Bülbülün Kırk Şarkısı
İskender Pala
Gönüllere Şifa Bir Hayat Hikâyesi: Hazret-i Muhammed… Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette onadır….
Ben İskender Pala. Ders kitaplarının arasına mahrem sevgililerin resimleri gibi saklayarak evin soba yanan tek odasındaki kış gecelerinin Teksas ve Tommiks’lerini geride bıraktığım ilk mektep yıllarından sonra -ki kendilerini takip eden soluk benizliler yanlış istikamete gitsin diye Apaçilerin atlarının ayaklarına nalları ters çaktıklarını bu vesile ile bilirim- okuduğumu hatırladığım ilk kitap Peyami Safa’nın 9. Hariciye Koğuşu olmuştu. Kitabı elime aldığımda önce Kızılderili reisi Oturan Boğa’ya ihanet ettiğimden dolayı utandığımı ve bir asker hikayesi okuyucağımı vehmederken safran boyalı koridorlardan eter kokusu duyarak sükût-ı hayâle uğradığımı hâlâ unutmam. Galiba kitabın adındaki Koğuş kelimesinin en masum askeri anlamıyla böyle düşünmüş ve yerli kızılderili hikayeleri hayal ederken Uşak sokaklarında asker koğuşu hayal eder olmuştum. 9. Hariciye Koğuşu’nu lise yıllarımda yeniden okuduğum zaman ben de roman kahramanı gibi hasta yatağındaydım ve ıztıraplarımın ince sızılarında bir haram lezzeti duymuştum.
Bunu Peyami’nin Yalnızız’ı takip etti. O kitaptan aklımda kalan tek cümle -eğer yanlış hatırlamıyorsam- “Kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım.” idi ve ben Peyami’nin, yalnızca bu cümleye anlam katabilmek için o koca romanı yazdığına inanmıştım. Gerçekten de ilk gençlik yıllarımın bütün ruh ummanları bu cümleyle çalkalandı ve Türkiye’nin 70’li yıllarına rastlayan bütün gençlik fikir ve bunalımları yavaş yavaş beynimin cidarlarında acıyla, nefretle formatlanmaya başladı.
Yıllarım kitap satırlarının arasından süzülürken Ömer Seyfeddin, Refik Hâlid, Reşat Ekrem ve diğerleri birer dönem benim hit’lerim oldular. Kütahya kahvehanelerinin kesif sigara dumanlarıyla grileşen duvarları ve Tekel markalı iskambil destelerinin konçinaları arasından sıyrılıp -ki heder edilmiş o birkaç yıla hâlâ acırım- sağlıklı nefesler aldığım zamanlarda kitaplarla muaşakaya devam ettim. Spor yapıyor ve kitap okuyordum. Hâlâ özlemini duyduğum ve dudağımda tatlı gülümseyişlerle hatırladığım güzel bir hayattı, herkese tavsiye olunur!
İtiraf etmeliyim ki şiir kitapları hiç ilgimi çekmiyordu. Çünki yazdığım dörtlüklere sitayişler yağdırıp ileride büyük şair olacağımı söyleyen arkadaşlarım ve hocalarım yoktu. Bugün bir şair olamamışsam ve ömrüm şairleri kıskanmakla geçiyorsa eğer, bunun sorumluları onlardır.
Siz adına taşralılık kompleksi deyin, ben imkansızlık diyeyim; gençliğimi savurduğum şehirlerde kimsenin, en azından benim çevremdeki insanların kitapla alâkaları bulunmuyordu. Bu yüzden kitap biriktirmeye başlamam üniversite sıralarına rastlar. Bugün kütüphanemde ortaokul yıllarından kalma tek kitap vaktiyle cildini de kendi elcağızımla yaptığım Hayat Büyük Türk Sözlüğü’dür. Şevket Rado’nun haftalık fasiküller hâlinde yayınladığı ve inşaatlarda amelelikle geçen yorgun günlerin terapi seansları gibi bilmediğim kelimelerini okumayı alışkanlık edinerek yazdığım şiirler için kafiye kelimeleri aradığım 74 yazında şiire de tevbe etmeğe mecbur oldum. Zaten o sonbaharda üniversiteli olmuştum.
Osmanlı tarihi ve edebiyatıyla tanışmam, Erzurum ve İstanbul’da geçen üniversite yıllarıma rastlar. Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ne çarpılmıştım. Onun açtığı kapıdan girerek artık İsmail Hami’ler, Uzunçarşılı’lar, Pakalın’lar, Öztuna’lar okuyordum. Türk Klasik Edebiyatı’nı sevmiştim ve bir dönem, onunla ayrı dünyaların insanı olduğuma yanarak geçti. Âşıktım, ama onu tanımıyordum. Nihad Sami merhumun Resimli Türk Edebiyatı Tarihi benim Divanu Lugati’t-Türk’ümdü. Oradan berceste eserleri tanımaya ve okumaya başladım. Mesnevî, Gülistan, Kelile ve Dimne, Eflakî Menakıbı, Hafız Divanı vs. derken Kebikec benim de dünyamı kemirmeye başladı. Dante, Homeros, Shakeaspeare, Gothe bilgimin öteki yüzünü oluşturdular. Artık rahmetli Harun Tolasa hocamın hazırladığı Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası ile tanışma vakti gelmişti. Ardından Ferid Kam, Tahirü’l-Mevlevi, Köprülü, Gölpınarlı, Banarlı, Tarlan, İpekten, Alparslan, Çavuşoğlu, Karahan, Çelebioğlu vb. Hepsine Taala’dan rahmet dilerim.
Ve Stuart Mill’in ifadesiyle “Kutsal su, bir baştan yüzlerce başa ayrıldı.” Şimdi size bir kütüphanede çalışıyor olmanın binbir faydasını sıralamam abes olabilir; ancak benim için ne olduysa işte o zaman oldu, bilimsel okumanın lezzetini o zaman kavradım. Artık elyazmalarının âherli dünyasını, ebru ciltlerin mikleplerini, ortaçağ Türk sanatının dizilip gelen rik’alarını, siyakatlarını anlamaya başlamıştım. Güllerin ve bülbüllerin, ebrûların ve gamzelerin, gazellerin ve kasidelerin kırkıncı kapısından girme zamanıydı o. Önümde bir medeniyet duruyordu ve şimdi ne Troya kentini keşfeden Schliemann, ne Tut-enk-Amon nam Firavun’un mumyasını çözen Champollion; ne mikrobu keşfeden Pasteur, ne de arzın cazibesi kanununu keşfeden Galileo Galilei benim kadar mutlu olamazlardı. O medeniyet aynasında hüsn-i ta’lillerin fıstıkî feracelerine bürünmüş güzellerinin ve onların müraat-i nazîrlere bulaşmış ateşi etrafında kelebekler gibi dönen derbeder şairlerin nefeslerini duyabiliyor; saraylar ve konaklarda, sokaklar ve dükkanlarda, tekkeler ve medreselerde, mesire ve sayfiyelerde hangi âhenkle yaşayıp, ne tür vezinlerde güldüklerini yahut ağladıklarını, sevindikleri yahut üzüldüklerini anlayabiliyordum.
Türk klasik şiiri meğer benim için bir tarz-ı hayat imiş; beni öyle buldu. Hâlâ şiir yazamam, ama şiirin has behçesindeki seyranın yolunu yordamanı iyi bilirim. Bunu, Fuzulî’den, Bakî’den, Nef’î’den, Yahya’dan, Nailî’den, Galib’den, Nedim’den öğrendim. Galib Dede “Birdenbire bul aşkı, bu tuhfe bulanındır” diyordu ve ben, tam da onun dediği bir hediye gibi birdenbire aşkımı bulmuştum.
Bu aşk beni iflah etmeyecekti, biliyordum. Artık kitaplarım, divanlar olmuştu ve çocukluğumda bütün merhamet duygularımı sömüren kızılderili reisi oturan boğa şimdi müstesna gazeller yazmaya başlamıştı. Üniversite yıllarından sonra yanlış bir karar ile asker olmuş, gülle bülbülle sohbet ederken birdenbire üniformayla postalla uğraşmaya başlamıştım. Onbeş yıl sürecek bu dönem içinde okumayı ve yazmayı asla bırakmadım; hatta dönem dönem okuyup yazmayı bir teselliye bile dönüştürdüm. Anladım ki Divan şiiri için yazdıkça daha çok yazmak gerekiyordu; ve daha çok yazmak için de daha çok okumak… Tarih, medeniyet tarihi, sosyal bilimler, felsefe, sosyoloji, sanat vs. Ne bulursam okuduğum yılların semeresini hiç durmadan yazmam gereken yıllarda gördüm. Divan şiirinin püf noktalarını ve eski şairlerin hayatlarını keşfetmiştim. Bu bana hem bir bakış açısı, hem de yazma kolaylığı sağlıyor; hemen her konuda eskilerin ne söylediklerine dair birkaç beyit nakletme cesareti veriyordu. Benim için yazıda bir konu sıkıntısı da yoktu üstelik.
En sıkışık zamanlarda bir divanın gazeller bölümünden fala bakar gibi bir sayfa açıp ilk karşıma çıkan gazel hakkında yazı yazmanın keyifli bir macera olduğunu söyleyebilirim size.
Yalnız Divan edebiyatı yazmakla kalamadım. “Divan şiirini sevdiren adam” olmanın ötesinde misyonlar yüklenmişti omuzlarıma. Divan şiirini sevdirmekten dolayı elbette haz duyuyordum, ama bütün çabamın divan şiiriyle sınırlıymış gibi anlaşılmasına da tahammül edemiyordum. Ve çok geçmeden periyodik gazete yazıları girdi devreye. Artık sanattan, kültürden, tarihten, medeniyet tarihinden de bahsetmek gerekiyordu.Ve tabii aşktan… O en çok bildiğim, sevdiğim ve bıkmadan usanmadan yazabileceğim bir konuydu ve ne vakit acele yetiştirmem gereken bir yazı istenirse benden, hemen ah mine’l-aşk deyip bilgisayarın düğmesine basmam yeterli oluyordu.
Aşk, gazellerin konusuydu ve ben hemen bütün ömrümü gazeller arasında geçirdim. Velhasıl zaman, gazele bulandı bir kez ve satır satır elem kendini gösterdi!.. Aşk ve elem!.. Ve Divan şiiri…
Hâlâ çekilen derd ü meşakkat budur işte.
Yıllara geçiyordu…
DOĞDU
08.06.1958, UŞAK
OKUDU
Cumhuriyet İlkokulu, 1969 (Uşak)
Kütahya Lisesi, 1975 (Kütahya)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü,
Lisans, 1979 (İstanbul) Tez: Câmiu’n-Nezâir -Transkripsiyonlu metin-
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens., Eski Türk Edebiyatı A.B.D.
Doktora, 1983 (İstanbul) Tez : Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı
YÖK, Üniversitelerarası Kurul, Eski Türk Edebiyatı ABD,
Doçent, 1993 (İstanbul Üniversitesi) Profesör, 1998 (İ. Kültür Üniversitesi)
ÇALIŞTI
1979-1982 İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türkoloji Seminer Ktp. memuru
1982-1984 Deniz Kuvvetleri K.lığı Deniz Lisesi Komutanlığı’nda teğmen
1984-1986 Üsteğmen
1986-1987 Boğaziçi Üni’de part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi
1987-1994 Yüzbaşı, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri
1994-l996 Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi
1996-1997 Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fak. Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği
1997 Öğretim yılı İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim üyesi
ÖDÜLLENDİRİLDİ
Türkiye Yazarlar Birliği dil ödülü, 1989 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
AKDTYK Türk Dil Kurumu ödülü, 1990 (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
Türkiye Yazarlar Birliği inceleme ödülü, 1996 (Şairlerin Dilinden)
Aydınlar Ocağı Kayseri Şb. Yılın Edebiyat Adamı ödülü, 2001
YTB Uşak Halk Kahramanı ödülü, 2001
YAZDI
Ortaokul ve liseler için Türkçe ve Edebiyat ders kitapları (1990-1997)
Osmanlı Deniz tarihiyle ilgili çeviri ve araştırma kitapları (1991-1996)
Divan edebiyatının halk kitlelerince anlaşılabilmesi için edebiyat ve sanat dergilerine yönelik vulgarize denemeler, hikayeler, fıkralar (1982 >)
Kültür, sanat, edebiyat içerikli gazete yazıları (Zaman, 1993 >)
KONUŞTU
Osmanlı Şiir Okumaları, Divan Şiiri Seminerleri adlı halka açık seminerler (1994 >)
DERS VERDİ
İstanbul Kültür Üniversitesi’nde öğretim üyesi (1997 >)
BABA OLDU
Hilye Banu (1982)
Elif Dilasa (1986)
Alperen Ahmet (1992)
İskender Pala
Gönüllere Şifa Bir Hayat Hikâyesi: Hazret-i Muhammed… Selamlar ki, şeker dudaklıların vuslatı gibi içtendir, elbette onadır. Hasretler ki, âşıkların avazı kadar yanıktır, elbette onadır….
İskender Pala
“Peygamber’in mihmandârı! Bir arzun varsa yapayım. Bir vasiyetin varsa yerine getireyim!” “Ey Emîr! Sakın Allah’ın dinini bozma, müminler arasına fitne girmesine müsaade etme. Askere…
Prof. Dr. İskender Pala
Aşkın başlangıcı “görme”, sonucu “bakma” dır. İlk görüş anında başlayan ilginin sırasıyla sevgiye, bağlılığa, kalbin erimesine, tutkuya, özleme ve nihayet aşka dönüşmesinin bir tek…
İskender Pala / 3 Yorum
Biliyorum, “Biz bu ilden gider olduk, kalanlara selam olsun,” demişti… Yine biliyorum, “Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.” demişti… Ve Sevgiliye gittiği o…
İskender Pala
Türk milletinin geniş bir coğrafya ve uzun bir tarihe ait çeşitli medeniyet tecrübeleri ile siyasal ve toplumsal değişimlerini aynı sistem içinde yoğurarak ortaya koyduğu…
İskender Pala / 11 Yorum
Tutku… Güzellik… Aşk ve savaş. Sadece gönüllerin değil alınların, kemiklerin ve gözlerin alev alev yandığı savaş. Kahramanlarını, Yavuz Sultan Selim’i de Şah İsmail’i de…
İskender Pala / 4 Yorum
28 Şubat süreci… Hergün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır. kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü…
İskender Pala
Fâtih. Gelmiş geçmiş en büyük ve en renkli hükümdar. Kültürlü. Asker. Matematik ve diğer müspet ilimlere meraklı. Doğu dillerini bilir. Batı dillerini bilir. Sultan….
İskender Pala
Kültür savaşlarının yapıldığı günümüzde aydın kimliğine / sahip olacak insanlar, mutlaka kendi klâsiklerini tanımak ve ‘ geçmiş güzellikleri gözler kamaştıran kültür hazinelerinden yararlanmak zorundadır….
İskender PALA
Aşk yalnızca bir tanedir; ama görüntüleri onlarca, binlerce, belki milyonlarcadır. Sıradan ilgilerin ve sevgilerin ötesinde, görünen perdelerin arkasında, fark edilen renklerin maverasında çıldırtıcı bir…
İskender PALA
Elinizdeki kitaptaki gazeller hem yüzyıllar ötesinden bize birtakım güzellikleri sunduğu, hem atalarımızın kadındaki güzellik anlayışlarının rafine zarafetini verdiği, hem de şairlerin peri kızlarına benzettikleri…
İskender PALA
Yaydan fırlayan ok gibidir ağızdan çıkınca bir söz. Ve hiç geri dönmüş değildir atıldıkta sonra bir ok. Seli başından bağlar ileriyi gören kişi. Ve…
Rastgele Kitap Getir Son Girilenleri Getir