Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Altın Ev
Altın Ev

Altın Ev

Salman Rushdie

“Amerika’nın gizli kimliğinin bir süper kahraman değil bir süper kötü olduğu anlaşıldı. En iyiler bütün inançlarını yitirmiş, en kötüler tutkuyla dolmuştu ve haksızların öfkesi…

“Amerika’nın gizli kimliğinin bir süper kahraman değil bir süper kötü olduğu anlaşıldı. En iyiler bütün inançlarını yitirmiş, en kötüler tutkuyla dolmuştu ve haksızların öfkesi haklıların zayıflığını ortaya çıkarmıştı. Fakat cumhuriyet yine de varlığını iyi kötü sürdürdü.”

Salman Rushdie Altın Ev’de sadece zengin bir göçmen ailenin öyküsünü ve Hindistan’daki inşaat ve kara para aklama odaklı mafya düzenini anlatmıyor. Son yılların Amerika’sının da kapsamlı bir sosyal-siyasal panoramasını çiziyor ve ulus çapında kimlik arayışına parmak basıyor. Obama’yla başlayıp yeşil (turuncu) saçlı politikacının seçilmesiyle biten sürece dair unutulmayacak bir roman.

Altın Ev, içeriği, biçemi, anlatım gücü ve zenginliğiyle elinizden bırakamayacağınız bir başyapıt.

*

Dostlukları ve misafirperverlikleri sayesinde
Bahçeler’le tanışmamı sağlayan
Alba ve Francesco Clemente için

“Bana bakır bir sikke verin, size altın bir hikâye
anlatayım.”
– Eski Roma’da sokak köşelerinde bekleyen hikâyecilerin
gelip geçenlere seslenirken söylediği cümle,
Plinius’tan alıntı

“Bizimkisi özünde trajik bir çağ, bu yüzden trajik
olduğunu düşünmeyi reddediyoruz. Felaket çoktan
gerçekleşti, yıkıntılar arasında kalakaldık, yeni, küçük
yaşam alanları yaratmaya, yeni, küçük umutlar yeşertmeye
çalışıyoruz. Oldukça zorlu bir iş bu; geleceğe uzanan
engebesiz bir yol yok artık; döne dolaşa ilerliyor, engelleri
aşarak yola devam etmeye çalışıyoruz. Kaç gökyüzü
başımıza geçmiş olursa olsun, yaşamak zorundayız.”
– D.H. Lawrence, Lady Chatterley’in Âşığı
“Hayatın hayal gücü bizimkinden çok daha fazla.”
– François Truffaut

I. KISIM

1
Yeni başkanın göreve başlama töreninin yapılacağı gün, bizler başkanın müstesna eşiyle el ele tezahürat yapan kalabalığın arasında yürürken öldürüleceğinden korkarken, patlayan konut finansman sistemi balonu yüzünden pek çoğumuz ekonomik yıkımın eşiğindeyken ve İsis hâlâ bir Mısır ana tanrıçasıyken, yetmiş yaşlarında taçsız bir kral, ülkede, dünyada veya kendi öyküsünde yanlış giden hiçbir şey yokmuş gibi, uzak bir ülkeden New York şehrine, anasız üç oğluyla birlikte sürgündeki sarayına yerleşmeye geldi. Mahallesini cömert bir imparator edasıyla yönetmeye başladı, fakat nazik gülümsemesine ve 1745 Guadagnini yapımı kemanını ustalıkla çalmasına rağmen çevresine ağır, ucuz bir koku yayıyordu; bayağı ve despotik tehlikenin başka hiçbir şeye benzemeyen kokusu bizleri uyarıyor, bu adama dikkat edin, diyordu, her an infaz edilmenizi emredebilir; giydiğiniz gömlek hoşuna gitmedi veya karınızla yatmak istiyor diye örneğin. Sonraki sekiz yıl, kırk dördüncü başkanın dönemi, bizler için aynı zamanda kendine Nero Golden1 diyen adamın giderek dengesizleşip ürkütücü hale gelen saltanatının dönemi oldu ve gerçekte kral falan da olmayan bu adamın saltanatı, büyük –ve mecazi kıyamet diyebileceğimiz– bir yangınla sona erdi.

Kısa boylu, hatta bodur denebilecek yaşlı adam, ilerlemiş yaşına rağmen çoğu hâlâ siyah saçlarını, alnındaki sivri saç çıkıntısını vurgulayacak şekilde geriye yapıştırırdı. Gözleri koyu renkli, bakışları deliciydi, ama onu görünce insanların dikkatini çeken ilk şey –fark etsinler diye gömleğinin kollarını özellikle sıvardı– bir güreşçininki gibi kalın, güçlü kollarıyla zümrüt taşlı altın yüzüklerle süslenmiş kocaman, tehlikeli elleriydi. Sesini yükselttiğini duyan olmadıysa da kışkırtması hayırlı olmayacak sağlam ve korkutucu bir haykırışın içinde bir yerde pusuya yattığından emindik. Hep pahalı giysiler giyerdi, ama Güzel ve Çirkin masalında şık insan kıyafetleri içinde huzursuz olan Çirkin’i akla getiren gürültücü, hayvansı bir yanı vardı. Komşuluğa yaraşır, dostane tavırlar sergilemek için var gücüyle beceriksizce çabalar, bizi görünce bastonunu çılgınca havada sallamaya başlar, insanları kokteyl ikram etmek için en münasebetsiz anlarda ısrarla evine çağırırdı, yine de komşuları olan bizler ondan epey ürküyorduk. Ayakta dururken veya yürürken yalnızca ona doğru esen güçlü bir rüzgâra karşı sürekli mücadele halindeymiş gibi hafifçe öne eğilirdi, beli biraz büküktü ama iki büklüm de değildi. Güçlü kuvvetli bir adamdı; hayır, bundan da fazlası – güçlü olduğu düşüncesine fena halde âşık bir adamdı. Taşıdığı baston işlevsel olmaktan çok dekoratif, dışavurumcu bir aksesuvardı. Bahçeler’de dolaşırken, bizimle arkadaş olmak istediği her halinden anlaşılıyordu. Sık sık elini uzatıp köpeklerimizi okşar, çocuklarımızın saçlarını karıştırırdı. Fakat çocuklar ve köpekler onun dokunuşundan irkilirdi. Onu görünce aklıma Dr. Frankenstein’ın canavarı gelirdi bazen; gerçek insanlığa dair bir şey anlatamayan  yapay bir insan gibiydi. Derisi sanki kahverengi köseledendi, gülümseyince altın dişleri ışıldardı. Tavırları kaba sabaydı, edepli biri olduğu söylenemezdi fakat son derece zengindi ve bu sayede elbette kendini kabul ettirmesine rağmen, şehir merkezinde oturmayı tercih eden sanatçılar, müzisyenler ve yazarlarla dolu mahallemizde pek popüler sayılmazdı.

Roma’nın Iulius-Claudius Hanedanı’ndan sonuncu hükümdarının adını kullanmasından ve bir Domus Aurea’ da1 oturmasından, bu adamın herkese deliliğini, günahlarını, megalomanlığını ve yaklaşan kıyameti ilan ettiğini, aynı zamanda bunların hepsiyle dalga geçtiğini tahmin etmemiz gerekirdi; böyle bir adam eldivenini kaderin ayaklarının dibine fırlatıp parmaklarını Ölüm’ün yaklaşmakta olan burnunun altında şıklatıyor ve şöyle haykırıyor demekti: “Evet! Madem istiyorsun, yağa buladığı Hıristiyanları geceleri bahçesini aydınlatmak için yakan o canavarla kıyasla beni! Roma’nın yanışını lir çalarak (o zamanlar keman yoktu çünkü) seyreden adamı kastediyorum! Evet: Nero adını kullanıyorum, Caesar Hanedanı’ndan, o kanlı sülalenin son mensubu Neron’un adını alıyorum, bu konuda ne istersen düşün. Yalnızca hoşuma gittiği için kullanıyorum bu adı, o kadar.” Kötülüğünü burnumuzun ucuna sokuyor, bundan zevk alıyor, bizi kötülüğünü görmeye zorluyordu, çünkü kavrayış gücümüzü hor görüyordu ve ona karşı gelen herkesi kolaylıkla alt edebileceğinden emindi.

Devrilmiş Avrupalı bir hükümdar gibi, soyadı yerine hâlâ –Yunanistan’dan, Yugoslavya’dan veya İtalya’dan anlamına gelen– onursal saygı ifadelerinden birini kullanan fakat hüzünlü eski sözcüğünü yok sayan soyu tükenmiş hanedanlardan birinin reisi gibi geldi şehre. Hali tavrı hiçbir konuda eski olmadığını belli ediyordu gerçi; her açıdan ihtişamlıydı – yakası kolalı gömlekleri, kol düğmeleri, ısmarlama İngiliz malı ayakkabıları, açılacaklarını bilerek kapalı kapılara doğru hiç yavaşlamadan yürüyüşü; kuşkuculuğu yüzünden kardeşlerinin hakkında söylediklerini öğrenmek amacıyla oğullarıyla her gün ayrı ayrı görüşmesi; arabaları, kumar düşkünlüğü, karşılanması mümkün olmayan masatenisi servisleri, fahişe merakı, viskiyi ve yumurta dolmasını sevmesi, Sezar’dan Haile Selassie’ye bütün hâkim-i mutlakların sevdiği vecizeyi, tek önemli erdemin sadakat olduğunu sık sık tekrarlaması; bunların hepsi onun ne kadar ihtişamlı biri olduğunu anlatıyordu. Sık sık değiştirdiği cep telefonunun numarasını hemen hiç kimseye vermez, çaldığı zaman telefonu açmazdı. Gazetecileri veya fotoğrafçıları evine sokmazdı ama poker masası arkadaşlarından ikisini sık sık misafir ederdi. Taba rengi ceketler giyen, parlak çizgili kravatlar takan bu gümüş saçlı hovardaların zengin kadınlarla evlenip onları öldürdüğünden kuşkulananlar vardı, ama biri resmen suçlanmamış, diğeri de suçlandığı halde aklanmayı başarmıştı.

Kendi kayıp karısı hakkında konuşmazdı. Duvarlarında ve şömine raflarında rock yıldızlarının, Nobel adaylarının ve aristokratların çok sayıda fotoğrafı sergilenen evinde, Bayan Golden’ın –adı her neyse– bir tane bile fotoğrafı yoktu. Besbelli bir skandal vardı işin içinde; bizler utanmadan bu konuda dedikodu yapar, işin içinde ne tür bir rezalet olduğunu tahmin etmeye çalışır, kadının sadakatsizlikte sınır tanımayan utanmazın biri olduğunu hayal eder, bir tür sosyetik nemfomanyak olabileceğini düşünürdük; bir film yıldızından bile daha rezil bir seks hayatı olmalıydı, yaptıklarını kocasından başka herkes biliyordu, ama kocası aşktan körleşmiş gözlerle hayranlıkla seyrettiği karısının inandığı şey, yani hayallerindeki sevgi dolu ve iffetli eş olduğunu sanıyordu herhalde; derken o korkunç gün gelip çatmış, arkadaşları adama gerçeği anlatmış, Nero da hep birlikte karşısına dikilen arkadaşlarına kim bilir nasıl öfkelenmişti! Onlara ne küfürler etmişti! Yalancı, hain olduklarını söylemiş, gerçekle yüzleşmeye zorlayanlara zarar vermesini engellemek için onu yedi kişi zor zapt etmiş, sonunda gerçekle yüzleşmiş ve gerçeği kabullenmiş, karısını hayatından atmış ve oğullarını görmesini yasaklamıştı. Ne hain kadın, diyorduk birbirimize, kendimizi görmüş geçirmiş sanıyorduk ve uydurduğumuz hikâyeden memnunduk, dolayısıyla konuyu öylece kapadık, ama aslında kendi meselelerimizle meşguldük, N.J. Golden’ın hayatı bizi belli ölçüde ilgilendiriyordu. Arkamızı döndük, işimize baktık.

Ne kadar yanılmıştık.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Mağriplinin Son İç Çekişi ~ Salman RushdieMağriplinin Son İç Çekişi

    Mağriplinin Son İç Çekişi

    Salman Rushdie

    Salman Rushdie’nin bu sürükleyici romanı, kendini, “Ana rahmine düştüğüm andan itibaren, başka bir boyuttan, zaman tünelinden gelen bir ziyaretçi gibi dünyadan ve üzerindeki her...

  2. Öfke ~ Salman RushdieÖfke

    Öfke

    Salman Rushdie

    Hayat öfkedir. Cinsel, ödipal, siyasi, büyülü, hayvanca öfke bizi en yüksek doruklarımıza çıkarır ve en bayağı derinliklerimize indirir. Yaratıcılık, esin, özgünlük, tutku gibi, şiddet,...

  3. Floransa Büyücüsü ~ Salman RushdieFloransa Büyücüsü

    Floransa Büyücüsü

    Salman Rushdie

    Salman Rushdie’nin, “Bu kitabı yazmak için yıllarca okuyup araştırma yapmam gerekti,” dediği Floransa Büyücüsü, türlü türlü anlatıcılar, gezginler, serüvenciler tarafından aktarılan, Moğollar, Osmanlı ve...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. İnsanlığımı Yitirirken ~ Osamu Dazaiİnsanlığımı Yitirirken

    İnsanlığımı Yitirirken

    Osamu Dazai

    Japonya’nın en çok okunan romanlarından İnsanlığımı Yitirirken‘de Osamu Dazai, savaş sonrası Japonya’sının boğucu atmosferinin toplumdaki izdüşümünü ve bireyin kalabalıklar karşısında giderek yabancılaşarak insani değerlerini yitirişini aktarmak...

  2. Tam O Anda ~ Dino BuzzatiTam O Anda

    Tam O Anda

    Dino Buzzati

    “Yalvarıyorum yaz. İki satırcık olsun yaz, ruhun altüst, sinirlerin laçka olduysa da yaz. Ama her gün. Dişlerini sıksan da, anlamsız saçmalıklar da olsa yaz....

  3. Eric ~ Terry PratchettEric

    Eric

    Terry Pratchett

    “Kaçıyorum, öyleyse varım. Daha doğrusu, kaçıyorum, öyleyse –ve şansım da yaver giderse- hâlâ var olacağım.” Yakın geçmişte, sonsuzluğun büyülü evrenine uğurladığımız Sir Terry Pratchett’ın, dünya...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur