Gece karanlığı bastırıyordu. Kampın gürültüsüne ve telaşına alışık olan duyuları körelmişti.
Ne görülecek, ne duyulacak, ne de yapılacak bir şey vardı burada. Sessizliğin bozulduğunu ve doğanın harekete geçtiğini görmek için bütün duyularını zorladı. Issızlık içinde dehşetli bir tehlikenin pusuda olduğu hissi onu korkutuyordu. Panik içinde kampa doğru çılgınca koşmaya başladı. Koşa koşa ormandan çıktı ve ay ışığıyla aydınlanmış, gölgesiz ve karaltısız bir düzlüğe geldi. Ama kamp yoktu ortalıkta..Arka ayakları üzerine çöktü, burnunu aya doğru kaldırdı.Yalnızlığının verdiği buruklukla beraber korkusu da artmıştı.
Geçmişteki acıları ve geleceğin korkularını anlatan uzun ve acıklı bir uluma tutturdu. Bu onun, ilk uzun ve acı dolu ulumasıydı..
AV PEŞİNDE
Donmuş ırmağın iki yanı da ladin ağaçlarıyla kaplıydı. Gittikçe sönen gün ışığı altında ağaçlar, siyah korkunç karaltılar halinde birbirlerinin üzerine doğru eğiliyorlarmış gibi görünüyorlardı. Cansız, hareketsiz, ıssız ve soğuk olan bu yabani toprak üzerine ağır bir sessizlik çökmüştü. Şaşmaz bir biçimde acımasız, uçsuz bucaksız bu sonsuzluk, yaşamla alay ediyor gibiydi adeta. Kuzeyin o amansız, buz gibi vahşetiydi bu.
Ama yine de bir hayat vardı bu topraklarda, üstelik mücadeleci bir hayat. Bir kurt köpeği sürüsü donmuş ırmağın yatağı boyunca zorlukla ilerliyordu. Hayvanlar kayışlarla bağlı oldukları bir kızağa koşulmuşlardı. Kızağın üzerinde sıkıca bağlı ince uzun bir tabut vardı; ayrıca battaniyeler, bir balta, bir kahvedarlık ve bir de tava bulunuyordu.
Köpeklerin Önünde geniş kar ayakkabılarıyla bir adam ilerliyordu, kızağın ardından da diğer adam geliyordu. Gerçi kızaktaki tabutta üçüncü bir adam daha vardı ama, o dünyadan elini eteğini çekmişti artık. Kuzeyin vahşeti karşısında yenik düşmüştü. Bir daha asla kımıldayamayacak ya da mücadele edemeyecekti. Çünkü hareketi sevmezdi vahşet. Yaşam demek hareket demekti. Oysa ki vahşet, hareketi ortadan kaldırmaya kararlıdır Sular denize dökülmesin diye ırmakları dondurur, ağaçların ta içine kadar işler öz sularını kurutur. Ama asıl insan oğluna düşmandır vahşet; çünkü insan, durağanlığa karşı daima bir başkaldırı içindedir.
Hâlâ hayatta kalmayı başarabilmiş olan iki adam yılmadan ve umutsuzluğa kapılmadan yollarına devam ediyorlardı. Bu. hiçlik, ıssızlık ve tehlike diyarından geçerek, kendilerine uzayın boşlukları kadar uzak yabancı ve ölü gibi görünen bu dünyaya kafa tutan küçük birer maceraperesttiler. Tek kelime etmeden İlerliyorlardı, hareket etmek adına gerekli gücü toplamak için boşuna nefes tüketmek zorundaydılar.
Bir saat geçti, ardından bir saat daha. Çok kısa süren günün sönük ışıklan silinmeye yüz tutarken, uzaklardan küçük bir çığlık yükseldi. Bir anda havaya dağılıp yankılandıktan sonra yavaşça yok oldu. Öndeki adam başını arkaya çevirince arkadaşıyla göz göze geldi, dar uzun tabutun üzerinden birbirlerine anlamlı anlamlı kafa salladılar.
Çok geçmeden sessizliği bir bıçak gibi kesen ikinci bir çığlık daha duyuldu. Her iki adamda sesin az Önce arkalarında bıraktıkları kar çölünden geldiğini anlamışlardı. Derken aynı yönden bir üçüncü çığlık daha geldi.
“Peşimize takıldılar, Bili” dedi öndeki adam. Sesinin tonu boğuk ve ürkekti
“Et kıtlığı var” diye karşılık verdi arkadaşı, “Günlerdir tek bir tavşan izi bile görmedim.”
Başka bir şey konuşmadılar, kendilerini izleyen avcıların çığlıklarına kulak kesilmişlerdi
Ortalık kararınca ırmak koyundaki ladin koruluğunda kamp kurdular. Ateşin arkasındaki kurt köpekleri kendi aralarında hırlaşıp duruyorlar, ancak oldukları yerden ayrılarak karanlığa karışmayı göze alamıyorlardı.
“Şunlara bak, Henry, kampa ısrarla yakın duruyorlar, tuhaf doğrusu” dedi. Bili. “Postun pahalı olduğunu ve onu nereden kurtarabileceklerini biliyorlar tabi. Çok akıllıdırlar, kolay kolay kurtlara yem olmaz onlar.”
Bili başını sallayarak “Valla bilmem ki” dedi.
Arkadaşı ona şaşkın şaşkın baktı ve “Bizim köpeklerin akıllı olmadıklarını söylediğini ilk kez duyuyorum senden” dedi.
Bili tabağındaki fasulyeleri yerken “Henry” dedi.
“Fark ettin mi, köpeklere yem verirken nasıl da gürültüyle İtişip kakışıyorlar?”
“Evet, her zamankinden fazla huysuzluk ettiler” diye onayladı Henry.
“Kaç köpeğimiz var, Henry?”
“Altı”
“Ama, Henry…” Bili sözlerinin önemini vurgulamak istercesine bir an sustu, sonra ağır ağır devam etti.
“Ben de altı köpek var sanıyordum. Henry altı tane balık çıkardım, hepsine bir tane verdim, fakat yine de bir köpek açıkta kaldı.”
“Yanlış saymışsındır” dedi Henry.
“Altı köpeğimiz olduğunu biliyorum ama..,” diye ısrar etti. Bili. “Altı balık çıkardım, ama Tekkulak balıksız kaldı işte. Sonradan gidip bir balık da ona getirdim.”
“İyi de topu topu altı köpeğimiz var Bili” dedi
Henry.
“Henry” diye devam etti Bili, “Hepsi köpekti demiyorum ki sana. Balık verdiğim hayvanlar yedi taneydi.”
Henry yemeğini bıraktı, ateşin arkasında duran köpeklere bakarak saydı:
“İşte, hepsi altı tane” dedi Bili soğukkanlılıkla üsteledi.
“Yedincinin az önce karların üzerinden hoplaya zıplaya kaçıp gittiğini gördüm. Ben saydığımda yedi taneydiler.”
Henry acıyan gözlerle arkadaşına bakıp: “Şu yolculuk bir bitse öyle sevineceğim ki” diye homurdandı.
“Ne demek istiyorsun yani” diye sordu. Bili.
“Bana kalırsa kızaktaki tabut sinirlerini bozdu senin, hayal görmeye başladın ”
“Bunu da düşündüm” diye cevap verdi Bili, kandırırcasına” Ancak köpeklerden birinin kaçtığım görünce, gidip karların üzerine bir göz attım, bazı ayak izleri buldum. Sonra dönüp bir kez daha saydım, altı taneydiler. Karda izleri duruyor, bakmak istersen sana gösteririm.”
Henry karşılık vermedi, yemeğini yemeye koyuldu tekrar. Kahvesinden de bir yudum aldıktan sonra elinin tersiyle ağzını sildi ve, “Demek öyle düşünüyorsun…” diye söze başlayacak oldu ama, tam o anda karanlıktan gelen uzun acılı bir ulumayla sözü yarıda kaldı. Susup kulak kabarttı. Sonra eliyle ulumanın geldiği yönü göstererek sözünü bitirdi:
“… onlardan biri miydi yani?”
Bili “Evet, bundan eminim, köpeklerin nasıl huysuzluk ettiklerini, dolaşıp durduklarını sen de gördün işte.”
Birbiri ardından yükselen ulumalarla büyük bir gürültü kopmuştu. Köpekler çevrelerini saran bu korkunç koro karşısında dehşete kapılıp birbirlerine iyice sokuldular. Bili bir odun daha atarak ateşi körükledikten sonra piposunu yaktı
“Neyin var senin, çok sıkılmış görünüyorsun?” dedi Henry. Düşünüyorum da. şu tabuttaki adam bile bizden daha şanslı. Biz ölünce, cesetlerimiz köpeklere yem olmasın diye mezarlarımıza birer taş koyacak kimse çıkacak mı dersin?”
“Zannetmem, Bili” diye söze katıldı Henry. “Bizim ne paramız, ne malımız ne de akrabamız var. Cenazemizi uzak bir ülkeye göndermek bizim neyimize. “Benim asıl anlamadığım şey Henry, bu adam dünyanın bir ucundaki bu vahşi ülkeye niye gelmiş ki? Kendi ülkesinde zengin bir lord falan olmalı.”
“Kendi ülkesinde kalsaydı gül gibi yaşayıp gider, sonra da rahat döşeğinde ölürdü.” diye arkadaşına katıldı Henry.
Bili tam konuşmak için ağzını açmıştı ki duraladı, kendilerini her taraftan bir duvar gibi çevreleyen karanlığı gösterdi. Zifiri karanlığın içinde sadece kor gibi parlayan bir çift göz farkediliyordu. Henry başıyla bir, iki derken bir üçüncü çift göz daha gösterdi. Kampın her yanı kor gibi yanıp sönen gözlerden oluşan bir halkayla kuşatılmıştı.
Köpeklerin huysuzluğu giderek artmıştı. Ani bir korkuyla ateşe yaklaşıyorlar, adamların dizlerinin dibine kadar geliyorlardı. Bu esnada yanıp sönen kor gözlerden oluşan çemberde bazı kıpırdamalar oldu, hatta bir an için çember geriye çekildi. Ne var ki köpeklerin huysuzluğu yatışır yatışmaz eski yerlerine döndüler.
“Hay aksi, cephanemiz de tam bitecek zamanı buldu Henry.”
Henry makosenlerinin bağcıklarını çözerken “Kaç kurşunumuz kaldı?” diye sordu.
Üç” diye cevap verdi Bili. “Ah, şimdi üç yüz tane kurşunumuz olacaktı ki, bu kahrolası hayvanlara günlerini gösterecektim!” diye homurdanıyor, bir yandan da yere serdikleri ağaç dalları üzerine kürklü yatakları ve battaniyeleri yerleştiren arkadaşına yardım ediyordu.
“Hiç değilse şu soğuk bir kırılsaydı bari” diye devam etti. “İki haftadır eksi elli derece, keşke çıkmasaydık şu yolculuğa Henry. Durumumuz hiç iyi görünmüyor. Kendimi iyi hissetmiyorum. Yolculuğumuz bitse de seninle Mc Gurry’ye gidip, sımsıcak ateşin karşısında bir pişpirik çevirsek ne İyi olurdu, ha?”
Henry yatağına girerken homurdanmakla yetindi. Tam uykuya dalmak üzereydi ki, Bili yine seslendi.
“Bak ne diyeceğim Henry, hani şu balık yiyen davetsiz misafir var ya, bizim köpekler neden ona saldırmadılar sence?”
Arkadaşı uyku sersemliğiyle “Çok uzatıyorsun Bili. Çeneni kapat da uyu artık… Şöyle deliksiz bir uyku uyudun mu, sabaha hiçbir şeyin kalmaz. Mideni bozdun galiba, tüm sıkıntın bu…”
Örtünün altına girip horul horul uyumaya başladılar. Ateş azalıp sönmeye yüz tutarken, kampın çevresindeki kor parçalarını anımsatan gözlerden oluşan çember her an biraz daha daralıyordu. Köpekler yaklaşan parıltılara göz dağı vermek istercesine hırıldıyorlardı Bir ara hırıltılar iyice artınca Bili uyandı. Ateşi birkaç parça odunla körükledi. Alevler yeniden yükselince parlayan gözler geriledi. Derken Bill’in gözü köpeklere takıldı; birbirlerine iyice sokulmuşlardı. Gözlerini ovuşturup bir kez daha baktı ve battaniyesine sarılıp uzandı
“Hişşt Henry… hey Henry.” Dedi.
Uykusundan edilen Henry “yine ne var, ne oluyor?” diye homurdandı.
Bak Henry, yine yedi oldular. Şimdi saydım.”
…
“Beyaz Diş” için 10 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıBeyaz Diş
- Sayfa Sayısı225
- YazarJack London
- ISBN9757747432
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviYağmur Yayınevi / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kutup Yıldızı ~ Martin Cruz Smith
Kutup Yıldızı
Martin Cruz Smith
Volovoi önündeki kâğıttan okumaya devam etti. “Renko.” Sanki bir problemin çözümü için ısınmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. “Baş dedektifken kovulmuş. Parti’den ihraç edilmiş. Psikiyatrik rehabilitasyon...
- Fırtınada Yanacaksın ~ John Verdon
Fırtınada Yanacaksın
John Verdon
New York’un sessiz sakin kasabası White River’da bir keskin nişancı dehşet saçıyor ve öldürülen polisin telefonuna bir uyarı mesajı geliyor. Kimsenin kimseye güvenmediği soruşturmaya...
- Geçiş Ayinleri ~ William Golding
Geçiş Ayinleri
William Golding
“Denizde insanın erkeklik onuru kırılır.” Geçiş Ayinleri, Golding’in Deniz Üçlemesi dizisinin ilk kitabı olup Booker Ödülü’ne layık görülmüştür. Genç bir İngiliz aristokratı olan Edmund...
GÜZEL KİTAP VE BU KİTAP SAYESİNDE TÜRKÇE DERSİNDEN 5 ALMAM GARANTİ .
Sen demesen bilmiyorduk canim
bence bir insan bir kitabı bir köpeği bu kadar mı güzel anlatır jack london un bütün kitaplarını okudum hepsi süper ötesi kitaplar
güzel bir kitap idi
TÜRKÇE DERSİ PROJE ÖDEVİ KESİN 100
Ne güzel bir kitap
hayatımdaki en güzel kitap
Çok iyi bir kitap ilk kez okudum çok güzel
Çok güzel r kitap
Yaşıma göre biraz sıkıcı bir kitap (yaşım=11) yalnız yetişkinler için aşırı iyi bir kitap bu kitabın kendisi bende var aslında ama ben internettekiler daha kısa olduğu için bu sayfayı tercih ettim teşekkür ederim