Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kutup Yıldızı
Kutup Yıldızı

Kutup Yıldızı

Giray Türkmen, Martin Cruz Smith

Volovoi önündeki kâğıttan okumaya devam etti. “Renko.” Sanki bir problemin çözümü için ısınmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. “Baş dedektifken kovulmuş. Parti’den ihraç edilmiş. Psikiyatrik rehabilitasyon…

Volovoi önündeki kâğıttan okumaya devam etti. “Renko.” Sanki bir problemin çözümü için ısınmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. “Baş dedektifken kovulmuş. Parti’den ihraç edilmiş. Psikiyatrik rehabilitasyon görmüş. Kaptanın elindeki dosyanın aynısından bende de olduğunu tahmin ediyorsundur. Ardından da Rusya’nın doğu bölgesinde çalışmaya gönderilmişsin. Sibirya’ya.”

Arkady Renko, buz gibi sularda avlanan trol gemilerine Sibirya’dan Alaska’ya kadar eşlik eden Sovyet gemisi Kutup Yıldızı’na sürülmüştür.
Artık ikinci sınıf bir denizci olan Renko, geçmişinden haberdar olanların gölgesinde yaşamaya mahkûmdur.

Dedektif eskisi birden, özgürlüğünü kazanmak için bir şans yakalar; kasvetli ve son derece gizemli bir ölümü araştırma görevini üstlenir…

“Martin Cruz Smith, önde gelen polisiye yazarlarının hepsinden çok daha yaratıcı romanlar yazıyor”
Washington Post

“Olağanüstü okuyucu kitabın sonuna kadar tahminlerde bulunmaya devam edecek”
Evening Standard

***

Teşekkür

Kaptan Boris Nadein ve Sulak gemisinin mürettebatına, Kaptan Mike Hastings ve Oceanic gemisinin mürettebatına, Sharon Gordon, Dennis McLaughlin ve William Turner’a, Bering Denizi’ndeki konukseverlikleri için; Martin Arnold, Kathy Blumberg, Kaptan D. J. (Jack) Branning, Knox Burger, Doktor Gerald Freedman, Beatrice Golden, Profesör Robert Hughes, Kaptan James Robinson ve Kitty Sprague’a da yardımlarını benden esirgememiş oldukları için teşekkürlerimi sunarım.

Göstermiş oldukları sabır için Alex Levin ve Kaptan Vladil Lysenko’ya herkesten çok borçlu olduğumu da söylemek isterim.

Kutup Yıldızı isimli bir Sovyet büyük balıkçı gemisi bulunmaktadır. Ne mevzubahis olan gemi, ne de Sulak, bu kitapta kurgusal olarak yaratılmış olan Kutup Yıldızı gemisi değildir.

**

Birinci Kısım

SU

Bölüm Bir

Adeta bir canavarı andıran balık ağı, üzerinden çıkan buharlarla birlikte rampadan yukarı, trol güvertesindeki sodyum lambalarının altına çekildi. Parıltılı bir hayvan derisi gibi, kırmızı, mavi, turuncu şeritlerden oluşan bir renk cümbüşü, balık ağındaki gözleri bir paspas gibi kaplıyordu: Plastikten yapılan ‘aşınmayan kıl’, ağın denizin dibindeki kayaların üzerinde daha rahat hareket etmesini sağlamak için tasarlanmıştı. Soğuk denizin soluğu iğrenç bir nefes gibi, ağın çevresinde, kendine has renklerden bir hale oluşturdu. Bu acıklı geceye son derece uygun bir görüntüydü bu.

Balık ağıyla birlikte yukarı taşınan deniz suyu, ağın plastik kılları arasından uğuldayarak güvertenin tahta döşemesinin üzerine boşaldı. Ağdaki deliklerden gümüş ve ringa gibi küçük balıklar döküldü. Denizyıldızları zemine taş gibi yağdı. Yerlerinden edilmiş olan canlı ve hatta ölü yengeçler, bacaklarının uçları üzerinde güverteye kondular. Martılar ve yelkovan kuşları, geminin tepesindeki lambalardan yayılan ışık huzmelerinin etrafında dolanıyorlardı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle birlikte, kuşlar, beyaz kanatlardan bir girdap oluşturdular.

Genellikle, başlangıç işlemi olarak balık ağı öne doğru yatırılır ve geminin burun kısmına yakın olan balık depolarının deliklerine boşaltılır, sonra da balık ağının arka ucu aynı şekilde geminin kıç tarafındaki deliklere çevrilirdi. Balık ağının iki ucu da, ağın ortasından örgü halinde geçen naylon bir kordon olan bir ‘fermuarın’ düğümü çözülerek açılabilirdi. Adamlar ellerinde küreklerle birlikte işe hazır halde bekliyor olsalar da, trol amiri onları bir el işaretiyle uzaklaştırdı ve balık ağının plastik ‘kıllarından’ yağan suların altına girip, daha iyi görebilmek için kaskını çıkararak, doğrudan yukarı baktı. Uzanıp, balık ağının ‘kıllarını’ iki yana doğru açtı ve ardından gözlerini yeniden karanlığa çevirip, okyanustaki dalgalarla boğuşan, diğer küçük ışıkları seçmeye çalıştı; ama balık ağının gelmiş olduğu küçük tekne, çöken sisin içinde çoktan kaybolmuştu. Trol amiri belinden iki ucu keskin bir bıçak çekip, üzerinden su damlayan plastik kılların arasına soktu ve balık ağının göbeğini enine kesti. Balıklar birer ikişer düşmeye başladı. Bıçağını büyük bir kuvvetle son kez ağa geçiren trol amiri çabucak geri çekildi.

Sanki değerli sikkeler gibi denizin dibinde özellikle taranıp, topluca yakalanmış olan koca bir gümüş kömür balığı sürüsü, balık ağının karanlığının içinden geminin aydınlığına bir sel gibi aktı. Balıkların arasında kalın, çürük gibi görünen yayın balıkları; üst üste binmiş dalgalar halinde gelen, baş tarafı kan kırmızısı, kuyruk tarafı bembeyaz yassı balıklar; kafaları ejderhaya benzeyen iskorpitler; kimisi hava keseleri şişmiş olduğu için balona benzeyen, kimisi patlayarak yumuşak dokulara ve pembe balçıklara dönüşmüş olan morinalar; en az tarantulalar kadar tüylü olan mercan yengeçleri vardı. Denizin gece vakti bağışladıkları bunlardı işte.

Ve bir kız. Balıklar ağın içinden güverteye sel gibi akarken, kız da hareket organlarının kontrolünü kaybetmiş bir yüzücü gibi aşağı kaydı. Yuvarlandığı güvertenin zemininde, kolları çarpık duruyordu. Ayaklarından çıplak olanı, öteki ayağındaki ayakkabısının tabanının üzerindeydi, her tarafı pavuryalarla sarılmıştı. Kız değil, genç bir kadındı bu. Saçları kısaydı, üzerindeki bluzu ve kot pantolonu sırılsıklam olmuş ve kıvrılmış, su ve kum yüzünden ağırlaşmıştı, yeniden nefes alabileceği bir dünyaya dönmeye hazırlıklı değildi. Trol amiri, kadının başının etrafına dolanmış olan bir tutam saçı kenara çekti ve kadının fal taşı gibi açılmış olan gözlerindeki apaçık şaşkınlığı ortaya çıkardı. Öyle bir şaşkınlık ifadesiydi ki bu, geminin lambalarından sisin içinde yayılan ışıkları sanki altın bulutlar gibi görüyor ya da kendini cennete yolculuk eden bir teknede yükseliyormuş gibi hissediyor olmalıydı kadın.

Bölüm İki

Yapımı daha yeni tamamlanmış bir deniz aracı olarak Gdansk’taki raylardan ilk indirildiğinde, bumbaları ve kızakları şeker sarısı olan Kutup Yıldızı’nın üst güvertesindeki dört yapı da göz kamaştırıcı bir beyazlığa sahipti. Güverteleri temizdi, yük vinçleri gümüşi zincirlerle kuşatılmış, güverte kamaralarının dış cepheleri şık bir şekilde düzenlenmişti. Aslına bakarsanız, Kutup Yıldızı da bir zamanlar gerçek bir gemi gibi görünürdü. Ama yirmi yıl boyunca tuzlu suların koynunda dolaştıktan sonra, geminin yüzeyi pasla kaplanmıştı. Geminin üst güvertelerinde, çeşitli yerlere tahta kalaslar yığılmış, makine yağıyla dolu variller ve balık yağlarına ayrılmış boş variller dizilmiş, balıkçı ağlarından ve şamandıralardan kalma atıklar istiflenmişti. Geminin kömürlüğünden yükselen ve üzerinde Sovyetlere özgü kırmızı bir şerit bulunan siyah baca, artık berbat bir hale gelmiş olduğu belli olan mazottan çıkan siyah dumanlar saçıyordu etrafa. Şimdiyse, yüklerini boşaltmak için gemiye yanaşırken kötü havaları seçmiş olan trol tekneleri tarafından hırpalanan Kutup Yıldızı, uzaktan, iyi ve açık bir noktadan görüldüğünde, küçük teknelerin yanaştığı büyük bir balıkçı gemisinden çok, dalgaların arasında yönünü bulmayı beklenmedik bir şekilde beceren, balıkçı gemisi ile hurda gemisi karışımı bir şey gibi duruyordu.

Her ne olursa olsun, Kutup Yıldızı gece gündüz verimli bir şekilde balık yakalamayı başarıyordu. Aslında tam olarak yakalıyor da denemezdi; ağlarını denize salan küçük trol tekneleri tarafından yakalanan balıklar, işlenmek üzere ana gemiye aktarılıyordu. Bu işlemler balıkların kafalarının kesilmesi, iç organlarının temizlenmesi ve dondurucuya atılmasından oluşuyordu.

Kutup Yıldızı’nın, Sibirya’dan Alaska’ya, Bering Boğazı’ndan Aleut Adaları’na uzanan Amerikan karasularında Amerikan trol teknelerini takip etmeye başlamasından bu yana dört ay geçmişti. Bir iş ortaklığı girişimiydi bu. Kısaca açıklamak gerekirse, Sovyetler ürün işleme gemilerini tedarik edip balıkları alıyor, Amerikalılar da trol teknelerini ve tercümanları tedarik edip parayı alıyordu. Bütün bunlar Seattle merkezli, yarı Amerikan yarı Sovyet bir şirket tarafından yürütülüyordu. Kutup Yıldızı gemisinin mürettebatı bu süre boyunca herhalde sadece iki gün güneş görmüşlerdi, ama Bering Denizi de ‘Gri Bölge’ olarak bilinmiyor muydu zaten?

Üçüncü Kaptan Slava Bukovsky işleme hattından geçerken, çalışanlar da gelen mahsulü ayıklıyordu: kömür balıkları ucunda döner testere bulunan taşıma bandına konuluyor, uskumrular ve vatozlar da balık yemi bölmesine atılıyordu. Denizin dibinden yüzeye çıkarken hava kesecikleri şişen balıklardan bazıları gerçekten patlamış ve onlardan saçılan yumuşak parçalar, çalışanların keplerine, ince muşambadan yapılan önlüklerine, kirpiklerine ve dudaklarına sümük gibi yapışmıştı.

Slava Bukovsky döner testereyi geçip, bandın iki yanındaki bankolarında ayakta çalışan işçilerin bulunduğu ‘sümük hattına’ geldi. Robot gibi çalışan işçilerden ilk çift, bir bıçak yardımıyla balığı boyun bölgesinden anüse kadar yararak açıyor, ikinci çift, vakum pompası kullanarak balığın ciğerlerini ve bağırsaklarını temizliyor, üçüncü çift balıkları tuzlu su fışkırtan hortumlarla yıkayarak, deriye, solungaçlara ve oyuklara yapışan çamurları söküyor, son çift de gelen balığı son kez vakumluyor ve işlenmiş olan balığı, ucu dondurucularda biten bir bandın üzerine yerleştiriyordu. Tüm hareketleri otomatik yapıyordu hepsi. Toplamda sekiz saat boyunca süren bu temizleme ve yıkama mesaisi boyunca taşıma bandının, çalışanların ve yürünebilecek her yerin üzerine balık kanları ve artık püre haline gelmiş balık parçaları saçılıyordu. O bilindik Kahraman İşçilerden değildi bu adamlar, hele sıranın en sonunda duran ve işlenmiş balıkları banda yükleyen, beyaz tenli, siyah saçlı adam, hiç değildi.

“Renko!”

Arkady içi boşaltılmış olan balıklardan birinin karnını kaplayan pembemsi suyu vakumla çekip, balığı dondurucuya giden taşıma bandının üzerine yapıştırdı ve sonraki balığı aldı. Kömür balıklarının eti o kadar sağlam değildi. Eğer kömür balığı iyi temizlenip çabucak dondurulmazsa, insanlar tarafından tüketilmesi sağlıksız bir hale gelir ve vizonların önüne yem diye atılırdı. Eğer onların bile yiyemeyeceği hale gelmişse, Afrika’ya dış yardım olarak gönderilirdi. Arkady’nin elleri, buzdan biraz daha sıcak olan balıkları tutmaktan artık hissiz hale gelmişti, ama en azından Kolya gibi testereyle çalışmak zorunda kalmıyordu. Havanın kötü olduğu günlerde gemi sallanmaya başlayınca, donmuş, kaygan kömür balığını testerenin yanında düzgün tutabilmek için iyice konsantre olmak gerekirdi. Geminin çamurlu zemininde kayıp düşmemek için botlarının uçlarını masanın altına sokmayı öğrenmişti Arkady. Her seferin öncesinde ve sonrasında, gemi baştan aşağı hortumla yıkanıp, amonyakla fırçalanırdı; ama tüm bunlar yapılırken, balık odasının rutubetli, organik bir kayganlığı ve kokusu olurdu hep. Hatta taşıma bandının çıkardığı takırtılar, testerenin zırıltısı, teknenin derin, ritmik iniltisi bile denizi azimle yutmakta olan dev bir su canavarının seslerini andırırdı.

Taşıma bandı durdu.

“Denizci Renko sensin, değil mi?”

Arkady’nin alt güverteleri pek sık ziyaret etmeyen üçüncü kaptanı tanıması için, aradan birkaç saniye geçmesi gerekti. Geminin balık işleme bölümünün müdürü olan Izrail, şalterin yanında duruyordu. Üzerine birkaç kat kazak geçirmiş, siyah sakalının neredeyse kapladığı gözlerini sabırsızlıkla deviriyordu. İnce muşambadan yapılma bir zırh giymesine rağmen kadın olduğunu unutturmayacak hafif bir ruj sürmüş, genç ve devasa bir kadın olan Natasha Chaikovskaya, üçüncü kaptanın Reebok marka ayakkabılarını ve tertemiz kot pantolonunu daha iyi görebilmek için çaktırmadan yana doğru eğildi.

“Sensin, değil mi?” diye tekrarladı Slava.

“Yani, kimseden gizlediğim yok,” dedi Arkady.

“Genç Komsomoletlerin1 dans dersinde değiliz burada,” dedi Izrail, Slava’ya bakarak. “Eğer onu istiyorsan, al.”

Taşıma bandı yeniden hareket etmeye başladığı sırada Arkady, sıvı balçığın ve balık ciğeri yağının dışarı atılmak üzere geminin yan tarafındaki deliklere taşındığı üstü açık boruların üzerinden atlayarak geminin kıç tarafına doğru ilerleyen Slava’yı izledi.

Arkady’yi dikkatle incelemek üzere durdu Slava, sanki Arkady’nin bir maskesi varmış da, onu düşürmek istiyormuş gibi bakıyordu. “Dedektif Renko sen misin?”

“Artık değilim.”

“Ama öyleydin,” dedi Slava. “Bu benim için yeterli.”

Ana güverteye açılan merdivenlerden çıktılar. Üçüncü kaptanın, onu siyasi bir yetkilinin yanına ya da kendi odasında yapılacak olan bir aramayı izlemeye götürdüğünü düşünüyordu Arkady, gerçi bunu o olmadan da yapabilirlerdi. Makarnanın kendine özgü kokulu buharının her tarafa saçıldığı mutfağın yanından geçip, ‘Tarımsal Endüstri Kompleksi’nde Üretimi Arttırın! Balık Proteini Tedarikinde Kesin bir Artış için Çalışın!’ yazan bir tabelanın oradan sola döndüler ve revir kapısının önünde durdular.

Kollarına, üzerinde ‘Kamusal Düzen Gönüllüleri’ yazan kırmızı kolluklar takmış olan bir çift teknisyen kapının önünde nöbet tutuyordu. İki ispiyoncu olan Skiba ile Slezko’ya, gemideki mürettebatın geri kalanı ‘sülük’ diyordu. Hatta Arkady ile Slava kapıdan geçtiklerinde bile, Skiba bir defter çıkardı.

Küçük kasabaların böbürlenebileceğinden bile çok daha büyük bir kliniğe sahipti Kutup Yıldızı. Klinik, bir doktor ofisi, bir muayene odası, üç yataklı bir revir, bir karantina odası ve bir ameliyathaneden oluşuyordu. Slava, Arkady’yi ameliyathaneye götürdü. Odanın duvarları boyunca sıralanmış beyaz dolaplarda, cam haznelerin içinde alkole yatırılarak saklanan ameliyat gereçleri, kilitli kırmızı bir dolapta ise sigara ve ilaçlar bulunuyordu. Odanın diğer tarafında, yeşil bir oksijen tankı ile kırmızı bir azot oksit tankının yüklendiği bir yük arabası vardı. Ayrıca ayaklı bir küllükle pirinç bir tükürük hokkası da göze çarpıyordu. Duvarlardan birine, odaya keskin, kan dondurucu bir hava katan anatomik şemalar asılmıştı. Dişçi koltuğu odanın köşelerinden birine yerleştirilmiş, ortaya da üzeri çarşafla örtülmüş, çelikten yapılma bir ameliyat masası konmuştu. Şimdi ıslanmış görünen çarşaf, altındaki kadının üzerine yapışarak onun şeklini almıştı. Çarşafın kenarının altından, kadının vücudunu masaya bağlamak için kullanılmış olan kayışların uçları sarkıyordu.

Dışarısı karanlık olduğu için, odadaki lombozlar parlak aynalar gibi görünüyordu. Saat sabahın altısı olmuştu ve şafak sökmeden önce yapılması gereken bir saatlik bir iş daha vardı. Normal şartlarda Arkady, tam bu saatlerde, denizde ne kadar çok balık olabileceği düşüncesiyle aptallaşmış olurdu. Gözleri aynı o lombozlarmış gibi hissediyordu. “Ne istiyorsun?” diye sordu.

“Biri öldü,” dedi Slava.

“Onu ben de görebiliyorum.”

“Mutfaktaki kızlardan biri. Denize düşmüş.”

Arkady gözlerini odanın girişine doğru çevirip, kapının öteki tarafında duran Skiba ile Slezko’yu getirdi gözlerinin önüne. “Peki, benimle ne ilgisi var bunların?”

“Yeterince açık sanıyorum. Ticari birlik komitemiz tüm ölümleri bildirmek zorunda ve buradaki birlik temsilcisi benim. Gemide, hastalık dışı ölümler konusunda deneyimli olan tek kişi de sensin.”

“Ve bir de hortlamalar konusunda, tabii,” dedi Arkady. Slava göz kırptı. “Rehabilitasyon gibi bir şey, ama normalde daha uzun sürmesi gerekir. Neyse.” Arkady camlı dolabın içindeki sigaralara bir bakış attı; pirinç kâğıdının içine tütün doldurulmasıyla yapılan papiroslar2 vardı. Ama camlı dolap kilitliydi. “Doktor nerede?”

“Cesede bak.”

“Sigara?”

Boş anında yakalanan Slava, elini gömleğinin içine sokup, biraz uğraştıktan sonra, bir paket Marlboro çıkarmayı başardı. Arkady etkilenmişti. “Madem öyle, ben de ellerimi yıkayayım bari.”

Musluktan akan su kahverengiydi; ama en azından Arkady’nin parmaklarına yapışmış olan sümüksü balçığı ve balık pullarını sökmeye yetti. Emektar denizcilerin en belirgin özelliklerinden biri de, yıllar boyunca paslanmış depolardan akan suları içmekten dolayı rengi solmuş olan dişlerdi. Lavabonun üzerinde, belki de bir senedir ilk defa bakıyor olduğu bir ayna duruyordu. ‘Hortlama’ kelimesi tam yerine oturmuştu. Ama ‘ortaya çıkarılmış’ tabirinin kendisini daha iyi anlattığına karar verdi. Bir balık işletme gemisinde gece vardiyası yapmaktan dolayı teninin rengi solup gitmişti. Gözlerinin altındaki gölge bir daha asla gitmeyecekmiş gibi yerleşmişti oraya. Havlular bile temizdi burada. Bir ara hastalanması gerektiğini düşündü.

“Nerede dedektiflik yapıyordun?” diye sordu Slava, yaktığı sigarayı Arkady’nin ağzına uzatıp, bir nefes çekmesini sağlarken.

“Felemenk Limanı’nda da sigara var mı?”

“Ne tip suçlarla uğraşıyordun?”

“Felemenk Limanı’ndaki dükkânda sigaraların tavan arasına istiflenmiş olduğunu tahmin edebiliyorum. Taze meyvelerin de. Ve bir de müzik setlerinin, tabii.”

Slava’nın sabrı tükendi. “Ne tip bir dedektiftin?”

“Moskova’da dedektiflik yaptım,” dedi Arkady, bir yandan sigara dumanını üfleyerek. Bu sefer, ilk kez olarak tüm dikkatini masaya vermeyi başarmıştı. “Ama kazaları araştırmıyordum. Eğer ki kız gemiden denize düşmüşse, siz onu nasıl geri getirdiniz? Kızı almak için motorların durdurulduğunu falan duymadım ben hiç. Bu ceset buraya nasıl ulaştı?”

“Bilmen gerekmiyor.”

“Dedektiflik yaptığım zamanlarda ölü insanları incelemek zorundaydım,” dedi Arkady. “Ama şimdi basit bir Sovyet çalışanı olduğuma göre, ölü balıkları incelemekten başka bir şey yapmak zorunda değilim. Size kolay gelsin.”

Kapıya doğru bir adım attı. Düğmeye basmak gibi bir şeydi bu. “Balık ağının içinden çıktı,” dedi Slava, çabucak.

“Cidden mi?” dedi Arkady. Kendine rağmen merakı uyanmıştı. “Çok tuhaf.”

“Lütfen.”

Arkady geri dönüp, çarşafı cesedin üzerinden çekti.

Kolları yukarıya doğru açılmış olsa bile, üzerine çamaşır suyu dökülmüş gibi bembeyaz kesilmiş olan kadın ufacık bir şeydi. Hâlâ soğuktu. Gömleği ve pantolonu ıslak bir kefen gibi yapışmış, sarıyordu kadının bedenini. Ayaklarından birinde kırmızı, plastik bir ayakkabı vardı. Üçgen biçimindeki yüzünde, feri kaçmış kahverengi gözleri dosdoğru tavana bakıyordu. Kısa saçları sarı olsa da, kökleri siyahtı. Üst dudağının hemen kenarında, güzellik alameti bir ben vardı. Arkady kadının başını kaldırıp, masanın üzerine cansızca düşmesine izin verdi ve boynunu, kollarını kontrol etti. Dirsekleri kırılmış olmasına rağmen, herhangi bir yara ya da çürük yoktu. Bacakları kaskatıydı. Kadının üzerinden denizin o leş kokusu buram buram geliyordu, hatta balıklardan bile daha çok kokuyordu. Ayakkabısının içinde kum vardı; kadının denizin dibine değmiş olduğu anlamına geliyordu bu. Önkollarıyla avuçlarının derisi aşınmıştı, muhtemelen ağın içinde yeniden yukarı çekilirken olmuştu.

“Zina Patiashvili,” dedi Arkady. Yemekhanede çalışıyor, yemek sırasına girenlerin tepsisine kepçeyle patates, lahana ve komposto koyuyordu.

“Farklı görünüyor,” dedi Slava sakince. “Yani, hayatta olduğu zamankinden.”

Arkady kendi kendine, çifte değişim olmuş, diye düşündü. Hem ölüm yüzünden, hem deniz yüzünden. “Ortalıktan ne zaman kaybolmuş?”

Slava, masanın başucunda yöneticilere özgü bir duruş takınarak, “Birkaç saat önce,” dedi. “Muhtemelen korkulukların oradaydı ve ağ çekildiği zaman düştü.”

“Kimse görmüş mü?”

“Yok. Karanlıktı, ağır sis vardı. Büyük ihtimalle suya çarpar çarpmaz boğuldu, ya da şoktan öldü. Veya yüzme bilmiyordu.”

Arkady kadının gevşek boynunu hafifçe yeniden sıkıp, “Ölümün üzerinden yirmi dört saat kadar geçmiş gibi duruyor. Ölü katılaşması kafa bölümünden başlayıp, oradan ayaklara kadar tüm vücut boyunca ilerler ve o şekilde kalır,” dedi.

Slava topuklarının üzerinde hafifçe sallandı, geminin dalgalardaki hareketinden değildi bu sallanma.

Arkady kliniğin kapısına doğru bir bakış atıp, sesini alçalttı. “Gemide kaç Amerikalı var?”

“Dört. Üçü şirket temsilcisi, dördüncü de Amerikan Balıkçılığı gözlemcisi.”

“Onların haberi var mı?”

“Hayır,” dedi Slava. “Temsilcilerden ikisi hâlâ ranzalarında, uyuyorlar. Öteki temsilci de kıç tarafındaki korkulukların oradaydı. Oradan güverteye geçmek için epey yürümek gerekir. Gözlemci de içeride çay içiyordu. Neyse ki trol amirinin kafası çalışıyor da, Amerikalılar görmeden cesedin üstünü örtmüş.”

“Cesedin bulunduğu ağ bir Amerikan gemisinden geldi. Onlar görmemişler mi?”

“Biz onlara söyleyene kadar ağın içinde ne olduğundan hiçbir zaman haberleri olmaz,” dedi Slava, biraz düşündükten sonra. “Ne olur ne olmaz diye düzgün bir açıklama hazırlamamız lazım.”

———

1      Ru. Komsomolet: Rusya’daki Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin gençlik koluna verilen isim olan ‘Komsomol’ kelimesinden türemiş olan ve erkek üye anlamına gelen kelime. Kadın üyeler için ‘Komsomolka’ tabiri kullanılır.
2      Geleneksel Rus sigarası.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Yaşam ve Yazgı ~ Vasili GrossmanYaşam ve Yazgı

    Yaşam ve Yazgı

    Vasili Grossman

    Grossman’ın eseri, toprak altında yatanların sesi, baskı rejimlerinin yaşama ve özgürlüğe asla galip gelemeyeceğinin ölümsüz bir belgesi olmaya devam ediyor. Sovyet Rusya’nın büyük yazarlarından...

  2. Gönül ~ Natsume SosekiGönül

    Gönül

    Natsume Soseki

    “Özgürlük, bağımsızlık ve bencillikle dolu bu devirde doğmanın bedelini yalnızlıkla ödüyoruz.” Japonya’nın en tanınmış ve en saygı duyulan yazarlarından biri olan, Ben Bir Kediyim, Üç Köşeli...

  3. Menekşe Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk DerinceMenekşe Kokulu Hikayeler

    Menekşe Kokulu Hikayeler

    Ender Haluk Derince

    “Menekşe Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Sevinçlerini Sakın Erteleme Her Yemekten Sonra Şükret Biri Seni Kucakladığında İlk Bırakan Sen Olma… Okurken içinizi...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur