Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sevmek Cesurların İşidir
Sevmek Cesurların İşidir

Sevmek Cesurların İşidir

Ayşe Melek

Nasıl oluyor da bazı insanlar daha kolay ve güvenli ilişki kuruyorlar? Neden bazıları ilişkilerde katı ve tutukken bazıları daha esnek? Neden kimileri kolayca affederken…

Nasıl oluyor da bazı insanlar daha kolay ve güvenli ilişki kuruyorlar?

Neden bazıları ilişkilerde katı ve tutukken bazıları daha esnek?

Neden kimileri kolayca affederken kimileri yanlışlara ömür boyu takılıp kalıyor?

Neden bazı insanlar yeniliklere kolayca adapte olurken diğerleri acı çekiyor?

Neden bazılarımız için geçmişin atlatılması bu kadar zor ve gelecek kaygı dolu?

Neden kimi insanlar sorunlar karşısında korkusuzken bazıları en küçük bir sorunda pes edip yıkılıyor?

Zihin yargılarla çalışır ve her an yeni bir yargı üretir. Sonra bir an gelir ve bu otomatik kalıpların artık yaşam doyumumuzu kısıtladığını hissederiz. “Başka bir yol mümkün mü?” düşüncesi içimizde uyanır.

O yolda kendimizle, alışkanlıklarımızla, otomatik pilotumuzla, duygularımızı nasıl işlediğimizle veya işleyemediğimizle, hasetle, şükranla, kayıpla, yasla, öz şefkatle, aşkla ve insan olmaktan kaynaklanan pek çok halle karşılaşır, bunları tecrübe ederiz.

Bu tecrübelerden geçmek yani yaşamak için sevmek gerekir. Sevmek; aktif bir sevme işi ve iradi olarak verdiğimiz cesaret isteyen bir karardır. Sevmek cesurların işidir. Birini veya bir şeyi sevdiğimizde eyleme geçme ihtiyacı duyarız. Ona kalbimizde ve hayatımızda bir alan açar ve o alanda genişlemesini mutlulukla karşılarız. Üstelik bunu terk edilme, kaybetme ihtimalimize ve korkularımıza rağmen yaparız. Bir anlam dünyası inşa edebilmek için yola çıkarız. Öyleyse sevgisizlik aslında eylemsizlik ve korkaklıktır.

Psikoterapist ve psikodramatist Ayşe Melek Sevmek Cesurların İşidir’de kendimizi keşfetme yolculuğumuza çok yönlü bir kılavuz sunarak rehberlik ediyor.

İÇİNDEKİLER

BAĞLANMA 9
Otopilotun Ele Geçirdiği Hayat 12
Harç Bitti Yapı Paydos: Zihni Durdurmak 14
Sınırlar Bizi Birbirimize Bağlar 16
Bağlanmanın Yolları 18
Destek Ağları ve Bağlanma 20
Eski Tesisatı Değiştirmek: Yanlış Bağları
Düzenlemek 23
Kendimizle Olan Bağları Onarmak 25
Egzersiz 29
RUHSAL DOĞUM 31
Bilinmezliğin İçindeki Sır 32
Doğmayan Bir Şey Ölmekle Meşguldür 36
Dikkat Kırılır: Bebeğin Ruhunu Anlamak 39
Kabuğun Altındaki Canlılık 42
Egzersiz 45
DUYGU REGÜLASYONU 47
Kısa Devre Yapmadan
Sigortalarımıza Bakmak 49
Bizi Korumak Üzere Tasarlanmış Yapı;
Beynimiz 54
Zihninden Çık, Bedenine Dön 58
Buğday Başağı Gibi Salınmak:
Duygulara İzin Vermek 62
Duygu Pusulanıza Güvenin 64
Kendinle Kalmaktan Korkma 70
Egzersiz 72
SOMATİZASYON 75
Görünmeyen Düşmanla Mücadele 77
Zor Yoldan Öğrenmek; Fısıltının Çığlığa
Dönüşmesi 80
Ölümden Korunmak İçin Don:
Somatizasyonun Kuluçka Evresi 82
Duygular Ölmez, Görülmeyi Bekler 86
Güzel Anları Çoğaltarak İyileşmek 87
YAS 91
Yasın Kökleri 94
Egonun İşlevleri 98
Büyümenin Yası 100
Kayıplar ve Kazançlar 102
Yasın Evreleri 105
Komplike Yas 106
Bağlanma ve Yas 109
İlk Yas: Doğum 110
İki Kardeş: Kayıp ve Acı 112
Yas Mevsimleri 115
Egzersiz 117
HASET VE ŞÜKRAN 119
Acziyetin Başlangıcı: Haset Duygumuz 119
Kıskançlık, Açgözlülük ve Haset
Arasındaki Geçişler 122
Kısa Ama Etkili Dönemler: Paranoid ve
Depresif Konumdaki Bebek 125
Hasedin Görünümleri: Değersizleştirme,
İdealleştirme, Haset Uyandırma 128
Sevgiyle Kat Edildiğinde Kısalan Yollar 131
Şükran Meditasyonu 134
ANDA OLMAK 139
Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer 139
Şimdi’ye Bir An Uğramak 140
Ne Kadar Savaş O Kadar Çıkmaz 143
An’la İlgili Yanılgılarımız 144
Farkındalıkla An’ın İçine Yerleşmek 146
Anda Kalmayı Öğrenmek ve Sürdürmek 148
Egzersiz 152
ÖZ ŞEFKAT 157
Şefkatin Yüzleri ve Bir Kuşun
İki Kanadı 160
Öz Şefkati Oluşturan ve Engelleyen İnançlar 162
Öz Şefkatle İlgili Mitler 165
Kendimize Öz Şefkatle Yaklaşabilmek 166
Egzersiz 167
Öz Şefkati Nasıl Öğreneceğim? 168
Hayatımızı Dönüştüren Bir Güç Olarak
Öz Şefkat 173
Egzersiz 173
AŞK 175
Yaşamak İçin Senin Sevgine Muhtacım 175
Gerçekte Âşık Olan Kim? 176
Tanıdık Ama İşlevsiz Bağlanma Stili 178
Kendimi Sevmeden Seni Sevebilir Miyim? 182
Ruh Eşi: Masallara İnanmak
İsteyen Yanımız 184
İlişkinin Yakıtı: Ortak Anlam Üretebilmek 187
Sevmek Cesurların İşidir 191

BAĞLANMA

Bağlanma kavramı, literatüre 1950’lerde John Bowlby ve Mary Ainsworth tarafından armağan edildi. Üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen ilk günkü önemini koruyor. Çünkü günlük hayatımızı ve kararlarımızı doğrudan etkileyen bir kavram. Zihnimiz kalıp tanıma sistemi olarak nitelendirebileceğimiz bir yapıyla çalışır; önceden tanıdığı/bildiği bir şeyi farklı bir biçimde gördüğünde bundan rahatsız olur. Bu sebeple hem nesneler hem de ilişkiler bağlamında bilinçdışı bir biçimde tanıdık olanlara yöneliriz. Aynı döngülere, ilişki problemlerine saplanıp kalmaktan bizi koruyacak ve çıkaracak olan yolun başlangıcı, farkındalıktır. Farkında olmadığımız ne varsa bizi kontrol eder.

Farkında olduğumuz şeylerin üzerimizdeki kontrolü ise gittikçe gevşer. Peki nasıl oluyor da bazı insanlar daha kolay ve güvenli ilişki kuruyorlar? Neden bazıları ilişkilerde katı ve tutukken bazıları daha esnek? Neden kimileri kolayca affederken kimileri yanlışlara ömür boyu takılıp kalıyor? Neden bazı insanlar daha rahat ve yeniliklere kolayca adapte olurken diğerleri acı çekiyor? Neden bazılarımız için geçmişin atlatılması bu kadar zor ve gelecek kaygı dolu? Neden kimi insanlar sorunlar karşısında korkusuzken bazıları en küçük bir sorunda pes edip yıkılıyor? Yıllar süren araştırmalar gösteriyor ki bu ve buna benzer pek çok sorunun cevabı bağlanma stilimizde ve yukarıda kısaca bahsetmiş olduğumuz sistemde gizli. Bowlby çalışmasında, ebeveynlikte zorluk yaşayan annelere, problemlerine analitik olarak yaklaşılan ve problemlerinin çocukluklarına kadar takip edildiği haftalık bir görüşmeyi önerir.

Bu görüşmelerin sonunda, annelerin çocukken yaşadığı hisleri fark edip hatırlamasına, hoşgörülü ve anlayışlı bir şekilde kabul etmesine yardım edildiğinde kendi çocuğuna karşı artan bir empati ve hoşgörü geliştirdiğini gözlemlemiştir. Buradan yola çıkarak bağlanmanın nesiller arası aktarımından söz edebilir ve anneye yardım yoluyla çocuğa da yardım edilebileceğini söyleyebiliriz. Danışanlarım tarafından sıkça yöneltilen sorulardan biri de böylece cevap buluyor: “Kendimiz güvenli bağlanmadıysak çocuğumuzla güvenli bağlanabilir miyiz?” Bu sorunun cevabı evet fakat bir şartla; çocukluğumuzda yaşadığımız bağlanma problemini çocuğumuzla bağlanma vakti gelmeden önce halletmiş olmalıyız.

Bağlanma teorisine göre üç temel bağlanma stilinden söz edilir: güvenli, kaygılı ve kaçıngan. Sonradan dördüncü bir tip bir bağlanma stili de eklenmiştir: korkulu-kaçıngan. “Güvenli bağlanma kurabilmiş bebekler dünyayı keşfetmekte, öğrenmek ve gelişmekte, yorgun ya da kızgın olduklarında rahat ve güvende hissetmek için annelerini güvenli dayanak olarak kullanabilmektedirler. Güvensiz bağlanma (kaygılı ve kaçıngan) stiline sahip olanlar ya sakinleşmek için annesinin nerede olduğunu bilmeye ihtiyaç duyuyor (kaygılı) ya da ihtiyaç duyduğunda güvenli bir dayanak olması için annesi fazlasıyla yabancı kalıyor (kaçıngan).” (Levine ve Heller, 2020, 14). Güvenli bağlanma stiline sahip insanlar hem kendilerini hem de başkalarını olumlu görme eğilimindedirler. Yakın ilişkilere değer verirler, bu tür ilişkileri başlatmakta ve sürdürmekte başarılıdırlar. Ancak bu ilişkiler sırasında kişisel özerkliklerini yitirmezler.

İlişki içinde oldukları insanlara istek ve ihtiyaçlarını dile getirmekte bir sakınca görmezler. Reddedilmeyi kişiselleştirmezler. Sorunlar karşısında esnek tutumlar göstererek çözüm odaklı bir yaklaşım benimserler. Kendilerinin ve muhataplarının sınırlarına saygı duyarlar. Anlaşılmadıklarında küskünlük, alınganlık, kendini izole etme, sessizlik, saldırganlık gibi yollar yerine iletişimi sürdürmeyi denerler. Kaçıngan bağlanma stiline sahip olanlar kendilerini olumlu, başkalarını ise olumsuz görme eğilimindedirler. İhtiyaç duyduğu güveni, sığınak ve şefkati anneden göremeyen çocuk, bu muhtaçlık duygusunu içinde en düşük dereceye indirmeye çalışır ve sonunda bunu başarır. Başkalarına duyduğu gereksinimi ve yakın ilişkilerin önemini reddeder. Kaçıngan bağlanma stiline sahip insanlar ne gerçekten bağlanabilir ne de birilerinin kendilerine bağlanmasına tahammül edebilirler. İçten içe yoğun bir ilişki ihtiyacı duysalar bile yakın ilişkiler bu kişiler için çok tehlikelidir.

Çünkü ilk ilişki denemeleri başarısızlığa uğramıştır. Dünyanın kalanı da tıpkı anneleri gibi onları hayal kırıklığına uğratabilecek insanlarla doludur. Tetikte ve gergin bir şekilde durduklarından ilişkinin geleceğini ve ne olacağını kestiremezsiniz. Kaçıngan bağlanma stiline sahip biriyle muhatapsanız ona asla ulaşamadığınız hissine kapılmanız normaldir. Yeteri kadar sevgi görmemiş ya da şartlı sevilmiş bebekler çoğunlukla kaygılı bağlanan yetişkinlere dönüşürler. Kendi varlıklarını olumsuz, muhataplarını olumlu görme eğilimdedirler. Benlik saygıları düşüktür ve ilişkilerinin dinamiğini en çok belirleyen şey terk edilme kaygılarıdır.

Partnerlerine ya da arkadaşlarına asla tam olarak güvenemez, en ufak bir hata ya da kusur işlediklerinde terk edilecekleri endişesine kapılırlar. Bu endişe sebebiyle genellikle karşılarındaki insanın hoşuna gidecek şekilde davranırlar ki sevilsinler. Kaygılı bağlananlar için ilişkiler buzda yürümek gibidir. Her an bir kontrol ve denge ihtiyacı içinde kıvranırlar Asla yeterince sevilmedikleri düşüncesiyle muhataplarını boğarak ondan sevgi ve ilgi beklerler. Diğer yandan da bu istekleri yüzünden terk edilecekleri endişesini taşırlar. Kendilerini sevmedikleri için, herhangi birinin onları sevebileceğine inanmakta güçlük çekerler.

Her an bir felaket olacak gibi tetiktedirler ve yoğun kaygıdan dolayı somatik rahatsızlıklar yaşayabilirler. Korkulu kaçıngan bağlananların ise hem kendilik algıları hem de başkalarına yönelik algıları olumsuzdur. Kendilerine de başkalarına da güvenmezler. Bu bağlanma stili, çocuğun sevgi, güven ve şefkate ihtiyaç duyduğu anlarda annenin sabit ve sürekli bir güven alanı kuramamasıyla oluşur.

Çocuk şefkatten yoksun kalacağı korkusuyla anneye aşırı bir bağlılık duyar. Bebeklik döneminden itibaren ihtiyaçlarına zamanında karşılık verilmemiş, bir ilgi gösterilip bir ilgisiz bırakılmış, dengesiz tavırlar içerisinde büyütülmüş çocuklar, küçük yaştan itibaren korkulu/kaçıngan bağlanma stilini benimserler. Yardıma ihtiyaç duyduklarında destek alıp alamayacaklarından emin olamazlar, çünkü bakım verenlerinden tutarlı dönütler almamaları güven duygularının sarsılmasına neden olmuştur. Bu nedenle hem çocukluk hem yetişkinlik dönemlerinde bir yandan ilişki kurmak isterken bir yandan ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri için bağlanmaktan kaçarlar.

OTOPİLOTUN ELE GEÇİRDİĞİ HAYAT

Zihnimiz, her an sorular sormaya ve durmaksızın cevaplar üretmeye devam eder ve bunların çok önemli bir bölümünü otopilotta yapar. Otomatik pilot bizim düşünmeden yaptığımız her şeydir, doğduğumuz andan itibaren sistemimize giren, tekrar ettiğimiz davranış ve düşünce kalıplarımızdır. Sabah rutinlerimizi düşünelim; kalkarız, tuvalete gideriz, elimizi yüzümüzü yıkarız. Bunların hiçbirini düşünerek, her seferinde anlamlandırarak, fark ederek yapmayız. Bu sebeple her sabah uyandığımızda telefona uzanmadan, hızlıca kalkıp güne başlamadan bir süre oturup anda kalma egzersizi yapmak, ne durumda olduğumuzu fark etmek ve ihtiyaçlarımızı anlayıp günü planlamak hayatımızda anlamlı bir fark yaratabilir. Biriyle konuşurken de çoğu zaman bu modumuz aktiftir. Özellikle, “nasılsın, iyiyim, sen nasılsın, iyiyim” tarzı günlük ayaküstü hoşbeşlerde. İçimize gidip de “Ben gerçekten nasılım?” diye sormadan, genellikle öğrendiğimizi tekrar ederiz.

Tabii ki bu her zaman kötü bir şey değildir, hayatımızın her anını hissederek yaşayamayız. Ama ya her şeyi kontrol etmek isteyen bir otopilotumuz varsa? Ya hayatımızda tek bir değişiklik yaptığımızda bile kendimizi suçlu, gergin ya da güvensiz hissediyorsak? Bu durum bize zihnimizdeki otomatik sesin çok güçlendiğini ve spontanitemizin giderek zayıfladığını haber veriyor olabilir. Bize “Ne faydası var ki? Zaten hep aynı şeyler oluyor. Çabalamak boşuna,” gibi düşünceleri fısıldayan çoğu zaman otopilotumuzdur. Çünkü konforu sever ve genellemek ister.

Zihnimizin çalışma prensibi, acıdan kaçıp hazza yaklaşmak ve bizi tehlikelerden korumak için en kestirme yolları bulmaktır. Bunu sağlayabilmek için ürettiği tüm yargıları da geçmişte yaşadıklarımızdan çıkardığı derslerle ya da geleceğe dönük kaygılarımızla oluşturur. Zihnin kalıp üretmeyi seven ve tanıdık olana yönelmeye eğilimli yapısı dünyayı belli bir perspektiften algılamamıza sebep olur. Bazen bir durumu değiştirmek, geliştirmek ya da aşabilmek için otopilotumuzu fark etmek ve fark etmeden yöneldiğimiz düşünce ve davranışlardan uzaklaşmak gerekir.

Hatta bazen otopilotun devreye girdiği anı fark edebilmek için olayları geri sarmak faydalı olabilir: “Bunu neden yaptım? Daha önce de benzer şeyler yaptım mı? Böyle davranarak neyi kurtarıyorum, koruyorum ya da sürdürüyorum?” Burada kendimize pek çok soru sorabiliriz. Aynı şekilde davranmanın bizi tükettiği, gelişim ve değişimimize hizmet etmeyen, miadını doldurmuş durum ve davranışları fark edebilmek için dikkatimizi kullanmalıyız. Otopilot üzerinde irademiz yoktur, o tıpkı göz ya da mide kasımız gibi çalışır, fakat dikkatimizi neye yönelteceğimiz bizim elimizdedir. Değişim ancak irademizde olan dikkatle irade sahibi olmadığımız otopilotumuzu fark etmekle ve dönüştürücü adımları atmakla mümkün olacaktır.

HARÇ BİTTİ YAPI PAYDOS: ZİHNİ
DURDURMAK

Zihin yargılarla çalışır ve her an yeni bir yargı üretir. Sonra bir an gelir ve bu otomatik kalıpların artık yaşam doyumumuzu kısıtladığını hissederiz. “Başka bir yol mümkün mü?” düşüncesi içinizde uyandıysa sizi “gözleyen ben” kavramıyla tanıştırmak isterim. Bu, içimizde olan, yargılamayan, hepimizi insan olma paydasında eşitleyen, kapsayıcı bir gözdür. Zihnimizin otomatik cevaplarına karşı gözleyen ben’i güçlendirmemiz gerekir. Aynaya bir bakın; zihninizden hemen kendinizle ilgili iyi ya da kötü, pek çok yargı cümlesi geçmeye başlar.

Peki otomatik yargılarla somut gerçeği nasıl ayırt edeceğiz? Burada ölçütümüz şudur: kendimizle ilgili bütün sübjektif düşüncelerimiz yargıdır: “Ben iyi bir insanım”, “Ben çok özgür biriyim”, “Ben çok kendini beğenmişim”, “Ben çok mütevazıyım”. Bu şekilde örnekleri çoğaltın. Görüyoruz ki bunların hepsi öznel, gerçekliği test edilmemiş ve edilemez olan şeyler. İyilik, güzellik, merhamet, çirkinlik, kibir, aptallık. Bu niteliklerin hiçbiri ölçülemez, dolayısıyla bunlar yargıdır. Öyleyse yargı olmayan şey nedir? “Ben ayakta duruyorum”, “Ben bir kadınım, erkeğim”, “Ben bir anneyim, babayım”. Bunlar gerçektir.

Bizim gözümüzde ve dünyanın gözünde tartışmasız olarak kabul edilen somut gerçekler yargı değildir. Ayakta duran birinin ayakta olduğu gerçeği göreceli değildir.

Kadın ya da erkek oluşumuz göreceli değildir. Çocuğumuz varsa anne/baba oluşumuz göreceli değildir. Bu konuyu inanç üzerinden de düşünebiliriz. Bütün hayatımızı inanan biri olarak geçirsek bile öldüğümüzde imanlı mı olacağız imansız mı gideceğiz, bunu bilmiyoruz. Allah neden bu kadar hayati bir konuyu, son ana kadar ucu açık bırakmış olabilir hiç düşündünüz mü? Burada kesinlik peşinde koşan insanlara vermek istediği ders ne olabilir? Bir hadiste Peygamberimiz “Sevdiğinizi de ölçülü seviniz, yerdiğinizi de ölçülü yeriniz. Sevdiğiniz bir gün düşmanınız, yerdiğiniz de bir gün dostunuz olabilir” derken ne anlatmak istemiş olabilir? Çünkü yargılarımız aslında muğlak ve değişebilir şeylerden oluşur.

Nefret ettiğimiz birini bir gün gerçekten sevebiliriz ya da tam tersi, çok sevdiğimiz birinden nefret ettiğimiz bir noktaya gelebiliriz. Merhametli biriyken gaddarlaşabilir, gaddar biriyken merhametli birine dönüşebiliriz. Dolayısıyla öznel olan şeyler her zaman öznel olarak kalacak ve değişkenlik gösterecektir. Bu demek değildir ki öznel bir yanımız olmayacak. Fakat artık bu öznel yanımızı gözleyen ben’le fark edeceğiz. Yargılarımız tabii ki ortadan kalkmayacak: “Şunu seviyorum, bunu sevmiyorum, bu kadın güzel, şu adam aptal” vs. fakat akabinde şunu hemen fark edeceğiz: “Bunlar benim yargılarım, düşüncelerim, duygularım ve hiçbiri mutlak gerçek değil.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Psikoloji
  • Kitap AdıSevmek Cesurların İşidir
  • Sayfa Sayısı208
  • YazarAyşe Melek
  • ISBN9786050846935
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Ciltli
  • YayıneviTimaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur