Notre-Dame’ın Kamburu, dansçı Esmeralda, katedral çanlarının koruyucusu Quasimodo ve Prens Phoebus arasındaki karmaşık ilişkileri merkezine alıyor. Notre-Dame Katedrali, bu karakterlerin hayatlarını ve Paris’in sokaklarını birleştiren bir arka plan rolü oynuyor. Bu büyülü şehir ve katedral, gizli duyguları ve yolları aydınlatırken aynı zamanda karanlık sırların saklandığı bir yer haline geliyor.
Victor Hugo, klasik eseri Notre-Dame’ın Kamburu’nda, karakterlerin sırlarla dolu yaşamlarını ve Paris’in büyülü atmosferini bir araya getiriyor.
1
MEYDANDAKİ DANSÇI
“Üşüyorum ve karnım aç,” dedi Pierre Gringoire, “akşama karnımı doyuracak param da yok. Kimse yazdığım şiirleri de oyunları da istemiyor, kimse beni istemiyor…” 1482 yılının Noel’inden tam 12 gün sonraydı; Paris çok soğuktu ve burada yaşayan herkes şair Pierre Gringoire kadar üşümüş, fakir ve zayıftı. “Yazar olmayı bırakmak zorundayım,” dedi Gringoire, “eğer bunu yapmazsam açlıktan öleceğim.” Place de Greve Meydanı’na doğru, elleri boş ceplerinde, yürümeye başladı. “Şu kalabalığa bak! Yeterince ısınıyor gibiler; yaktıkları ateşin yanına ben de gideyim.” Pek çok kadın ve erkek tam da meydanın ortasında dikiliyorlardı. Taşların üzerinde yanan büyük odun ateşinin kırmızı ışığında simsiyah görünüyorlardı. Gringoire pürtelaş kalabalığın içine girdi. İnsanlar ve ateş arasında büyük bir açıklık var gibiydi. “Donuyorum!” dedi Gringoire kalabalığı iterek. “Neden ateşe yaklaşmıyoruz?”
“Tabii ki Esmeralda’ya yer açmak için!” dedi yanındaki şişman adam. “O da kim? Hiç duymadım…” “Öyleyse aç gözlerini de bak. Çok güzel değil mi?” Gringoire parmak uçlarında yükseldi ve o anda anladı; Esmeralda buydu demek! Parlak ateşle seyirci kalabalığının arasında dans ediyordu. Şair Gringoire ilk başta gördüğü bu zarif dansçının bir insan mı yoksa bir peri mi olduğunu anlayamadı. Koyu tenli, siyah saçlı ve ufacıktı. Dans ettikçe parıldayan gözleri de siyahtı. Küçük ayakları, meydanın taş zeminine serdiği zengin bir İran örtüsünün üzerinde hareket ediyordu. Elbisesinin o kadar çok rengi vardı ki altın gibi parıldıyordu. Bacakları ve omuzları çok güzeldi. Sağ elinde üzerinde küçük ziller olan bir tef tutuyordu; vurdukça dönüyor, dans ediyordu. “Hayır,” dedi Gringoire, “bir peri değil; onunki gibi gözleri ve saçları olan Çingeneler görmüştüm ama bu kadar güzelini görmemiştim!” “Elbette ki bir Çingene,” dedi şişman adam.
“Çadırlarda yaşayan gezginlerden biri o; oradan oraya gezer dururlar. Tüm Çingene numaralarını da bilir. Baksana şuna!” Esmeralda iki elinde kılıçlarla ateşin yanına geldi. Onları savurarak dans etmeye başladı. Ateşin kızılı, kızın numaralarına büyü katıyordu. Kalabalık onu sessizlik ve merak içerisinde izliyordu. “Bunun hakkında bir şiir yazabilirim,” diye düşündü Gringoire. Ateşin ardından meydanın köşesine; korkunç darağacının durduğu yere baktı. Pek çok insan bu ahşap kola asılmıştı. Gringoire aniden içinde bir korku hissetti. “Neden korkuyorum ama?” diye merak etti kendi kendine. “Ben hiç yasalara karşı gelmedim.” Sonra da meydanın diğer köşesine, “fare deliği” olarak adlandırılan küçük taş binaya baktı. Rahibe Gudule bu tek odalı yerde yaşıyordu. Asla dışarı çıkamazdı; fare deliğinin kapısı yoktu. Herkes bilirdi ki Gudule, Çingenelerden nefret ederdi. Esmeralda’yı görmüş olamazdı yoksa Place de Greve’e her gelen Çingene’ye yaptığı gibi lanetler yağdırırdı.
Esmeralda gittikçe daha hızlı dans ediyordu; Gringoire’ın bulunduğu taraftan bir çift göz garip bakışlarını kızın üzerine sabitlemişti. Yüzü soğuk ve sakindi ancak gözleri alev alevdi. Adam, 35 yaşından fazla değildi fakat kafasında birkaç tutam saç vardı; onlar da griydi. Gringoire yalnızca adamın kafasını görebildi; kıyafetleri kalabalığın arasına karışmıştı. Genç kız nefes nefese dansını bitirmişti ve kalabalık bir daha tezahüratları yapmaktaydı. “Djali!” diye bağırdı Esmeralda. Sonra Gringoire kıza doğru yaklaşan küçük beyaz bir keçi gördü. Toynakları altın rengindeydi ve boynunda gümüş bir zincir vardı. Gringoire daha önce keçiyi fark etmemişti çünkü hayvancağız kızın dansını izlemek için yere uzanmıştı. “Djali,” dedi kız, “hadi senin sıran geldi.” Yere oturdu ve tefini keçiye doğru tuttu. “Djali,” dedi, “bugün ayın kaçı?” Keçi, seyircilerin sevincine karşılık ayağını kaldırdı ve tefe altı kez vurdu. “Aferin sana Djali!” dedi kalabalığın en önünde duran bir çocuk. “Ah ne de harika bir şey bu!” diye haykırdı şişman adam.
“Djali,” dedi Çingene, “saat kaç?” Djali, altın rengi ayağını kaldırdı ve tefe yedi kez vurdu. Tam o sırada meydanın yanındaki kule tam yedi kez vurdu. “Bunların hepsi kara büyüyle yapılıyor,” dedi kalabalığın içinden şeytani bir ses. Gözleri sürekli Çingene kızın üzerinde olan adamın sesiydi bu. Kız hızla döndü ancak kalabalık, adamın sesini bastırmak için bağırdıkça bağırıyordu. “Djali,” dedi kız kalabalığı memnun etmek için, “kilisede rahipler insanlarla nasıl konuşur?” Keçi oturdu ve ön ayaklarından birini komik bir biçimde havada sallarken şapşalca sesler çıkarmaya başladı. Seyirciler gülüp bağırabildikleri kadar bağırdılar. “Bu yanlış! Kötü!” diye haykırdı kafasında birkaç tutam gri saç olan adam. Çingene yeniden döndü. “Ah,” dedi, “bu o çirkin adam!” Ardından da adama dil çıkardı. Umursamaz bir havayla para toplamak için elinde tefiyle kalabalığa karıştı. Ama adama arkasını döndüğünde gözlerinin korkuyla dolu olduğu görülüyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Roman (Yabancı)
- Kitap AdıNotre-Dame’ın Kamburu
- Sayfa Sayısı152
- YazarVictor Hugo
- ISBN9786256377806
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviMundi / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bildirge ~ Gemma Malley
Bildirge
Gemma Malley
Dokunaklı ve düşündürücü bir kara ütopya. Benim adım Anna ve burada olmamalıyım. Var olmamalıyım. Ama varım. Burada olmam benim hatam değil. Doğmayı ben istemedim....
- Dünyanın Alacakaranlığı ~ Werner Herzog
Dünyanın Alacakaranlığı
Werner Herzog
Başarılı yönetmen Werner Herzog 1997’de Chushingura adlı operayı sahnelemek için Tokyo’ya gider. İkinci Dünya Savaşı sırasında Filipinler’deki Lubang Adası’nda görevlendirilen ve imparatorluk ordusu dönene...
- Saraydan Sürgüne ~ Kenize Murat
Saraydan Sürgüne
Kenize Murat
Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda Selma Sultan yedi yaşındaydı. İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi...