Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Perviz
Perviz

Perviz

Celal Nuri İleri

Kayıp Kitaplar Kütüphanesi’nde bu kez Türk edebiyatında fantastiğin izleri sürüldü. Celal Nuri İleri’nin 1916’da kaleme aldığı Perviz’de, modernleşme sürecindeki edebiyatımızda o zamana kadar kullanılmamış…

Kayıp Kitaplar Kütüphanesi’nde bu kez Türk edebiyatında fantastiğin izleri sürüldü.

Celal Nuri İleri’nin 1916’da kaleme aldığı Perviz’de, modernleşme sürecindeki edebiyatımızda o zamana kadar kullanılmamış olan temaların ilk kez kullanılmasıyla dikkat çekiyor.

İktidar mefhumunu fantastik eksenle ele alan Perviz’de edebiyatımızın önemli bir boşluğu doluyor. Osmanlı Devleti’nin son evresinde yazılmış olan bu eser, modern Türk edebiyatının kronolojisini yeniden yapılandıracak cinste bir niteliğe sahip.

İÇİNDEKİLER
Celal Nuri İleri (1882-1938)……………………………..7
Önsöz……………………………………………………………..9
PERVİZ …………………………………………………………15
O YİNE HEP O ………………………………………………17

Celal Nuri İleri (1882-1938)

1882 yılında Gelibolu’da doğan yazar, babasının görevi dolayısıyla çeşitli yerlerde çocukluğunu geçirdi. İlk eğitimini taşra mekteplerinden ve özel hocalardan aldı. Galatasaray Sultanisi’nde aldığı lise eğitiminin ardından Mekteb-i Hukuk’ta yüksek öğrenimini tamamladı. Avukatlık yapsa da asıl ününü gazetecilik mesleği ile yakaladı ve Le Courrier d’Orient, Jeune Turc, İctihad, Tanin, Hak, İkdam Hürriyet-i Fikriyye gibi yayın organlarında makaleler yayımladı. İlk başta Âtî olarak bilinen İleri gazetesini yayın hayatına kazandırdı. Çeşitli ülkelere gidip oralarda yaşadığı deneyimleri de kaleme alan yazar Kuzey Kutbu’nu gören ilk Türk unvanının da sahibi oldu. 1919 senesinde Son Osmanlı Meclisi’nden Gelibolu mebusu seçilen Celal Nuri ölene dek siyasetle ilgilendi. 1921 senesinde İngiliz işgalciler tarafından Malta’ya sürgün edildi. Malta sürgününden döndükten sonra, dört dönem TBMM’de milletvekilliği yaptı. Pozitivist düşünceleri nedeniyle döneminde büyük eleştiriler alsa da yazmaktan hiç geri durmadı. Kitapları ve binlerce makale ile Türkiye aydınlanmasında önemli roller edindi.

Eserleri: Taç Giyen Millet, Ahir Zaman, Türk İnkılâbı, Kadınlarımız, Kutup Musahebeleri, Şimal Hatıraları, Kara Tehlike, Harpten Sonra Türkleri Yükseltelim, İttihâd-ı İslâm ve Almanya, İlel-i Ahlâkıyemiz, Hâtemü’l-Enbiyâ, Havâic-i Kanuniyemiz, Tarih-i İstikbal, Yeni Alfabe ve İmlâ Dersleri, Hiç Bilmeyenlere Türkçe Alfabe ve Hece, Vatandaşlık, İştirak Etmediğimiz Harekât: Tarih-i Osmanî ve Keşfiyat, Rönesans ve Reform Harekâtı, Târîh-i Tedenniyât-ı Osmâniyye, Perviz, Ölmeyen, Merhume

Önsöz

Kayıp Kitaplar Kütüphanesi ile basıldığı dönemde okuyucusu ile buluşup Latin alfabesine geçiş sürecinden sonra unutulmuş kitapları XXI. yüzyıl okuru ile buluşturmaya devam ediyoruz. Bu süreç devam ederken ilgi çekici konulara değinmek de seçtiğimiz kitaplarda aradığımız en önemli özelliklerden biri. Elbette eserin içeriğine hâkim olmadan aktarım sonrası XXI. yüzyıl okuru için dikkat çekici olup olamayacağı konusunda bilgi sahibi olmayarak işe başlıyorum. Bu nedenle bir işe başlamadan evvel epeyce bir kaynak taraması yapıp, en azından isimlerini ilgi çekici bulup kaydettiğim eserlerin bir kısmını okuyor, duruma göre aktarımını yapıp yapmamaya karar veriyorum. Bu defa Celal Nuri İleri’nin Perviz adlı novellasını Latin alfabesine aktarmayı uygun buldum. Çünkü eserin gerek çeviri aşamasında gerekse sadeleştirilmesi aşamasında (dili epey ağır olduğu için sadeleştirdikten sonra zihnimde tam olarak oturdu) şaşkınlığımı gizleyemedim. Çünkü eser daha önce edebiyatımızda ele alınmamış bir konuyu daha önce işlenmemiş bir şekilde aktarıyordu.

Eserin yazarı olan Celal Nuri İleri ismine, bu dönem hakkında çalışan herkes gibi ben de aşinaydım. Hatta daha önceden de ilk kez bizim yayımlamış olduğumuz Canvermezler Tekkesi Celal Nuri İleri’ye ait İleri gazetesinde tefrika edilmişti. Pek çok makale yazmış, Pozitivizm’den Darwinizm’e Türkiye Cumhuriyeti aydınlanmasına kadar birbirinden farklı alanlarda eserler vermiş bir kanaat önderi olan Celal Nuri İleri, edebi yönüyle çok öne çıkmamış bir isim. Yazarın edebi eserlerinin bir kısmı daha önce de seçki olarak okuyucuya sunulmuş. Ancak Perviz’in müstakil bir eser olarak basımı ve sadeleştirilmesi gerçekleştirilmemiş. Pek çok kişi bu eserden haberdar değil. Ben Perviz’in Latin alfabesine aktarımını yapmadan evvel sanatçının diğer romanlarını da tarama fırsatına eriştim. Ölmeyen ve Merhume isminde iki romanın, isminden beklediğim verimi içerikte alamasam da Perviz benim açımdan büyük bir sürpriz oldu ve fantastik bir novella ile -hatta edebiyatımızın ilk fantastik novellası diyebileceğim bir eser- karşılaşmış oldum. Yazarın siyasi göndermelerle yüklü bir anlatıyı yüzük metaforu ile harmanlayıp okuyucuya sunması, dönemi açısından oldukça büyük bir cesaretin ürünü. Üstelik bunu yaparken ilahi kudretten yola çıkarak iktidar ve erk gibi konulara değinerek tehlikeli sularda yüzüyor. Hem de 1916 senesinde! Öte yandan o dönemde bizim edebiyatımızda fantastik bir eser kaleme almak da edebiyat çevrelerinin hedef tahtasına oturtulma nedeni. Çünkü modern Türk edebiyatı meydana getirilirken fantastik, korku vb. türlerin kabul görmesi uzun zaman almış. Bu durumu biraz açmak gerekirse zaten roman, modern hikâye vb. türler edebiyatımıza Tanzimat Fermanı’nın ilanı sonrasında girmiş türler. Tanzimat fermanı toplumda topyekûn bir değişim yaratmak için bir fırsat adeta. Hem toplumsal hem yönetimsel hem askeri hem de sanatsal pek çok değişimin yaşandığı bir süreçte geçmişle bağların koparılması yeniliğin benimsenmesi açısından oldukça önemli. Dönemin en önemli edebiyatçılarından Vatan Şairi Namık Kemal’in Celal Mukaddimesi başta olmak üzere pek çok makalesinde de dile getirdiği en önemli husus edebiyatın ayaklara yere sağlam basan özelliklere sahip olması, öğretici olması ve toplumu yönlendirecek güçte olması. Dolayısıyla “koca karı masalları”ndan bahsetmenin edebiyatımızda gelişme ve dönüşüme engel olduğu düşünülüyor. Namık Kemal’in bu görüşüne daha sonra pek çok kişinin katıldığı ve bu doğrultuda eserler verdiği düşünülürse fantastik, korku, bilim kurgu gibi türlerin edebiyatımızda geç popülerleşmesi oldukça normal. Neticede “yeni” olan bir evren yaratılmaya çalışılmış. Eskiyle olan bağların tamamen koparılmasıyla bu evrenin kurulacağına inanılmış. Esasında bizim edebiyatımızın fantastiğe ve korkuya dayalı sağlam kökleri var. Masallar, halk hikâyeleri hatta şiir geleneğimiz bile bu fantastik öğeleri içerisinde barındırıyor. Bugün Türk halk bilimi araştırmacılarının büyük bir zevkle çalıştığı ve ortaya çıkardığı cin, peri, dev, gulyabani gibi karakterler kültürel zenginliğin bir yansıması. Hatta daha da geçmişe gidildiğinde Türk mitolojisinin içeriğinin de fantastik anlatılarla örülü olduğunu ve bu fantastik anlatıların da toplumda önemli rol oynadığını söylemek mümkün. Destan geleneğinin en eski anlatı türlerden biri olduğu düşünülürse ne söylemeye çalıştığım daha iyi kavranacaktır. Bütün bunların çok değerli kültür hazinelerimiz olduğunu bugün yadsımamız mümkün değil. Ancak dönemin şartlarına bakıldığında Tanzimat’tan sonraki sanatçıların Namık Kemal’in öngördüğü biçimde hareket etmesini de anlayabiliyorum. “Öteki” olarak adlandırabileceğimiz fantastik, korku, bilim kurgu gibi türlerin, edebiyatımızda yerleşik hale gelmesi her ne kadar gecikmiş olsa da bazı eserlerden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bunlardan birincisi Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât adlı eseri. Bana kalırsa modern edebiyatımızda hem roman türü açısından çok önemli bir deneme hem de fantastik romanın öncüsü. Giritli Aziz Efendi geçmişten beslenen yeniliğe de göz kırpan bu eseri yazarken ne kadar önemli bir alana kaynaklık edeceğinin farkında mıydı acaba? Muhakkak değildi, ancak döneminde belki de susturulan sesi son dönemde gerektiği biçimde yankılanır hale geldi diye düşünüyorum. Bu alanda Ahmet Mithat Efendi’nin de çabalarından bahsetmemek olmaz. Özellikle Dünyaya İkinci Geliş adlı romanı, türün ilk denemelerinden olması açısından anılması gereken eserlerden biri. Gerek Cumhuriyet sonrasında gerekse günümüzde bu alana katkı sağlayan pek çok önemli isim mevcut. Ancak söz konusu Cumhuriyet öncesi ise çok önemli bir ismi anmadan geçmek olmaz diye düşünüyorum. Efsuncu Baba, Gulyabani, Cadı, Mezarından Kalkan Şehit gibi eserleriyle fantastiği kendine has üslubuyla harmanlayan; halk inançlarını ve dilini edebiyatına malzeme yapmakta herhangi bir sakınca görmeyen (üstelik o dönemde herkes bu tarza mesafeliyken) Hüseyin Rahmi Gürpınar’dan bahsetmemek olmaz diye düşünüyorum. Eserlerin sonunda olaylar rasyonel bir sonuca ulaşsa bile eser süresince yaratılan atmosfer, sadece heyecanı üst mertebeye taşımakla kalmamış aynı zamanda edebiyatımızda yeniliğe açılan yolda önemli adımlar atılması için öncülük edilmiştir. Dolayısıyla bu sanatçıların attığı minik adımlar ilerleyen süreçlerde büyük atılımlara kaynaklık etmiştir.

Cumhuriyet öncesi fantastik edebiyatımız açısından hâl böyle iken ufak tefek girişimler arasında Perviz gibi bir eserin meydana getirilmiş olması bana kalırsa büyük bir devrim niteliğinde. Eserin yazılış amacı daha çok Pozitivist düşüncenin önemini dile getirmek ve iktidar sahiplerini yermek de olsa, ele alınan konunun bu denli farklı bir üslupla kurgulanması fantastiğin kapılarını Türk edebiyatı açısından sonuna kadar aralamış gibi görünüyor. 1916’da İstanbul Zarafet Matbaası’nda yayımlanan devrim niteliğindeki bu novellayı* size sunmak için aracılık etmekten memnuniyet duyuyorum.

Merve KÖKEN, Aralık 2023

PERVİZ
Perviz’i kendime ithaf ediyorum. Çünkü ben oyum.
Sen de o olabilirsin. Binaenaleyh kâinatta zaten başka biri olmadığından zaruri olarak şiirimi bana,
sana, ona takdim etmek mecburiyetindeyim.

O YİNE HEP O
Manzum olmayan şiirim

Yanmayan Adası’nın tepeleri dağları daima ezeli ve ebedi dumanlarla sislerle ve bulutlarla örtülüydü. Adanın güneyinde kalan sahildeki kumluk, dünya var olduğundan beri hiç kimsenin ayak basmadığı bir yerdi. Taş kırıntıları ve işe yaramaz deniz enkazından ibaret bu gizemli yerde, dünyanın yaratıldığı günden beri kimse dolaşmamıştı. Hiçbir akıl sahibi buradan okyanusun, gökyüzünün, özellikle karşıdaki korkunç, sonsuz karın manzarasına dalmamıştı. Kısacası şu garip kader, asla bu güzelliği görmeye mazhar olamamıştı. Manzaranın cansız ruhu, bu talihsizliğe gözyaşlarına boğulup ağlarken tepenin arkasından kalın bir kürke bürünmüş; genç ve süslü, gayet düşünceli yüzüyle dalgın biri çıktı. Üzerinde oturacak, istirahat edecek bir taş aradı. Böyle bir yeri birkaç dakika inceledikten sonra bir kayanın aralığına girdi. Biri hâkim ve baskıcı kısacası maddi özelliklere sahip, diğeri şair ve yaratıcı kısacası manevi yönü güçlü olan iki şahsiyet bu adamın vicdanında mücadelede idiler. Zavallının yüzünden belliydi.

Feveranlar, galeyanlar, heyecanlar, hicranlar dünyadan kaçan bu serserinin olanca rahatını kaçırıyordu. Aynı zamanda kaba ve latif, yumuşak ve katı bir rüyadan uyanır gibi oldu. Başını kaldırdığı vakit manzarayı, dağları taşları daha iyi gördü. Böyle bir uyanıklık halinde iken karşısına gülümseyen bir yüzle biri çıktı. Bunu gören Perviz adama:

-Yahu sen kimsin? Sen ben misin? Yahut ben sen miyim? Karşımda sanki bir ayna varmış gibi ben sende kendimi görüyorum. Garip şey! Bu doğaüstü manzara beni korkutuyor da. Ne kadar acayip! Yalnız başım, vücudum, şeklim, görüntüm değil hatta kıyafetlerim, kürküm, elimdeki değnek de aynı. Gözlerinin içine bakıyorum. Yine kendimi görüyorum. Tuhaf! Yüzümdeki ben de yanağımın üstündeki çizgi de kaşlarımın telleri de aynı. Sakın ruhlarımız da ortak olmasın! Ben bensem sen kimsin? Sen sen isen ben kimim? Kendimi benzerlerimden arınmış biliyordum. Hislerimde, ruhumda bir hastalık yok. Bir adamın kendinin aynısı görmesi ne garip şeymiş! Dünyada kimseye nasip olmayan bir görüş. Ey karşımdaki! Sana hitap etmeye utanıyorum. Bir insan kendi kendine, kendi şahsına, kendi kişiliğine söz söyleyebilir mi? Âlemde ben birçok şey aradım. Bazılarını buldum. Bir kısmını da bulmaya gücüm yetmedi, âciz kaldım. Fakat kendi kendimi şu durumda aramak aklımın ucundan geçmezdi. Zannetmem ki âlimler, filozoflar, şairler, hükümdarlardan hiçbirinin de aklına kendini görme fikri gelsin. Zihnimde bir karmaşa hissetmiyorum. Aksine, her zamankinden farklı olarak aklımın tazelendiğini hissetmekteyim. Başımın içinde olan biteni âdeta görüyorum. Hayaletler benim aklımın matematiksel ve geometrik ciddiyetinin huzurunda yok oluyor. Öyle ise sen kimsin? Sen diyorum. Ne büyük hata! Yahut ne büyük sevap? Söyle ey sen! Yahut ey ben! Kendi kendinden gerçekleri gizleme, herhâlde sen bunun sırrını bileceksin. Ya da kişi zamirlerini değiştirelim. Ne olursa olsun ben bunun sırrını bileceğim. Eğer sen bana bunu söylemezsen veya ben bunu bana söylemezsem demek ki bir şeyi gizliyoruz. Gizleyen kimdir, gizleyen nedir? Söyle ey ben! Ey ben efendi! Sen kimsin? Yok yok sen kimsin? Neyim? Bu hadise karşısında dilim bile iflas etti. Zaten bilinmeyen bir zamiri ifade etmek için kelime yok ki. Çünkü o henüz bilinmemektedir. Fakat şu latifeler bir kenara sen kimsin? Nereden geliyorsun? Neden ben senden korkmuyorum? Veya sen benden korkmuyorsun? Burası neresi? Neden şu kutup tabiatında üşümüyoruz? Neydik, neyiz, ne olacağız? “O” ne olacaktır? Ah O! o! Onu ben senden kendimden de gizliyorum. O, odur. Her şey bana onu hatırlatır. O, nerededir? Sen ben olduğun gibi sakın o da benden ibaret olmasın! Söyle azizim rica ederim, söyle beni üzme.

Pervaz:

-Ben senim ve oyum. Zaten bundan başka ne olabilir ki? Ondan başka bir şey var mı ve olması mümkün mü? Burası da bildiğin bir yerdir. Ben seni görmeye geldim. Seni uzun bir müddet aradım ve buldum. Sen nereye kaçarsan kaç. İstersen kutup dairesine kadar git. Öteki evrenini de bulursan oralara firar et. Ben seni yine ele geçiririm. Çünkü seni biliyorum. Sana, bilmekle kavuşmak mümkündür. Ben bir hatve* kadar bile yürümedim. Buna rağmen seni buldum, sen buradasın. Milyonlarca deniz kuşu güneşin yuvarlaklığını örtecek kadar bir karaltı meydana getiriyordu. Deniz sessiz sessiz ezeli dalgalanmalarına devam ediyordu. Dağın tepesindeki dumanlarda da bir hareket görülüyordu. İnsanlar âlemi burasını bütün bütün unuttuğu gibi burası da güneydeki çoşkulu dünyayı iyice unutmuştu. Hiçbir politika namussuzluğu, hiçbir borsa entrikası, hiçbir muharebe ve kavga, uykusuz hiçbir aile buranın sessizliğini ve huzurunu bozamazdı. Deniz kuşlarının aciz balıklarla, denizin dibindeki güçlü hayvanların zayıflarla olan çatışmasından başka hiçbir hareket gerçekleşmiyordu burada. Allah’a şükürler olsun ki bu çatışmalar da mert bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu hayvanlar mücadelelerine asla ikiyüzlülük karıştırmıyorlardı. Bu teşebbüste ne diploması ne riya ne dalavere ne oyun vardı. Kuvvet kanunu olanca kuvvetiyle hüküm veriyordu.

Perviz ile Pervaz kol kola sahilde bir hayli dolaştılar. Uzunca bir süre görüştüler. Bazen aynı fikirde buluştular bazen de sorunlarını halledemediler. Her halde, seviştiler ve anlaştılar. Gördüler ki dünya ve onun içindeki her şeyde kendilerine göre ve kendilerinden başka yar yok. Onlar birbirlerinin aşığı oldular. Konuşma giderek kızışıyordu. Kutup çöllerinin o ıssız köşesinde bu iki arkadaş bağıra çağıra söyleşiyorlardı.

Pervaz

-Ben yerimi sana bırakacağım. Artık çekilmek istiyorum. Bu kadarı yeterli. Benim hayatım düşünme gücüm, ruhum, büyüklüğüm, ihtişamım kendim esrarım had ve hudut bilmeyen kudretim, hazinelerim, yaratıcılığımın sınırsızlığı hep senin olacaktır. Bugünden itibaren senin tılsımınla gerçekleşmeyecek hiçbir şey yoktur. Zamanı senin için öldürüyorum ancak mazinin özlemini çekmeyesin ve gelecek endişesi ile üzüntüye kapılmayasın. Sen nerede bulunmak istersen orada olacaksın veya oradasın. Mazinin hangi safhasını düzenlemek istenir? Yalnız bunu iyice düşün. Bu yeterli. Kâinatın efendisi kimdir? Biliyor musun? Sensin! Çünkü o bilinendir. Yükseklerin yükseği kimdir anlamak ister misin? Sensin! Çünkü o, her kim bu makama talip olacak derecede yiğitliğe sahipse odur. Kâinatı sana vereyim mi? Bunu istiyor musun?

Şu sözleri söylerken Pervaz, gözlerini Perviz’e şiddetle yöneltti. Parmağındaki yüzüğü ona verdi. Bir telden diğerine geçen elektrik gibi olanca, güç ile birinin ruhu diğerine geçti. Pervaz’ın zaten Perviz’in cismi ve cesedi olan cismi de cesedi de ruhu gibi ona aktı. Bu eylem biter bitmez Perviz yalnız kaldığını hissetti. Sonsuz kudretine sonunda sahip oldu. Bir fermanı ile her istediğini yapabilirdi. Şu kadar ki arkada bıraktığı hayat enkazına acıdı. Vücuduna acıdı. Kendi cenazesine ağladı. İnsanlığına ağladı. Hudutsuz kudretine karşı insanlığın aczine de bir yer bıraktı. Bu durumun da bir güzelliği olduğunu anladı. Düşündü ki şu alçak ve hor görülen, bencil ve aşağılık insanlığın hatta insanlığının vahşetinin bile tatlılığı yok değildi. Geçmişteki hayatını düşündü. Bir dakika sonra zamanları mahvedecekti. Ama önce bir kere vücuduna dokundu. Ne olursa olsun mazinin derinliği kalbinden çıkmıyordu. Biraz ağlamak istedi. Doğumundan “Yanmayan”a çıktığı dakikaya kadar ömrünü gözlerinin önünde bir daha tekrar getirdi. Ölmüş hayatı kendisini üzüntüye boğmaktan geri kalmadı. Fakat gittikçe kapladığı alan ve vücuduna karşı siniri büyüyordu. Onda pek cansız şeyler, sadece et ve yağ gördü. Kendisini kasap dükkânında asılmış etlere benzetti. Biraz daha derinlere baktı. Olanca maddi zehri gördü. Tiksintisi görülür şekilde artıyordu. Fakat yine vücudunu defnetmeye razı olamıyordu. Bir kudretli anında büyük meleklerinden birini çağırdı. Meleğin kıvılcımlar gibi büyük ateşler saçarak yürüdüğünü görünce vücudundan bir hayli utandı ve onu bir perdenin arkasına aldı. Gerçekten de her isteği gerçekleştiriliyordu. Yavaş yavaş kendisini de görmeye başladı. Bir raddeye geldi ki kendisine ait olan bu alanın görülmemiş bir noktası, şahsiyetinin gökyüzüne atılmamış bir bakışı kalmamıştı. Gözünü kapattı. Zihninin içine giren, orada kendi…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Transit Yolcular ~ Müge İplikçiTransit Yolcular

    Transit Yolcular

    Müge İplikçi

    “Bütün yolculukların bir oyun ve hareket etmek fiiline endeksli bir macera olduğuna inanıyorsanız, gitmemenin de aynı dokuya sahip olduğunu keşfedersiniz kısa bir süre sonra....

  2. Rabarba ~ Kasım Hasan ÜnalRabarba

    Rabarba

    Kasım Hasan Ünal

    “Kuyruk acına bir isim takıyorsun. Kaldırımlarda dengesiz, hedefsiz, çarpık yürüyüşünü bu isme yoruyorsun. Altı gece önce kalabalıklar arasında kaldırımda yürürken önünü kesip yüzüne hırlayan...

  3. Elmer ve Wilbur ~ David McKeeElmer ve Wilbur

    Elmer ve Wilbur

    David McKee

    Bir zamanlar, bir fil sürüsü yaşarmış.Hepsi aynı renkteymiş ve çok mutlularmış.Ama Elmer onlardan farklıymış.Fil renginde değilmiş Elmer, yamalı bir filmiş.

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur