Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Guguk Kuşu
Guguk Kuşu

Guguk Kuşu

Robert Galbraith

Karla kaplı bir gecede, ışıltılı hayatıyla magazin haberlerinin gündeminden düşmeyen güzeller güzeli manken Lula Landry evinin balkonundan düşüp hayatını kaybeder. Tüm deliller intiharı işaret…

Karla kaplı bir gecede, ışıltılı hayatıyla magazin haberlerinin gündeminden düşmeyen güzeller güzeli manken Lula Landry evinin balkonundan düşüp hayatını kaybeder. Tüm deliller intiharı işaret ederken Lula’nın ağabeyi John, cinayet şüphesiyle Özel Dedektif Cormoran Strike’ın kapısını çalar.

Eski bir asker olan ve hem fiziksel hem de psikolojik olarak büyük yaralar alan Cormoran Strike bir dönüm noktasındadır. Lula’nın ölümünün ardındaki gerçeği araştırmak, bir yandan sorunlarıyla boğuşurken tamamen dibe batmaması için bir umut olur. Fakat şüpheler ve ipuçları bir araya gelmeye başladığında Strike bu gizemin, içinden çıkılmaz bir labirente dönüşeceğinin farkına varır…

Guguk Kuşu Mayfair’in sakin sokaklarını, Doğu Yakası’nın barlarını ve Soho’nun canlılığını yansıtan bir atmosferde, Londra’nın derinliklerindeki gizemi ortaya çıkartıyor. Cormoran Strike karakterini tüm dünyaya duyuran bu kitap, Robert Galbraith mahlasını kullanan J.K. Rowling tarafından yazıldı.

“Zihninizi ele geçirecek bir dedektiflik hikâyesi!”
-Observer-

“Dedektif Cormoran Strike ve asistanı Robin kesinlikle cennetten çıkma bir ekip!”
-Saga Magazine-

“Guguk Kuşu, dedektif romanlarına ilk kez âşık olduğum anı bana tekrar yaşatıyor.”
-Val McDermid-

“Robert Galbraith’in çıkış romanı, başkarakteri Cormoran Strike gibi belalı ve haşin.”
-Mike Cooper-

“Uç noktada yaşanan büyüleyici hayatların peşine düşen çekici bir dedektif ile zeki asistanının maceraları büyük bir şölen sunuyor!”
-Slate-

“Kitabı elimden bıraktığımda bir an önce okumaya geri dönmek istiyorum. Karakterler sanki canlanıp karşımızda dikileceklermiş gibi bir his yaratıyorlar.”
-Peter James-

***

Karlar düşerken doğacağına
Guguk kuşları öterken doğsaydın ya
Veya yeşerirken üzümler
Ya da kırlangıçlar göç etmek için havalandığında
Uzun bir yolculuk bekler onları
Yaz bitmeye yüz tuttuğunda

Kuzular kapılırken öleceğine
Elmalar dökülürken ölseydin ya
Çekirgenin hesap verme vakti geldiğinde
Tarlalar olgun başaklarla süslendiğinde
Ve iç çekerken rüzgârlar
Lütufların yitimine.

Christina G. Rossetti, Ağıt.

Giriş

Is demum miser est, cuius nobilitas miserias nobilitat.

Bahtsızlıklarının namı alıp gitmiş adama denir, mutsuz diye…

Lucius Acdus Telephus

Sokaktan gelen gürültüler sineklerin vızıltısını andırıyordu. Polis­lerin başında nöbet tuttuğu güvenlik şeridinin arkasında toplanan gazetecilerin soluklan buhar misali gökyüzüne yükseliyordu. Aralıksız devam eden kar yağışıyla uçuşan beyaz tanecikler şap­kalara ve omuzlara yapışıyor, eldivenli parmaklan düzenli olarak objektifleri temizlemeye zorluyordu. Bir şeyler görmek umuduyla etrafta toplanan kalabalık, yola kurulan beyaz çadırın, çadırın arkasındaki kızıl tuğla binanın girişinin ve cesedin düştüğü üst kat balkonunun fotoğrafım çekerek vakit öldürmekteydi. Fotoğraf makinelerinin deklanşörlerinden de rastgele şak şak şak sesleri yükseliyordu.

Güvenlik şeridinin dibine doluşmuş paparazzilerin arka­sında, üstlerinde uydu antenleriyle yayına hazır bekleyen beyaz minibüsler vardı ve sesler kafalarında kulaklıklarıyla etrafta koştururken aralarında yabancı dilde konuşanların da yer aldığı muhabirler, izleyicilere son gelişmeleri bildiriyordu. Ne zaman yayından çıkacak olsalar ayaklarını sertçe yere vurup ısınmaya çalışıyor veya birkaç sokak ötedeki gazeteci kaynayan kafeden alınan termoslar dolusu kahvenin buharıyla ellerini ısıtıyorlardı. Yün şapkalı kameramanlar vakit öldürmek için fotoğrafçıların sırtlarını, balkonu ve cesedi saklayan çadırı çekiyordu. Ve sonra bir boşluk bulduklarına inandıklannda kameralarını beyaz mermer sütunlu girişleri, siyah kapılan ve düzgün budanmış çalılarıyla karlı Mayfair Sokağı boyunca uzanan evlere çeviriyor, olay mahallini saran kaosu geniş açıyla çekebilmek için pozisyon değiştiriyorlardı. On sekiz numaranın açık kapısına kalın bir bant çekilmişti. Beyaz önlüklerinden, bir kısmının adli tıp uzmanı olduğu anlaşılan polis memurları, bandın diğer tarafında kalan holü ve koridoru inceliyordu.

Televizyon kanalları haberi vermeye başlayalı saatler olmuştu. Sokağın iki ucundaki kalabalık gittikçe artmış, polis insanları kontrol altına almakta güçlük çekmeye başlamıştı. Bazıları özel­likle olay yerine bakmak için oraya gelen mahalle sakinleriydi, diğerleri ise yoldan geçerken ne olduğunu merak edip duraksa­yan sıradan vatandaşlardı. Çoğu yollarına devam etmeden önce fotoğraf çekebilmek için cep telefonlarını çıkarmıştı. Bahsi geçen balkonun hangisi olduğunu bilmeyen genç bir adam sırayla bütün balkonların, hatta önü ve üç tarafı çiçeklerle kaplı olduğu için haliyle bir insanın içine sığmasına imkân olmayan orta balkonun fotoğrafım bile çekmişti.

Ellerinde çiçeklerle bir grup genç kız olay yerine gelmiş ve polisler çiçekleri ne yapacaklarını bilmeseler de kameraların her saniyeyi takip ettiğinin bilincinde olduklarından kendilerine ve­rilen çiçekleri polis aracının arkasına bırakmış, kameralar da bu sahneyi kare kare izleyicilere aktarmıştı.

Yirmi dört saat haber yayını yapan kanalların görevlendir­diği muhabirler ellerine geçen birkaç sansasyonel bilgiyi evirip çevirerek varsayımlar üretiyor ve yorumlarıyla seyircilerin ekran başında kalmasını sağlıyorlardı.

“… polise binanın güvenlik görevlisi haber vermiş. Sabah iki sularında çatı katındaki dairesinden…”

“… henüz cesedi kaldırmak için herhangi bir girişimde bulu­nulmadı, bu da bazı spekülasyonlara…”

“… düştüğünde yalnız olup olmadığı hakkında henüz bir bilgi verilmedi…”

“… polis ekipleri binaya girdi, kapsamlı araştırma bütün hızıyla devam ediyor.”

Çadırın içi ürpertici bir ışıkla aydınlandı. Cesedin yanına çömelen iki görevli, onu ceset torbasına kaldırmaya hazırlanıyordu. Genç kadının kafasından akan kanlar karlara karışmış, ezilen yüzü şiş­miş, bir gözü morarmıştı. Diğer gözü de öylesine şişmişti ki göz kapağının altında kalan incecik bir çizgiye dönmüştü. Bluzunun pullan fenerin ışığı yön değiştirdikçe parlıyor ve insanda hareket ettiği izlenimi uyandırıyordu. Sanki her an derin bir nefes alacak, silkinip ayağa kalkacaktı. Görevliler huzursuzca cesedi taşımaya hazırlanırken kar taneleri kumaşa dokunan parmaklarınkini an­dıran sesler çıkararak çadırın üstüne yağmaya devam ediyordu.

“Kahrolası ambulans nerede kaldı?”

Komiser Roy Carver’ın öfkesi her saniye biraz daha artıyordu. Ne zaman baksanız gömleğinin koltuk altlarındaki ter lekelerini görebileceğiniz kırmızı suratlı, koca göbekli bir adam olan komiserin sabrının son kırıntıları saatler önce tükenmişti. Ceset bulundu­ğundan beri olay mahallindeydi. Ayaklan o kadar üşümüştü ki artık hiçbir şey hissetmiyordu ve açlıktan başı dönüyordu.

Komiser Yardımcısı Eric Wardle kulağında telefonuyla ça­dırdan girerken amirinin sorusuna cevap verdiğinin farkında olmaksızın, “Ambulans iki dakika sonra buradaymış,” dedi. “Park yeri ayarlamaya çalışıyordum.”

Carver homurdandı. Wardle’ın, fotoğrafçıların burada olma­sından heyecanlıdığına inandığı için öfkesi daha da şiddetlendi­riyordu. Ona sorarsanız bebeksi yakışıklılığı ve kar tanelerinin süslediği kahverengi, gür, dalgalı saçlarıyla Wardle’ın, çadırın dışına toplanan gazetecilerle geçirdiği vaktin affı olamazdı.

Wardle fotoğrafçılara bakmayı sürdürerek, “Ceset götürüldü­ğünde en azından kalabalıktan kurtulacağız,” dedi.

Carver da onu, “Buraya cinayet mahalli muamelesi yaptığımız sürece bir yere gitmezler,” diye tersledi.

Wardle bunun bir tür meydan okuma olduğunu fark ettiyse de tepki vermemeyi seçti ama Carver öfkesini kusmaya devam ediyordu.

“Zavallı kız aşağı atlamış. Yukarıda başka kimse yoktu. Senin şahit dediğin herif, kızın…”

Wardle, “Ambulans geliyor,” diye araya girdi ve Carver’ın kötü bakışlarına aldırmadan ambulansı beklemek için çadırdan çıktı. Kameralar her yerdeydi.

Bu haber savaş, felaket ve politikayla ilgili bütün haberleri gölgede bıraktı. Ne kadar kanal varsa ölen genç kadının kusursuz yüzünün ve heykel gibi vücudunun fotoğraflarını yayınlıyordu. Birkaç saat içinde o ana kadar doğrulanan az sayıdaki bilgi, hızla yayılan bir salgın hastalık gibi milyonlarca insana ulaşmıştı: Meşhur erkek arkadaşıyla herkesin ortasında kavga etmesi, tek başına eve dön­mesi, sokaktan duyulan çığlık ve sonunu getiren ölümcül düşüşü…

Bahsi geçen erkek arkadaş bir rehabilitasyon merkezine saklanmıştı ama polis bu konuda yorum yapmaktan kaçınıyordu. Ölümünden önceki gece kızın yanında olan kişilerin peşine düşüldü, onlarca gazeteden binlerce köşe yazan makalelerini bu konuya ayırdı, kanallar yüzlerce saat ondan bahsetti. Kızın düşmeden önce biriyle tartıştığına şahitlik eden kadın bile kısa süreliğine şöhrete kavuştu. Aldığı büyük ödülse vefat eden güzeller güzeli kızın görüntülerinin yanında onun da küçük bir fotoğrafının yer almasıydı.

Ancak şahidin yalan söylediğinin ispatlanmasıyla ortaya çıkan hayal kırıklığı öylesine güçlüydü ki olayı takip eden herkesin aynı anda iç çektiğini duyabilirdiniz. Gerçekler ortaya çıktığında bu kez yalancı şahit rehabilitasyon merkezine saklanırken bir numaralı cinayet zanlısı, yani kızın sevgilisi olan meşhur herif kendini ka­meraların önünde buldu. Sanki hava durumunu da haber veren eski tip mekanik saatlere yerleştirilmiş iki biblo gibilerdi. Ne zaman hava değişip çarklar dönse biri dışarı çıkıyor, diğeri içeri girip gözden kayboluyordu.

Onca gürültü patırtıya rağmen bunun bir intihar olduğuna karar verildi ve bir anlık şaşkınlığın ardından hikâye ikinci kez alevlenir gibi oldu. Kızın ne kadar dengesiz olduğu yazılıp çizildi ve değişken, başına buyruk doğasıyla top modelliğe hiç uygun olmadığı konuşuldu. Güzelliği ona pahalıya patlamış, ahlaksız zenginlerin araşma düşen genç kadının kırılgan kişiliği şan şöh­retle gelen yozlaşmaya dayanamamıştı. Sonunda bu olay aslrnda başkalarının acılarından keyif alma esasına dayanan bir ahlak dersine dönüştü ve hatta genç kadın, Private Eye dergisindeki bir köşe yazısında kibrine yenik düşüp güneşe çok yakın uçtuğu için ölen İkarus’a benzetildi.

Derken gün geldi, haber kendi kendini tüketti ve en yaratıcı gazetecilerin bile uyduracak sözü kalmadı. Ama o an geldiğinde zaten gereğinden fazla şey yazılıp çizilmişti.

BİRİNCİ BÖLÜM

Nam in ornni adversitae fortuane infelicissimum est genus infortumi,fiıissefelicem.

Feleğin sillesini yiyip mutsuzluğu tadanlar arasında en şanssız olanlar, öncesinde mutluluğun tadına bakmış kişilerdir.

Boethius, Felsefenin Tesellisi

1

Robin Ellacott, yirmi beş yıllık hayatında bir ömre yetecek kadar dram ve karakolluk hadise görse de bu zamana kadar kendisini bekleyen günü hayatı boyunca unutmayacağını bilerek uyandığı hiç olmamıştı.

Uzun zamandır erkek arkadaşı olan Matthew, Piccadilly Meydaru’nın ortasındaki Eros heykelinin altında ona evlenme teklifi ettiğinde saat gece yansım birkaç dakika geçiyordu. Genç kadının teklifini kabul etmesini izleyen iç gıcıklayıcı rahatlamanın hemen ardından, genç adam aslında az önce yemek yedikleri Tayland restoranında evlenme teklif etmeyi planladığım ama yan masadaki sessiz çiftin yemek boyunca sohbetlerine kulak kabarttığını fark ederek fikir değiştirdiğini itiraf etmişti. Bu yüzden Robin’in sabah erken kalkmaları gerektiğini hatırlatarak yaptığı bütün itirazlara rağmen gün batanına doğru kararan sokaklarda yürüyüşe çıkmak istediğini söylemiş ve sonunda ilham geldiğinde içi içine sığmayarak, genç kadını heykelin basamaklarına sürüklemişti. Orada rüzgârın soğuğundan korunmaya çalışıp kendisinden hiç beklenmeyecek bir hareket yaparak bir dizinin üstüne çömelmiş ve basamaklarda birbirine sokulup ispirto şişesini aralarında dolaştıran üç evsizin gözleri önünde Robin’e evlenme teklifi etmişti.

Robin’e soracak olursanız bu, tarihteki en mükemmel ev­lenme teklifiydi. Matthew şimdi kızın parmağım süsleyen yüzüğü cebinden çıkarıp ona uzatmıştı. İki tarafında pırlantalar olan safir taşlı yüzük Robin’in parmağına kusursuz bir şekilde uymuştu ve…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıGuguk Kuşu
  • Sayfa Sayısı544
  • YazarRobert Galbraith
  • ÇevirmenZeynep Heyzen Ateş
  • ISBN9786053433620
  • Boyutlar, Kapak13 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviPegasus / 2014

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bikini ~ James Patterson/ Maxine PaetroBikini

    Bikini

    James Patterson/ Maxine Paetro

    Kim, nefes kesici, güzeller güzeli bir manken ve Hawaii’deki bir moda çekimi sırasında ortadan kayboluyor. Endişeden deliye dönen anne babası, olayı bizzat araştırmak için...

  2. Şeker Portakalı ~ José Mauro De VasconcelosŞeker Portakalı

    Şeker Portakalı

    José Mauro De Vasconcelos

    “Ne güzel bir şeker portakalı fidanıymış bu! Hem bak, dikeni de yok. Pek de kişilik sahibiymiş, şeker portakalı olduğu ta uzaktan belli. Ben senin...

  3. Şahane Hatalar – 2- Talih Kuşu ~ Heather McElhattonŞahane Hatalar – 2-  Talih Kuşu

    Şahane Hatalar – 2- Talih Kuşu

    Heather McElhatton

    Şahane Hatalar serisi hızlanarak devam ediyor; Bu kez başınıza yirmi iki milyon değerinde talih kuşu konuyor. Heyecan dozu artırılmış seçimler, eşsiz bilgiler, gizemli karakterler,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur