Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Monte Kristo
Monte Kristo

Monte Kristo

Alexandre Dumas

Ünlü yazar Alexandre Dumasdan, insan hayatının anlık olaylarla nasıl değişebileceğini gösteren bir roman. Dürüst denizci Edmond Dantèsin harika bir yaşamı vardır. Fakat üç kıskanç…

Ünlü yazar Alexandre Dumasdan, insan hayatının anlık olaylarla nasıl değişebileceğini gösteren bir roman. Dürüst denizci Edmond Dantèsin harika bir yaşamı vardır. Fakat üç kıskanç arkadaşının kurduğu tuzakla iftiraya kurban gider ve mahkûm edilir. Hapisteyken muazzam bir servetin saklandığı bir adadan haberdar olur. Cesaret gerektiren zorlu bir firarın ardından bu servete kavuşur. O artık Edmond Dantès değil; müthiş bir servet, güç ve intikam hissiyle donanmış Monte Kristo Kontudur. Monte Kristo Kontunda Edmond Dantès üzerinden bir hak arama ve öç hikâyesi anlatılır. 1830 Devriminde de aktif rol almış biri olan Alexandre Dumas, dönemin Fransasında yaşanan siyasi olaylar ve iç çatışmalar hakkında da bilgi verir. Metnin gücü, ana hikayenin yanı sıra biraz da alt hikayelerin akıcılığı ve heyecanından kaynaklanır. Çünkü Dumas okuyucuda yarattığı sabırsızlığın farkındadır. Ani sıçramalar, bir anda parlayan kılıç şakırtıları, merak unsuru yaratan sürprizler katar hikâyesine ve bir sonraki bölüm için ne olacak acaba? sorusunu sordurmayı başarır.

***

MARSİLYA’YA VARIŞ

Saint Jean Kalesi’nin taraçası meraklılarla dolmuştu. Takvimler 24 Şubat 1815’i gösteriyordu. O tarihlerde bir geminin Marsilya’ya gelmesi önemli olaylardan sayılıyordu. İşaret kulesindeki gözcü:

– Firavun gemisi geliyor! diye bağırdı.

Kalabalığı bir heyecan dalgası sardı. Herkes geminin niçin geç kaldığını merak ediyordu. Firavun’un sahibi armatör Mösyö Morrel, daha fazla bekleyemedi. Kaleyi kıyıya bağlayan merdivenleri hızla indi. Bir sandala atladı.

Sandalcıya:

-Asıl küreklere! diye bağırdı, onu limana girmeden karşılayalım.

Sandal yaklaşırken, genç bir gemici etrafına emirler yağdırıyordu. Adamların her emri harfiyen yerine getirmeleri, bu genç gemiciye çok bağlı olduklarını gösteriyordu.

Mösyö Morrel, kılavuz mevkiinde Kaptan Lökler’i göremeyince heyecanı bir kat daha arttı. Bu kurt denizcinin yerinde yirmi yaşlarında, uzun boylu, siyah saçlı, çevik bir genç duruyordu. Hareketleri, toy bir denizciden ziyade, yıllarını bu mesleğe vermiş, tecrübeli, kendisine son derece güvenen, cesur bir denizciye benziyordu.

Sandalın kendilerine doğru yaklaştığını gören genç denizci, kılavuz mevkiinden ayrılarak küpeşteye yaslandı. Şapkasını eline aldı. Aşağıya bağırdı:

– Hoş geldiniz Mösyö Morrel!

– Sen misin Dantes? Gemide hüzünlü bir hava seziyorum… Başınıza bir şey mi geldi; kaptanınız Lökler nerede?…

-Ah, sormayın efendim! Onu kaybettik…

– Denize mi düştü? Bir kaza mı geçirdiniz?

– Hayır mösyö! Tutulduğu beyin hummasından kurtulamayarak hayata gözlerini yumdu.

Etrafına toplanan denizcilere döndü.

– Herkes görevinin başına! diye bağırdı.

Sonra emrinin yerine getirildiğini görmek için onları izledi. Herkes işinin başına geçince tekrar patronuna döndü:

– Kaptanımızı kurtarmak için elimizden geleni yaptık mösyö… Üç gün acılar içinde kıvrandıktan sonra bize veda edip ebedî âleme göç etti.

-Tanrı günahlarını bağışlasın! İyi bir insan, dürüst bir kaptandı.

– Evet efendim… Hepimiz buna şahidiz. Bütün gemi ahalisi onu bir baba gibi severdik.

– Niçin geç kaldınız? Bir kaza filan mı geçirdiniz?

– Hayır mösyö! Gemimiz de, yükü de emniyettedir.

Genç denizci tekrar adamlarına döndü:

– Yelkenciler iş başına! İstinga iplerine marş!

Emri alan denizciler, bir savaş gemisinin tayfaları gibi koştular. Bütün yelkenleri indirdiler. Gemi süzülerek limana doğru ilerliyordu. Patronun sabırsızlandığını gören Dantes:

– Yukarı çıkmak istiyorsanız size bir halat uzatayım mösyö… dedi.

– İyi olur! diye karşılık verdi gemi sahibi.

Genç gemicinin uzattığı halatı yakalayan Armatör Morrel, çevik hareketlerle yukarı tırmandı. Dantes, patronun elini sıkarken:

– Limana girmeden gemiyi mâtem durumuna aldırmam lâzım mösyö… dedi, gerekli açıklamayı hesap memurumuz Danglars’dan alabilirsiniz.

Morrel, ikinci kaptan kamarasına doğru yürürken genç gemicinin hareketlerini göz ucu ile takip ediyordu.

– Kaptan Lökler, emâneti tam da adamına teslim etmiş… dedi içinden.

Danglars, bütün gemi personelinin nefret ettiği bir tipti. Yirmi beş, yirmi altı yaşlarında, mahzun yüzlü, tilki bakışlı, amirlerine karşı yumuşak ve itaatkâr; küçüklerine karşı sert ve gururlu bir muhasebeci idi… Kaptan Lökler’in ölürken gemiyi genç bir denizciye emanet etmesini hiç hazmedememişti. Kendisinden daha küçük birinden emir almak ona çok ağır geliyordu.

Mösyö Morrel’in kamaraya yaklaştığını görünce dışarı fırladı. Yerlere kadar eğilerek onu selamladı:

– Felâketi haber aldınız değil mi efendim?

– Evet, evet… dedi Morrel, Kaptan Lökler cesur ve nâmuslu bir denizci idi.

– Bütün ömrünü denizde geçirmiş, tecrübeli, herkesin saygısını kazanmış bir kaptandı… diye ekledi Danglars.

Bu sözlerin ne anlama geldiğini çok iyi anlayan armatör, etrafa emirler yağdıran Dantes’e baktı. Sonra Danglars’a döndü.

– Bir denizcinin saygı görmesi için yaşlı olması gerekmez… Herkesin güvenini kazanmış, işini iyi bilen genç bir denizci de pek âlâ saygi görebilir…

Bu sözler, Danglars’m kalbine bir ok gibi saplandı. Dantes’e çevirdiği gözlerinde düşmanlık şimşekleri çaktı. Öyle ki, bu bakışlardan Mösyö Morrel bile ürktü…

Kıskançlık yüklü bir ses tonuyla:

– Kendiliğinden göreve el koymuş birine saygı duymak çok zor mösyö., dedi. Kaptan ölür ölmez kimseye danışmadan kumandayı eline aldı. Yine kimseye danışmadan geminin rotasını değiştirip Elbe Adası’na çıktı. Onun keyfî davranışları yüzünden iki gün kaybettik. Geç kalışımızın sebebi budur. Halbuki denizcilik geleneğine göre kumandayı devralmak ikinci kaptanın hakkıdır. Gemide huzursuzluk çıkmasın diye sesimi çıkarmadım. Ancak, siz de takdir edersiniz ki, ikinci kaptan sıfatıyla gururum incinmiş bulunuyor…

Morrel, demir attırmak için gerekli tedbirleri aldırmakta olan genç denizciye seslendi:

– Dantes, buraya gelin lütfen!

Genç adam, patronuna hızlı bir bakış fırlatıp:

– Affedersiniz mösyö, hemen geliyorum! dedi ve denizcilere emir vermeye devam etti:

– Demiri atın! Filamayı direğin yarısına kadar indirin! Bayrağı mâtem sancağına çekin! Sereni karşılaştırın!

Demir suya atıldı. Zincirin gürültüsü devam ederken filama yarıya indirilmiş, bayrak matem sancağına çekilmiş bulunuyordu.

Danglars:

– Görüyorsunuz ya efendim! dedi. Çağırdığınız halde nasıl küstahça emir vermeye devam ediyor…

– Vazifesini yapıyor!…

– Sizin ve ortağınızın imzasını almadığı halde……

– Edmond Dantes’i tanırım Mösyö Danglars! Tecrübesi ve bilgisi kaptan olmaya yeterlidir… Ortağımın da benimle aynı görüşü paylaştığına inanıyorum.

Armatör Morrel, sözlerinin tesirini görmek istercesine ikinci kaptanı baştan ayağa süzdü. Danglars’m yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Moraran dudakları titriyordu. Bakışlarındaki kini gizlemek için yere bakıyordu…

– Dantes’le aranızda bir mesele mi var Mösyö Danglars?…

Morrel, sorusunun cevabını beklerken Dantes koşarak geldi:

– Özür dilerim mösyö! Beni çağırmıştınız, emrinizdeyim.

– Elbe Adası’na niçin çıktığınızı merak ediyorum?..

– Sebebini ben de bilmiyorum mösyö!… Kaptanımızın ölürken verdiği son bir emri yerine getirdim…

– Neydi bu emir?

– Büyük Mareşal Bertran’a ulaştırılmak üzere bir paket verdi. Bunu mutlaka generale teslim etmemi istedi…

– Peki onu görebildiniz mi?

– Kimi efendim?…

– Büyük Mareşali.

– Evet mösyö.

Morrel, etrafına bir göz attı. Bakışlarını Danglars’a dikti. Bu bakışlarda “Bizi yalnız bırak” emri vardı… İkinci kaptan üç adım geriye gitti.

Armatör, Dantes’in kulağına eğildi:

– İmparatoru da gördün mü?

– Evet efendim. Orada bulunduğum sırada mareşalin yanında idi…

– Kendisine bir şey söylediniz mi? Yani onunla konuştunuz mu?

– Ben ona değil, o bana söyledi… dedi Dantes gülerek. Geminin kime ait olduğunu ve yükünü sordu. Eğer gemi boş ve bana ait olsaydı satın alacaktı… Size ait olduğunu duyunca gözleri parladı: “Morrelleri tanırım, dürüst insanlardır” dedi. Valans’ta bulunduğu sırada, kendisinden çok memnun kaldığı “Morrel” adında bir de askeri olduğunu ilâve etti.

– Doğru söylemiş… Bahsini ettiği asker, amcam Polikar Morrel’dir. Kendisi kaptanlığa kadar yükseldi… İmparatoru da çok sever. Amcama onu gördüğünüzü ve kendisinden söz ettiğini söylerseniz, çocuk gibi ağladığına şahit olacaksınız.

Genç gemicinin omuzuna dostça vurarak:

– Kaptanınızın son emrini yerine getirmekle çok iyi etmişsiniz! dedi, ancak Elbe Adası’na çıktığınız duyulursa başınız kralcılarla derde girebilir…

– Neden girsin mösyö? Benim yerimde kim olsaydı, kaptanının son arzusunu yerine getirirdi… Affedersiniz, işte karantina ve gümrük memurları geldiler. İzninizle, kendilerini karşılayayım. Başka soracaklarınız varsa, işim bitince emrinizdeyim.

– Peki evlat… Sen işine bak! Sonra görüşürüz.

Dantes uzaklaşınca, Danglars burnundan soluyarak geldi:

– Nasıl mösyö… Elbe’ye niçin çıktığı konusunda sizi tatmin edecek cevaplar verebildi mi?..

– Evet Danglars… Onun yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı! Kaptanın son emrini yerine getirmiş.

– Peki, size teslim edilmesi gereken bir mektuptan da söz etti mi?

– Hayır!… Bana teslim etmesi gereken bir mektup mu var? İyi de, siz bunları nereden biliyorsunuz?

Danglars kulaklarına kadar kızardı:

– Kaptanın yarı açık bulunan kapısının önünden geçiyordum. Tam o sırada Dantes’e bir paketle birlikte bir de mektup verdiğini gördüm…

– Yaa! Çok tuhaf… Bana ne paketten, ne de mektuptan söz etti! Neyse, işi bitince öğreniriz.

Danglars bir an için düşündü. Sinsi bakışlarını Mösyö Morrel’e çevirdi:

– Özür dilerim efendim! dedi, paket işinden eminim, ancak aynı şeyi mektup için söyleyemeyeceğim… Yanlış görmüş olabilirim. Siz en iyisi mektuptan bahsetmeyin.

– Peki Mösyö Danglars. Nasıl isterseniz…

Dantes’in yaklaşmakta olduğunu gören bu kötü kalpli adam, tekrar üç adım geriye gitti…

Morrel:

– Evet dostum! Artık bir işiniz kalmadı sanırım?

– Bütün hazırlıklar tamam mösyö. Bu seferden en az yirmi beş bin franklık bir kâr elde ettiğimizden emin olabilirsiniz. Danglars, hesap işinde çok dikkatli bir arkadaşımızdır. Size gerekli açıklamaları, istediğiniz zaman verebilir. Eğer başka bir emriniz yoksa sizden izin isteyeceğim. Yapılacak bazı özel işlerim var.

– Uzun bir deniz yolculuğundan sonra eğlenmek hakkınız tabii… dedi Morrel, ancak size bir yemek daveti yapmak üzereydim. Beni kırmazsanız sevinirim…

– Davetiniz için çok teşekkür ederim mösyö! Üzülerek kabul edemeyeceğimi söylemeliyim… Yolumu dört gözle bekleyen bir babam var.

– Ah, çok özür dilerim! Sizin iyi bir evlât olduğunuzu biliyorum.

– Babamdan hiç haber aldınız mı mösyö? Sağlığı yerinde mi?

– Babanız çok gururlu bir ihtiyar. Sizi de çok seviyor. Küçük odasına kapanmayı tercih ediyor. Birkaç defa uğrayıp ihtiyacı olup olmadığını sordum. Her defasında bir ihtiyacı olmadığını söyledi.

– O Tanrı’dan başka kimseye el açmaz efendim. Bana bile ihtiyaçlarını utanarak söyler.

– Babanı görüp hasret giderdikten sonra buluşabilir miyiz?

– Üzgünüm mösyö ama… Babamdan sonra ziyaret etmem gereken biri daha var.

– Anlıyorum… Gerçekten güzel bir metresiniz var genç dostum!… Adı Mersedes değil mi? Üç defa yanıma gelerek Firavun’dan haber sormasının sebebini şimdi anlıyorum…

Dantes, sinirlerine hâkim olmaya çalıştığı halde, ses tonundaki sertlik onu ele veriyordu.

– Mersedes metresim değil, nişanlımdir mösyö!

– Çoğu gençler için ikisi de aynı kapıya çıkar.

– Benim için değil mösyö!

-Aferin oğlum!… Karşındaki patronun da olsa inançlarından taviz vermiyorsun; seni tebrik ederim. Haydi, seni daha fazla bekletmeyeyim. Kayığımı alabilirsin. Paraya ihtiyacın var mı?

– Hayır efendim. Yolculuk boyunca aldığım aylıklarım olduğu gibi duruyor. Fakir bir babanın oğlu olduğumu unutmuyorum… Onun bana ihtiyacı var.

– Seni tebrik ederim Dantes! O inatçı ihtiyarın seni niçin bu kadar çok sevdiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Eğer onun yerinde olsaydım ve birisi üç aydır yolunu gözlediğim oğlumu tutup göndermeseydi doğrusu çok kızardım…

– O halde izin veriyorsunuz değil mi mösyö?

– Elbette! Bana söyleyecek veya verecek başka bir şeyiniz yoksa, güle güle derim…

– Hayır efendim, yok.

– Kaptan Lökler ölmeden önce bana verilmek üzere bir mektup yazmadı mı?

– Yazmak istedi, ama çektiği ağrılar buna müsaade etmedi.

– Peki dostum, size inanıyorum…

– Mösyö sizden on beş gün izin istiyorum.

– Evlenmek için mi?

– Evet efendim, evleneceğim. Ancak ondan sonra da Paris’e gitmem gerekiyor.

– Peki, dilediğin kadar izin kullanabilirsin. Firavun üç aydan önce sefere çıkamaz. Yani üç aya kadar burada olmanız lâzım. Gemi kaptansız yola çıkamaz, biliyorsunuz…

Dantes’in heyecandan gözleri parladı. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı:

– Kaptansız mı dediniz?… Yoksa, niyetiniz beni Firavun’a kaptan yapmak mı?

– Eğer tek sahibi ben olsaydım, şimdiden elinizi sıkabilirdim. Bildiğiniz gibi bir ortağım var. İki oydan birini almış durumdasınız. Diğeri için de elimden geleni yapacağıma hiç şüpheniz olmasın.

Genç adamın gözleri yaşardı. Patronun ellerine sarıldı:

– Mösyö Morrel, sadece kendim için değil, babam ve nişanlım adına da size teşekkür ederim. Bana güvendiğiniz için pişman olmayacaksınız.

– Dürüst ve mert kimseleri Tanrı görür gözetir dostum. Kaptanlık görevini en iyi şekilde yapacağınıza inanmasam bu teklifi yapmazdım. Gitmeden önce size bir soru sormak istiyorum.

– Sorun efendim; elimden geldiğince cevap vermeye çalışacağım.

– Firavun’a kaptan olduğunuz takdirde Mösyö Danglars’la çalışmak ister misiniz? Onunla aranız pek iyi değil gibi bir hisse kapıldım…

– Bu sorunuza iki şekilde cevap vereceğim mösyö: Arkadaş olarak iyi anlaştığım söylenemez. Öyle ki, bir keresinde aramızda çıkan anlaşmazlığı çözmek için onu Monte Kristo Adası’nda düelloya davet ettim. Ancak kendisi buna yanaşmadı. Bu saçma teklifi kabul etmemekte haklı idi. İşte o gün bu gündür beni pek sevmiyor sanırım. Bir gemi kâtibi olarak soruyorsanız, hesaplarında kusursuzdur. Ondan daha iyisini bulamazsınız… Size hesapları açıklarken bana hak vereceksiniz.

– Nereden bakılırsa bakılsın, siz gerçekten mert bir insansınız dostum… Gemi personelinin sizi sevmesi boşuna değilmiş. Kaptanlık işine olmuş gözü ile bakabilirsiniz. Haydi bakalım, güle güle. Görüyorum ki yerinizde duramıyorsunuz.

– Kayığınızı bana vermiştiniz değil mi mösyö?

– Elbette dostum, babanıza ve nişanlınıza benden selam götürün.

– Sizi karaya çıkarmamı ister misiniz?

– Hayır, teşekkür ederim. Burada kalıp Danglars’la hesapları gözden geçireceğim.

Genç gemici sandala atladı. Pupaya oturdu. Sandalcıya Kanebiyer’e doğru çekmesini emretti. Sonra patronuna döndü:

-Hoşça kaim mösyö! Size minnettarım…

– Selametle sevgili Edmond! Tekrar görüşeceğiz. İyi şanslar dilerim.

Armatör Morrel’le Danglars, genç denizciyi gözden kayboluncaya kadar izlediler. Aynı adamı izleyen bu iki bakış arasında dağlar kadar fark vardı. Biri sevgi ve takdirle, diğeri nefret ve kıskançlıkla bakıyordu…

KAVUŞMA SEVİNCİ

Danglars, Armatör Morrel’e hesapları açıklarken; Dantes de Ke-nabiyer Caddesi’ni koşar adımlarla geçip Noey Sokağı’na saptı. Sol taraftaki dört katlı kiralık evlerden birine girdi. Merdivenleri çıkarken, kalbi yorgunluktan değil, heyecandan hızla çarpıyordu. Yarı açık bir kapının önünde durdu. Bu kapı, babasının oturduğu tek odalı pansiyona açılıyordu.

Baba Dantes’e Firavunun geldiğini haber veren olmamıştı. Oğlunun aralık duran kapıdan girdiğini duymadı. O sırada, ihtiyar bir sandalyenin üzerine çıkmış, titrek elleriyle pencerenin parmaklıklarına kadar uzanmış latin çiçeklerini düzeltiyordu.

Aniden birinin güçlü kollarla beline sarıldığını hissetti. Yorgun kalbi nerede ise duracak gibi oldu. Tiz bir çığlık attı:

– Oğlum, Edmond’um benim! Nihayet geldin ha?

Kendisini genç denizcinin kollarına bıraktı. Yüzü kansız ve solgundu.

Genç adam ıstırap dolu bir sesle:

– Sevgili babacığım, neyin var? Hasta mısın?

– Hayır, hayır… Bir şeyciğim yok! Gelişini beklemiyordum; çok heyecanlandım. Az daha kalbim duracaktı. Bizi kavuşturan Tanrı’ya şükürler olsun.

-Babacığım, ne olur gül biraz; beni endişelendiriyorsun… Mutluluk tam kapımızı çalmışken seni üzüntülü görmek istemiyorum. Artık hiç maddi sıkıntı çekmeyeceğiz…

– Ah, oğlum. Namerde muhtaç olmak ölümden de beter geliyor bana… Anlat haydi, nedir seni böyle mutlu eden şey?

– Babacığım, başka birinin felâketine dayanan bir mutluluğu sevinçle karşıladığım için Tanrı beni bağışlasın… Ama Tanrı biliyor ya, böyle olmasını hiç arzu etmedim. Yiğit kaptanımız Lökler öldü. Gemi sahibi Mösyö Morrel’in verdiği söz gerçekleşirse, onun yerine kaptanlığa ben geçeceğim. Anlıyor musun baba? Yirmi yaşında kaptan oluyorum. Yüz lira maaş ve buna ilaveten kârdan da pay alacağım. Benim gibi fakir bir tayfa için bu erişilmesi zor bir nîmet…

– Sevinmekte çok haklısın oğlum. Tanrı’ya ne kadar şükretsen az. Mösyö Morrel’in bu iyiliğini hiç unutma! Ona daima sâdık kal.

– Unutmam babacığım. Elime geçen ilk parayla sana bahçeli bir ev alacağım. İstediğin kadar lâtin çiçeği, hanımeli ve filbaharı ekersin. Ama… Neyin var baba? Fenalık geçiriyorsun galiba!…

– Merak edecek bir şey yok; şimdi geçer.

– Aman Tanrı’m! İlâcını getireyim. İlacın nerede?

– Geçer dedim ya…

Edmond dolapları bir bir aradı. Değil ilâç, bir lokma ekmek bile yoktu. Genç denizci dehşetle irkildi:

– Baba, dolaplar bomboş!… Gördüğüm kadarıyla parasız kalmışsın. Halbuki giderken (üç ay önce) sana iki yüz altmış frank harçlık bırakmıştım?..

– Sen buradasın ya… Her şeyim var demektir.

– Baba, seni tanırım… Bu paranın hepsini harcamış olamazsın. Lütfen söyle, ne oldu?

– Doğru söylüyorsun Edmond’um… Sen gittikten sonra komşumuz Kadrus geldi. Ona olan borcunu unutmuşsun. Israrla alacağını istedi. Vermediğim takdirde gidip Mösyö Morrel’den alacağını söyledi. Senin patronuna karşı mahcup olmanı istemediğim için adamın parasını verdim…

– Fakat nasıl olur? Ona olan borcum yüz kırk franktı… Hepsini mi ödedin?

– Evet oğlum… Başka çarem yoktu.

– Ve sen altmış frankla üç ay idare ettin?..

– Şimdi bunları konuşmanın sırası mı oğlum!… Sen geldin ya; gerisi önemli değil.

– Ah, şu gururun yok mu baba…

– Gurur değil oğlum, şeref bu… Nâmerde yalvarmaktansa aç kalmayı tercih ederim.

Genç adamın gözlerinden iki sıcak damla yüzünü yalayarak çenesine kadar indi. Ellerini cebine attı. Ne kadar para varsa masanın üzerine boşalttı.

– Al baba, al! dedi heyecan dolu bir sesle, hemen birini gönder, ne kadar ihtiyacın varsa aldır.

– Dur hele oğlum, acele etme. Kimin bu paralar?

– Kimin olacak baba? Benim, senin, bizim paramız…

İhtiyar mutlu bir tebessümle:

– Acele etme öyle. İzin verirsen paramızı çok ölçülü kullanmak istiyorum. Her şeyi toptan alırsam, bunları alabilmek için senin dönüşünü beklediğimi hemen anlarlar… Kimseye karşı mahcup olmanı istemiyorum.

– Ah babacığım, ah güzel babacığım… Nasıl istersen öyle harca.

İhtiyar paraları saydı. On iki altın lira, yedi beş franklık ve epeyce de bozukluk vardı.

Tam bu sırada merdivenleri çıkan birinin ayak sesleri işitildi.

– Sus… Kadrus geliyor galiba, dedi Baba Dantes, döndüğünü duymuş olmalı. Ona karşı nâzik davran. Nede olsa iyiliğini gördük.

– Dışı başka, kalbi başka bir komşu o baba… Ama hatırın için iyi davranacağım.

Edmond, alçak sesle bu sözleri söylemişti ki, Kadrus kapıda göründü. Sakallı yüzüne en tatlı tebessümü vermeye çalışarak, içeri girmek için izin istedi. Yirmi beş, yirmi altı yaşlarındaki bu adam terzi idi. Elinde, ters yüz ettiği bir ceket taşıyordu.

İhtiyar:

– Buyurun sevgili komşum, dedi, şeref verdiniz.

– O şeref bana ait azizim. Edmond’un geldiğini duyup koştum.

Genç denizci:

– Evimize hoş geldiniz, sizi gördüğüme sevindim. Bir ihtiyacınız varsa çekinmeden söyleyebilirsiniz… Bize çok iyiliğiniz dokundu, bunu inkâr edemeyiz.

Edmond konuşurken Kadrus’un gözleri masadaki paraya takılıp kalmıştı. Kendisini güçlükle toparlayıp:

– Hayır, teşekkür ederim., dedi, bir şeye ihtiyacım yok.

Masadaki paraları göstererek:

– Bunlar kaptanlık avansın mı genç dostum?

– Demek kaptan olacağımı duydunuz? Marsilya zannettiğim kadar da büyük değilmiş. Şu paralara gelince… Babama giderken verdiğim harçlığın yetip yetmediğini soruyordum. O da yettiğine beni ikna etmek için kalan paralarını getirip masanın üzerine döktü…

– Vay be ihtiyar! dedi Kadrus, sen ne kirli çıkıymışsın meğer…

Baba Dantes keyifli bir kahkaha fırlattı:

– Ne yaparsın dostum! İnsan yaşlandıkça daha çok tedbirli oluyor…

– Baba, topla şu paralarını da yerine koy, dedi genç denizci, komşumuz seni cimri biri sanacak.

– Gerçekten cimridir… dedi terzi, giderken vermeyi unuttuğun borcunu zor alabildim…

– Ya, öyle mi? diye karşılık verdi Edmond.

Sonra ihtiyara döndü:

– Teşekkür ederim baba… dedi, beni komşumuza karşı mahcup etmemişsin. Borcumu derhal ödeyeceğim…

– Acelesi yok oğlum… Evlâttan babaya borç mu olurmuş!

İhtiyar Dantes, Kadrus’un şaşkınlıktan moraran yüzünü görünce

çektiği sefaleti unutmuş; neşesi yerine gelmişti:

– Mösyö Morrel’in yemek davetini geri çevirmemeliydin oğlum… dedi.

Kadrus’un şaşkınlığı bir kat daha arttı:

– Ne Mösyö Morrel’in yemek davetini mi reddetti?.

– Evet ya! Beni bir an evvel görebilmek için patronun yemek davetini kabul etmemiş….

– Davranışımın sebebini izah edince o da bana hak verdi babacığım.

– Mösyö Morrel çok iyi bir insan. Onu üzmemeye çalış. Unutma ki kaptan olmak için patronunla iyi geçinmen lâzım.

– Baba, kaptan olmak için yaltaklanmama hiç gerek yok. Mösyö Morrel’in bana büyük güveni var.

– Peki oğlum, peki… Bu hayırlı haberine bütün dostlarımız sevineceklerdir.

Kadrus araya girdi:

– Hele bu haberi Katalan Köyü’ndeki güzel kız duysa, kimbilir ne kadar sevinir…

Genç denizci, başını önüne eğerek:

– Komşumuz haklı babacığım… dedi, eğer izin verirseniz Katalan Köyü’ne gitmek istiyorum.

– Mersedes’i mi görmek istiyorsun?

– Evet babacığım.

– Git oğlum. Tanrı bana gönlüme göre bir oğul verdi; dilerim karın da senin gönlüne göre olur. Mersedes iyi bir kızdır…

Kadrus dayanamadı:

– Dur bakalım ihtiyar! dedi, dereyi görmeden paçayı sıvama… Güzel bir kızın isteyeni çok olur.

Edmond, güven dolu bir gülümseyişle:

– Mersedes benim nişanlımdir mösyö, dedi, çok yakında evleniyoruz..

– Tabii ya… Yakında evleniyorlar! diye destekledi Baba Dantes.

Halbuki bu sevinçli haberi ilk kez duyuyordu oğlundan.

Edmond izin isteyip çıktı. Kadrus, bir müddet daha kalıp ihtiyarla

çene çaldı. Alacağı başka haber kalmayınca o da izin istedi. Merdivenleri hızla inip soluğu sokakta aldı. Bir köşede kendisini beklemekte olan Danglars’ı buldu.

– Anlat bakalım! dedi hesap uzmanı, neler duydun?

– Vallahi Edmond’un da, ihtiyarın da burunları bir karış havada.. diye cevap verdi kıskanç komşu. Ardından devam etti: Seninki kaptanlığa garanti gözü ile bakıyor…

– Dur bakalım, orası belli olmaz.

– Mösyö Morrel’in bu konuda söz verdiğini söyledi. Önüne gelene borç para teklif ediyor. Daha düne kadar kendisine borç verdiğimi unutup, bir banker gibi, bana da borç teklif etti.

– Kabul ettin mi peki?

– Bizim de bir gururumuz var aslanım… Kabul eder miyim!

– Çocuk yaştaki adama kaptanlık teklif edilirse olacağı budur… Halbuki ben istesem, değil kaptanlığı, tayfalığı bile göremez!

– Anlamadım?

– Boş ver, önemli değil…

– Vallahi şu adam kaptan olamasa o kadar sevineceğim ki…

– Yanılmıyorsam sen de Edmond’u sevmiyorsun?

– Kibirli insanları sevmem… Katalan Köyü’ne giderken çalımından geçilmiyordu. Halbuki o kız yüzünden başı belaya girecek, haberi yok…

-Ne demek istiyorsun? Senin bir bildiğin var.

– Bize ne canım.

– Haydi söyle, beni meraktan çatlatma.

– O Mersedes denen kız, şehre her inişinde yanında kara gözlü, yanık tenli, güçlü-kuvvetli bir delikanlı bulunuyor. Herkese “kuzenim” diye tanıtıyor ama, Tanrı bilir kimin nesi…

– Bu kuzen sevgili filan olmasın?

– Bana da öyle geliyor…

– O zaman şenlik var desene!… Haydi biz de Katalan’a gidelim. Rezervi’de durup şarap içer, haber bekleriz.

– Haberi kim getirecek?

– Yola yakın bir yere oturursak, Dantes’i görür, yüzündeki ifadeden ne olup bittiğini anlarız.

– Gidelim, ama şaraplar senden.

– Elbette, davetlimsin…

Kıskançlık duygusunun birleştirdiği bu iki adam Katalan yolunu tuttular. Rezervi’de durup gazinocu Panfil Baba’dan bir şişe şarapla iki kadeh istediler. Yola yakın bir çardağın altına oturup beklemeye başladılar. Şarabı getiren adama Dantes’i sorup on dakika önce oradan geçtiğini öğrendiler.

ŞEYTAN ÜÇGENİ

Katalan Köyü, yaklaşık üç yüz yıl önce, Ispanya’dan gelen göçmenler tarafından kurulmuştu. Geçmişleri hakkında değişik söylentiler vardı. Evlerini Arap mimarisi tarzında inşa ettiklerine bakılırsa, Ispanya’dan kovulan Emeviler’le bir yakınlıkları olmalıydı.

Dillerini, geleneklerini ve ahlâklarını sıkı sıkıya koruyan Katalanlılar, kendi aralarında kız alıp verirler; yerlilerle fazla samimiyet kurmazlardı. Genç denizcinin sevdiği ve kendisiyle evlenmek istediği kız yani Mersedes, bu göçmen ailelerden birinin kızı idi. Daha küçükken yetim kalmış, geçen seneye kadar, annesiyle birlikte bir kulübecikte yaşıyordu. Ancak bir sene önce annesini de kaybedince tek başına kalıvermişti. Balık ağı örerek geçimini sağlıyordu.

Mersedes’in kulübesindeyiz. Yirmi-yirmi iki yaşlarında, boyu posu yerinde, güçlü kuvvetli bir köy delikanlısı, oturduğu sandalyeyi sallayarak endişe dolu gözlerle güzel kızı süzüyor. Mersedes gayet ciddi. Solgun yüzü, delikanlının orada bulunmasından memnun olmadığını gösteriyor. Üç adım ötede, ayakta duruyor. Genç adam yutkunarak söze başlıyor:

– İşte bir bayramı daha geride bıraktık. Hâlâ evlenmeyi düşünmüyor musun Mersedes?

– Sana kaç defa söyledim Fernand… Boşuna ümitleniyorsun.

– Biliyorsun annen de evlenmemizi arzu ediyordu. Unutma, kendi aralarında evlenmek Katalanlarm değişmez geleneğidir.

– Annem ölürken, sevebileceğim dürüst bir erkekle evlenmemi tavsiye etti, ama senin adını vermedi. Bunu söylerken, dürüst biri değilsin demek istemiyorum. Sen amcamın oğlusun. Birlikte kardeş gibi büyüdük. Ben, seni hep ağabeyim olarak gördüm. Geleneğimize gelince, bu bir kanun değil ki. Ne olursun bu sevdadan vazgeç, boş yere ümitlenme.

– Son sözün bu mu Mersedes?

– Evet, son ve değişmez cevabım “hayır”dır. Çünkü ben başka bir erkeği seviyorum.

– Şu kendini beğenmiş denizciyi değil mi?

– Beni bir kardeş gibi koruduğunu zannediyordum. Mutluluğuma sevineceğini umuyordum. Ama üzülerek görüyorum ki seni yanlış tanımışım…

Mersedes üzüntüden gözyaşı dökerken, Fernand sevdiği kızı kendisinden kopardığı için genç denizciye diş biliyordu. Onu düelloya çağırmayı ve öldürmeyi dahi düşünüyordu. Öyle ki, bu düşüncesini gizlemeye bile lüzum görmedi:

– Peki, evlenmenize fırsat kalmadan ölürse ne yapacaksın?…

– Beni korkutuyorsun Fernand! Tahmin ettiğimden de kötü bir kalp taşıyormuşsun… Eğer onu öldürmeyi akimdan geçiriyorsan ve bunu yaparsan düşmanlığımdan başka bir şey kazanamazsın!… O ölürse ben de ölürüm…

Tam bu sırada Edmond’un sesi duyuldu:

– Mersedes! Mersedes! Ben geldim, Edmond’un geldi sevgilim!

Genç kızın gözleri parladı. Sevinçten yanakları al al oldu:

– Gördün ya Fernand… Ben başka birine aitim!

Sonra heyecanla kapıya koştu. Açarken:

– Hoş geldin sevgilim! dedi ve Edmond’un kollarına atıldı.

Kapı aralığından süzülen sıcak Marsilya güneşi, onları güzel bir ışık

hâlesine boğuyordu. Fernand, yılan görmüş gibi irkildi. Yüzü nefretin en çirkini ile gerildi. Düşünmeden elini belindeki bıçağa götürdü.

Dantes de onu görmüştü:

– Ah, özür dilerim mösyö! dedi, burada üç kişi olduğumuzu bilmiyordum.

Kaşlarını çatarak Mersedes’e sordu:

– Kim bu bey?

– Onu nasıl tanımazsın Edmond? Amcamın oğlu… Ağabeyim.. Beni koruyup kollayan ve senden sonra en çok sevdiğim insan…

– Ha, evet… Tanıdım… Nasılsınız mösyö?

Elini dostça Katalanlı’ya uzattı. Fernand cevap vermek şöyle dursun, kıpırdamadı bile… Firavun heykeli gibi kaskatı oturuyordu. Edmond’un eli havada kaldı. Genç denizci her şeyi anlamıştı. Hiddet dolu bir sesle:

– Neler oluyor burada Mersedes? dedi, ben üç aylık yoldan seni görmeye geliyorum, ama karşıma bir düşman çıkarıyorsun!…

Genç kız bir adım geriye çekildi:

– Bir düşman mı? Benim evimde bir düşman ha! Sen ne dediğinin farkında mısın? Eğer şu adamdan sana en küçük bir kötülük gelirse, ben de gider kendimi Morjiyen Burnu’ndaki kayalıklardan aşağı atarım!…

Fernand, beklemediği bu tehdit karşısında, mosmor kesildi. Elini bıçaktan çekti…

Mersedes emir verir gibi:

– Haydi Fernand… Haydi kardeşim, Edmond’a yanıldığını göster! Ona dost elini uzat!…

Kalbindeki kin öylesine ağırdı ki, sanki bu ağırlık koluna bağlanmıştı… Mersedes’in yalvarmaları üzerine, son bir gayretle, elini kaldırmaya çalıştı. İçinden şeytani bir ses:

– Hayır! Hayır! diyordu, eğer ona elini uzatırsan asla intikamını alamazsın!…

İçindeki ses galip geldi ve Fernand ok gibi yerinden fırladı. Kapıya koştu. Kendisini sokağa atıp hızla oradan uzaklaştı…

Saçlarını koparırcasına çekiştirerek koşarken tanıdık bir ses duydu:

– Fernand! Böyle koşarak nereye gidiyorsun?

Durdu. Etrafına bakındı. Çardağın altında oturan Kadrus ile Dang-lars’ı gördü. Ona seslenen Danglars’dı:

– Ne o, dostlarına bir selam vermek yok mu?…

Kadrus:

– Hele önlerinde şarap bulunan dostlarına…

Fernand gelip dostlarının yanma oturdu. Böylece “şeytan üçgeni” kurulmuş oldu…

Danglars:

– Seni çok üzgün görüyorum… Mesele nedir?

– Bugün hayatımın en acı gününü yaşıyorum. Başıma bu felâketi getiren adam ortadan kalkmadıkça, içimdeki ateş sönmeyecektir! O yaşadıkça bana huzur yok…

Kadrus, meyhaneciden bir bardak istedi. Adam bardağı getirince, cimri terzi, Danglars’a döndü:

– Şişemizin dibi görünmek üzere. Dostumuz için yeni bir şişe ısmarlamayacak mıyız?

– Elbette… dedi Danglars, bir şişe şarabın lafı mı olur…

– Duydun değil mi? dedi Kadrus meyhaneciye, derhal dostumuz için bir şişe şarap getir!

Danglars, Fernand’m bardağını doldururken:

– Benim bildiğim Katalanlılar yabana kız kaptırmazlar…

– Demek meseleyi biliyorsunuz… dedi Fernand hayretle.

– Tabii ya! Biz senin dostun değil miyiz?

Katalanlı bir dikişte bardağı boşalttı.

-Hayır, ne pahasına olursa olsun, onu yaşatmayacağım! Bu evlilik asla gerçekleşmeyecek…

Kadrus:

– Çok hızlı gidiyorsun dostum! O ölürse sen de hapsi boylarsın… Daha çok gençsin. Dünya’da Mersedes’ten başka kız mı yok…

Danglars:

– İşi kansız halletmenin yolları da vardır.

Kadrus:

– Ben böyle bir yol düşünemiyorum… Hele adam kaptan olduktan sonra, kimse ona güç yetiremez. Arkasında Mösyö Morrel gibi zengin bir armatör var.

Danglars’m kan beynine hücum etti. Yarasına basılmış gibi yüzünü acı ile buruşturdu:

– Vallahi ben istesem, tayfalığı bile göremez.

– Yahu dostum! dedi Kadrus irkilerek, daha önce de aynı şeyi söyledin… Mutlaka bizden sakladığın bir şey var. Çıkar şu baklayı ağzından!

Tam bu esnada, Fernand’m elindeki bardak düştü. Vücudu fırtınaya tutulmuş tekne gibi titriyordu. Bakışları Katalan yoluna dikilmişti. İki dostu da o yana baktılar. Edmond’la Mersedes kol kola, gülüşerek geliyorlardı…

İki sevgili yanlarına yaklaşmcaya kadar beklediler. İçlerinden en rahatı Kadrus’tu. Ne sevgilisi elinden alınmış, ne de kaptanlıktan olmuştu. Bir parça gururu incinmişti o kadar. Beleş şarabı bulunca, iki intikamcıya dalkavukluk edip fırsatı değerlendiriyordu…

Başını çardaktan dışarıya uzatarak bağırdı:

– Hey Katalanlı! Hey genç denizci! Dostlara bir selam vermeden nereye gidiyorsun? Yoksa onlarla konuşmayacak kadar burnunuz büyüdü mü?

Dantes sesin geldiği tarafa döndü:

– Hayır sevgili komşum! dedi, burnumuz büyümedi. Mutluluk heyecanı ile sizi fark edemedik. Kusurumuza bakmayın…

– Siz bir cevap vermeyecek misiniz Madam Dantes?…

– Henüz bu soyadı taşımıyorum mösyö! Bizde, evlenmeden önce, bir genç kızı nişanlısının soyadı ile çağırmayı iyi saymazlar… Bana Mercedes deyiniz lütfen..

– Mösyö Kadrus iyi bir komşumuzdur, dedi Dantes, onu hoş karşılamamız lâzım…

Danglars:

– Demek yakında evleniyorsunuz Mösyö Edmond?

– Evet dostum… Şimdi gidip babamdan izin alacağız ve mümkün olan en yakın tarihte evleneceğiz. Düğün ziyafetime davetlisiniz..

Kadrus:

– Ya Fernand? Onu davet etmiyor musunuz?

Edmond:

– Karımın kardeşi benim de kardeşimdir… Mersedes ve ben, böyle mutlu bir günümüzde, onu yanımızda görmesek çok üzülürüz.

Fernand, cevap vermek için ağzını açmak istedi, ama başaramadı. Sesi boğazına düğümlendi.

Danglars:

– Bu gün nişan, yarın düğün… Vay canına be! Çok hızlı gidiyorsunuz Kaptan Bey…

– Sevgili meslekdaşım! Biraz önce nişanlımın Mösyö Kadrus’a dediği gibi diyorum ben de: Henüz verilmemiş bir ünvanla hitap etmeyin bana; bakarsınız uğursuzluk getirir…

– Kızmayın canım! Çok acele ediyorsunuz dedim o kadar.

– Mutlu olmak için herkes acele eder dostum. Hele uzun müddet ıstırap çekmiş kimseler, yakaladıkları mutluluğu kaçırmak istemezler. Beni anlıyorsunuz sanırım.

– Tabii, tabii… Çok iyi anlıyorum.

– İzninizle beyler… Hoşça kaim.

Kadrus:

– Güle güle komşu, dedi ve şarap bardağını havaya kaldırdı: Şerefinize!

İki sevgili Saint Nikola Kalesi’ni dönerlerken, kıskanç terzi, bir sarhoş şarkısı tutturmuştu…

KOMPLO

Kadrus, bedava şarabı bulunca bardakları peşi peşine boşaltmış, iyice sarhoş olmuştu. Konuşurken dili dolaşıyordu. Danglars onunla ciddi şeyler konuşulamayacağmı anlamış, Fernand’a dönmüştü.

– Dostum, sevgilini elinden alan adamdan cidden kurtulmak istiyor musun?

– Hem de nasıl. Mersedes’in evinde iken az daha onu bıçaklıyordum… Ancak, kuzenim, nişanlısının başına bir felâket gelirse intihar edeceğini ve bana yar olmayacağını söyledi.

– Boş lafbunlar… Söylenir, ama yapılmaz.

– Mersedes’i tanımıyorsunuz; yapmayacağı şeyi söylemez.

– Düşmandan kurtulmanın yolu sadece onu öldürmek midir?

Eklendi: Yayım tarihi

“Monte Kristo” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kamelyalı Kadın ~ Alexandre DumasKamelyalı Kadın

    Kamelyalı Kadın

    Alexandre Dumas

    Gerçek bir aşkın dokunaklı ve yürek burkucu hikâyesi… Hukukçu Mösyö Armand Duval’in yolu bir gün kamelya çiçekleriyle ünlenmiş Matmazel Marguerite Gautier ile kesişir. Armand’ın...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Kış Ustası ~ Terry PratchettKış Ustası

    Kış Ustası

    Terry Pratchett

    “Kış asla ölmez. İnsanların öldüğü gibi ölmez. Geçe kalmış kırağıda ya da bir yaz akşamındaki güz kokusunda takılıp kalır ve sıcak havalarda dağlara kaçar.”...

  2. Ekmeğimi Kazanırken ~ Maksim GorkiEkmeğimi Kazanırken

    Ekmeğimi Kazanırken

    Maksim Gorki

    Ekmeğimi Kazanırken, Gorki’nin otobiyografik üçlemesinin ikinci kitabıdır. Yazarın hayatı ve insanları tanıma, Rus orta sınıfının, köylülerin, işçilerin mücadelelerine tanık olma sürecini anlatır. Gorki, kendi...

  3. Kısa Kes ~ Leigh RussellKısa Kes

    Kısa Kes

    Leigh Russell

    Masumiyetini yitirmiş bir adam, vahşi cinayetler işleyen bir katil… Kimliğini saklayabilen usta bir oyuncu ve her an, her yerde sizinle birlikte. Gölgeler içinde kaybolmuş...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur