Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

İmkansız Öyküler
İmkansız Öyküler

İmkansız Öyküler

Rasim Özdenören

Çağdaş Türk hikâyeciliğine yepyeni bir çehre ve yerli bir boyut getiren Rasim Özdenören, hikâyelerinde bireyin bilinçaltı derinliğine inerek ruhsal çözümlemelerde bulunurken, susturulmuş ve bastırılmış…

Çağdaş Türk hikâyeciliğine yepyeni bir çehre ve yerli bir boyut getiren Rasim Özdenören, hikâyelerinde bireyin bilinçaltı derinliğine inerek ruhsal çözümlemelerde bulunurken, susturulmuş ve bastırılmış duyguların dış dünyanın gerçekliğiyle çakışmamasından kaynaklanan insanlık trajedilerini, olayın sosyolojik, tarihsel, ekonomik temellerini de vererek doyumsuz bir üslûpla anlatır. Kesin ve köklü bir kültür değişiminin yaşandığı ülkede, bu değişimin kuşaklar arası iletişimsizliği nasıl derinleştirdiği, giderek nasıl kopma noktasına gittiği işlenirken insan olgusu sadece dış yapısı ve davranışlarıyla ele alınmaz; onun bilinçaltı boyutu ve zihinsel macerasının topografyası da ortaya çıkarılır.
İmkânsız Öyküler, yazılış tarihi, biçim ve içerik olarak, kısacası her anlamıyla yeni öykülerden oluşuyor. Her biri yoğun dil işçiliğinin ürünü olan bu kısa, derinlikli ve vurucu hikâyeler, sadece Rasim Özdenören hikâyeciliğinde değil, Türk hikâyeciliğinde de yeni bir yol açacak gibi görünüyor.

Kel Satıcı
En az üçyüz yaşında gösteriyordu. Yüzü milyonlarca kırışığın altında gizlenmişti: bu kırışıklar bu yüzde bir maske gibi duruyordu. Kel satıcı ile çolak sokak berberinin sokaktaki tezgâhlan yan yanaydı. Komşuluklarını başlatanın kel satıcı mı, yoksa çolak berber mi olduğunu öğrenemeyeceğiz: bu, aralarında yaş farkı olmayan iki kardeşin birbirini ezelden beri tanıyor olmasına benzer bir durum. Kel satıcının tezgâhındaki kâğıt mendillere, kundura cilasına, ayakkabı bağcığına, çakmaklara fiyat soranlar, çolak berberin oraya attığı hasır iskemleye ve arkası zincirli küçük bir duvar aynasına ilgi duymaktan da geri kalmıyordu. Hasır iskemleye sakal tıraşı olmak için oturanlar berberin çolaklığını yüzleri fırçayla sabunlanırken fark ediyordu, ama bu fark ediş onları ürkütmek yerine keyiflendiriyordu. Söylentiye göre kel satıcının kimsesi yokmuş. Başından evlilik geçip geçmediği bilinmiyor. Buna rağmen nasıl olup da uzaklarda görev yapan bir uzman çavuş oğluyla, gene uzak bir köyde eğitmenlik yapan başka bir oğlunun bulunduğuna inanılıyor? Ama bu oğullar babalarıyla ilgilenmezmiş. Bir söylentiye göre de baba kendine gösterilen ilgiyi reddedermiş. “Ben üçyüz yaşıma kadar kimseden ilgi görmedim ve beklemedim, bundan sonra hiç beklemem ” diyormuş.
Kel satıcının yüzüne vakur ve mustarip bir ifade kazınmıştır. Yüzündeki bu kırışık maske, bu yüzde, onun gençlik zamanında da kazılı dururmuş. Bu işten anlayanların fikrine bakılırsa, onu bir italyan rejisör ve meselâ De Sica veya bir isveçli rejisör ve meselâ Bergman görmüş olsaymış, yalnızca bu yüze bakarak sekiz film üretebil irmiş. Kel satıcının yu/u insana bir suru şeyler çağrıştırıyor. Ama insan bunların hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu kestirmekte guçluk sekiyor Çünkü bu yüz hakkında düşünülebilecek her şey insana makul görünüyor. Ve meselâ diyorsunuz, kt. bu adam vaktiyle zengin biriymiş de sonradan  böyle duşkünleşmiş. Aslında onun şimdi, ayak ustu, bir duvar kenarına serdiği muşambasının üstündeki birkaç kutu kundura cilasının fabrikası (veya atölyesi) bu adamınmış, her ne olmuşsa olmuş adamın elinden fabrika çıkınca kendisi de işte böyle.. şimdi yaptığı gibi, bu cilaları ve kâğıt mendilleri sokakta satmaya başlamış. Buna da güya karısı sebep olmuş. İnanılmayacak bir söylenti değil. Veya denebilir, ve zaten deniyor ki, hayır, bu adam anasından doğduğunda zaten yaşı üçyüze yakınmış, şimdi üçyüz olan yaşını, şu son birkaç yıl içinde idrak etmiş., bu söylentiye inanmamak için de sebep yok, kel satıcının yüzü bu söylentiyi kendiliğinden doğruluyor.
Kel satıcı bu fani dünyada her şeyle ilgilenmiş de, şimdi bir bu satıcılık işi kalmış, işte şimdi de, bunu kotarmaya çalışıyormuş gibi görünüyor. Şu son üçyüz yıl içinde dünyada olup bitenlerin hepsini ondan öğrenmek mümkündür. İstırap bakımından Schopenhauer’ın yüzünden hiç de geri kalmayan bu yüz, en az onunki kadar da entelektüel çizgilere yuva olmuştur. Ondan bir şey satın alırken, kısık gözlerinin nereye baktığı asla anlaşılmaz ve bu yüzden kimilerine göre bu adamın gözleri görmezmiş de, görür gibi yaparmış, görür gibi yaptığında da gören göz ne yaparsa onu yaparmış! Diyeceğim o ki, kel sahanın gözü hem görürmüş, hem görmezmiş.
Ortada tartışılmayacak bir husus varsa, o da, kel satıcı ile çolak berberin müthiş bir dostluk kurmuş olmalarıydı. Kel satıcının o gün anlattıkları çolak berberi çıldırtmıştı. “Düşünebiliyor musun?” diye söz başlamıştı kel satıcı: “O gün sen, telin üstüne iskemleni kurmuş, seni seyretmeye gelmiş gönüllü müşterilerini tıraş ederken, ben de sana aşağıda piyano çalıyorum. Zurna üflüyorum. Bütün kent ayaklanmış vaziyette. Senin cambaz telininin üstünde icra ettiğin tıraş marifetini görmeye gelenler, benim zurnamdan çıkan nağmelerle mest oluyor. O gün bizi görenler mağriplerin ve maşrıkların rabbine yemin ederek diyecekler ki, biz bu ikiliden daha marifetli kimseye rastlamadık bu yeryüzünde. Tuhaf, deli, çılgın günler olacak. Oraya gelenler, orada bizi seyredenler bize âşık olacak.” Kel satıcı bitmez tükenmez bir coşkuyla masalını anlatıyordu. Çolak berber kendinden geçmiş onu dinliyor, ağzı kulaklarına varıyordu. Derken kendilerini o hayran kalabalığının ortasında bulmakta gecikmediler. Çolak berber, iki direğin arasına gerilmiş cambaz telinin üstüne ustaca yerleştirdiği hasır iskemlesine cesur seyircilerini davet ediyor, onlar da iskemleye korkusuzca oturup yüzlerini uzatıp çolak berberin marifetli ellerine teslim oluyor, çolak berber telin üstünde, iskemlenin bir o yanına gidiyor bir bu yanında duruyor, elindeki tıraş sabununu tıraş fırçasıyla köpürtüyor, usturasını uzamış sakalların üstünde kaydırıp duruyordu. Öyle ki, bir süre sonra, seyircilerin arasında, telin üstündeki iskemleye oturup tıraş olmayan bir tek kişi bile kalmamıştı. Kel satıcı piyanosunu tekmeleyip bir tarafa fırlatmıştı. Ama zurnasını avurtlarını çatlatırcasına üflüyor, çolak berberin marifetli ellerinin ahengini destekliyordu, tşte birden., o son seyircinin, yani çolak berberin son müşterisinin yüzü sabunlanmış ve yüzün üstünde usturanın gezinme sırası gelmişken, kel satıcı zurnasını üflemeyi birden kesti. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı, daha doğrusu ortalık sessizlikle boğuldu. Kel sahanın gözleri fırlamışçasına telin üstündeki çolak berbere bakıyordu. Nefesi birden kesilmişti. Çolak berber neler olduğunu anlamak için aşağıya baktı, iki arkadaşın bakışları o anda karşı karşıya geldi. Çolak berber, kel satıcının gözleri uğramış kendine baktığını gördü, kel satıcı zurnasını elinde tutuyordu. Ama onu liflemiyordu. Çolak berber durumu anladı, kel satıcının aklına kundura cilası fabrikası gelmişti. Çolak berber: “Ah!” diye inledi, işte o anda iskemlesi kaydı, yüzü sabun köpüğü içindeki müşterisiyle birlikte aşağı doğru düşmeye başladı. Kel satıcı düşmeyi durdurmak için zurnasını yeniden üflüyor, ötekiler düşüyor ve bu oyun böylece sonsuzca sürüp gidiyordu. Ne birinin düşmesi son buluyordu, ne ötekinin zurnasını üflemesi: biri zurnasını üfledikçe öteki düşüyor, öteki düştükçe kel satıcı da, anadan doğma bir zurna virtüözüymüşçesine zurnasını öttürüyordu.

Kör Kemancı
Kör kemancı, ihtiyar bıçak bileycisinin komşusudur, ev komşusu değil, iş komşusu. Kör kemana kemanını cızırdatırken, bıçak bileycisi de kör kemancının müşterisinden nasiplenir. Ne de olsa yan yana veya nerdeyse yan yana otururlar. Bıçak bileycisi kör kemancıyı tanır, kör kemancının bıçak bileycisini tanıdığını aynı emniyetle ileri süremiyoruz; onu ancak sesinden tanıdığını söyleyebiliriz.
Kör kemancının annesinin, kendi babasının üvey kızı olduğuna dair içime nedense sarsılmaz bir saplantı yerleşmiştir. Kemancı, ben oralardan gelip geçerken anaya, babaya, sevgiliye, gurbete ve sılaya ilişkin keman cızırtılarına kendi sesiyle eşlik ettiğinde, bu tahmin gide gide saplantıya dönüşüp kaldı. Bunu ona hiçbir zaman soramayacağımı ve işin aslını öğrenemeyeceğimi biliyorum. Çünkü hiç kimseye: “Senin annen babanın üvey kızı mıydı?” diye bir soru yöneltmeye cesaret edilemez. Sorunun muhatabı kör kemancı bile olsa böyle bir soru yöneltmek cüret ve küstahlık gerektirir. Bense kendimi ne bu kadar cüretli, ne bu kadar küstah hissediyorum. Kemancının körlüğünün, onun annesinin babasının üvey kızı olmasıyla ilgili olmadığı belli bir şey, buna rağmen kör kemancı daha küçüklüğünden bu yana, hep aynı ithamla karşılaşmıştır. Bir babanın üvey kızıyla evlenmesi ile fücur birbirinden farklı olgulardır: buna rağmen insanlar bu tür karıştırmalara her zaman kurban gidebilir. Kör kemancı bu kurbanlığın açık bir örneği… Kaldı ki, kör kemancının anadan doğma kör olup olmadığım kimse bilmiyor. Anası, daha o memedeyken öte dünyaya göçmüş, istikbalin kör kemancısının o sıralarda menenjite yakalandığına dair etrafta söylentiler var. Böyle olunca kör kemancının gözlerini belki de bu hastalıktan kaybettiği söylenebilir. Fakat bütün bunların kanıtlanması şimdilik mümkün değil ve şimdilik bu bilgiler kimseye lazım da değil.
O gün bıçak bileycisi yerinde değildi, ama kör kemana her zamanki yerinde kemanını cızırdadıyordu. O gün, kör kemancının, dibinde mesleğini icra ettiği duvara bir sirk afişi yapıştırmışlardı. Kör kemancının bu yeni durumdan haberi yoktu. Belki de bir karnaval afişiydi ve eğer öyleyse böyle bir afişin bizim kör kemancının mesleğini ifa ettiği sokakta işi neydi? Süslü püslü kıyafetlere gömülmüş kadınlı erkekli bir güruhun canlı renklerle resmedilmiş bir tasviriydi bu afiş. Kadınlar bütün o bol renkli, boncuklu, payetli, daracık giysileri içinde iplere asılmışlar ya da bir yerden bir yere süzülürken görünüyorlardı. Ponponlu atlar, kukuletalı erkekler, maskeli kadınlar, tüyler, püsküller, boynuzlar, çizmeler, davullar, olmadık, soyut, belirsiz acayiplikler bu afişte yerini almıştı. Duymak isteyenler için, güneşin doğmakta olduğu ufuktan Orfe’nin kita….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye
  • Kitap Adıİmkansız Öyküler
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarRasim Özdenören
  • ISBN9753557443
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviİZ YAYINCILIK / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler ~ Rasim ÖzdenörenMüslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

    Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

    Rasim Özdenören

    İnsanın, toplumsal hayatı gibi düşünce hayatının da karmaşıklaştığı bir dünyada “müslümanca düşünme”nin imkân ve yöntemi nedir? İslâm konusunda yeterli “malumat”a sahip olmak, “müslümanca düşünmek...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Sineklerin Kanadı Yoktur ~ Murat AydınSineklerin Kanadı Yoktur

    Sineklerin Kanadı Yoktur

    Murat Aydın

    Oysaki her şeye güvenim tamdı. Her şey elle tutulurken, her şey somut bir hâldeyken yaşamaya karşı hep bir özlem doluydum. Uyuyup, uyandığım her gün....

  2. Yavru Serçeler ~ Rasim BakırcıoğluYavru Serçeler

    Yavru Serçeler

    Rasim Bakırcıoğlu

    Cikcik sesleri, harman yerinin güneyindeki tümsekten geliyordu. Biraz daha dikkatle dinleyince, sesin, harman yerinin kenarındaki yabangülünün içinden çıktığını anladım. Duyduğum bu ince, yumuşak cikcikler,...

  3. Biz De Yarın Güleriz ~ Özgür ÇırakBiz De Yarın Güleriz

    Biz De Yarın Güleriz

    Özgür Çırak

    “Salonun kapısından, L koltuğumda yatan adama bakarken pırıl pırıl bir taş sekti göğsümde, ta uzaklara kadar, kalbimdi belki de bilmiyorum.” Özgür Çırak, Biz De...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur