Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ortak İman
Ortak İman

Ortak İman

John Dewey

Bu kitap, Amerikan Pragmatizminin öncülerinden John Dewey’in dine ilişkin görüşlerini ortaya koyduğu başlıca eseridir. William James’in Dinsel Deneyimin Çeşitleri, Paul Tillich’in İmanın Dinamikleri ve…

Bu kitap, Amerikan Pragmatizminin öncülerinden John Dewey’in dine ilişkin görüşlerini ortaya koyduğu başlıca eseridir. William James’in Dinsel Deneyimin Çeşitleri, Paul Tillich’in İmanın Dinamikleri ve Martin Buber’in Ben ve Sen’i gibi, modern dünyada tinsellik sorusuna yönelen 20. yüzyılın diğer klasikleriyle aynı çizgidedir.

Dinler ile bir deneyim biçimi olarak dinî olan arasındaki ayrım nedir? İdeal veya mümkün olan ile reel veya fiilî olanın yaratıcı kesişimi olarak Tanrı fikri ne anlama gelir? Yaygın bir deneyim tarzı olarak dinî olanın demokratik yaşama aşılanması mümkün müdür?

Tüm bu soruların ele alındığı Dewey’in Ortak İman ‘ı, bilim tarafından dönüştürülmüş bir dünyada insan deneyiminin dinî boyutunun rolü sorusuna orijinal bir yanıt veren zengin ve kışkırtıcı bir metindir.

İÇİNDEKİLER

Giriş 11
Thomas M. Alexander
Birinci Bölüm
Dinî Olana Karşı Din 37
İkinci Bölüm
İman ve Nesnesi 57
Üçüncü Bölüm
Dinî İşlevin İnsani Mekânı 78
Dizin 99

Giriş
Thomas M. Alexander

1994 Aralık ayında, Güney Fransa’nın Ardèche bölgesinde üç genç kâşif, bir kaya yığını arkasından çıkan soğuk hava akımını fark etti. Dar bir açıklığı keşfeden gruptaki kadın Eliette Brunel-Deschamps, dar bir tünelin içinden kayarak geniş bir bölmeye çıktı. Arkadaşlarıyla birlikte taşınabilir bir merdivenle dönüp zemine indiklerinde, duvarların hem Buz Devri hayvanlarının resimleriyle –tüylü gergedanlar, mamutlar, bizonlar, aslanlar ve atlar– hem de boyanmış el izleri ve soyut tasarımlarla kaplı olduğunu fark etmeye başladılar. Mağaranın derinlerinde ağzından köpek dişleri fırlayan ayı kafatası alçak bir kayanın üzerine törensel biçimde yerleştirilmişti; otuz bin yıl öncesinde bu mağara, avcı insanları, avladıkları ve bir arada var oldukları hayvanların ruhlarına bağlayan şamanik ritüeller için bir tapınaktı. “Lambalarımızın zayıf ışıklarıyla aydınlatılan bu enginlikte tek başınayken tuhaf bir duyguya kapıldık. Her şey öyle güzel, öyle tazeydi ki, fazlasıyla güzel, fazlasıyla tazeydi.” Sanki bizi bu resimlerin üreticilerinden ayıran on binlerce yıl artık yokmuş gibi, zaman ortadan kalkmıştı. Âdeta bu başyapıtları şimdi yapmışlardı. Birdenbire kendimizi davetsiz misafir gibi hissettik. Derinden etkilenip yalnız olmadığımız hissiyle hüzünlendik; bu sanatçıların ruhları ve maneviyatları bizi sarmıştı. Onların mevcudiyetlerini hissedebildiğimizi düşündük; onları rahatsız ediyorduk.”

Tarih öncesi sanatla dolu (bugün bilinen ismiyle) Chauvet Mağarası’nın ve diğer mağaraların keşfi, insan bilincinin ortaya çıkışına, insan hâline geldiğimiz zamana dair bize bir kavrayış sunar. Chauvet avcıları semboller, hürmet, huşu ve törenlerle zengin dinî bir dünyada yaşıyorlardı. Kâşiflerin sadece estetik hayranlık ya da bilimsel meraktan kaynaklanmayan reaksiyonlarını anlayabiliriz. Onlar da kutsal bir şeyin mevcudiyetiyle dolu bir huşu duygusu hissediyorlardı, Buz Devri avcıları ile bir bağlantı, hatta bir paylaşım içinde olduklarını hissediyorlardı. Bu, kutsal olana ilişkin bir his, özümüzde var olan bir parça, insanlığımızı tamamlayan ve sürdüren bir şey midir yoksa çocukluk gibi büyüyünce bıraktığımız ve yerine şaşaalı bilimleri ve bunlardan doğan güçlü teknolojileri geçirdiğimiz bir şey midir? Bu soru, beş yüz yıl önce modern çağın sancılı doğuşundan beri Batı kültürünü etkilemiştir ve bugün de dünyayı meşgul etmektedir, çünkü teknoloji her yere ulaşır ve dokunduğu her şeyi değiştirir. Başlangıçta, yeni araçlar mevcut toplumsal düzeni sadece geliştiriyor gibi görünür, fakat bunun bir yanılsama olduğunu biliyoruz. Teknoloji sadece yaşama tarzımızı değil, aynı zamanda hissetme ve düşünme tarzımızı da beklenmedik şekillerde değiştirir. Kendimizi deneyimleme ve başkalarıyla ilişki kurma şeklimizle beraber, toplumun organize olma tarzını ve değer verdiği şeyleri de değiştirir. Kutsal olanla seküler olan arasındaki gerilim, devlet okullarında ‘yaratılış bilimi’ öğretisini uygulamaya çalışan Hristiyan köktendincilerinden İslam’da ‘seküler’ devlet fikrinin, putperestliğin bir biçimi olarak Tanrıyı bir kenara koyan bir yaşam tarzını öne sürdüğüne inanan Batı karşıtı köktendincilere kadar çağdaş çatışmaları körükler.

John Dewey’in Ortak İman’ı, William James’in Dinsel Deneyimin Çeşitleri, Paul Tillich’in İmanın Dinamikleri ve Martin Buber’in Ben ve Sen’i gibi, modern dünyadaki bu tinsellik sorusuna yönelen diğer 20. yüzyıl klasikleriyle aynı çizgidedir. Dewey, din konusunda 1934 yılında Yale’de Dwight Huntington Terry Konferansları’nı verdiğinde yetmişli yaşların ortasındaydı ve dünya çapında Amerikan felsefesinin en önde gelen figürü, yaygın biçimde pragmatizm adıyla bilinen hareketin lideri olarak tanınıyordu. Dewey, Charles Darwin’in Türlerin Kökeni’nin yayımlandığı 1859 yılında Burlington, Vermont’da doğdu. Zamanının tipik çocukluğunu yaşadı, Vermont ormanlarını keşfetti, Champlain Gölü’nde yüzdü. Daha sonra annesinin Evanjelik Kongregasyonalizminin (ve genel olarak New England kültürünün) onu bir ‘bölünmeler ve ayrılıklar hissi’yle, ‘benliğin dünyadan, ruhun bedenden, doğanın Tanrı’dan soyutlanması’ hissiyle baş başa bıraktığını ve bunun ‘ıstırap dolu bir baskı’ olduğunu hatırlayacaktı.

Dewey erken gelişmiş değil ama düşünümsel, sessizce sorgulayan bir zihne sahipti. O zamanlar profesyonel bir filozof olmayı arzu etmek oldukça sıra dışı bir şeydi, ama istediği şey buydu. Johns Hopkins Üniversitesi’nde felsefe alanında yeni açılan ilk lisans üstü programlardan birine devam etti. George Sylvester Morris onu Büyük Britanya ve Almanya’da hüküm süren düşünce okulu mutlak idealizmle tanıştırdı. Mutlak idealizm, dünyanın her özelliğinin, bizim de parçası olduğumuz engin, göz önüne serilen, her şeyi kuşatan ilahî bir öz-bilincin iç içe geçmiş parçaları olduğunu savunur. Daha yüksek şeylerin hepsinin –bilinç, anlam, değer– fiziksel olayların yan ürünleri olarak kabul edildiği materyalizmin aksine idealizm, nihai gerçekliğin en yüksek değerlerimizi kurduğunu savunur. Fiziksel gerçeklik resmin yalnızca bir kısmıdır ve rasyonel bilincimiz bize gerçekte var olanla ilgili daha iyi bir kavrayış sunar. Bu nihai gerçeklik için kullanılan terim, ‘Mutlak’tır. Felsefenin görevi, bu hakikati, bilimin ahlaki değerlerimizi ve tinsel özlemlerimizi gölgede bırakan sınırlı, kısmen ampirik hakikatlerine karşı açığa çıkarmaktır. Mutlak idealizm, modernitenin parçalanmış dünyasını, arkasında birleştirici, tinsel bir anlam bularak anlamlandırmaya çalışır. Kariyerinin başından beri Dewey, bu görüşün açık bir savunucusuydu. Dewey’in yenilikçi tezi, bilinç bilimi olarak yeni psikoloji biliminin, idealizmin merkezî iddialarının desteklenmesi için kullanılabileceğiydi. Psikoloji, benlik imgemiz için yeni bir bilimsel tehdit değil, daha ziyade aşkın tinsel gerçekliği bulmanın anahtarı olacaktı. Ancak bu dönemde Darwin’in Türlerin Kökeni bu tür görüşlere meydan okuyup varoluşta hayatta kalma mücadelesinin ötesinde nihai bir amaç veya anlam kabul etmiyordu. Tinsel benlik imgemiz evrim teorisiyle varlığını sürdürebilir miydi?

Dewey, ilk kitabı olan Psikoloji’de [Psychology] ‘psikolojik idealizm’i ustaca savundu. Ancak 1890’da William James’in Psikolojinin İlkeleri’nin [Principles of Psychology] ortaya çıkması Dewey’in düşüncelerini temelden sarstı. Bu devasa, parlak çalışmada James, zihni Darwinci bir yaklaşımla ele alıyordu; deneyimin dinamik, akıcı bir süreç olduğunu ve bunun içinde zihnin seyirci değil, ‘amaçlar savaşçısı’ olduğu iddia ediyordu. Onun rolü, eylemi yönlendirmek için organizmayı en çok etkileyen belirli özellikleri seçip diğerlerini görmezden gelmekti. Kalp, el veya ayak gibi zihnin de yaşamın sürdürülmesinde dinamik bir rolü vardı. Bu kavram felsefi imalara da sahipti. 1898’de James, “Felsefi Kavrayışlar ve Pratik Sonuçlar” başlıklı bir konferans verdi, bu konferansta fikirlerimizin dünyanın ‘resimleri’ değil, alışkanlıklarla somutlaşmış eylem planları olduğunu savunuyordu. Alışkanlıklar bozulup dinamik dengeyi yeniden kazanmaya çalıştığında soruşturma ortaya çıkar. Buraya kadar James, arkadaşı Charles Sanders Peirce tarafından geliştirilen görüşleri tekrarlıyordu.5 Fakat James, daha da ileri gitti: Felsefi teoriler ‘dünya resimleri’ değildir; onlar yaşam tarzımızı yönlendiren dünya hipotezleridir ve doğrulanmamış olsalar bile bazı inançlar yarattığımız yaşamın anlamını belirlemeye yardımcı olurlar.6 ‘Pragmatizm’ terimi bu yaklaşımı özetler. Sonunda James’in fikirleri Dewey’i idealizmden uzaklaştırdı.

1894’te Dewey, (psikoloji ve pedagojiyi de kapsayan) felsefe bölümünün başkanı ve kurucusu olarak yeni Chicago Üniversitesi’ne geçti. Hemen yeni psikoloji bilimini teorik ve pratik düzeyde geliştirmek için uğraştı. Pratik olarak, ‘yaparak öğrenme’yi vurgulayan ünlü Laboratuvar Okulu’nu kurarak eğitim psikolojisi ve gelişim psikolojisi ile ilgilenmeye başladı. Teorik düzeyde, James’in Psikolojinin İlkeleri’ndeki cevaplanmadan bırakılan sorunları çözüyordu. En kayda değer örneği, James’in ‘refleks-arkı’ yerine (bugün ‘geri besleme döngüsü’ olarak bilinen) ‘koordinasyon devresi’ modelini geçirmesiydi. Bu devre, basit bir mekanik neden-sonuç dizisinden ziyade sürekli öğrenme modeli sağlar, deneyimin anlamının nasıl değişebileceğini ve gelişebileceğini gösterir. Dewey öğrenmenin, büyük ölçüde mevcut inançları gerekçelendirmekten oluşan geleneksel felsefenin ‘bilgi problemi’nden daha önemli olduğunu farketmeye başladı. “Bilgi nasıl mümkündür?” ve “Dış dünyayı nasıl bilebiliriz?” gibi diğer tipik problemler hiç de ‘problem’ değildirler. İnsanlar, doğar doğmaz hem biyolojik hem de kültürel olarak aktif biçimde dünyaya katılırlar. Bizler daimî öğrencileriz; öyleyse soru, nasıl daha iyi öğrenciler olabiliriz olmalıdır.

Chicago’daki görevi sırasında (1894-1904) Dewey, idealizm konusunda gittikçe suskunlaştı; eserlerinde din konusu yitip gitti, yerini Okul ve Toplum (1900) ve Çocuk ve Müfredat (1902) gibi yayınlarla beraber eğitim vurgusu aldı, sonunda bu yayınların temaları en etkili kitabı Demokrasi ve Eğitim (1916) ile doruğa çıktı. Ancak Dewey’in New York’ta Columbia Üniversitesi’nde hocalığa başladığı 1905 yılından itibaren çalışmalarında çarpıcı bir değişiklik görülebilir. Üniversite yönetiminin Laboratuvar Okulu’nu yürüten eşi Alice’in atamasının yenilememesi üzerine 1904 baharında Chicago Üniversitesi ile ilişkilerini kopardı. Ardından küçük çocuklarından birinin Avrupa gezisi sırasında ölmesi, her iki ebeveynin sürekli ruhsal ıstırap çekmesine neden oldu. Bu kırılma döneminde Dewey, Parmenides ve Platon zamanından beri kabul edilen, Batı felsefesinin temel fikirlerinden birini, gerçeklik yalnızca bilgi tarafından açığa çıkarılır fikrini sorgulamaya başladı. Aslında Dewey, çoğu deneyimin bir tür ‘bilme deneyimi’ olmadığını fark etti. Deneyim, gerçekliği, bilmekten başka tarzlarda açığa çıkarır mı? Örneğin acı çekmek ile acı içinde olduğunuzu bilmek aynı şey değildir.

Eğer ‘bilgi’, fiilî bir soruşturma sürecinin sonucu olarak düşünülürse, bu fikir daha açık hâle gelir. Soruşturma hakiki bir şüpheden doğar; James ve Peirce’ın dediği gibi bu şüpheyi fiilî davranış veya eylemde çözmeye çalışır. Fakat hiçbir şekilde soruşturma gerektirmeyen birçok deneyim türü, kendi şartlarına göre alınabilen ve bilgi örnekleri olarak yeniden yorumlanamayan deneyimler vardır. Bu yeni tez, Dewey’in Chicago’daki bazı çalışmalarında üstü kapalı olsa da 1905’te “The Postulate of Immediate Empiricism” [Doğrudan Empirizm Postulatı] ile bütünüyle ortaya çıkar. Resmî olarak idealizmi bırakması, ertesi yıl Amerikan Felsefe Derneği’ndeki “Beliefs and Existences” [İnançlar ve Varoluşlar] başkanlık konuşmasıyla gerçekleşti, bir diğer önemli eleştirisi “Experience and Objective Idealism” [Deneyim ve Nesnel İdealizm] de bu konuşmayı izledi. Burada ve daha sonra tekrar tekrar Dewey, idealizmi, bilineni gerçeklikle eşitleyen ve ideali tamamen ve bütünüyle gerçekleşen gerçeklik olarak tanımlayan ‘entelektüel yanılgı’nın başlıca örneği olarak tanımladı.

Dewey kariyerinin geri kalanında Columbia’da kaldı. Bu, sadece bir filozof olarak değil, aynı zamanda bir dizi ilerici sosyal ve siyasi davanın savunucusu olarak ulusal ve uluslararası alanda bilinen bir figür olarak ortaya çıktığı döneme işaret eder (Örneğin kadınların oy verme haklarının genişletilmesine ve American Civil Liberties Union, American Association of University Professors ve National Association for the Advancement of Colored People gibi kurumların kurulmasına destek verdi.). Uluslararası düzeyde Sovyetler Birliği, Çin, Japonya, Türkiye ve Meksika’daki değişen siyasi dünyayı ziyaret ederek onlarla ilgili yazılar yazdı. Dewey’in temel felsefi çalışmaları ortaya çıkmaya başlamıştı: Human Nature and Conduct [İnsan Doğası ve Davranışı] (1922), The Public and Its Problems [Halk ve Sorunları] (1927), Art as Experience [Deneyim Olarak Sanat] (1934) ve Logic: The Theory of Inquiry [Mantık: Soruşturma Yöntemi] (1938). Dewey’in metafiziği olarak …

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Düşünce-Genel Felsefe
  • Kitap AdıOrtak İman
  • Sayfa Sayısı104
  • YazarJohn Dewey
  • ISBN9786257307239
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviFol Kitap / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Nasıl Düşünürüz? ~ John DeweyNasıl Düşünürüz?

    Nasıl Düşünürüz?

    John Dewey

    Feribot iskeleye yanaşırken ucundaki uzun demir gözünüze ‘çarpıyor’. Bu da nedir? Zihninize ‘fikirler’ akın ediyor: Belki bir bayrak direği (fazla alçak)? Belki de bir...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur