Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Marksizm ve Kriminoloji Teorisi
Marksizm ve Kriminoloji Teorisi

Marksizm ve Kriminoloji Teorisi

Mark Cowling

Kavramsal Araçlar ve Eleştirel Bir Değerlendirme Çalışmalarını uzun zamandır kriminoloji alanına hasreden Cowling, aynı zamanda Marksizm üzerine yapılan yıllık bir yayının da editörlüğünü üstlenmiştir….

Kavramsal Araçlar ve Eleştirel Bir Değerlendirme

Çalışmalarını uzun zamandır kriminoloji alanına hasreden Cowling, aynı zamanda Marksizm üzerine yapılan yıllık bir yayının da editörlüğünü üstlenmiştir.

Bu kitap yalnızca bir Marksist kriminoloji kitabı değildir. Bir başka deyişle, kriminoloji ve ceza hukuku alanındaki çalışmalarını Marksist kurama dayanmaksızın yürütme talebindeki muhtemel okur, kitapta umduğundan fazlasını bulacaktır.

Cowling’in gerek Marksist gerekse kriminolojik çalışmalar için bir başlangıç okuması olarak görülebilecek bu kitabı, her iki alandan okuyucular için de temel bir eser işlevi görmeye adaydır. Zira kitap başlığında Marksizm ibaresini taşımakla birlikte, özellikle 20. Yüzyılda kriminoloji alanında temel kabul edilebilecek kuramların bir özetini içerdiği gibi, başlığında kriminoloji ibaresini taşımakla birlikte, Marksist toplum analizinin temel kavramlarının değerlendirilmesini de kapsamaktadır. Böylece bu alanlarda ayrı ayrı çalışan okuyucular için referans kaynak özelliğine sahip olmanın yanı sıra, bu çalışmaları birleştirmek niyetinde olanlar açısından da rehberdir.

Kriminolojinin Marksizmle bağlantısı, kriminoloji teorisi alanındaki yazarların Marksizme gösterdikleri ilgi ile sınırlı kalmamalıdır. Bu ilginin mevcudiyeti bir gerçektir. Öte yandan Cowling’in saptaması ile bu ilgi düzensizdir ve çoğunlukla Marksizmin kuşku ile yaklaştığı diğer toplumsal teorilerle de harmanlanmıştır.

20. yüzyılın hemen başında WillemBonger, suçu Kapital’deki toplum analizi çerçevesinde tanımlamaya çalışmış, bir kaç on yıl sonra GeorgRusche ve OttoKircheimer iktisadi analiz kısmı Kapital’e dayanan bir ceza tanımlaması getirmişlerdir. Uzun bir aranın ardından, Marksizmin topluma ilişkin kuramlar arasında yükselişi 1960’larla birlikte yeniden canlanırken, suç ve ceza alanındaki kuramlar da Marksizmle etkileşime açık hale gelmeye başlamış; ABD’de William Chambliss ve JeffreyReiman, İngiltere’de ise eleştirel kriminoloji ve Birmingham Ekolü ön plana çıkmaya başlamıştır. Zamanla bu dalga da yerini bir sakinliğe bıraksa da kriminolojik çalışmaların Marksist analizle bir bağlantısı olagelmiştir.

Bu bağlantı hemen hiç bir dönemde üst üste binme şeklinde gerçekleşmemiştir. İsimleri anılan kuramcıların ve ekollerin her biri Marksizm ya da eleştirel yaklaşımlarla flörtleri bir yana, sembolik etkileşimcilik gibi Marksizmle bağdaşmayan diğer açıklama girişimlerini de hep yedeklerinde tutmuşlardır.

Marksist teoriden yararlanarak daha sistematik bir suç analizinin olanakları hesaplaşmasına kalkışmak bu nedenle değerlidir ve bu kitabın varlığının biricik amacı tam da budur. “Suçun ekonomik ve sosyal olanlarla ilişkisi nedir? Kapitalist toplumda yapısal suç kategorileri var mıdır? Lümpen proletarya bir suçlular kategorisi midir? Suç ile sınıfsal köken arasında bir ilişki var mıdır? Komünist toplumda suç var olmaya devam edecek mi? Eğer olacaksa, hangi kategori suçlar varlığını sürdürecek?” soruları çeşitli kriminoloji kuramcıları tarafından ele alınmış olsa da 21. Yüzyılın başında bu soruları ve verilen yanıtları bir kez daha ele almak bir zorunluluktur.

Kitabın ikinci bölümü olan eleştiri bölümü, suç analizinde Marksist teoriden belli yararlanımlar içeren mevcut teşebbüslere yönelik bir eleştiridir. Üçüncü bölüm olan kavramsal araçlar ise, Marksizmin suçu tanımlama vaadi sunan belli yönlerini ele alarak bir önceki bölümün tersi yönde ilerler.

Kitap, uygulanabilir bir Marksist kriminoloji önerisi ile sonuçlanmaktadır. Bu, orijinal eleştirel kriminoloji kadar çarpıcı, heyecan verici değildir ancak, makul derecede sağlam kuramsal ve kavramsal temellere dayanır. Yirminci yüzyılın sonunda yitip gitmek bir yana, Marksist kriminoloji, yirmi birinci yüzyılın küreselleşen dünyasında gerçek ve coşkun bir geleceğe sahiptir.

İÇİNDEKİLER

Teşekkür
Çevirenin Notu
Önsöz
Bölüm I: Sahneyi Kurmak

  • Giriş
  • Yirmi Birinci Yüzyılda Marksizm
  • Marksizm ve Suçun Tanımı

Bölüm II: Eleştiri

  • Klasikler – Kriminolojinin Das Kapital ile Karşılaşması
  • Radikal ABD Kriminolojisi
  • İngiliz Eleştirel Kriminolojisi
  • Bölüm III: Kavramsal Araçlar: Marksist Analizin Olanakları
  • Suçlu Sınıf Olarak Lümpen Proletarya?
  • Yabancılaşma
  • Suç ve Kapitalizmin Yeniden Üretim Koşulları
  • Marksizm ve Hukuk
  • Marksizm, Adalet ve Ceza Yargılaması
  • Komünizm; Suçun Son Bulması mı?

Sonuç: Marksist Kriminolojinin Bir Geleceği Var mı?

Giriş

Suçu açıklamada Marksist teoriden yararlanma teşebbüsleri uzun ve fakat düzensiz bir tarihe sahiptir. Marx ve Engels’in kendileri suçtan son derece sık, ne var ki çoğunlukla görece üstünkörü bir biçimde söz etmişlerdir. Örneğin, Outlines of Political Economy ve İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nda, Engels alışılagelmiş bir suç tanımı yapar ve işçilerin katlandığı ağır koşulların onları suç işlemeye sürüklediğini savunur. Marx bu yaklaşımı temel olarak New York Daily Tribune’deki makalelerinde ve Kapital’de ele alır. Marx ve Engels lümpen proletaryayı yine alışılagelmiş bir biçimde tanımlanan suçun ana kaynaklarından biri olarak görür. Marx yasal tanımlardaki değişikliklerin davranıştaki değişikleri yansıtmaksızın suç istatistiklerinde değişiklikler üretebileceğinin farkındadır. Marx ayrıca ilk bakışta fonksiyonalist bir suç tanımı gibi görünen meşhur pasajını ekonomi yazılarına da dâhil eder. Bu ve diğer pasajlar birçok ilgi çekici öneriler sunar ve fakat asla geliştirilmiş bir teori anlamına gelmez.

1905 gibi erken bir tarihte, Willem Bonger, Kapital’deki analiz temelinde bir suç tanımı yapmış ve Frankfurt Okulu’yla ilişkilerine karşın, Rusche ve Kircheimer de yine ekonomik ana hatları katı bir biçimde Kapital’e dayanan bir ceza tanımı oluşturmuşlardır. Marksizmin 1960’lar ve ‘70’lerde yeniden canlanması ABD’de, özellikle William Chambliss ve Jeffrey Reiman tarafından oluşturulan ilgi çekici bir çalışmayı, İngiltere’de ise, National Deviancy Conference’ın yükselmesini, Taylor, Walton ve Young’ın eleştirel kriminolojisini ve Birmingham Okulu ve diğerlerinin çalışmalarını beraberinde getirmiştir. Marksist kriminolojiye dönük özel ilgi daha sonraları azalmış ancak Ian Taylor ve John Lea’nın çalışmasında da görüldüğü üzere, kesinlikle yok olmamıştır. Bunların bazıları Marksizm ve hukuk üzerine yapılan çalışmalardan ve önemli ölçüde de Pashukanis’ten esin bulmuştur. Ne varki, suç üzerine çalışan yazarlar tipik olarak Marksizmlerini görece hafif tertip kuşanırken, bunu, bağdaşım sorunlarını pek de umursamaksızın, sembolik etkileşimcilik gibi diğer yaklaşımlarla birleştirmekte ve şüphesiz ki eski, sınırlı yaklaşımlara ilişkin kendi yorumlama yollarını daha genel bir biçimde düzenlemeye ihtiyaç duymaktadırlar.

Marksist teoriden yararlanarak daha sistematik bir suç analizinin olanakları hesaplaşmasına kalkışmak bu nedenle değerlidir ve bu kitabın varlığının biricik amacı tam da budur. Kitabın ikinci bölümü olan eleştiri bölümü, suç analizinde Marksist teoriden belli yararlanımlar içeren mevcut teşebbüslere yönelik bir eleştiridir. Üçüncü bölüm olan kavramsal araçlar ise, Marksizmin suçu tanımlama vaadi sunan belli yönlerini ele alarak bir önceki bölümün tersi yönde ilerler.

Birinci bölüm bir yandan Marksizme beri yandan suça ilişkin bir ön tartışma niteliğindedir. Birinci Başlık, Marksist teorinin temel kavramlarından bazıları hakkındaki tartışmaları içerir. Marksist teoriyle, Marksist düşüncedeki siyasi gruplarla ya da resmen Marksist devletlerin tarihiyle en yüzeysel bir tanışıklık bile, farklı yorumlamalara göndermede bulunan heyecanlı bir tartışma ile tehlikeli bir rekabet arasında bir anlam taşır. Tek bir yazarın birkaç bin sözcük ile bu anlaşmazlıkları çözmeyi umut edebilmesi mümkün değildir. Ne var ki, farklı yorumlamaların gücüne ve zayıflığına ilişkin bazı ön değerlendirmelerle birlikte bazı temel Marksist kavramlarla yola çıkan okur, genel yaklaşımıma dair bir düşünce geliştirebilecektir. Bu başlık aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Çin’de 1978’den bu yana süregelen kapitalizme dönüşle birlikte Marksizmin geçerliliğini yitirip yitirmediği meselesine de ana hatlarıyla eğiliyor. Castells’in enformasyonalizm kavramının, üretim güçlerini temel bir seviyede anlama imkânı sunarken, bir yandan da buna bağlı olarak, 1980’lerden bu yana ortaya çıkagelen küreselleşen ekonominin pek çok özelliğini kavramamızı sağladığını ileri sürüyorum. Bir diğer zorunlu öncül de İkinci Başlık’ta ele alınıyor. Suç, tartışmaya açık bir kavramdır. Ben Marksist açıklamalara yönelik bir teşebbüsle bağdaşan bir yorumlama ve beşli bir sınıflandırmayı savunuyorum. Bilhassa sembolik etkileşimcilikten çıkan suç yaklaşımına, yani suçun sadece bir tür etiketleme meselesi olduğuna karşı çıkıyorum. Pek çok toplumda geniş ölçüde kabul gören bir konsensüs suçlar çekirdeği olduğunu savunuyorum. Bunlar farklı şekillerde açıklanabilir ancak asla basitçe varlığı dışında tanımlanamaz.

İkinci bölüm, varolan Marksist kriminolojinin eleştirisi, Bonger ve Rusche ve Kircheimer’in çalışmalarına odaklanan Üçüncü Başlık ile başlıyor. Konsensüs suçların varlığını kabul ettiğimden, kendinden sonraki birçok yorumcudan çok, bu suçların resmi tanımlarını kabul ettiği için eleştirilen Bonger’e yakın duruyorum. Rusche ve Kircheimer’deki cezaya ilişkin düşüncelerin ilgi çekici bir girişim içerdiğini ancak cezanın salt ekonomi temelli bir açıklamasını yapma girişimlerinin hiç de akla yatkın olmadığını düşünüyorum. Dördüncü Başlık, radikal ABD kriminolojisine ilişkin bir tartışmayı içeriyor. Bu tartışmaya belli bir arka plan değerlendirmesiyle başlıyorum. Merton’ın gerilim kuramı, her ne kadar en açık kökenlerini Durkheim’ın ve Chicago Okulu’nun teorilerinden almışsa da, ABD kültürünün en uç kapitalist kültür olduğu varsayıldığında, Marksist bir bakış açısına doğru uyarlanabilir. Bir ikinci temel arka plan teori ise, sembolik etkileşimciliktir. Bu teori, sonrasında gelen radikal kriminoloji üzerinde bir hayli etkili olduğundan, bunun Marksizm ile kolaylıkla uyumlu olmadığı yönleri araştırıyor ve ardından bilhassa Marksizmden yararlanan teorisyenleri tartışmaya geçiyorum. Richard Quinney’in Marksist çalışması genel itibariyle tek boyutlu ve basit bulunur ki bu, bir anlamda Quinney’in daha sonraları neden farklı bakış açılarına yöneldiğini de gösterir mahiyettedir. Frank Pearce, Kanada ve İngiltere’de çalışmış olmasına karşın, yürüttüğü tartışma bütünüyle ABD’ye ilişkin olduğundan, kendisini ABD’li bir teorisyen olarak değerlendiriyorum. Pearce’ın şirket suçları tartışmasını Marksist bir bakış açısından başlatıyor olmasını kabul etmemin yanında, çalışmasının 1976’dan bu yana (bekleneceği üzere) modası geçmiş yönlerini de ele alıyorum. Dördüncü Başlık’taki en uzun bölüm William Chambliss ve Jeffrey Reiman üzerine yapılan bir tartışmadan oluşuyor. Bunların her ikisi de ABD’deki şirket suçları ve ABD ceza yargılaması sisteminin sokak suçlarına odaklanmayı güçlünün işlediği suçları örtbas etme yöntemi olarak kullanıyor oluşu hakkında etkili bir eleştiri getirir. Chambliss ve Reiman’a ilişkin irdelememde, diğer kapitalist devletler çok daha az sayıda tutukluyla uğraşırken, ABD ceza yargılaması sisteminin nasıl bu denli genişlediği hakkında sorular ortaya atıyorum. Bu tema, Christian Parenti incelememde de devam ediyor. Bu başlık altında son olarak, Marksizm temelinde postmodern bir şekilde radikalizmin yerini alacağı yönünde kimi iddialar bulunan konstitütif kriminoloji hakkındaki bazı karşıt yorumlar getiriyorum.

Beşinci Başlık’ta, İngiliz radikal kriminolojisine geçiyor ve konuya radikal kriminolojinin ilk ortaya çıktığı dönem olan 1970’lerin başlarından günümüze meydana gelen kimi köklü değişiklikleri özetleyerek başlıyorum. Bunlar kısmen dönemin Marksist kuramlaştırmadan postmodernizm, feminizm ve Foucault’nun altını çizdiği fikirlere doğru sürüklenmesiyle ilgili değişimlerdir. Genel kabul gören ilk İngiliz eleştirel kriminoloji metni The New Criminology’dir. Bu kitaba ilişkin incelememde, İkinci Başlık’taki tartışmanın izinden gidiyor ve sembolik etkileşimciliğin kitabın yazarları üzerindeki etkisinin ve yine bu etkinin yazarların Marksizmden yararlanış biçimleri üzerindeki belirleyiciliğinin altını çiziyorum. Bu noktada yazarların bugün artık kapitalist toplum içinde büyük ölçüde kabul edilebilir olan bir liberalizme bağlı kaldıklarını düşünüyorum. Yazarlar, sembolik etkileşimciliğin üzerlerindeki etkisine bağlı olarak, komünist bir toplumda suçun ortadan kaldırılması meseline naif bir güven beslemektedirler. Bununla beraber, bunların ve elbet çağdaşlarının çalışmaları bugüne kadar pek çok kriminologa esin kaynağı olmayı sürdüregelmiştir. Eleştirel kriminologların çalışmaları, Policing the Crisis adlı derlemede Marksizme en yakın konumuna gelmiştir. Bunun bilhassa da toplumsal anlamda yerleşik ahlâki panik kavramı kullanımında pek çok güçlü yanı olduğunu kabul ediyorum. Ne var ki, yazarlar Thatcher döneminde, neoliberalizmin zaferi yerine, neo-faşist bir birleşik devletin ortaya çıkacağından handiyse emindiler. Sağ gerçekçi bir suç yaklaşımı Thatcher rejiminin önemli unsurlarından biridir. Thatcher dönemi süresince solun sergilediği başarısızlık, sol gerçekçiliğin gelişmesine yol açmıştır. Bu, eskinin eleştirel kriminologları da dahil, kimi diğer kimseler tarafından da tartışılan bir konudur; ancak konsensüs suçlarını da içeren suç analizim, sol gerçekçiliğin sokak suçlarına bakışını işçi sınıfı kitleleri üzerinde son derece kötü etkileri olabilen dikkate değer, yararlı bir yaklaşım olarak görmeme yol açmaktadır.

Taylor’un Crime in Context metnini incelemeye geçtiğimde, belli açılardan son derece ince bir zekayı yansıtır olmakla birlikte metnin bütün itibariyle fazla karmaşık ve yetersiz kuramlaştırılmış olduğunu görüyorum. John Lea’nın Crime and Modernity’si bugünün kapitalist toplumları hakkında çok daha tutarlı bir açıklama sunmaktadır; ne var ki, bunun da belli açılardan ziyadesiyle abartıldığını düşünüyorum. Lea, gerek devletler dahilinde gerekse de zengin devletler ile yoksul devletler arasında artan zengin-yoksul kutuplaşmasını betimler. Lea, zenginlerin etrafı çevrili güvenli yaşam alanlarına doğru çekildiği ve genel sosyal refahı reddeder bir biçimde kendi refahlarının peşine düştüğü, bu esnada dışarıda yoksulların kaderlerine terk edildiği, suç oranlarının arttığı ve refah devletlerinin çöktüğü bir tablo çizer. 1990’ların ortalarından bu yana düşen suç oranları, pek çok ülkedeki refah harcamaları artışı ve eskinin üçüncü dünya ülkelerindeki düzensiz ve fakat çarpıcı kimi gelişmelerin bu durumu örtbas ettiğini düşünüyorum.

Üçüncü bölümde, kavramsal araçlara, suç ve ceza yargılaması sistemlerini analiz etmede kullanılabilen Marksizmden mülhem kavram ve yaklaşımlara geçiyorum. Bunların ilk ikisi, kendi adıma, pek de ümitvar bir mahiyette durmuyor. Bariz başlangıç noktası, Marx ve Engels’in kapitalist toplumlarda suçun odağı olarak değerlendirdiği lümpen proletaryadır. Ne yazık ki, Altıncı Başlık’ta açıkladığım üzere, Marx’ın lümpen proletarya tanımı ilgi çekici olmasına karşın, kesinlik bazında noksandır. Bu dejenere kümeleme temel olarak Marx’ın uygun bir proleter duruşu içinde tavır sergilemeyen ve sermayenin ya da politik sağın yanında yer alan işçileri suçlama vesilesi olma işlevini görmektedir. Ne var ki, aslında solun yanında yer alan diğer sınıflara mensup bireyler iken yerlerinden edildikleri pek çok tarihi örnek de söz konusudur. Günümüz Marksistleri açısından bu kavram, Charles Murray’ın Reagan ve Thatcher’ın neoliberal ekonomi politikalarıyla işten çıkarılan insanlara vurmaya yarayan bir sopa olarak kullanılagelen bir kavram olan alt sınıfna benzerliği dolayısıyla bilhassa güvenilmezdir.

Yedinci Başlık yabancılaşma kavramının olanakları hakkında özet bir tartışma sunuyor. Bu kavram, genç Marx’ta bariz bir şiirsel dille ilişkili olmakla birlikte, olgun Marksizmin temel kavramlarıyla ne derece bağdaştığı şüphelidir. Bu kavrama ilişkin önemli kaygılardan biri, bunun, karşıt yönleri, sözgelimi, seks işçiliği konusunda kölelik karşıtı birinin bakışını da bir seks işçisinin bakışını da işaret eder bir yerden kolaylıkla yorumlanabilir olmasıdır; kadınlar açısından bakıldığında, neden radikal feminizm temelinde bir yabancılaşma teorisini değil de, Marksist bir yabancılaşma teorisini tercih etmemiz gerektiği asla açık değildir. Yabancılaşma, işçilerin suça yönelmiş olmasının nedeni olarak görülebilir; ki bu suç kapitalistlere karşı işlenmişse, haklı görülebilirken, işçi arkadaşlarına karşı işlenmişse asla aklanamaz. Doğadan yabancılaşmanın giderilmesi, daha ziyade, Sovyetler Birliği ve Çin’de görüldüğü üzere insanın doğaya tahakkümüne mi, yoksa belli formlardaki yeşil politikalara mı yönelmelidir? Bu başlıkta, bu kavramın suç kavramsallaştırmamıza, bunun nasıl oluştuğu hakkındaki anlayış biçimimize ya da bunu nasıl en aza indirebileceğimiz hakkındaki görüşlerimize çok az şey eklediğini detaylıca açıklıyorum.

Sekizinci Başlık’ta, bir suç analizini kapitalizmin yeniden üretim koşulları düşüncesine bağlayabilme yollarını ele alıyorum. Meseleye Marx’ın alaycı bir dille suçu üretken bir faaliyet olarak sunduğu bol alıntılı bir pasajın analiziyle giriş yapıyorum. Söz konusu pasajın bir hiciv olduğunu imleyerek, üretken emek ile üretken olmayan emek arasındaki bir ayrımın geçersizliğini açıklıyor ve ardından, kapitalist sistemi yeniden üretme fikri ve suç ya da ceza yargılaması sisteminin oynayabileceği rol hakkında daha genel bir uslamlamaya girişiyorum. Kapitalizmin yeniden üretim koşullarından bazıları, daha genel anlamda insan yaşamının yeniden üretim koşullarıdır ve konsensüs suçlar çoğu toplumda suç kabul edilebilir çünkü bunlar herhangi bir toplumsal yeniden üretimi daha da zorlaştırır. Bir kapitalist sistem oluşturmanın belirli gerilimleri vardır ve yerinden edilmiş köylülerin ya da yakın dönemde işçi sınıfına eklenen memnuniyetsiz bireylerin suçlu sayılması, kapitalizmin hareketli kalmasına yardımcı olur. Kapitalizm bir kez kurulduğunda, iyi finanse edilen bir refah devleti ile bağlantılı Fordizme doğru gelişen yaygın bir görüş hakim olur. Küreselleşme ve post-Fordizmin yükselişiyle birlikte, bu güvenli koşullar ortadan kalkar ve daha öncesinde işçi sınıfı dahilinde olan bölümlerin suç sayılmasına dönük çok daha büyük bir gereksinim doğurur. Bu meselenin farklı pek çok varyantı söz konusudur. ABD’de kâr elde etmek için yüksek hapiste tutma oranlarının gerekli olduğu yönündeki düşünce, fazla marjinal olduğu gerekçesiyle reddedilir. Bu, Avrupa’daki ya da kimi diğer bölgelerdeki mevcut daha düşük mahkumiyet oranlarından da anlaşılacağı üzere, bütün modern kapitalist ekonomilerin işlerliği açısından kuşkusuz ki gerekli değildir. Kitlesel hapiste tutmayı olası kapitalist opsiyonlardan biri ve hatta kâr açısından nüfusun yeteneklilerinden en iyi verimi almayı başaramayan güçsüz bir opsiyon olarak görmek çok daha akla yatkındır.

Dokuzuncu Başlık, özet bir Marksizm ve hukuk tartışması içeriyor. Bölüm, Marx’ın tarihsel materyalizm değerlendirmesinde hukukun hem altyapı hem de üstyapıda belirdiği klasik sorunun tanıtılmasıyla başlıyor. Cohen’in bu sorunu hukuku altyapıdan çıkararak çözmeye çalıştığının altını çizerek, bu bakış açısının eleştirilerini, özellikle de hukukun altyapının durumunu güçlendirebileceği ya da zayıflatabileceği, hukukun üstyapıda neden varolduğuna ilişkin bir açıklamaya ihtiyacımız olduğu, hukukun bakış açısının üretim tarzından çok konsensüs suçlar ile daha fazla ilişkisi olduğu yönündeki eleştirilerini kabul ettiğimi belirtiyorum. Daha sonra ise, ceza hukukunun bir sınıf terörü aracı olduğunu öne süren Pashukanis ve diğerlerinin bakış açısını kısaca inceliyorum. Bu bakış açısını birkaç düzlemde reddediyorum: bu, çalışan halka kapitalistler ve beyaz yaka suçlara karşı belli korumalar sağlar; bu bakış açısı, Pashukanis’in analizinin kimi diğer noktalarıyla çelişir ve hukukun belli bir otonomi düzeyi bulunmaktadır. Bu son bakış açısı, kapitalist devletin bir otonomi düzeyi olduğu görüşüyle de hukukçuların ve sosyalist tarihçilerin ampirik araştırma verileriyle de birebir örtüşür. Aynı zamanda, bu bakış açısı, hukuku sosyalist mücadelenin yürütüleceği bir arena olarak kullanma olanaklarını da beraberinde getirir.

Onuncu Başlık adalet hakkındaki çeşitli meseleleri incelemektedir. Bölüm, bir dağıtıcı adalet teorisine sahip olup olmadığını dikkate alarak, Marx’ın yorumlanması hakkındaki temel bir tartışmaya kısaca değinerek başlar. Ben bunun kesin anlamda çözülme olasılığı olduğunu düşünmüyorum; ne var ki, Marx’ın apaçık kaçınılmaz bulduğu komünizmin bugün en ufak ölçüde kaçınılmaz görünmemesi nedeniyle, günümüz sosyalistlerinin bir adalet teorisine ihtiyaç duyduklarına inanmak için oldukça güçlü nedenler bulunmaktadır. Bugünün sosyalist mücadelesi büyük ölçüde adalet için argümanlar geliştirme şeklinde ilerlemektedir. Bu argümanların bazıları refah devleti bağlamı içinde yer almakta ve komünizmin özgün bir unsurunu belli açılardan temelde kapitalist bir sistemin içine sokmaktadır. Bu tartışmanın ardından ceza yargılamasını tartışmaya geçiyorum. Beyaz yaka suçlar ve şirket suçları esasen adaletsiz bir mülkiyet dağılımını daha da adaletsiz kılmaktadır. Kriminologlar, yol açtığı büyük zarara rağmen, şirket suçlarını bilhassa görmezden gelirken, Marksist kriminologlar bunu belgeleme ve daha etkili bir soruşturmayı savunma noktasında diğerlerine dahil olabilmektedir. Bazı Marksistler sokak suçlarının işçiler ile kapitalistler arasındaki ilişkileri eşitleme yolu olarak görülebileceğini savunmaktadır. Ben bu görüşe aşırı hassasiyetle yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum; zira bu genellikle sosyalistlerin elini güçlendiren hukuka saygı ilkesini ortadan kaldırmaktadır. Dahası, sokak suçları işçi sınıfı toplulukları açısından oldukça zarar verici de olabilmektedir. Son olarak, siyasal kanun ihlâli meselini kısaca inceleyerek başlığı kapatıyorum.
On Birinci Başlık’ta, tartışma Marksist aktivizmin siyasi amacını, yani komünizmi değerlendirmeye geçiyor. İkinci bölümdeki kriminologların birçoğu, suçun olmadığı komünist bir toplum arayışını sıcak karşılamaktadır. Marx’ın komünist topluma ilişkin sınırlı açıklamasının ana hatlarını çizerek konuya giriş yapıyor ve hemen ardından komünist bir toplumun dağıtıcı adalet ilkelerine gereksinim duymak için son derece güçlü nedenleri olduğuna değiniyorum. Böylelikle, bu türden bir toplumun böylesi ilkelerden kaytarmak isteyen kişilerin işlediği suçları oluşturacağı da olası kabul edilmektedir. Daha sonra, her ne kadar bu suçlardaki açgözlü itki gerileyecek olsa da, konsensüs suçlara geçiyorum; neticede diğer itkilerin ortadan yok olacağına inanmamızı gerektirecek herhangi bir neden yok. Aslında, bazı konsensüs suçlar hakkında daha iyi bir farkındalık, tartışılır da olsa daha gelişmiş bir medeniyetin işareti olarak yorumlanabilir. Komünizmden dinin reddini hızlandırması ve dolayısıyla din temelli suçların yok olmasını hızlandırması beklenebilir; ancak, ahlâk temelli suçların, ahlâk ilkeleri hakkındaki tartışmalarla birlikte süregidecek olması kuvvetle muhtemeldir. Egemen devlet otoritesi ile bağlantılı saldırılar aslında komünizmin ilk evrelerinde daha sık rastlanır olacaktır. Bu noktada, mevcut ya da yakın geçmişe kadar mevcut olan komünist toplumların deneyimlerinin kısa bir incelemesi geliyor. Hiç de şaşırtıcı olmayacağı üzere, bunlar belli suç türlerini oluşturma ve diğerlerini azaltma eğilimindedirler…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur