Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Petersburg’lu Usta
Petersburg’lu Usta

Petersburg’lu Usta

J.M. Coetzee

1869 yılının sonbaharında, ünlü Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, gönüllü bir sürgün olarak yaşadığı Almanya’dan Petersburg’a çağrılır. Ellisine merdiven dayayan, mutsuz ve öfkeli yazar,…

1869 yılının sonbaharında, ünlü Rus yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, gönüllü bir sürgün olarak yaşadığı Almanya’dan Petersburg’a çağrılır. Ellisine merdiven dayayan, mutsuz ve öfkeli yazar, alacaklılarına yakalanma tehlikesine, gizli polisten korkmasına rağmen sahte bir ad kullanarak döner Petersburg’a. Üvey oğlu Pavel’in gizemli ve beklenmedik ölümüdür dönüş nedeni. Kederli Dostoyevski, çok sevdiği halde uzak düştüğü Pavel’in ölümünün ardındaki sırrı öğrenmeden huzur bulamayacaktır. Oğlunun ölümü intihar mıdır yoksa cinayet mi?

Pavel, üvey babasını sevmiş midir yoksa ondan nefret mi etmiştir? Şiddet eylemlerine girişerek devleti ve tüm kurumlarını devirmeye çalışan devrimci Neçayev’e bağlılık yemini edenlerden biri midir? Dostoyevski’nin, Pavel’in ev sahibesiyle ilişkisi nasıl sonuçlanacaktır? Ünlü yazar, Pavel’in ölümünün izini sürerken kendi kimliğiyle ve hayattaki duruşuyla ilgili gerçeklerle de yüzleşmek zorunda kalır.J.M. Coetzee, romanında Dostoyevski’yi yeniden yaratırken zoru başarıyor; bir başka yazarın, Dostoyevski’nin kafasının içinden yazıyor; insan zihninin kimi zaman son derece itici çelişkilerini cesaretle ve riske girerek ortaya koyuyor; kurduğu dünyada ve yarattığı karakterlerde, Dostoyevski’nin romanlarının karanlık ortamını, ruhsal çözümlemelerini ustalıkla yansıtıyor. Petersburg’lu Usta aynı zamanda müthiş bir değişimin eşiğindeki Rus toplumunun da dönemsel bir tablosu.

1
Petersburg

Ekim, 1869. St. Petersburg’un Saman Pazarı semtinde, bir atlı araba ağır ağır bir sokaktan geçiyor. Yüksek bir binanın önünde sürücü atın dizginlerini çekiyor. Arabadaki yolcu binayı kuşkulu gözlerle süzüyor. “Burası olduğundan emin misin?” diye soruyor sürücüye. “Sveçnoy Sokağı, 63 numara, dediğiniz yer burası.” Yolcu arabadan iniyor. Orta yaşın sonlarında bir adam, sakallı, hafif kambur, yüksek bir alnı, kalın kaşları var, bu da görünümüne ciddi, bencil bir hava katıyor. Modası geçmeye yüz tutmuş koyu renk bir takım elbise var üzerinde. “Bekle beni,” diyor sürücüye. Pek çoğu artık memurlara, öğrencilere ve işçilere oda oda kiraya veriliyor olsa da Saman Pazarı’ndaki eskice evler, geçmişteki zarafetlerini bir ölçüde hâlâ koruyorlar. Aralarındaki boşluklara, kimi zaman onların duvarlarını paylaşan, iki, hatta üç katlı, sallantılı ahşap yapılar dikilmiş: en yoksulların oturduğu, bir odalar ve bölmeler kalabalığı. En eski evlerden biri olan 63 numaranın her iki yanında da bu türden birer yapı var. Gerçekten de, kirişlerden ve direklerden oluşan bir ağ binanın önyüzünü kucaklıyor, ona kuşatılmış bir görüntü veriyor. Payandaların girintilerine kuşlar yuva yapmış, pislikleri binanın önyüzünü kirletiyor. Direklere tırmanıp sokaktaki su birikintilerine taş fırlatan, sonra inip onları alan bir çocuk güruhu yabancıyı incelemek üzere oyununa ara veriyor.

En küçük üç tanesi, oğlan; liderleri olduğu anlaşılan dördüncüsü sarışın bir kız, delici koyu renk gözleri var. “İyi günler,” diye sesleniyor yabancı. “Anna Sergeyevna Kolenkina’nın nerede oturduğunu bilen var mı aranızda?” Oğlanlar yanıt vermiyor yabancıya, gözlerini kırpmadan bakıyorlar ona. Ama kız, bir an düşünüp elindeki taşları yere bırakıyor. “Gelin,” diyor. 63 numaranın üçüncü katı, merdiven başındaki sahanlıktan başlayarak birbirine geçmeli bir sürü odadan oluşuyor. Yabancı, kızın peşinden kabak ve haşlanmış sığır eti kokan karanlık, kanca gibi kıvrık bir koridora adım atıyor, kapısı açık duran bir banyonun önünden geçiyor, kurşuni boyalı bir kapıya ulaşıyor. Kız kapıyı açıyor. Baş yüksekliğindeki tek bir pencereden giren ışığın aydınlattığı uzun, alçak tavanlı bir odadalar.

En uzun duvarı süsleyen ağır bir işlemeli kumaş odanın loşluğunu yoğunlaştırıyor. Siyahlar giyinmiş bir kadın, yabancıyı karşılamak üzere ayağa kalkıyor. Otuzlu yaşlarının ortasında; yabancıyı getiren kızınki gibi koyu renk gözleri ve kavisli kaşları var, ancak saçları siyah. “Habersiz geldiğim için bağışlayın,” diyor adam. “Adım…” Duraksıyor. “Oğlum sizin kiracılarınızdan biriydi sanırım.” Bavulundan bir şey çıkartıp üzerindeki beyaz örtüyü açıyor. Bir erkek çocuğun resmi bu, gümüş bir çerçeve içinde eski bir fotoğraf. “Belki onu hatırlarsınız,” diyor. Resmi kadına vermiyor.

“Bu, Pavel Aleksandroviç, anne,” diye fısıldıyor küçük kız. “Evet, evimizde kaldı,” diyor kadın. “Çok üzgünüm.” Sıkıntılı bir sessizlik oluyor. “Nisandan beri kiracımızdı,” diye devam ediyor kadın. “Odası bıraktığı gibi duruyor, polisin el koyduğu birkaç şey dışında eşyaları da. Görmek ister misiniz?” “Evet,” diyor yabancı, boğuk bir sesle. “Size kira borcu kaldıysa onu da öderim.” Aslında, evin bir parçası olan oğlunun odasının kapısı ayrı, penceresi de sokağa bakıyor. Yatak derli toplu, odada ayrıca bir şifoniyer, üzerinde lamba duran bir sehpa ve bir iskemle var. Yatağın ayakucunda, üzerinde P.A.I. harfleri okunan bir bavul duruyor. Yabancı hemen tanıyor bavulu: Pavel’e kendisi hediye etmişti. Pencereye gidip sokağa bakıyor. Atlı araba sokakta hâlâ bekliyor. “Benim için bir şey yapar mısın?” diye soruyor küçük kıza. “Arabacıya artık gidebileceğini söyleyip parasını da öder misin?” Çocuk, adamın verdiği parayı alıp odadan çıkıyor. “İzin verirseniz bir süre yalnız kalmak istiyorum,” diyor kadına, yabancı. Kadın odadan çıkar çıkmaz ilk yaptığı şey, yatağın örtüsünü açmak oluyor. Çarşaflar temiz. Çömelip yüzünü yastığa gömüyor; ancak burnuna sabun ve güneş kokusundan başka koku gelmiyor. Çekmeceleri çekiyor.

Boşaltılmışlar. Bavulu kaldırıp yatağın üzerine koyuyor. En üstte özenle katlanmış beyaz bir keten gömlek duruyor. Alnını gömleğe bastırıyor. Oğlunun kokusunu belli belirsiz duyuyor. Derin derin soluyor onu, tekrar tekrar soluyor ve oğlumun hayaleti içime giriyor, diye düşünüyor. İskemleyi pencerenin yanına çekip oturuyor, gözlerini dışarı dikiyor. Akşam karanlığı çöküyor, yoğunlaşıyor. Sokak boş. Dakikalar ilerliyor, düşünceleri kıpırdamıyor. Derin derin düşünmek, diyor, işte dünya bu. Başım ağırlaşıyor, gözkapaklarım da: Ruhum kurşun gibi. Anna Sergeyevna ile kızı akşam yemeği yiyorlar, masanın iki başına oturmuşlar, aralarında bir lamba duruyor. Yabancı odaya girince konuşmalarını kesiyorlar. “Kim olduğumu biliyor musunuz?” diyor yabancı. Kadın gözlerini ona dikip bekliyor. “İsaev olmadığımı biliyor musunuz?” “Evet, biliyoruz. Pavel’in hikâyesini biliyoruz.” “Yemeğinizi bölmeyeyim.

Bavulu bir süre burada bırakabilir miyim? Ay sonuna kadar olan kirayı ödeyeceğim. Aslında kasım ayının kirasını da ödemek isterim. Bir başkasına söz vermediyseniz odayı tutmak istiyorum.” Kadına parayı uzatıyor, yirmi ruble. “Öğle sonraları ara sıra gelmemin bir sakıncası var mı? Gündüzleri evde kimse oluyor mu?” Kadın duraksıyor. Çocukla bakışıyorlar. Kuşkulanmaya başladı bile, diye düşünüyor yabancı. En iyisi bavulu alıp gideyim buradan, böylece ölmüş kiracının hikâyesi kapanır ve oda boşalır. Bu kadın çevresine karanlık saçan bu kederli adamı evinde istemiyor. Ama artık çok geç, para önerilmiş ve kabul edilmiş. “Öğleden sonraları Matriyoşa evde olur,” diyor kadın sakince. “Size anahtar vereyim. Kendi giriş kapınızı kullanmanızı rica edebilir miyim? Kiracımızla bu odanın arasındaki kapı kilitlenmiyor ama biz normal olarak kullanmayız onu.” “Özür dilerim, farkına varmamıştım.” Matriyona. Saman Pazarı Mahallesi’nin tanıdık sokaklarında dolaşıyor bir saat. Sonra Kokuşkin Köprüsü’nden geçip o sabah İsaev adı altında bir oda tuttuğu hana gidiyor. Karnı aç değil. Elbiselerini çıkarmadan yatağa uzanıyor, kollarını kavuşturup uyumaya çalışıyor.

Ama aklı oğlunun 63 numaradaki odasına gidiyor: Perdeler açık. Ay ışığı yatağın üzerine vuruyor. Yabancı orada, kapının yanında, neredeyse soluk almadan duruyor, gözleri köşede duran iskemleye dikili, karanlığın iyice çökmesini, başka türden bir karanlığa dönüşmesini bekliyor, mevcudiyetin karanlığına. Sessizce dudaklarını kıpırdatıp oğlunun adını söylüyor, üç kez, dört kez. Büyü yapmaya çalışıyor.

Ama kime: Bir hayalete mi, kendine mi? Ölmüş kadının adını fısıldayarak, onu kandırıp cehennemin derinliklerinden çıkarmaya çalışarak adım adım geri giden Orpheus’u düşünüyor. Uyurgezer gibi, mecalsiz ellerini öne uzatarak, görmeyen, ölü gözleriyle kendisini izleyen, kefene sarılı kadını düşünüyor. Ne flüt, ne lir, yalnızca sözcük, üst üste o bir tek sözcük. Ölüm bütün bağlantıları kesse de geriye ad kalır. Vaftiz: Bir ruhun bir adla birleşmesi, sonsuza kadar taşıyacağı bir adla. Neredeyse soluk almadan, o iki heceyi yeniden söylüyor: Pavel. Başı dönmeye başlıyor. “Artık gitmeliyim,” diye fısıldıyor ya da fısıldadığını sanıyor, “geri geleceğim.” Geri geleceğim: Oğlu birinci sınıfa başladığı gün onu okula götürdüğünde de aynı sözü vermişti. Terk edilmeyeceksin. Ama terk etmişti onu. Uykusu geliyor. Yüksek bir çağlayandan bir havuza atladığını hayal ediyor ve kendini bu dalışa bırakıyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıPetersburg'lu Usta
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarJ.M. Coetzee
  • ISBN9789750736704
  • Boyutlar, Kapak, Karton kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Barbarları Beklerken ~ J.M. CoetzeeBarbarları Beklerken

    Barbarları Beklerken

    J.M. Coetzee

    Avustralya’da yaşayan Güney Afrikalı yazar J.M. Coetzee’den, ha­yalî bir imparatorlukta geçen ve 1970’lerin Güney Afrika’sına göndermeler yapan bir roman. Geniş topraklara yayılmış bir imparatorluğun en ucundaki bölgede yaşayan Barbarlar, sözümona, ayaklanmak üzeredir.

  2. Barbarları Beklerken ~ J.M. CoetzeeBarbarları Beklerken

    Barbarları Beklerken

    J.M. Coetzee

    “Hiçbir şey hayal edebileceklerimizden kötü olamaz,” diye mırıldanıyorum. Beni duyduğunu belli eden bir işaret yapmıyor. Kanepeye çöküyor, onu esneyerek yanıma çekiyorum. “Anlat bana,” demek...

  3. İyi Hikâye ~ J.M. Coetzeeİyi Hikâye

    İyi Hikâye

    J.M. Coetzee

    İyi Hikâye Nobel Ödüllü yazar J.M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikâye anlatma sanatı üzerine büyüleyici bir diyalog. Coetzee...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Krizalitler ~ John WyndhamKrizalitler

    Krizalitler

    John Wyndham

    Bilimkurgunun altın çağından kült bir eser! “Bu, kimse için güzel ve rahat bir dünya değil, özellikle de farklı olanlar için.” 1950’lerin klasiklerinden sayılan John Wyndham’ın Krizalitler romanı,...

  2. Orman ~ Harlan CobenOrman

    Orman

    Harlan Coben

    Yirmi yıl önce, yaz kampındaki dört genç bir gece yarısı ormana girmiş; sonrasında ikisi ölü bulunmuş, diğer ikisinden de bir daha haber alınamamıştır. Ancak...

  3. Guguk Kuşu ~ Robert GalbraithGuguk Kuşu

    Guguk Kuşu

    Robert Galbraith

    Karla kaplı bir gecede, ışıltılı hayatıyla magazin haberlerinin gündeminden düşmeyen güzeller güzeli manken Lula Landry evinin balkonundan düşüp hayatını kaybeder. Tüm deliller intiharı işaret...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur