Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ölü Ordunun Generali
Ölü Ordunun Generali

Ölü Ordunun Generali

İsmail Kadare

İtalyan orduları İkinci Dünya Savaşı’nda Arnavutluk’u işgal eder. Arnavut halkının büyük kahramanlığı ve direnciyle karşılaşan faşist ordular geri çekilmek zorunda kalır. İşgal bittiğinde işgalci…

İtalyan orduları İkinci Dünya Savaşı’nda Arnavutluk’u işgal eder. Arnavut halkının büyük kahramanlığı ve direnciyle karşılaşan faşist ordular geri çekilmek zorunda kalır. İşgal bittiğinde işgalci ordularından geriye sadece kemik kalmıştır. Devlet “ölü ordu”yu toplaması için Arnavutluk’a bir general ve bir rahip gönderir. Görev, Arnavut topraklarında kalmış ölü ordunun kemiklerini toplamaktır.

Savaşın ve insanın tüm detaylarıyla ve tarafsız bir biçimde anlatıldığı Ölü Ordunun Generali, yaşayan en büyük Arnavut yazar olarak görülen İsmail Kadare’ye uluslararası başarı getiren roman olarak görülüyor.

ÖLÜM ARKEOLOJİSİ

Getirdim işte, alın! Çok kötü bir topraktı ve
hava sürekli kötüydü.

Birinci Kısım

Yabancı toprağın üzerine karla karışık yağmur yağıyordu. Su birikintisi havaalanının beton pistini, yapıları, parmaklıkları sırılsıklam etmişti. Su, tepelerle ovayı ıslatıyor ve siyah otoyolun üzerinde parlıyordu. Sanki sonbaharın başı değilmiş gibi daha yeni oraya gelmiş olan General dışındaki herkese, bu yağmur sıradan, sıkıcı bir durum gibi gelecekti. General, Arnavutluk’a, son dünya savaşında o topraklarda ölmüş olan askerlerin kalıntılarını almak için yabancı bir ülkeden geliyordu. İki hükümet arasındaki görüşmeler ilkbaharda başlamıştı ama son antlaşma ancak ağustos ayının sonunda, havaların bozulmaya başladığı ilk dönemde imzalanmıştı. Artık sonbahardı ve yağmur zamanıydı. General bunu biliyordu. Yola çıkmadan önce diğer şeylerin yanında Arnavutluk’un hava durumuyla ilgili de bilgiler edinmişti. Yani Arnavutluk’taki sonbaharın nemli ve yağmurlu olduğunu biliyordu. Ne var ki okuduğu kitapta, Arnavutluk’ta sonbaharın kurak geçtiği yazılmış olsaydı bile bu yağmur onu şaşırtmayacaktı. Aksine, bunun sebebi de kendisinin, yaptığı işin her zaman yağmurda yapılabilecek bir iş olduğunu düşünmesiydi.

Uçağın camından uzun bir süre dağların tehditkâr görüntüsünü izlemişti. O dağların sivri uçları sanki her an uçağın göbeğini yırtacakmış gibi duruyordu. Her yer eğri araziydi. Kasvetli ovalar sanki sislerin ardında hızlıca kayıyordu. Tüm o tepelerde ve kışlık yaylalarda General’in mezardan çıkarmak için geldiği askerler yatıyordu. Şimdi, ilk kez o yabancı toprakları görürken, aylardır süren ve göreviyle derin bir bağlantı içinde olan o halsizlik hissinin onda uyandırdığı karmaşık korkuyu daha net hissediyordu. Askerleri zamanın dışında donmuş, kalıplaşmış, toprakla örtülmüş bir şekilde orada aşağıdaydılar. O, yeniden askerleri çamurdan kaldırma görevini almıştı. O orduyu kaldırmak onu korkutuyordu. Bu doğal olmayan ve her yerde körlüğün, sağırlığın ve hiçliğin yer aldığı bir gö revdi. Ve bu görevin sonuçları beklenenin dışında olabilirdi. Nihayet ufukta beliren toprak net görüntüsüyle ona güven vermesi gerekirken korkusunu daha da arttırmıştı. Ölülerin saygınlığını yok etme saygısızlığı! Bu kadar da değil! Başka bir sey daha vardı. Sislerin arasındaki o çılgınca koşuşturma ve sanki acıdan yamulmuş o kılıçlar düşmanlıktan başka bir şey göstermiyordu.

Bir süre görevi ona imkansızmış gibi gelmişti. Sonra bir çabayla kendini toparlamaya çalıştı. Dağların korkutucu ve düşmanca görüntüsü, görevinin ona verdiği gurur hissiyle yenmeye çalışmıştı. Yazılardan ve konuşmalardan kesitler, sohbetlerden parçalar, marşlar, film kadroları, seremoniler, anılar, çanlar… Onun vicdanının en derininde gömülmüş olan tüm bu anilar yavaş yavaş su yüzüne çıkıyordu. Onun topraklarındaki binlerce ana, evlatlarının kemiklerini bekliyordu. General onları götürecekti. O, bu kutsal ve büyük görevi layıkıyla yerine getirecekti. Elinden gelen her şeyi yapacaktı. Hiçbir ölünün unutulmaması, hiçbirinin bu yabancı topraklarda kalmaması gerekiyordu. Bu çok yüce bir görevdi! General, yolcuğu boyunca, o yola çıkmadan önce kendisine bir kadının söylediği sözleri tekrarlamıştı: “Boğazından ve pençesinden, zavallı evlatlarımızı kurtarmak için sen o trajik dagların üzerinden yalnız ve gururlu bir kuş gibi uçacaksın.” Sonunda yolculuk bitiyordu. Dağları geride bırakıp, vadiler ve ovalar üzerinden uçtuklarında General kendisini daha da rahatlamış hissetti.

Uçak ıslak zemine iniyordu. Pistin menekşe rengindeki ışıklari tek tek geride kalıyordu. Yaprağı olmayan dallar, üzerinde ağır paltolu bir asker, bir öncekinden donuk başka bir asker daha. Uçağı bekleyen insanlar büyük bir kalabalık şeklinde uçağa doğru geliyorlardı.

Uçaktan ilk inen General oldu. Ardından kendisine eşlik eden rahip indi. Islak rüzgår sertçe yüzlerine vurdu. Paltolarının yakalarını havaya kaldırdılar.

Yarım saat sonra arabaları hızlıca Tiran’a doğru gitmeye başladı.

General, dışarıyı sessizce seyreden rahibe doğru döndü. O adamın yüzünde sanki hiçbir ifade yoktu. General ona söyleyeceği bir şeyinin olmadığını anladı ve bir sigara yaktı. Sonra tekrar uzakları izlemeye başladı. Bu yabancı toprağı, cama vuran ve akan yağmur damlalarından yamuk yamuk görüyordu. Uzaktan bir lokomotifin sesi duyuldu. General, trenin kendi tarafından mı yoksa rahibin tarafından mı geçeceğini anlamaya çalıştı. Tren General’in tarafından geçti. General sislerin arasında gözden kaybolana kadar treni izledi. Sonra rahibe doğru döndü ama rahibin yüzü aynı şekilde ifadesizdi. General yeniden ona söyleyecek bir şeyi yokmuş gibi hissetti. Hatta artık düşünecek bir şeyin kalmadığını da fark etti. Yorulmuştu. En iyisi herhangi bir yeni düşünceye kapılmamaktı. Bu kadarı yeterdi. Üniformasının düzgün olup olmadığını küçük aynadan kontrol etmek daha faydalı olacaktı.

Tiran’a vardıklarında akşamüstü oluyordu. Sis, apartmanların ve parkların ışıkları üzerinde asılmış gibi duruyordu. General o anda canlandı. Arabanın camından, yağmurda hızlı bir şekilde yürüyen kalabalığa bakıyordu. “Burada ne çok şemsiye var,” diye düşündü. Sessizlik canını sıktığı için rahiple konuşmak istiyordu ama ona ne söyleyeceğini bilmiyordu. Kendi oturduğu tarafın camından baktığın bir kilise, hemen ilerisinde de bir cami gördü. Rahibin tarafında ise…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Gir Kanıma ~ John Ajvide LindqvistGir Kanıma

    Gir Kanıma

    John Ajvide Lindqvist

    Yer Blackeberg Size Hindistan cevizli kurabiyeleri, hatta belki de uyuşturucuları düşündürürdü. “Saygın bir hayat.” Metro istasyonu, banliyö hayatı. Muhtemelen aklınıza başka bir şey gelmez....

  2. Papazın Kızı ~ George OrwellPapazın Kızı

    Papazın Kızı

    George Orwell

    Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden...

  3. Kilden Ayaklar ~ Terry PratchettKilden Ayaklar

    Kilden Ayaklar

    Terry Pratchett

    Kült yazar Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Kilden Ayaklar, baştan sona macera, kovalamaca, gizem ve elbette mizah...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur