Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Zihnin Analizi
Zihnin Analizi

Zihnin Analizi

Bertrand Russell

Bertrand Russell, Zihnin Analizi’ni hayatının en çalkantılı dönemlerinden birinde yazdı. Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıktığı için 1918’de Londra’da hapishanedeyken başladığı kitabı 1921’de Pekin’de bir…

Bertrand Russell, Zihnin Analizi’ni hayatının en çalkantılı dönemlerinden birinde yazdı. Birinci Dünya Savaşı’na karşı çıktığı için 1918’de Londra’da hapishanedeyken başladığı kitabı 1921’de Pekin’de bir üniversitede dersler verdiği dönemde tamamladı. Russell’ın felsefesini anlamak için hayati bir kitap olan Zihnin Analizi, analitik felsefe literatürünün klasik metinlerinden biri hâline geldi.

Russell, Zihnin Analizi’nde kendi felsefi düşüncesine öğrencisi Wittgenstein’ın yönelttiği eleştirilerle yüzleşiyor. Bu amaçla psikolojinin ve fiziğin karşıt düşüncelerini uzlaştırmaya girişirken yeni bir zihin felsefesi ortaya koyuyor. William James ve John Watson gibi psikologların çalışmalarından da yararlanarak inanç, arzu, alışkanlık, bellek, anlam, düşünce, doğruluk ve yanlışlık gibi konuların kapsamlı ve derin bir incelemesini sunuyor.

Zihnin Analizi, yazılmasından bir asır sonra hâlâ dil felsefesi ve zihin felsefesi alanlarındaki başat eserlerden biri olmaya devam ediyor.

İÇİNDEKİLER

Sunuş 11
Önsöz 23
1
“Bilince” Dair Son Zamanlardaki Eleştiriler 25
2
İçgüdü ve Alışkanlık 54
3
Arzu ve His 69
4
Geçmiş Tarihin Canlı Organizmalardaki Mevcut
Olaylara Etkisi
85
5
Psikolojik ve Fiziksel Nedensel Yasalar 99
6
İçgözlem 111
7
Algının Tanımı 125
8
Duyumlar ve İmgeler 136
9
Bellek 154
10
Sözcükler ve Anlam 181
11
Genel İdeler ve Düşünce 203
12
İnanç 219
13
Doğruluk ve Yanlışlık 238
14
Duygular ve İstenç 260
15
Zihinsel Fenomenlerin Özellikleri 267
Kaynakça 286
Dizin 290

Sunuş

Russell, Zihnin Analizi’ni yaşamının en çalkantılı dönemlerinden birinde yazdı. Eseri oluşturmaya Mayıs 1918’de, Birinci Dünya Savaşı’na muhalefeti nedeniyle dört ay boyunca Brixton hapishanesinde yattığı sırada başladı, Ocak 1921’de bazı dersler vermek üzere gittiği Pekin’de tamamladı. (Russell, bu ziyareti sırasında o kadar ağır hastalanmıştı ki ölümü önce Japon basınında, sonra da İngiliz basınında duyurulmuş, bu sayede iyileştiğinde gazetelerde çıkan ölüm ilanlarını okuyabilmişti.). Bu sırada 1920’de Bolşevik Rusya’yı ziyaret etmiş, Çin yolculuğunda kendisine eşlik eden, oradaki hastalığı boyunca ona bakıclık yapan ve Ağustos 1921’de İngiltere’ye döndüklerinde onunla evlenen Dora Black ile olan ilişkisine başlamıştı. Tüm bu etkinliklere ve duygusal ilişkilere rağmen Russell olağanüstü bir hızla yazmaya devam etti. Hapishanedeyken Zihnin Analizi [The Analysis of Mind] aldı eseri üzerinde çalışmaya başlamasının yanı sıra mantık ve matematik üzerine 1919’da yayımlanan Introduction to Mathematical Philosophy [Matematiksel Felsefeye Giriş] kitabındaki gibi bazı dersler kaleme aldı. Rusya’dan döndükten sonra Bolşevik devrimin komünist ideallerini övdüğü ama proletarya diktatörlüğü konsundaki endişelerini dile getirdiği, 1921’de yayımlanan Bolşevizmin Pratiği ve Teorisi [The Practice and Theory of Bolshevism] adlı eseri yazdı. Çin’de bulunduğu tüm bu süre boyunca 1922’de yayımlanan The Problem of China [Çin Sorunu] adlı kitabı için malzeme topladı.

Zihnin Analizi, yayımlanan metinden de görülebileceği gibi, on beş dersten oluşan bir diziye dayanır. Fakat yayımlandığı hâliyle (kimi 30 sayfadan fazla, kimi 10 sayfadan az olan) “dersler”in uzunluğundaki farklılıklar, kitabın Russell’ın derslerine ilişkin notlardan ibaret olmadığına işaret ediyor. Russell, bu dersleri Ekim 1919’dan Mart 1920’ye kadar Londra’da ve aynı yılın sonlarında Pekin’de vermiş, burada onları Haziran 1921’de yayımlanan kitaba dönüştürmüştü. Russell, kitaba kısa bir önsözle başlar ve burada amacının birbiriyle tutarsız görünse de sempatiyle yaklaştığı çağdaş bilimdeki mevcut iki eğilimi uzlaştırmak olduğunu söyler: (i) Davranışsalcılıkla örneklenen materyalist bir psikoloji yaklaşımı ve (ii) Einstein’dan esinlenen ve geleneksel madde anlayışının yerine temel olarak olay anlayışını koyan bir fizik yaklaşımı. Psikoloji ile fizik arasındaki gerilim, genellikle fiziksel nesnelerin nesnel dünyasında psikolojik fenomenlerin öznel yönleri için bir yer bulmanın zorluğu olarak düşünüldüğünden bu, konuya giriş yapmak için alışılmadık bir yoldur. Russell’ın yaklaşımı bunu tersine çevirir: Ona göre materyalist olan en azından davranışsalcı olduğu ölçüde psikolojiyken çağdaş fizikte uzay-zaman olaylarına tanınan öncelik geleneksel madde anlayışlarına meydan okur. Fakat Russell, yürüttüğü tartışma ilerledikçe fiziksel dünya hakkındaki anlayışımızla tutarlı olan tatmin edici bir insan psikolojisi açıklamasının çerçevesini çizmenin geleneksel zorluğuna geri döner ve psikoloji ile fiziği uzlaştırmanın yolunun William James’in 1904’te yayımlanan “Does Consciousness Exist?” [Bilinç Var mıdır?] ve “A World of Pure Experience” [Saf Deneyim Dünyası] adlı makalelerinde öne sürdüğü bakışı benimsemekten geçtiğini söyler. James, bu makalelerinde zihin ile madde arasında kökten bir ayrım olduğu şeklindeki bilindik inancın bir yanılgı olduğunu, bunun yerine zihnin ve maddenin “nötr” olan tek, temel bir tözün farklı ama uyumsuz olmayan kavramsallaştırmaları olarak anlaşılması gerektiğini savunur. Bu nedenle bu bakış “nötr bircilik” [neutral monism] olarak adlandırılır. Dolayısıyla Russell’a göre hem psikoloji hem de fizik bu nötr tözün farklı yönleri üzerinden formüle edilebilirse onların arasında bir çatışma olması gerekmez. James, bu nötr tözü (“A World of Pure Experience” adlı makalesinin başlığında olduğu gibi) “deneyim” diye adlandırmıştı. Oysa Russell’ın da belirttiği gibi bu başlık, James’in bakışının tamamen nötr olmadığını, zımnen idealist olduğunu gösterir. Russell’ın kendisi de temel nötr tözlerin “duyumlar” olduğunu kabul eder ve bunları hem algılama gibi psikolojik bir yönü hem de renkler, sesler, kokular vs. şeklindeki algılanan şey gibi fiziksel bir yönü olan olaylar olarak görür. Russell, bu terminolojiyi kullanarak, Zihnin Analizi’nde kısaca değindiği, başka yerlerde de uzun uzadıya ele aldığı Analysis of Sensations [Duyumların Analizi] adlı eserin yazarı Ernst Mach’ın konumuna geri döndüğünü itiraf eder.1 Duyumların Mach ile Russell tarafından anlaşıldığı gibi tamamen nötr olup olmadıkları tartışmaya açıktır. Bizzat Russell, “bilindiği hâliyle fiziksel dünyanın kendisine tepeden tırnağa öznellik bulaşmış” olduğunu yazar.2 Fakat burada bu sorunun peşine düşmek gerekmez, çünkü Russell Zihnin Analizi’nde esas olarak, duyumların hem zihinsel hem de fiziksel yönleri olan temel tözler olarak kavranmasına dayanan bir zihin analizi, bir zihin kuramı sunmakla ilgilenmiştir.

Russell’ın kuramının ana temalarına geçmeden önce kendisinin o dönemde zihin felsefesindeki soruları doğrudan ele almanın önemli olduğunu neden düşündüğünü değerlendirmek gerekir. Russell, erken dönem felsefesinde algı ve inanç gibi zihinsel durumların zihinsel olmayan bir şeye, gerçek veya doğru olabildikleri gibi gerçek dışı veya yanlış da olabilen, algılanan ya da inanılan “nesneler”e göndermede bulunmayı gerektirdiği varsayımına dayanmıştı. (Güncel tartışmalar ışığında şunu belirtmek gerekir ki Russell, Brentano’nun nesnelere göndermede bulunmanın veya kendi deyişiyle “yönelimselliğin” zihinsel fenomenlerin ayırt edici özelliği olduğu şeklindeki tezine aşinaydı.) Başlangıçta Russell, nesnelere yapılan bu göndermeyi nesnelerin bilinci olarak, genellikle önermelerin, örneğin Fransa’nın bir monarşi olduğuna dair yanlış önerme gibi karmaşık nesnelerin bilinci olarak düşünmüştü. Fakat kendi felsefesinde (şimdiki Fransa Kralı gibi) gerçek dışı nesnelere veya (Fransa’nın bir monarşi olması gibi) yanlış önermelere yer olmadığına ikna olunca inanç gibi zihinsel durumların, önceden, inanılan önermelerin bileşenleri olarak gördüğü Fransa ve monarşi gibi gerçek nesnelerle karmaşık bir “çoklu ilişki” içerdiği görüşünü benimsedi. Burada bu tutuma ilişkin ayrıntılardan ziyade şu önemlidir: Bu tutum Wittgenstein tarafından o kadar güçlü bir şekilde eleştirildi ki Russell, 1916’da Ottoline Morrell’e yazdığı gibi, “mantıkta yapılmak istenen şey”in kendisi için “çok zor olduğu”na ikna oldu. Yine de 1917-18 yıllarında “The Philosophy of Logical Atomism” [Mantıksal Atomizmin Felsefesi] hakkında verdiği Dördüncü Ders’te bu meseleyi yeniden ele aldı.4 Russell’ın bu derste vurguladığı üç husus önemlidir: Russell, (i) önceki çoklu ilişki kuramının tatmin edici olmadığını kabul eder; (ii) Wittgenstein’a inançların ve benzer zihinsel durumların mantıksal biçiminin diğer karmaşık fenomenlerden oldukça farklı olduğunu ortaya koyma onurunu bahşeder; (iii) James tarafından ileri sürülen inanç açıklamasının, karşılaştığı sorunlarla başa çıkmanın bir yolunu sağladığı hipotezini değerlendirir, fakat James’in tutumunun aslında inançla hiçbir şekilde ilgili olmadığı gerekçesiyle bunu reddeder. Bununla birlikte hapishanedeyken kaleme aldıkları gibi sonradan yazdığı notlarda ve makalelerde bu üçüncü hususu yeniden ele almaya başlar. James’in pragmatizminden ve nötr bircilikten çıkan hususları Wittgenstein’ın vurguladığı inançların mantıksal ayırt ediciliğiyle birleştirmenin yollarını arar. O hâlde şunu ileri süreceğim ki Zihnin Analizi, Russell’ın, inanca dair tatmin edici bir açıklama sunarak kendi deyişiyle “zihnin analizinin merkezî sorunu”nu çözen5 ve böylece felsefesini, onun önceki tutumuna Wittgenstein’ın yönelttiği eleştirinin bir sonucu olarak karşılaşmış olduğu engelin ötesine kararlı bir şekilde taşıyan yeni bir zihin kuramı oluşturma girişimidir.

Bunu söylerken elbette buradaki her şeyin yeni olduğunu ima etmiyorum. Russell, matematiksel mantık çalışmalarında geliştirdiği ve 1914’te verdiği Dış Dünya Üzerine Bilgimiz [Our Knowledge of the External World] adlı derslerinde “Fizik Dünyası ve Duyum Dünyası” arasındaki ilişkiyi açıklamak üzere kullandığı “mantıksal inşa” yönteminden yararlanır. Zihnin Analizi’nde de duyumlarla fiziksel dünya arasındaki ilişkiyi açıklamak için hemen hemen aynı düşünce çizgisini izler. Fakat Zihnin Analizi’nde yeni olan şey, aynı nötr tikellerden, yani duyumlardan hareketle psikolojik ögeleri, yani zihinleri açıklamak için aynı mantıksal inşa yöntemini kullanmasıdır. Duyumların fiziksel yönleri, renkleri, şekilleri, boyutları vs. fiziksel nesnelerin inşası için temel oluştururken duyumların psikolojik yönleri, görme, hissetme, dokunma vs. de zihinlerin inşası için temel oluşturur. Burada önemli olan Russell’ın şu savıdır: Tek bir temel şey türünün, yani duyumların farklı yönlerine dayanan iki farklı inşa yöntemi olduğuna göre fiziğin ve psikolojinin temel yasalarının radikal biçimde farklı ve karşılıklı olarak indirgenemez olduğu sonucu çıkar. Dolayısıyla Russell’ın duyum anlayışının ontolojik birciliğine rağmen fizik yasalarını psikolojinin yasalarından radikal bir şekilde ayırmasında nomolojik bir zihin/madde ikiciliği söz konusudur. Russell’ın bu tutumu formüle etme tarzı kendine özgü olsa da bu tutum giderek daha etkili hâle gelmiştir ve en yaygın şekilde “indirgemeci olmayan fizikalizm” olarak adlandırılır. Buna göre psikolojik durumlar fiziksel durumlar tarafından oluşturulsa da psikolojik yasalar fiziksel yasalara indirgenemez.6 Bu türden çağdaş görüşler, nihai tikellerin fiziksel olduğunu kabul ederler ve bu bakımdan Russell’ın nötr birciliğinden farklıdırlar. Fakat Russell’ın şu kavrayışını da kabul ederler: Ontolojik bircilik, nihai tikeller ne olursa olsun, tüm hakikatlerin ve özellikle de tüm doğa yasalarının yalnızca tek bir türden olduğunu savunan indirgemeci bir birciliği gerektirmez.

Russell, Zihnin Analizi’ne inançları ve arzuları temel zihinsel durumlar olarak tanımlayarak başlar; onun tartışmasına rehberlik eden psikoloji anlayışı genel olarak sağduyuya dayalı “inanç-arzu” psikolojimiz üzerinedir. Bu, ona özellikle davranışçılık tartışmasının bağlamını sağlar. Russell, arzunun davranışçı açıklamalarına olumlu yaklaşır, fakat bu türden açıklamaların inançların yapısına hakkını vermediğini düşünür; ona göre inançların bu yapısı davranışçılığın kabul edemeyeceği bir şekilde kelimelere ve imgelere dayanır. Arzuyla ilgili olarak Russell, temel fenomenin “davranış döngüsü” olduğunu söyler.7 Hayvanlar ve insanlar, bu davranış döngüsü sayesinde, sonucu gerçekleştiği takdirde sona eren bir eylem tipine yönelirler. Bu sonuç davranış döngüsünün amacıdır; hayvanlar ve insanlar davranış döngüsü devam ederken bu amacı arzularlar. Russell, bu tasarının pek çok insani arzuyu açıklamaya yetmeyecek denli kaba olduğunu kabul eder, çünkü bu arzulara genellikle başka arzulara yol açan inançlar da eşlik etmektedir. Ama bu türden arzuların basit olanlardan daha karmaşık olmalarına rağmen onların temel yaklaşımın geçerliliğini sarsmadıklarını da ileri sürer. Aslında Russell’ın ilkel arzu fenomenine ilişkin açıklamasının fazla kaba olduğunu görmek zor değildir. Wittgenstein 1930’da verdiği ve Philosophical Remarks [Felsefi Değiniler] adlı kitapta bir araya getirilen derslerinde bunun “Elma yemek isterken birisi gelip karnıma bir yumruk atsa ve iştahımı kaçırsa o zaman asıl istediğimin bu yumruk olduğu anlaşılır” demeye geldiğini gözlemler.8 Fakat bir işlev kavramı ortaya atılarak ve organizmaların durumları olan arzuların asıl işlevinin, etkinleştirildiklerinde organizmanın belirli bir sonuca yol açan eylemlerde bulunmasını ve daha sonra eylemine son vermesini sağlamak olduğu öne sürülerek Russell’ın açıklamasının tadil edilmiş bir versiyonunu tasarlayabiliriz. Bu tutum Wittgenstein’ın itirazına karşı savunmasız değildir fakat Russell’ın yaklaşımının değerlendirilmesi açısından önemli bir yanı vardır. Russell, davranış döngülerine yaptığı  vurguyla arzu açıklamasını temelde davranışçı bir tarzda sunar. Oysa yukarıdaki tadil edilmiş versiyona göre arzular davranış döngülerine yol açmaya yarayan organizma durumlarıdır. Dolayısıyla bu tutum, durumların fiziksel gerçekliğinin işlevleriyle tanımlanması gerektiğini öne sürmesi bakımından davranışçı değil “işlevselci”dir. Biyolojik işlev kavramının en iyi nasıl anlaşılacağı tartışmalıdır, fakat bu tartışma burada önemli değildir.

Russell’ın inanç açıklamasının ya da bunun tadil edilmiş bir versiyonunun benzer şekilde işlevselci olarak betimlenmesi güzel olurdu. Fakat onun inanç hakkındaki açıklaması çok daha karmaşıktır. Russell, inançların istemli eylemlere katkıları üzerinden tanımlanacabileceği şeklindeki davranışçı görüşü kısaca değerlendirir ama inançlarımızın çoğunun istemli eylemlerimize katkıda bulunmadığı gerekçesiyle bu görüşü reddeder. Hatta inançların eylemde bulunma eğilimlerinden daha fazlası olması gerekmediğini kabul ettiğinde dahi bu itirazın belirleyici olduğunu düşünür.10 Russell’ın asıl itirazı, bence, davranışçı bir yaklaşımın inançların içeriğine ilişkin tatmin edici bir açıklama getiremeyeceği yönündedir; çünkü inançlara ilişkin önceki sorunlarının merkezinde yer alan ve şimdi en çok dikkatini verdiği konu budur. Russell’ın şimdi öne sürdüğü açıklamaya göre inançlar, inanılan şeyin içeriğini sağlayan önermeler hâlinde bir araya gelen imgelerin ve kelimelerin oluşturduğu, temel içerik tipi bu bakımdan “imge önermeler” olan karmaşık bir yapıyla bir onama hissini birleştirirler. Russell, bu inanç açıklamasının davranışçılıkla çeliştiğini kabul eder fakat davranışçılığın bu noktada “deneyimle açıkça çeliştiği”ni savunur.11 Yine de bu inanç açıklamasının onun nötr birciliğiyle ve duyumların temel tikeller olduğu teziyle olan uyumu onun için daha önemlidir. Russell, onama hissini ayırt edici bir duyum olarak ele aldığından bu noktada bir zorluk yoktur. Peki ya imgeler? Russell’a göre bunlar duyum olmamakla birlikte benzedikleri duyumların basit veya karmaşık “kopyalar”ıdır.12 O hâlde burada Russell’ın ontolojisinin genişlediği görülür: Duyumlar yegâne temel tikeller değildir, imgeler de vardır. Fakat imgeler duyumlara benzedikleri için onların ilavesi nötr bircilikte sadece küçük bir değişikliğe yol açar. Ayrıca bu benzerlik onların içeriğinin, yani neyin imgesi olduklarının belirlenmesine yardımcı olur. Gerçi Russell, imgelerin sıklıkla ayırt edici niteliklere sahip olduğunu ve bu durumda bu etkilerin onların içeriğinin belirlenmesine yardımcı olduğunu da ilave eder.13 Bir köpeğin muğlak bir imgesini belirli bir köpeğin imgesi yapan şey, o imgenin köpeğin varlığının yarattıklarına benzer etkilere sahip olmasıdır.14 Bundan güçlü bir anlam çıkarmak kolay değildir, fakat imgenin nedensel etkinliği değil de onun “kopyaladığı” duyumun kendisine söz konusu köpeğin varlığının neden olduğu dikkate alınarak bu tutum tadil edilirse, bir imgenin neyin imgesi olduğuna dair ortak kıstaslar olarak benzerlik ile nedenselliği birleştiren daha makul bir tutuma ulaşılır. Bunu yaptığımızda, Russell’ın inançların içerğine dair açıklamasında imgelerin oynadığı merkezî rol, bu içeriğin kısmen nedensel bir kuram aracılığıyla da belirlendiğini gösterir.

Russell’ın imgelerin anlamına dair açıklaması, doğrudan sözcüklerin anlamına dair açıklamasına bağlanır, çünkü Russell düşüncede “iç konuşma”nın sözcüklerinin imgelerin yerini aldığını ya da onları çağrıştırdığını düşünür. Bu, “sözcüklerin en temel işlevi”ni, yani onların “imgelerle ilişkileri sayesinde bizi zamanda ve uzamda uzak olanla ilişki içine” soktuklarını bize gösteren bir olgudur.15 Elbette sözcüklerle ilgili olarak farklı olan şey, onların anlamlarının belirlenmesinde doğrudan benzerliğe başvurulamamasıdır. Kullanımlarının imgelerle ilişkilendirilme biçiminin dışında Russell, sözcüklerin anlamlarını belirleyen ana kaynağın nedensel olduğunu kabul eder: “Bir sözcüğün kendi anlamıyla ilişkisi, bu sözcüğü kullanmamıza ve onun kullanıldığını duyduğumuzdaki eylemlerimize hükmeden nedensel bir yasa niteliğindedir.”16 Russell, bu türden nedensel yasalara dair hiçbir örnek vermediğinden onların varlığından şüphe edebiliriz. “Liverpool FC dünyanın en büyük futbol kulübüdür.” cümlesini duyan insanların farklı tepkilerini belirleyen hiçbir nedensel yasa yoktur. Bu tür bir durumda insanların farklı tepkilerinin onların daha önceki inançlarına bağlı olduğu ve dolayısıyla durumun karmaşık nedensel durumlarla karşılaştırılabileceği söylenebilir. Bir anlamda bu türden bir şey doğru olabilir, fakat farklı tepkiler nedensel yasalar tarafından belirlenmiş etkiler değildir. Dahası bu tepkiler, cümleyi duyanların daha önceki inançlarına bağlı olduğundan ve Russell’a göre bu inançların içeriği bunların içerdiği sözcük önermelerin anlamına dayandığından, sözcük önermelerin anlamını açıklamak için bu inançlara başvurulamaz. Russell’ın tutumunda doğru olan şey, anlam ile kullanım arasında kurduğu bağlantıdır. Wittgenstein’ın Felsefi Soruşturmalar’da [Philosophical Investigations] 17 ifade ettiği gibi “‘anlam’ kelimesinin kullanıldığı durumların hepsinde olmasa da çoğunda kelime şu şekilde açıklanabilir: Bir kelimenin anlamı onun dildeki kullanımıdır.” Anlam ile kullanım arasındaki bağlantının tam olarak nasıl aydınlatılabileceği dil felsefesinin temel bir konusudur, fakat bunun kullanım ile sonraki eylemi birbirine bağlayan nedensel yasalarla ilgili bir mesele olmadığı kesinlikle açıktır. Muhtemelen buradaki durumu imgeler için geçerli olanla karşılaştırmaya olanak veren örnekler vardır, çünkü nedensellik bir sözcüğün anlamının belirlenmesine kullanımının etkileri yoluyla değil kullanımının nedenleri yoluyla katkıda bulunur, tıpkı bir nesneye veya “vaftiz edilen” birine verilen ismin nedensel aktarımında olduğu gibi. Ama isimlere ilişkin bu nedensel kuram Russell’ın önerisine fazlasıyla uzaktır, dolayısıyla onun anlama ilişkin nedensel kuramını adlara ilişkin yeni nedensel kuramların bir öncüsü saymak doğru olmaz.

Russell, Zihnin Analizi’nin On Üçüncü Bölümünün sonlarına doğru önermelerin doğruluğu hakkında uygunluğa dayanan bir açıklama sunduğunda kendi anlam açıklamasının nedensel yönüne başvurmaması dikkat çekicidir. Frege’yi takip ederek “Bir önermeyi doğru veya yanlış yapan şeyi bildiğimizde onun gerçekte doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu bilmesek bile onun anlamını bilebil[diğimizi]” onayladığı ve “Bir önermenin anlamı, o önermeyi oluşturan sözcüklerin anlamlarından çıkarılabilir” diye devam ettiği için,18 bundan bu sözcüklerin anlamlarının, o sözcüklerin yer aldıkları önermelerin doğruluk koşullarına yaptıkları katkıları belli edeceği sonucu çıkar. Fakat Russell, bu katkıların onların kullanımlarının nedensel etkilerine nasıl dayandırılabileceğini göstermek yerine, inanç hakkında yaptığı daha önceki tartışmaların merkezinde yer alan değerlendirmelere, örneğin olumsuzlama hakkındaki değerlendirmelere geri döner. Bu sırada önermelerin olgular olduğu ve basit imge önermelerin nesnel olgulara kısmen resimsel bir şekilde karşılık geldiği gibi yeni iddialar öne sürer. Bu iddialar, Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus adlı eserini anımsatır.19 Russell, Ağustos 1919’da kitabın el yazması bir kopyasını almıştı. Aynı yılın aralık ayında Wittgenstein ile buluşmuş, kitabın girişi kısmını yazmayı kabul etmiş, bu yazıyı da Nisan 1920’de tamamlamıştı. Dolayısıyla Russell, derslerini tamamlayıp bir kitap hâline getirirken bir dipnotta da bahsettiği20 Wittgenstein’ı mutlaka düşünmüş olmalıydı.

Russell hakikat ile ilgili tartışmasını bilgiye ilişkin açıklamasına bağlar. Burada Russell’ın önceki felsefesinden kopuşu dikkat çekicidir. Popüler kitabı Felsefe Sorunları’nda [The Problems of Philosophy] “Tüm bilgimiz, yani hem şeylerin bilgisi hem de hakikatlerin bilgisi temel olarak tanışıklığa dayanır” diye yazar.21 Fakat 1918’de bellek üzerine yazdığı bir notta kendisinin “nihai bir ilişki olarak ‘tanışıklığı’ [analizinden] çıkardığı”ndan bahseder.22 Bu çıkarma, Zihnin Analizi’nde hakikaten tamamlanmıştır. “Tanışıklık” kelimesi kitapta geçmez. Dolayısıyla burada “tanışıklık yoluyla bilgi” diye bir mesele yoktur. Russell’a göre duyumsamalar dünya hakkındaki bilgimizde temel bir rol oynasalar da hem zihinsel hem de fiziksel anlamdaki nötr durumları nedeniyle dünyanın “bilinişler”i [cognitions] olarak görülemezler. Fiziksel yönleri itibariyle onlar renklerin, şekillerin, seslerin, tatların vb. ta kendisidir. 23 Oysa Russell, daha önce bunları duyumsamaların tanışıklık yoluyla haklarında bilgi sağladığı nesneler olarak ele alıyordu. Şimdi ise duyumsamaların bilgiye katkısı nedenseldir: Onların oluşumu, doğaları gereği yanlışlanabilir olmalarına rağmen doğru olduklarında bilgiyi oluşturan algı yargılarına yol açar.24 Russell, bilgi hakkındaki bu yeni açıklamayı daha önce tanıttığı, zihne yönelik davranışçı yaklaşımın bağlamına yerleştirir. Bu da onu bilgiye sahip olmanın temelde güvenilir şekilde doğru inançlara sahip olma meselesinden ibaret olduğu önerisini değerlendirmeye götürür. Russell, bu tutumu, bilgiye sahip olan bir kişinin durumunu isabetli bir termometrenin durumuyla karşılaştırarak ortaya koyar. Buradaki fikir, her iki durumda da değişikliklerin (birinde inanç değişikliğinin, diğerinde civa seviyesinin değişikliğinin) çevredeki değişikliklerle güvenilir bir şekilde bağlantılı olduğudur. Fakat Russell, bilgiye sahip olmanın yalnızca güvenilir bir araç olma meselesi olmadığını gözlemler; termometre bulunduğu ortamın sıcaklığını “bilmez”. Bilgi sahibi olan birinin, kendi inançlarının uygun düştüğü amaçlarının da olması gerekir. Fakat Russell, arzu hakkındaki açıklamasıyla bağlantılı olarak davranışçı bir amaç açıklaması öne sürmüş olduğu için, bilginin, inançların kanıta dayalı muhakemesi ile desteklenmesini gerektirdiğini savunmaya gerek kalmaz. Yani çağdaş bir deyişle ifade edilirse Russell’ın bilgi açıklaması “dışsalcı”dır. Russell, bu yaklaşımın “mantıksal açıdan tartışılmaz” olmaya devam eden felsefi şüpheciliğin bir çürütmesini sunmadığını da ilave eder.25 Ama bilgiye sahip olduğumuzdan emin olmak için şüphecinin savlarını çürütebilmemizin gerekmediğini de söyler.

Epistemolojideki mevcut çalışmalara Russell’ın sunduğu türden karmaşık dışsalcı kuramlar hâkimdir, fakat Russell’ın bu türden bir tutumu önereni eseri yeterince tanınmamıştır. Bu durum, Zihnin Analizi’ne yönelik çağdaş tutumların fazlasıyla karakteristik bir özelliğidir. Russell’ı, en önemli eserlerini, The Principle of Mathematics’i [Matematiğin İlkeleri] yazmaya başladığı 1900’den Principia Mathematica’nın tamamlandığı 1913’e kadar geçen sürede yazmış bir filozof olarak düşünmeye eğilimliyiz. Daha sonraki eserlerini ise kendisinin mantık ve dil üzerine yaptığı çalışmaları terk ettikten sonra “düşüşe geçtiği”nin kanıtı olarak görüp onlara şüpheyle yaklaşıyoruz. Analitik felsefe geleneği içinde, Russell’ın erken dönem çalışmalarına çok şey boçlu olan mantık ve dil fesefesinin hâkimiyetine, dil araştırmalarının zihnin anlaşılmasından ayrı tutulamayacağını savunanlar tarafından meydan okunması 1970’leri bulmuş ama bu meydan okuma neticesinde de incelikli işlevselci zihin kuramlarıyla dışsalcı bilgi kuramları yaygınlaşmaya başlamıştır. Fakat Russell’ın Zihnin Analizi’nde giriştiği tasarı zaten tam da buydu. Bu kitap, kendine has özelliklerine rağmen, güncel tartışmaların merkezinde yer alan bazı tutumları ortaya koyarak başlar. Zihnin Analizi, içine düştüğü unutulmuşluktan kurtarılmayı hak eden bir kitaptır.

Thomas Baldwın Mart 2022

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Çağdaş Felsefe Felsefe
  • Kitap AdıZihnin Analizi
  • Sayfa Sayısı296
  • YazarBertrand Russell
  • ISBN9786258242867
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviFol Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sorgulayan Denemeler ~ Bertrand RussellSorgulayan Denemeler

    Sorgulayan Denemeler

    Bertrand Russell

    Düşünce özgürlüğü lehindeki temel sav, bütün inançlarımızın kuşku götürür olmasıdır… “Bu sözler, yirminci yüzyılın en büyük düşünürlerinden Bertrand Russel’ın, Sorgulayan Denemeler’inde ele aldığı konuları...

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur