National Book Award sahibi Çoluk Çocuk ve M Treni’nin yazarından, düşler ile gerçekleri unutulmaz bir yılın panoramasında iç içe geçiren, insanın içine işleyen bir kitap. Patti Smith, San Francisco’nun efsanevi konser salonu Fillmore’daki yeni yıl konserlerinin ardından, kendini Santa Cruz sahilinde aylaklık yaparken bulur. Tek başına dolaşacağı bir yılın eşiğindedir. Bir sebep ya da süreyle kısıtlanmadan, kendi harikalar diyarına götürür bizi.
Bir plandan çok polaroid kamerası ve tabelalar vardır burada. Şubat ayında, gerçeküstü bir ay yılının başlamasıyla, beklenmedik değişiklikler olacak, ortalık karışacak ve keder kaçınılmaz hale gelecektir. Bir yabancının dediği gibi, “Her şey mümkün. Ne de olsa bu yıl Maymun Yılı.” Sürekli keşfeden, düşünen, yazan, müzmin meraklı Smith için maymun yılı, yaşamın girdabındaki değişimlerle verilen kayıplar, ilerleyen yaş ve Amerika’nın dramatik siyasi iklimi– bir dönüm noktası olacaktır. Smith’in kendine has polaroidleriyle süslenen, sürükleyici, zarif ve çoğu zaman da nüktedan bir kitap Maymun Yılı; içinde yaşadığımız çalkantılı günler için adeta bir mihenk taşı.
içindekiler
Batıda Yolculuk 3
Yoğun Bakım Ünitesi 61
MY 2016 67
Marcus Diyor Ki 85
Big Red 95
Ara 107
Evde Şimdi Denizci 121
Bir Düşe Öykünme 127
Siyah Kelebekler 133
Tılsımlar 137
Imaginos’un İzinde 141
Belinda Carlisle’ın Önemi 149
Kutsal Makam 155
Mistik Kuzu 161
Altın Horoz 167
Ayda Bir Gece 173
Sonsöz Niyetine 183
Sonsöze Sonsöz 191
Dream Motel’e geldiğimizde saat gece yarısını çoktan geçmişti. Şoföre ödeme yaptım, hiçbir şey unutma- maya özen gösterdim ve mülk sahibini uyandırmak üzere zile bastım. Saat sabahın üçü neredeyse, dedi, yine de bir şişe maden suyuyla beraber anahtarımı verdi. Odam en alt kattaydı, uzun iskeleye bakıyordu. Sürme cam kapıyı açtım; iskelenin altındaki payandalara yayılmış yatan de nizaslanlarının eşlik ettiği dalga seslerini duyabiliyordum.
“Mutlu yıllar,” diye bağırdım. Mutlu yıllar sana büyüyen ay, mutlu yıllar telepatik deniz. San Francisco’dan buraya arabayla gelmek bir saat- ten biraz uzun sürmüştü. Gayet uyanıktım aslında ama birden kendimi çok yorgun hissettim. Paltomu çıkardım, dalga seslerini dinleyebilmek için sürme kapıyı hafif ara- lık bıraktım fakat anında içim geçti. Birdenbire uyandım,tuvalete gittim, dişlerimi fırçaladım, botlarımı çıkarıp yat- tım. Rüya görmüş bile olabilirim. Santa Cruz’da yeni yıl sabahı, hayli durgun.
Birden canım sade kahve ve yeşil soğanlı mısır irmiği çekmişti, böyle bir kahvaltı etmek istedim. Burada bu yiyecekleri bulma ihtimalim pek yoktu ama salam ve yumurta da işimi görürdü. Fotoğraf makinemi alıp yokuş aşağı, iskeleye doğ- ru yürüdüm. Uzun, ince palmiyelerin kısmen kapattığı bir tabela belirdi karşımda, böylece buranın bir motel olma- dığını fark ettim. Tabelada Dream Inn yazıyordu, Sputnik çağını andıran bir yıldız patlamasıyla vurgulanmıştı. Durup hayranlıkla baktım, polaroid fotoğrafını çektim, açılmamış fotoğrafı cebime attım. “Teşekkürler Dream Motel,”* dedim kısmen havaya kısmen de tabelaya.
“Dream Inn!”** diye haykırdı tabela. “Ah, evet, affedersin, dedim biraz şaşkın. Haklı olsan bile hiç rüya görmedim.” “Gerçekten mi? Hiç mi?” “Hiç!” Kendimi nargile tüttüren tırtıl tarafından sorguya çekilen Alice gibi hissettim. Tabelanın kılı kırk yaran enerji- sinden kaçınarak bakışlarımı ayaklarıma çevirdim.
“Fotoğraf için teşekkürler,” dedim oradan uzaklaşma- ya hazırlanarak. Gelgelelim Tenniel’in çizgi karakterlerinin birden or- taya çıkmasıyla benim gidişim de raydan çıktı: Ayakta duran Yalancı Tosbağa. Balık-Uşak ve Kurbağa Uşak. Tek bir heybetli ceket kolu donanmış Dodo, korkunç Düşes ile Aşçı ve, bitmek bilmeyen, kusura bakmayın ama çay may ikram edilmeyen, bir çay partisine somurtarak başkanlık eden, Alice’in bizzat kendisi. Bu ani bombardıman kendiliğinden mi oluşmuştu yoksa Dream Inn tabelasının manyetik akımının bir lütfu muydu? “Peki ya şimdi?” “Zihin!” diye bağırdım, hareketli çizimler endişe verecek denli çoğaldıkça hiddetlenmiştim. “Uyanan zihin!” diye kıkırdadı tabela muzafferane. Başka tarafa yöneldim, akımı bozdum böylece. İşin aslı, biraz şaşı olduğumdan, gözüm bilhassa da sağa doğru kaydığından, böyle geçişlerle sık karşılaşıyorum.
Ayrıca beyin tamamen uyandığında her türlü işarete açıktır fakat bunu bir tabelaya itiraf edecek değildim. “Tek bir rüya bile görmedim,” diye bağırarak karşılık verdim inatla, sağında solunda semenderlerin gezindiği yokuştan aşağı inerken. Tepenin aşağısında küçük bir mekân vardı; camda, yaklaşık otuz santimetre yukarıda, yatay bir şekilde kahve sözcüğü, hemen altındaysa açık levhası yer alıyordu. Camın bu kadar büyük bir kısmı kahve sözcüğüne tahsisedildiğine göre kahveleri hayli iyidir herhalde, hatta belki tarçınlı donut bile vardır diye düşündüm. Fakat elimi kapı tokmağına götürmemle daha küçük bir levhanın sallandı- ğını fark etmem bir oldu: kapalı. Ne bir açıklama vardı ne de yirmi dakikaya dönüyorum ibaresi. Kahve arayışımla ilgili içimi kötü bir his kapladı, donut konusundaysa umudumu hepten yitirmiştim artık. Herhalde birçok kişi akşamdan kalma bir şekilde köşelerine çekildi diye düşündüm.
Kimse yılbaşı günü kapalı olduğu için bir kafeye gönül koyamaz, gerçi taşkın bir eğlence gecesinin ardından kahve tek deva gibi de görünüyordu. Kahveden mahrum kalınca dışarıdaki banka oturup bir önceki gecenin kıyılarında gezindim. Arka arkaya üç gece Fillmore’da sahne alıyordum, o gece sonuncularıydı. Stratocaster’ımı akort ederken yağlı saçlarını atkuyruğu yapmış bir adam eğilip botlarıma kusmuştu. 2015’in son nefesi, yeni yılı müjdeleyen kusmuk dalgası. Hayra alamet mi, değil mi? Dünyanın hali göz önüne alındığında arada bir fark var mıydı ki? Bunun üzerine, normalde fobir orman olan efsanevi saray / Yapraktan başka bir şey ol- mayan yapraklar. Değişken havadan ilham koparması ge- reken körelmiş şair sendromu, Cocteau’nun Orfe’sindeki, Paris’in kenar mahallerinden birinde hurda bir Renault’y- la kendini karmakarışık bir garaja kapatan, radyo dinle- yen, kâğıt parçacıklarına bir şeyler karalayan Jean Marais gibi tıpkı – bir damla su dünyayı barındırır içinde, vs. Odamda birkaç paket tek kişilik Nescafé ve elektrikli su ısıtıcısı buldum. Kendime kahve yaptım, battaniyeye sarındım, sürme kapıyı açıp denize bakan küçük avluda oturdum.
Alçak bir duvar manzarayı kısmen kapatıyordu ama kahvem vardı, dalga seslerini duyabiliyordum ve ha- limden oldukça memnundum. Sonra Sandy geldi aklıma. Burada, koridorun ileri- sindeki bir odada olması gerekiyordu. Fillmore konser- leri öncesinde San Francisco’da buluşacak, her zaman ne yapıyorsak yine onu yapacaktık: Caffè Trieste’de kahve içecek, City Lights Kitabevi’nin raflarını inceleyecek, The Doors, Wagner ve Grateful Dead dinleyerek Golden Gate’in bir ucundan öbürüne mekik dokuyacaktık.
Sandy Pearlman, en aşağı kırk senedir tanıdığım, Wagner’in Yüzük serisindeki veya bir Benjamin Britten melodisindeki geçişleri birbirine hızla bağlayan adam ne zaman Fillmo- re’da çalsak, üzerinde bol deri ceketi, başında beyzbol şapkasıyla orada olur, önünde bir bardak zencefilli gazozla soyunma odası yakınındaki bir perdenin ardında yer alan her zamanki masasında kamburunu çıkarmıştoğraf makinemin merceğini silmek için kullandığım cadı fındığı özlü mendili bulmak için ceplerimi karıştırdım, diz çöktüm ve botlarımı temizledim. “Yeni yılınız kutlu ol- sun,” dedim onlara. Tabelayı ardımda bırakıp usul usul yürürken bir dizi tuhaf cümle üşüştü aklıma, onları yazıya dökmek için cep- lerimde bir kalem arandım. Kurşuni kuşlar sarıyor gecenin serpildiği şehri / Pusla donatılmış başıboş çayırları / Henüz otururdu. 31 Aralık akşamındaki konserden sonra ekipten ayrılıp gece geç saatte arabayla yoğun sise dalarak San- ta Cruz’a gitmeye niyetlenmiştik. Plan, yeni yılın ilk öğle yemeğini onun Dream Motel’den çok da uzak olmayan gizli taco mekânında yemekti. Fakat bu hiçbir zaman gerçekleşmedi çünkü Sandy ilk konserimizin arifesinde San Rafael’deki bir otoparkta baygın bir şekilde yatarken bulundu. Marin County’deki bir hastaneye kaldırıldı; beyin kanaması geçirmişti.
İlk konserimizin sabahında Lenny Kaye’le Marin County’deki Yoğun Bakım Ünitesi’ne gittik. Her yerin- den tüpler sarkan Sandy komadaydı, meşum bir sessizlik- le sarmalanmıştı. Her birimiz bir kenarına geçip zihinsel olarak ona tutunacağımıza, her türlü işareti yakalamaya ve kabul etmeye hazır bir şekilde iletişim kanallarını açık tutacağımıza söz verdik. Sandy’nin deyimiyle sadece kırık dökük sevgi parçalarını değil, tüm kadehi yakalamaya ha- zır bir şekilde. Konuşmaktan aciz bir halde Japon Mahallesi’ndeki otelimize döndük. Lenny gitarını aldı, alışveriş merkezi- nin doğuyla batı kanadını birleştiren geçitte yer alan On the Bridge adlı bir mekâna gittik. Arkalarda yeşil ahşap bir masaya oturduk, ikimiz de hayli sarsılmıştık.
Duvarlar sarıydı, Japon mangaları, Hell Girl ve Wolf ’s Rain posterleriyle daha çok karton kapaklı romanları andıran bir dizi çizgi roman asılıydı. Lenny katsu köri yedi, Asahi Super Dry adında bir bira içti, ben içinde uçan balık yumurtası olan bir spagetti yedim, oolong çayı içtim. Yemeğimizi ye- dik, vakur bir edayla bir sake paylaştık, ardından sound check yapmak üzere Fillmore’a yürüdük. Dua etmekten, Sandy’nin insanı heyecanlandıran varlığı olmadan çalıp söylemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Geribesleme, şiir, doğaçlama konuşmalar, siyaset, rock ‘n’ roll dolu üç gecenin ilkine, sanki ona ses dalgalarıyla ulaşabilirmişiz gibi, beni soluksuz bırakan bir amansızlıkla başladık. Altmış dokuzuncu doğum günümün sabahında Len- ny’yle tekrar hastaneye gittik. Sandy’nin yatağının ke- narında durup imkânsızlığına rağmen onu bırakmamaya yemin ettik. Lenny’yle göz göze geldik, gerçekten kala- mayacağımızı biliyorduk. Yapılacak işler, verilecek kon- serler, yaşanacak hayatlar vardı; ne kadar umarsızca olursa olsun.
Altmış dokuzuncu doğum günümü Fillmore’da onsuz kutlamaya mahkûmduk. O gece If 6 Was 9’ın solo- sunda kalabalığa bir anlığına arkamı döndüğümde başka sellerle birleşen, sadece bir Golden Gate uzakta hâlâ bi- linci kapalı yatan Sandy’nin görüntüleriyle üst üste binen kelimeler sel olup akarken gözyaşlarımı bastırdım. San Francisco’daki işimizi bitirdiğimizde Sandy’yi ar- dımda bırakıp tek başıma Santa Cruz’a yola koyuldum. Oda rezervasyonunu iptal etmeye içim el vermedi; araba- nın arka koltuğunda otururken sesi zihnimde dönüp duruyordu. Matrix Monolit Medusa Macbeth Metallica Machia- velli. Sandy’nin onu doğrudan kadife püsküle, talimatları ta Imaginos Kütüphanesi’ne kadar götüren M oyunu.
Büyülü Dağ ’daki nekahet dönemindeki hasta gibi battaniyeye sarınıp avluda oturdum, tuhaf bir baş ağrısı başladı sonra, hava basıncında ani bir değişiklik olmuştu büyük ihtimal. Aspirin peşinde resepsiyona yöneldiğim de odamın giriş katında değil de bir alt katta, dolayısıyla da sahile daha yakın olduğunu fark ettim. Bunu unutmuştum, haliyle de loş koridor boyunca yürürken kafam ka- rışmıştı. Resepsiyona giden merdiveni bir türlü bulamadığımdan aspirinden vazgeçip geri dönmeye karar verdim. Anahtarımı aranırken Gauloises kalınlığında, sıkıca sarılmış bir sargı bezi buldum. Kısmen bir mesaj bulma umu- duyla üçte birini açtım ama mesaj falan yoktu. Cebimde ne aradığı konusunda en ufak bir fikrim de yoktu, tekrar sarıp cebime geri tıktım, yeniden odama girdim. Radyoyu açtım, Nina Simone I Put a Spell on You’yu söylüyordu. Denizaslanları sessizdi, uzaktaki dalga seslerini duyabiliyordum; Batı Kıyısı’ndaki kış. Yatağa gömüldüm, derin bir uyku çektim.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıMaymun Yılı
- Sayfa Sayısı240
- YazarPatti Smith
- ISBN9786051981390
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDomingo Yayınevi / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Locke Lamora’nın Yalanları ~ Scott Lynch
Locke Lamora’nın Yalanları
Scott Lynch
"Boğazında kanayan bir kesik olsa ve bir hekim o kesiği dikmeye çalışsa Lamora iğneyle ipliği çalar ve kahkahalar atarak geberip gider. Çocuk… çok fazla çalıyor." Camorr şehri, tarihi boyunca pek çok soysuzluğa, yolsuzluğa, uğursuzluğa, hırsızlığa tanıklık etmiş, büyülü atmosferinde her birini tek tek sindirebilmiştir; Camorr'un Belası'nın ismi şehrin nemli duvarlarında yankılanana dek…
- Dağların Adamı Barnabo ~ Dino Buzzati
Dağların Adamı Barnabo
Dino Buzzati
İnsanın yalnızlıkla imtihanı Gazeteci, ressam ve hepsinin ötesinde ünlü romancı Dino Buzzatinin ilk romanı Dağların Adamı Barnabo ilk kez Türkçede Yazar, sembollerle dolu gerçeküstü...
- Atlantis’in Yükselişi ~ Alyssa Day
Atlantis’in Yükselişi
Alyssa Day
Yüzyıllar önce dünyanın en gelişmiş toplumu olan Atlantis’e neler oldu? Atlantis’in prensi ve gelecekteki kralı Conlan, Deniz Tanrısı Poseidon’un çalınan en önemli silahı Trident’i...