Edgar Allan Poe polisiye, korku ve gerilim türünde yazdığı öykülerle hem Amerikan edebiyatının hem de dünya edebiyatının en etkileyici yazarlarından, gotik kurgu deyince ise akla ilk gelen isim. Usher Evi’nin Çöküşü’nde Poe hayal gücü ile eşsiz üslubunu gözler önüne seren on dokuz öykü anlatıyor.
Fırtınanın ortasında hayatta kalmaya çalışan mürettebat, içindeki ev sahibiyle birlikte çökmekte olan bir malikâne, esrarlı bir ritüele tanık olan iki denizci, terk edilmiş kalede yaşadığına inanılan bir hayalet ve çok daha fazlası gerilim dolu bu derlemede kendine yer buluyor.
Bir daha asla!
İçindekiler
USHER EVI’NIN ÇÖKÜŞÜ
7
KRAL VEBA
27
BERENICE
40
LIGEIA
50
BITMIŞ ADAM
67
ŞIŞEDE BULUNAN ELYAZMASI
79
RANDEVU (HAYALPEREST)
90
EIROS ILE CHARMION’UN KONUŞMASI
104
GÖLGE – BIR MESEL
111
SESSIZLIK – BIR MASAL
114
ÇAN ODASINDAKI ŞEYTAN
118
OVAL PORTRE
127
NEFES KAYBI
132
KALABALIKLARIN ADAMI
146
MISTIFIKASYON
156
İŞADAMI
168
L’OMELETTE DÜKÜ
178
PERI ADASI
184
ELEONORA
190
Usher Evi’nin Çöküşü
Durgun, karanlık ve sessiz bir sonbahar gününün tamamını oldukça iç karartıcı bir taşra yöresinde tek başıma, at sırtında geçirmiştim ve gökyüzündeki bulutların alçaklığı boğucuydu; sonunda, akşamın gölgeleri giderek uzarken, görüş alanımda melankolik Usher Evi’nin belirdiğini gördüm. Nedendir bilmem ama o binayı görür görmez ruhuma dayanılmaz bir kasvet çöktü. Dayanılmaz diyorum; zira en iç karartıcı ya da ürkünç, en haşin doğa manzaralarının bile zihinde genellikle uyandırdığı, şiirsel olduğu için az çok zevk veren o duygu, bu hisse eşlik etmiyor ve etkisini azaltmıyordu.
Karşımda uzanan manzaraya bakarken tek başına yükselen o eve ve arazinin basit ayrıntılarına çıplak duvarlara gözü andıran boş pencerelere tek tük bitmiş gür kareks sazlarına ve çürümüş, tek tük ağaçların beyaz gövdelerine bakarken ruhum öyle bunaldı ki, dünyevi hisler arasında bunu ancak afyon kullanan âlemcilerin düşlerinden uyandıktan sonra gündelik hayata acı bir şekilde döndüklerinde maske korkunç bir şekilde indiğinde hissettikleriyle kıyaslayabilirim. İnsanın kalbi buz kesiyor, bunalıyor, hastalanıyordu öyle telafisiz bir düşünsel kasvete kapılıyordu ki, hayal gücünün hiçbir teşviki ve işkencesi buna ulvi bir nitelik katamazdı. Neydi durak sayıp düşündüm , Usher Evi’ne uzun uzun, düşüncelere dalmış hâlde bakarken beni böylesine huzursuz eden neydi? Tamamen çözümsüz bir gizemdi bu; kafa yorarken üstüme üşüşen karanlık kuruntularla da mücadele edemiyordum. Tatmin edici olmayan bir sonuca varmak zorunda kaldım: Bizi böyle etkileme gücüne sahip çok basit ve doğal nesne kombinasyonları hiç şüphesiz var olsa da, bu gücü analiz etmek bizi aşan şeyler arasındadır.
O manzaranın ayrıntılarını, o resmin detaylarını basitçe farklı bir şekilde bir araya getirmenin onun keder uyandırma kapasitesini azaltmaya, hatta belki de yok etmeye yetebileceğini düşündüm; ve bu fikir doğrultusunda harekete geçerek dizgini çekip, atımı o meskenin yanında uzanan siyah ve parlak, ışıltılı ve dalgasız, küçük dağ gölünün sarp kıyısına sürerek aşağıya baktım gri kareks sazlarının, ürkütücü ağaç gövdelerinin ve gözü andıran boş pencerelerin yeniden biçimlendirilmiş ve tersine çevrilmiş görüntülerine ama öncekinden de şiddetli bir ürpertiyle.
Yine de, şimdi bu kasvetli konakta birkaç hafta kalmayı önerdim kendime. Oranın sahibi Roderick Usher en yakın çocukluk arkadaşlarımdandı; fakat son görüşmemizden beri uzun yıllar geçmişti. Ama geçenlerde, ülkenin ücra bir kesimindeyken bir mektup ulaşmıştı elime onun yazdığı bir mektuptu ve öylesine aşırı ısrarcı bir dil içeriyordu ki, yanıt olarak bizzat gelmekten başka bir şey yapamazdım.
Elyazısı huzursuz ve kaygılı olduğunu ortaya koyuyordu. Ağır bir bedensel hastalıktan içini bunaltan bir zihinsel rahatsızlıktan en iyi ve hatta tek dostu olan beni gerçekten görmek istediğinden, arkadaşlığımın keyfini yerine getireceğini ve bunun hastalığına biraz olsun iyi geleceğini umduğundan bahsediyordu. Bütün bunların ve çok daha fazlasının ifade ediliş tarzı arkadaşımın isteğinde gerçekten samimi oluşunun barizliği kararımı duraksamadan vermeme yol açmıştı; böylece, hâlâ çok tuhaf bulduğum o çağrıya uymuştum.
Çocukken yakın dost olsak da, arkadaşım hakkında pek az şey biliyordum aslında. Hep fazlasıyla çekingen biri olmuş, bunu huy hâline getirmişti. Ama ben oldukça köklü ailesinin çok eskilerden beri tuhaf, duyarlı mizacıyla tanındığının ve bu mizacı uzun çağlar boyunca çeşitli büyük sanat eserleriyle, son zamanlarda da cömertçe fakat dikkat çekmeden yaptıkları hayır işleriyle ve kendilerini müzik ilminin inceliklerine, belki bu ilmin alışıldık ve kolayca tanınabilen güzelliklerine duyduklarından bile daha yoğun bir tutkuyla adamalarıyla sergilediklerinin farkındaydım.
Usher soyunun, köklü olsa da hiçbir dönemde kalıcı şekilde dallanıp budaklanmamış olması gibi oldukça ilginç bir gerçeği de öğrenmiştim; bir başka deyişle, bu ailenin tamamı tek bir koldan ilerliyordu, son derece ufak tefek ve geçici değişiklikler dışında da hep böyle olmuştu. O mülkün karakterinin, sahiplerine atfedilen karakterle tamı tamına örtüştüğünü ve uzun yüzyıllar boyunca birinin diğerini etkilemiş olabileceğini düşünürken bu noksanlık zihnimi meşgul etti aile ile evi sonunda aynı tuhaf ve çift anlamlı isimde, “Usher Evi”1 isminde birleştiren şey belki de bu noksanlık, bu dallanıp budaklanmayıştı ve bunun sonucunda mirasın sürekli babadan oğula kalmasıydı köylüler hem aileden hem de aile konağından bu isimle bahseder gibiydi.
Yaptığım biraz çocukça deneyin dağ gölüne tepeden bakma deneyinin tek etkisinin – ilk başta edindiğim garip izlenimi pekiştirmek olduğunu söylemiştim. Batıl inancımın onu neden böyle adlandırmayayım ki? hızla güçlendiğinin bilincinde olmamın, temelde onun güçlenme hızını artırdığından şüphe edilemez.
Uzun süredir bildiğim gibi, kökeni dehşete dayanan tüm duyguların böyle paradoksal bir kanunu vardır. Gözlerimi göldeki yansımasından kaldırıp tekrar eve baktığımda zihnimde tuhaf bir hayalin belirmesinin tek sebebi buydu belki de – bu hakikaten öyle gülünç bir hayaldi ki, içimi karartmış olan hislerin canlı gücünün boyutunu göstermek için bahsediyorum sadece. Hayal gücümü öyle çalıştırmıştım ki, bütün konak ile arazisinin kendilerine ve yakın çevrelerine özgü bir atmosfere sahip olduğuna gerçekten inanıyordum gökyüzünün havasıyla ilgisi olmayan bu atmosfer çürümüş ağaçlardan, gri duvarlardan ve sessiz dağ gölünden, pis kokusuyla yayılmıştı – donuk, ağır, hayal meyal seçilen ve kurşun rengi, hastalıklı ve mistik bir sisti.
Düş olması gereken bu şeyi silkelenerek ruhumdan attıktan sonra binanın asıl görünüşünü daha dikkatli inceledim. Görünüşe bakılırsa, en dikkat çekici özelliği fazlasıyla eski olmasıydı. Çağlar boyunca rengi epey solmuştu. Küçük küçük mantarlar evin bütün dış yüzeyini kaplamıştı ve birbirine dolanmış incecik ağlar hâlinde saçaklardan sarkıyordu. Yine de bina çok köhne sayılmazdı. Hiçbir duvarı yıkılmamıştı; kısımları arasında hâlâ var olan kusursuz uyum ile teker teker ele alınınca ufalanmakta oldukları görülen taşları da büyük bir tezat teşkil eder gibiydi. Bütün bunlar, ihmal edilmiş bir yeraltı mezarında uzun yıllar boyunca, dış dünyanın havasının nefesiyle rahatsız edilmeden çürümüş eski, geniş bir ahşap tabutu epey çağrıştırıyordu bana.
Ancak binanın dış cephesinde, yoğun çürümenin bu belirtisi dışında pek dengesizlik görülmüyordu. Dikkatli bir gözlemci, binanın ön yüzeyinde çatıdan aşağı zikzak çizerek inip dağ gölünün kasvetli sularında gözden kaybolan ince bir çatlağı keşfedebilirdi belki. Bunları fark ettikten sonra atımı sürüp, kısa bir yükseltilmiş yoldan geçerek eve girdim. Beklemekte olan uşağın atımı almasının ardından holün kemerli, gotik tarz girişine adım attım.
Sinsi adımlarla yürüyen bir uşak, beni pek çok karanlık ve karmaşık koridordan sessizce geçirerek efendisinin stüdyosuna götürdü. Yolda gözüme çarpan birçok şey, daha önce bahsettiğim muğlak hisleri her nasılsa yoğunlaştırdı. Etrafımdaki nesnelere – tavan oymalarına, kasvetli duvar halılarına, abanoz döşemelerin siyahlığına ve ben uzun adımlarla yürürken takırdayan, yadigâr olarak konulmuş fantazmagorik zırhlara çocukluğumdan beri alışkın olmama, en azından o hâllerine alışkın olmama ve bütün bunların tanıdıklığını reddetmekte duraksamama karşın bu sıradan görüntülerin içimde uyandırdığı hayallerin yabancılığına şaşırıyordum. Merdivenlerden birinde aile doktoruyla karşılaştım. Yüzünde biraz kurnaz ve şaşkın bir ifade olduğunu düşündüm. Bana yaklaştı ve kaygıyla bir şeyler söyledikten sonra geçip gitti. Sonra uşak bir kapıyı açıp beni efendisinin huzuruna çıkardı. Kendimi içinde bulduğum oda oldukça genişti ve yüksek tavanlıydı.
Pencereler sivri tepeli, uzun ve dardı; siyah meşe döşemeden öyle yüksekteydiler ki, içeriden kesinlikle erişilemez gibi görünüyorlardı. Parmaklıklı pencere camlarından girerken kızıllaşan hafif ışık etraftaki belli başlı nesneleri yeterince aydınlatmaya yarıyordu; ancak insanın gözü, odanın uzak köşelerini ve kafes işiyle süslenmiş tonozlu tavanın kuytularını görmeye boşuna çabalıyordu. Duvarlarda koyu renkli örtüler asılıydı.
Sayıları epey fazla olan mobilyaların geneli rahatsız, antika ve yıpranmıştı. Ortalığa saçılmış çok sayıda kitap ve müzik aleti vardı fakat odaya biraz olsun canlılık katmaya yetmiyorlardı. Bir keder atmosferini soluduğumu hissettim. Amansız, derin ve kaçınılmaz bir kasvet her şeyin üstüne çökmüş ve içine nüfuz etmişti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Korku - Gerilim Roman (Yabancı)
- Kitap AdıUsher Evi’nin Çöküşü
- Sayfa Sayısı200
- YazarEdgar Allan Poe
- ISBN9786052652763
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Lunapark ~ Volker Kutscher
Lunapark
Volker Kutscher
Lunapark, tüm ülkenin bir “olay yeri”ne dönüştüğü zamanlarda, burnunu politikaya sokmadan cinayetleri çözmeye çalışan Gereon Rath’ın altıncı vakası. Nazilerin iktidarlarını pekiştirmeye başladığı 1934 Mayısı’nda,...
- Aşıklar Korusu ~ Maeve Binchy
Aşıklar Korusu
Maeve Binchy
”Açgözlülük, ihanet ruhsal sorunlar, yalnızlığın verdiği keyif, modern iş kadının stresi… Yalın dokunaklı bir anlatım… Maeve Bınchy hep bir numara.” Publishers Weekly 1. bölüm...
- Sararmış Bir Fotoğraf ~ Isabel Allende
Sararmış Bir Fotoğraf
Isabel Allende
Aurora, beş yaşında geçirdiği bir travmanın ardından son derece sıra dışı, hırslı bir kadın olan babaannesi tarafından yetiştirilir. 1800’lü yılların ikinci yarısında “Altına Hücum”...