Gün ağardıysa yine bu sabah, içini karartmak niye? Dök içindekileri, kurtul karanlığından ruhunun. Bağıra bağıra yaz, dans ederek çiz, sessizce haykır dünyaya, “Ben varım ve mutlu yaşamak istiyorum.” diye. Kimse duymazsa da ben duyarım; çünkü ben, senin “Ruhundaki Kara Kutu”yum. Ben, kederlerinin umut taciri… Ben, yaşanmışlıklarının ağır ağabeyi… Ben, gücenmişliklerinin gözü yaşlı tazesi… Ben, bilinmezliklerinin saklı vadisi… Ruhunun kara kutusunu, karanlığında bırakma ki “kara” sadece sevdaya ait kalsın. Yüreğinin tek yükü sevda olsun. Sevda bir gün Leyla, bir gün Aslı olur; bakarsın adı değişir de özü sende saklı kalır.
***
Bu kitap, sana özünü kaybetmemiş sevda getirsin.
***
Bir varmış, belki de hiç yokmuş. Evvel zamanın içinde, kalbur saman biçimde üç yanı denizlerle çevrili, dünyanın gözbebeği ülkelerin birinde kıskanılası güzellikte bir şehir varmış. Bu şehrin tam göbeğinde kahverengi gözlü, kahverengi saçlı, prensesler kadar güzel bir kız dünyaya gözlerini açmış. Bir de bakmış burası geldiği yerden çok farklı. Ancak ne yapsın ki yolu düşmüş bir kere buralara… Sıcacık güneşin aydınlattığı, şırıl şırıl derelerin aktığı bir âlemden, karanlık, yağmurlu bir âleme “Merhaba!” demek canını çok sıkmış. Çaresizce kaderine razı gelmiş.
Annesinden ilk sütü emmesiyle sütün kesilmesi bir olmuş. Bakmışlar yavrucak açlıktan ölecek, dedesi ile anneannesi yavrucağı yanlarına alıp köylerinin yolunu tutmuşlar. Orada onu, yemyeşil otlarda gerinip yatan kara ineğin sütü ve renk renk çiçeklerde dolaşan arıların balıyla besleyip dört yaşına kadar getirmişler. Annesi, babası ve kardeşlerinden ayrı olmanın buruk bir tadı varken felek, bu küçücük yaşında ona en ağır tokadını babasını elinden alarak vurmasın mı? Ayrılık, babasının yokluğuyla acı bir şekilde üst üste katlanmış. Üç yetim, bir de gencecik kadın ortada kalmışlar. Dert varsa çare de var. Allah’ın iyi kalpli insanı biter mi? Anneanne, dede ve dayılar kol kanat germiş yetimlere. Mutlu mesut yaşamışlar yıllarca. Ancak, zavallı
yaşlılar, işte bu küçük kızın elinin ekmek tuttuğunu göremeden göçüp gitmişler fani dünyadan.
Bizim küçük kız okumuş, öğretmen olmuş. Okurken beyaz atlı prensini de bulunca dünyalara kavuşmuş gibi oh daha ne olsun diye düşünmüş. Prens, atıyla gelip de bembeyaz, güzel elini uzatınca bizimki hiç düşünmeden hoop diye zıplamış atın üstüne. Prens, ata “Deh!” demiş yok, “Dah!” demiş yok. Bak sen Allah’ın işine, at inat etmiş, yürümemiş. Neyse atı zar zor ikna edip yola koyulmuşlar sonunda. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe dümdüz gitmişler; vara vara prensesin doğduğu şehre varmışlar. Kınaydı, kız almaydı, düğündü derken üç gün, üç gece davul zurna çaldırıp eğlenmişler. Sevgilerinin meyvesini topladıklarında dünyanın en mutlu insanlarından olmuşlar. Aradan yıllar yıllar geçip de kâinat yakışıklısı evlatları büyüyünce, bizim prenses, sanat sepet işleriyle uğraşmaya karar vermiş. Herkes gibi, anlaşılabilmek arzusuyla şiirler yazmış. Böylece “Ruhumdaki Kara Kutu” kitabıyla ruhunun kapılarını insanlara açmış. Daha da sağlıktan başka ne istesin ki!
Böylece onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç hayal düşmüş: Biri bu kitabı yazanın, biri alanın, biri de alıp okuyanın başına.
UYARI: Bu yazıdaki kurum ve kişilerin gerçek hayatla çok yakından ilgisi vardır. Bilginize…
Ne dediysem bile isteye söyledim. Sakın ha, yanlış anlaşılmasın!
Deniz aşırı diyarlardan taşıdım, ruhumun kara kutusunu sana. İçinde bir avuç umut, bir tutam korku, çokça yalnızlık ve bembeyaz bir karanlık var. Gitmekle kalmak arası tereddütsüz bir seçim… Kal desen kaçacak, git desen kalacak gibi. Biraz inat, biraz naz ya da korumak ister gibi hüznünden seni… Büyük bir kavga; üstüne alınma, kendimle.
Sevgili Okurum Merhaba,
Tüm yazdıklarım sana… Sen; ana, baba, evlat, eşya ya da canlı cansız tüm yaratılmış, her şeysin. Sen kulaklarında küpe çiçekleri, dudaklarında küstümler; gözlerin desen baharların en tazesi… Sen gülüşünde ay ve güneş, bakışı ateş olan sevgilisin. Sen, kalbinde kapkara, kocaman bir delik; ruhu kapalı kutu… Sen, sonsuzluğun son bulduğu an ve yüreğimdeki kalabalık yalnızlık korkusu…
Yazdıkça yanıldığım, yanıldıkça uyandığımsın. Aysam da kendime, sana yabancılaşmaktan korkarım. Korkularımı tanı ve kurtar beni bu yalnızlıktan diye yazdım bunları. İçinde neler tutmuş bu “kara kutu” anla istedim. Anlarsan beni, kendi kara kutunun da gizemini çözmüş olacaksın, buna inan ve ben umutlanacağım yeniden. Yeniden yağmurları seveceğim. Karlarda düşe kalka gülerek, güneşte gerim gerim sevineceğim. Belki de tekrar bisiklete binip pamuk şeker yiyeceğim.
Sessizliğin ses’ini dinle, mutsuzluğun mut’unu al, sevgisizliğinden sevgi’yi çıkar ve ortalığa saç gizlerini. Anla tüm anlamlandıramadıklarını. Hayatı anlayabildiğin kadar yaşadığını, yaşamanın zaman ya da mekânla değil, yürek dolusu inançla olduğunu bil.
İçimden geçeni açtım sana, al ve sarmala.
Bu şiirler; bir yürekte, bir hasrette, bir kederde ya da herhangi bir yerde ve zamanda kaybolmuş, umutsuzca bulunmayı bekleyen tüm kara kutulara… Bu şiirler, sana…
Tanışma
Merhaba, tanıdınız mı hanımefendi?
Ben, çok uzaktan bir sevgili.
Hatırlamazsınız eminim beni.
Beş değil, on yıl var belki,
Karşıya geçerken bir gün siz,
Bana bakmıştınız istemsiz.
Bende o gün başladı bu kalp ağrısı.
Sizi değil ama o günden sonra,
Yıllardır ben, kendimi unuttum.
Sizi sevdiğime çok memnun oldum.
Tüm Kalbimle
Aralarında yemyeşil otlar biten kaldırım taşlarının,
Nasıl ki selamı varsa yağmura;
Yüreğim de sana minnettar,
Gözyaşlarıyla yeşerttiğin aşk için.
Teşekkür ederim…
Keşke
Dursa dünya,
Uyusa yıldızlar…
Geceler güne,
Günler geceye dönmese…
En korktuğum karanlıklar aydınlansa…
Gözyaşları kurusa,
Gülüşler ıslatsa yanakları,
Ölümler zalimlikten olmasa…
Ucuz kahramanlıklar para etmese…
Her şey ederine gitse!
Fena mı olur, Tuana?
Acı Şiir
Şiire uyandım bu sabah,
Acı dolanmış dilime.
“Şiir” ve “acı”
Ne de güzel uydu birbirine.
Bu Terslikte Bir İş Var
Bu akşam,
Yüzüne kapadım gözlerimi.
Sesini kulaklarıma tıkadım.
Yüreğim kırgınlıklarını unuttu,
Ruhumsa demlenmiş kederler yorgunu.
Bu akşam,
Dindi dinecek rüzgârda saçlarım.
Sırada sağanak yağmur var.
Aklım berduşların yakın dostu,
Ruhumsa demlenmiş kederler yorgunu.
“Ruhumdaki Kara Kutu” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Şiir
- Kitap AdıRuhumdaki Kara Kutu
- Sayfa Sayısı96
- YazarB. N. Kara
- ISBN9786056958021
- Boyutlar, Kapak12.5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviPoesis Kitap / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şiirler: Dıranas ~ Ahmet Muhip Dıranas
Şiirler: Dıranas
Ahmet Muhip Dıranas
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi, Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi; Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede. Yaz, kış yeşil bir...
- Sevdaya mı Tutuldum? ~ Orhan Veli Kanık
Sevdaya mı Tutuldum?
Orhan Veli Kanık
“Sevdaya mı Tutuldum?” Orhan Veli’nin Nahit Hanım’a verdiği bir çift şiir defterinden oluşuyor. Bu iki deftere baktığımızda, şairin 1942 yılına kadar yazdığı şiirleri, muhtemelen...
- Ashab-ı Aşk ~ Murat Sinan İnce
Ashab-ı Aşk
Murat Sinan İnce
Bir güneş doğdu bugün, gözlerinden Üzerime… Baktığım her yerde, Bir nefes seni hissediyorum, Ciğerimin en derin yerinde. Yürekten çırpınıyorum, Yaşamaya adarken En güzel günleri,...
vaybe okudum elinize yureginize saglık hoscakalın.