannettim.
Ama Stephen King veya Elena Ferrante değilseniz kitap yazarak geçinemiyorsunuz, bu yüzden hayatımı kazanmak için seminerler, dersler ve konferanslar vermeye başladım. Şu son iki yılda seyahat ettiğim kadar seyahat etmemiştim hiç. Sadece Nisan ayında Portekiz, Paris, Kiev, Milano ve Torino’da bulunmam gerekecekti. Havalimanlarından, havalimanlarında beklemekten ve uçakların verdiği rahatsızlıktan o kadar bıktım usandım ki! Carl Gustav Jung çocukluğundan bir hikâye anlatır. Amcası onu sokakta durdurup, “Şeytanın cehennemdekilere nasıl azap çektirdiğini biliyor musun?” diye sormuş.
Jung da başını hayır anlamında sallamış. “Onları bekleterek” deyip yoluna gitmiş amcası. Düşündüm de, bu da benim cezam sanırım, bekletiliyorum. Bir şeylerin değişmesini mi umuyordunuz? Şu havalimanlarından birinde beklerken şöyle düşündüm: Keşke evimde olsaydım ve kitaplarımla orada kalabilseydim. Ben Arjantin’e gitmeden önce sipariş edilen Maimonides biyografisini yazmam gerekiyordu. Sonra Katabasis adını verdiğim bir şey yazacaktım: Ölüler krallığına iniş ve orada ölülerimle, hayatımda önemli yer tutmuş ama artık yaşamayan insanlarla konuşma. Bir de gizli zaafım var: Kukla yapıyorum. Tüm bunları yapmak için evde olmak istiyordum ama bu imkânsızdı.
Derken aniden koronavirüs salgını patlak verdi. Paris’teydim o sırada, Collège de France’ta bir konferans vermem gerekiyordu ve bundan çok gururluydum ama ABD’nin havalimanlarını Avrupa’dan yapılacak seyahatlere kapatacağını duyunca bir sonraki uçağa atlayıp geri döndüm. Hayatınız nasıl değişti? Çelişkili bir şekilde hem daha sakin hem de daha yoğun hale geldi. Seyahatlerim nedeniyle projelerimi sürekli ertelemek zorunda kalıyordum. Artık kitaplarım üzerinde çalışmaya başlayabilirim ama yeterli zamanım yok.
Sabah beşte kalkıyorum ama günün sonunda hiçbir şey yapmamış gibi hissediyorum. Ama dileğiniz sonunda gerçekleşti, artık evinizdesiniz. Nasılsınız diye sormuştunuz ya, nihayet bu soruya cevap verecek olursam: Bunu itiraf etmeye cesaret edemiyorum çünkü virüsün yol açtığı dayanılmaz acı ve yıkımı fazlasıyla hissediyorum. Fakat her şeye rağmen, etrafımdaki ıstıraba ve kedere tanık olmama rağmen çok mutluyum. Bencilce mutlu da diyebilirsiniz. Evde olmayı seviyorum. Hudson Nehri’nden iki blok ötede oturuyoruz, nehir boyunca yürüyüş yapıyordum ama bir süre sonra onu bile bıraktım. Astımım, diyabetim var, bir sürü dert püsür, o yüzden yürümek çok riskli. 13 Mart’taki doğum günümden beri evdeyim. Bana bahşedilen her yeni gün için şükran duyuyorum. İtiraf etmeliyim ki, koronavirüs pandemisi sona erdikten sonra, sırf dinlenmek için her ay bir haftayı “korona zamanı” olarak geçirmeliyiz diye düşünüyorum. Buna korona zamanı değil de inziva zamanı diyelim: Dışarı çıkmayıp evde kalma zamanı.
Okumanın Tarihini Anlatmak
Okumanın Tarihi kitabınızla ünlü oldunuz. Bu kitap nasıl ortaya çıktı? 1987’de The New York Times gazetesi benden bir makale istedi. Ben de çok sayıda antoloji yayımladığım için antolojiler üzerine bir makale yazmaya karar verdim. Beğendiler ve bir tane daha istediler. Bunun üzerine, kendimi hep yazardan ziyade okur olarak tanımladığım için kendi kendime şu soruyu sordum: Ben bir okur olarak ne yapıyorum? Makaleyi yazmaya başlayınca üç sayfanın yetmediğini, en az üç yüz sayfaya ihtiyacım olduğunu çabucak anladım. Aklıma gelen her şeyi araştırmam gerekiyordu. Okuma faaliyeti sırasında beynimde neler olup bitiyor? Okumanın hafızayla ne gibi bir ilişkisi var? Neden içimizden okuyoruz? Böyle bir yığın soru aklıma geliyordu. Kitap 1996 yılında yayımlandığında uluslararası bir başarı yakaladı.
Çok satanlar listesine girmeyi başaran tek kitabımdı. Okuma üzerine yazan ilk yazar sizsiniz. Doksanların başlarında, bu kitap üzerinde çalışmaya başladığımda, kitapların tarihi hakkında zengin bir literatür vardı. Ne var ki Roger Chartier’nin aynı yıl yayımladığı önemli bir bilimsel makale antolojisi dışında okurun bakış açısından yazılmış neredeyse hiçbir şey yoktu. Konuyu araştırmaya başladığımda, okur olarak ne yaptığıma dair hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Sessiz okumayla ilgili bölümle işe başladım. Klasik örneği Aziz Augustinus’un İtiraflar’ında buldum. Aziz Augustinus, Aziz Ambrose’u çalışma odasında kitap okurken nasıl gözlemlediğini anlatıyordu; “ama ağzından hiç ses çıkmıyordu”, Aziz Ambrose’un dudakları kıpırdamıyormuş. Augustinus’un şaşkınlığından, içinden okumanın alışılmadık bir şey olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak mesele karmaşıktır çünkü Jül Sezar’ın bir mektubu içinden okuması gibi başka örneklere de rastlayabilirsiniz. Yunanistan ve Roma’da yazı dilinde noktalama işaretleri yoktu.
Bütün harfler büyük yazılıyordu ve sözcüklerin arasında boşluk bırakılmıyordu, dolayısıyla yüksek sesle okuduğunuz takdirde bir cümleyi deşifre etmek kolaylaşıyordu. İçinden okumanın yaygın olmamasına ilişkin teorilerden biri budur. Okumak ele avuca gelmez bir konu. Araştırmaya nasıl başladınız? Daha internet yoktu o günlerde. Bilgisayar bile kullanmıyordum. Aziz Augustinus hakkında yazmaya başladığımda onun neye benzediğini bilmediğimin farkına vardım. Yazarken bu ayrıntılara ihtiyacınız vardır. Ben kitabın resimlenmesini istiyordum. Görsel materyal bulmak için kütüphanelere ve bitpazarlarına uğruyordum. Çalışma arkadaşımla birlikte resimlerin fotokopisini çekiyor, ardından da kaynaklarının izini sürüyorduk. Şansın işinizi müthiş kolaylaştırdığı yer burasıdır işte.
Sözgelimi, Fransa’da bir müzede Dresden müzelerinden şaheserlerin sergilendiği bir sergiyi görmeye gitmiştik. Orada Gustav Adolph Hennig’in yaptığı o genç kız portresini keşfettim. Resimde genç kız yeşil bir fonun önünde kitap okuyor. İşte bu resmin kitabımın kapak resmi olacağını anında sezmiştim. Okuma süreci hakkında ne öğrendiniz? Bir insan etkinliği olarak okumak, sözcükleri okumanın çok ötesine uzanır, bu nedenle birçok tanımı vardır. Nitekim bizler aynı zamanda resimleri, manzarayı, başkalarının yüz ifadelerini okuruz, keza kendi sezgilerimizi de okuruz. Eğer okumayı sözcüklerin okunmasına indirgersek, neredeyse simyasal ve kesintisiz bir dönüşüm süreci haline gelir: İşaretler var, bunlar belli sesleri temsil etmek için yazılmış, sesler de belli fikirleri temsil ediyor. Bu süreci tersine de çevirebilirsiniz: O zaman da fikirlerden yola çıkar, onları temsil eden belli seslerden o sesleri temsil eden işaretlere varırsınız.
Süreç karmaşıktır. “Okuyorum” diye yazmak istediğimde harfleri kafamdaki belli bir sesle yazarım. Ama siz “Okuyorum” sözcüğünü okuduğunuzda, benim “Okuyorum” diye yazarken düşündüğümden tamamen farklı bir şey düşünebilirsiniz. Kendinizi evinizde, rahat bir koltukta, elinizde bir kitapla otururken hayal edebilirsiniz, oysa ben kim olduğumu tanımlayan soyut bir eylemi düşünmüş olabilirim. İşaretleri kaydeden kişi ile onları okuyan kişi arasında epistemolojik bir açıklık vardır. İşaretleri koyan yazar, yazmayı bitirir bitirmez ortadan kaybolur. Siz okurken ben omzunuzun üzerinden önünüze bakmam; sözcükler arafı andıran sayfada dururlar.
Okurken beynimizde neler oluyor? Okumak nöron kümelerinin ateşlenip bağlantı kurduğu fizyolojik bir süreçtir. Ancak bu bağlantılar beynin o kadar çok sayıda farklı bölgesini ilgilendiriyor ki süreç net bir şekilde izlenemiyor. Geçenlerde sinirbilimci Maryanne Wolf The Guardian gazetesinde, yalnızca ekrandan okumaya maruz kalan çocukların beyinlerinde neler olup bittiğine dair bir makale yayımladı. Bu çocuklar pandemi sırasında eskiye oranla çok daha fazla ekrandan okudular. Açıkçası, beyin değişim geçiriyor. Bu ille de kötü bir şey demek değil, çünkü bir tür olarak insanın beyni değişmeyi sürdürüyor, ancak bazı bölgelerin işlevlerinin sona ermesi kötü. Ekrandan okuma, sözcüklerin okunmasından değil de görüntülerin okunmasından sorumlu nörolojik yollarla ilintiliymiş. Dolayısıyla sözel-düşünsel nörolojik ağın zararına ikonografik bir fizyolojik ağ geliştiriyoruz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Söyleşi
- Kitap AdıHayali Yerlerden Yemek Tarifleri
- Sayfa Sayısı136
- YazarAlberto Manguel
- ISBN9789750853296
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hayali Bir Hayat – Sieglinde Geisel ile Söyleşi ~ Alberto Manguel
Hayali Bir Hayat – Sieglinde Geisel ile Söyleşi
Alberto Manguel
“Okumanın Tarihi”, “Geceleyin Kütüphane”, “Kelimeler Şehri” gibi kitaplarıyla dünya çapında bir okur kitlesine kavuşsa da kendini her şeyden önce bir okur olarak tanımlayan Alberto...
- Toplumsal Hafıza, Mimarlık, Tarih ve Kuram – Uğur Tanyeli ile Söyleşi ~ Erhan Berat Fındıklı
Toplumsal Hafıza, Mimarlık, Tarih ve Kuram – Uğur Tanyeli ile Söyleşi
Erhan Berat Fındıklı
Erhan Berat Fındıklı’nın mimarlık tarihçisi ve kuramcısı Uğur Tanyeli ile yaptığı bu uzun soluklu söyleşi, Tanyeli’nin metinsel üretimi, akademik kariyeri ve özel yaşamı üzerinde...
- Burada Mutlu Değilim ~ Jale Sancak
Burada Mutlu Değilim
Jale Sancak
Dünya nasıl bir yer sana göre? "Çok tehlikeli bir yer. Yani her an başınızın derde girebileceği bir yer. Mümkün olduğu kadar az yara bere alarak hayatta kalmak gerektiğini düşünüyorum ben."Gelecekten umutlu musun? Bir gün bu ülkede devrim yapılacağına inanıyor musun? "Gelecekten çok umutluyum. Devrim olacağına kesinlikle inanıyorum. Türkiye'de bunu yapacak güç var ve biz bunu yaratabiliriz. Bu kendi kendine olacak bir şey değil, örgütlemeyle, mücadeleyle, çoğalmayla gerçekleşebilir ancak. Yani siyasi mücadeleyle."