Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bilinen Coğrafyalardan Bilinmeyen Hikâyeler: Öğrendiklerim
Bilinen Coğrafyalardan Bilinmeyen Hikâyeler: Öğrendiklerim

Bilinen Coğrafyalardan Bilinmeyen Hikâyeler: Öğrendiklerim

Hakan Özerol

İnsan, hayatını şekillendiren pek çok “şey” ile karşılaşır yaşamı boyunca: diğer insanlar, mekânlar, düşünceler, olaylar ve elbette sanat. Bunların hepsiyle bir alışveriş içinde olursunuz….

İnsan, hayatını şekillendiren pek çok “şey” ile karşılaşır yaşamı boyunca: diğer insanlar, mekânlar, düşünceler, olaylar ve elbette sanat. Bunların hepsiyle bir alışveriş içinde olursunuz. Elbette öncelikle alırsınız ancak daha sonra vermeye başlarsınız. Ardından bu al-ver hızlanmaya başlar, sürekli olur. Bu etkileşim ile değişmeye, pişmeye başlarsınız. “Olduğunuzu” sandığınızda en iyi ihtimalle “farkında” olursunuz. Ama asla “tamam” olamazsınız.

Yazar Hakan Özerol, daha önce yayımlanmış kitaplarından çok farklı bir konu ile karşımızda bu kez. Gezilerinde çektiği fotoğraflar eşliğinde, gördüğü yerlerin, sanat eserlerinin geçmişini anlatırken “olmaya çalışma” felsefesinden de bahsediyor. Kitapta, Shakespeare, Montaigne, Camus, Sartre, Schopenhauer, Voltaire, Platon, Herakleitos, Sokrates, Marcus Aurelius, Epikurus, Marx, Kafka, Rousseau, Dante, Atatürk, Adler, Goethe, Einstein, Clausen ve daha nicelerine kulak vereceksiniz. Atina, Rotterdam, Colmar, Paris, Vilnius, Talinn, Hamburg, Roma, Manchester, Cenevre, Brugge, Brüksel, Trakai, Milano, Avignon, Salzburg, St. Paul de Vince ve Como’da gezeceksiniz.

Keyifli okumalar…

Ege’ye…
Yepyeni maceralar yaşayıp güzel hikâyeler biriktirmesi dileğiyle…

Önsöz

İnsan, hayatını şekillendiren pek çok “şey” ile karşılaşır yaşamı boyunca: diğer insanlar, mekânlar, düşünceler, olaylar ve elbette sanat. Bunların hepsiyle bir alışveriş içinde olursunuz. Elbette öncelikle alırsınız ancak daha sonra vermeye başlarsınız. Ardından bu al-ver hızlanmaya başlar, sürekli olur. Bu etkileşim ile değişmeye, pişmeye başlarsınız. “Olduğunuzu” sandığınızda en iyi ihtimalle “farkında” olursunuz. Ama asla “tamam” olamazsınız.

Bu “olma yolunda” herkes yalnızdır. Yolda rastladıklarınızdan bir şey alıp alamayacağınız da size bağlıdır. Yol üzerinde bir nehir olması, o manzaranın tadını çıkaracağınızı garanti etmez. Nehir gözünüze manzara olarak da görünebilir, engel gibi de. Bazen de macera gibi… Nehir, siz onu nasıl görürseniz odur.

“Olma yolunda” pek çok şeyle karşılaşıyor olsanız da aslında tek başınıza yürürsünüz. Hepimizin ilerlediği bu “olma yolunda”, bazıları yolda olduğunu fark etmez bazıları fark eder ama yürümeye üşenir. Bazıları üşenmez ve sonuna dek yürümeyi amaçlar, bazıları ise zaten yolun bir sonu olmadığını bilir.

Yürürken siz de değişirsiniz, yol da… Yol sabittir de siz onu farklı görürsünüz artık. Siz ise yürüdükçe artık önceki siz değilsinizdir. Zaten siz nesiniz ki? Sonu olmayan bir yolda niye yürüdüğünü bilmeyen siz…

İşte benim yolumda da karşıma pek çok insan çıktı, pek çok yer ve pek çok da fikir. Beni değiştirdiler, geliştirdiler, eğittiler. Bazen üzdüler, hüzünlendirdiler bazen ise güldürdüler. Onlar bana dokunduktan sonra ben artık eski “ben” değildim, başka biriydim. Onlar ise orada dimdik durmaya ve yeni yolcuları beklemeye devam ettiler.

İşte size onlardan bahsetmek istiyorum, yoluma çıkan ve beni “ben” yapanlardan. Sizin de “siz” olmanıza yardımcı olurlar belki. Belki de yanlış yola sürüklerler sizi, belki de onlar yanlış yerdedirler. Sahi “yanlış” nedir ki?

Kader

Hamburg Ohlsdorf Mezarlığı’nda 2 metre yüksekliğinde bir heykel var. Yeşillikler içinde, arkasını ağaçlara vermiş ve önündeki açıklığa doğru yürüyen bir kadın heykeli. Uzun düz saçlı, güçlü, dimdik yürüyen bir kadın. Kadının kıyafetinin üst kısmı açılmış ve güzel göğüsleri görünüyor. Normal koşullarda çekici gelmeli ama öyle değil. Mezarlıktayız. Bu yarı çıplak kadın ne arıyor ki mezarlıkta? Yüzünde anlamsız bir ifade var, hatta ürkütücü. Boş bakışlarla ve yavaş adımlarla ileri doğru yürüyor mezarlıkta. Odaklandığı bir hedefi var sanki. Başka bir şeyle ilgilenmiyor, düşünmüyor, gülmüyor. Yavaşça ilerliyor. Mutsuz görünüyor. Mutsuzca görevini yapıyor belki de.

Boş gözlerle ileriye doğru bakıyor ve yürüyor. Yürürken elleriyle bir şeyler sürüklüyor iki yanında: saçlarından tuttuğu kendisinden daha genç iki insanı! Biri kadın, diğeri ise erkek. Bu acımasız kadın, iki genci saçlarından tutarak yerde sürüklüyor.

Sağında sürüklenen genç kadın kendini kaybetmiş, tepkisizce sürükleniyor hedefe doğru. Uzun süre direndi ve gücü bitti belki de ya da baştan kabullendi durumu. Ama memnun değil halinden, belli.

Diğer yanında saçından sürüklediği genç adam ise hâlâ çırpınıyor son bir gayretle. Kendini sürükleyen, ayaktaki güçlü ve acımasız kadının ayağını tutmaya çalışıyor. Olacaklara engel olmak istiyor belli ki. Genç kadın gibi değil o. Gözleri ve ağzı açık, belki de yardım istiyor ama başaramayacak gibi. Saçlarından yakalanmış ve yerde sürükleniyor. O da birazdan teslim olacak.

Yerde sürüklenen genç adam ve kadın birbirlerini tanıyorlar mı acaba ya da kendilerini sürükleyen merhametsiz kadını? Daha da önemlisi nereye gittiklerini biliyorlar mı? Gitmek istemedikleri ve zorla götürüldükleri belli ama nereye gittiklerini bilerek mi yoksa bilmeyerek mi karşı koyuyorlar o kadına? Karşı koymalarının işe yaramayacağını biliyorlar mıydı acaba baştan? Sözgelimi o genç erkek, başaramayacağını bilerek mi karşı koyuyor yoksa umudu var mı? İnsan umudu olmasa da karşı koyar mı bazen? Karşı koymalı mı?

Bu etkileyici heykeli yapan sanatçının adı, Hugo Lederer’dir. 1871 yılında, şimdi Çek Cumhuriyeti sınırları dahilinde kalan Znojmo’da doğmuştur. 1895 yılında Berlin’e gelip, sanat anlamında bağımsızlığını ilan ederek kendi adına heykeller yapana kadar pek çok önemli sanatçının atölyesinde çalışmış ve tam anlamıyla pişmiştir. 1902 yılında Hamburg şehri için 14 metre yüksekliğindeki Bismarck heykelini tasarlayarak kazandığı yarışma, sanat kariyerinin dönüm noktası olmuştur. Bundan sonra Buenos Aires’ten Şikago’ya dek dünyanın pek çok köşesine dev heykeller yapmış ve 1912’de Berlin Güzel Sanatlar Fakültesinde göreve başlamıştır. 1919-1936 arasında ise Berlin Sanat Akademisi üyesi olmuştur. 1940 yılında Berlin’de ölmüştür. Ayakta kalan eserlerinin büyük bölümü, Berlin’de park ve meydan gibi halka açık mekânlarda bulunmaktadır.

Ömrünün ve sanat kariyerinin son yıllarının Nazi iktidarına denk gelmesi ve bazı eserlerinin tarzı sebebiyle ölümünden sonra Nazi sempatizanı olmakla itham edilmiştir. Ancak heykellerinde kadınlara ağırlık vermesi, hayvan figürlerinin bulunması ve Nazilerin iktidara geldiği 1933 yılından sonra yalnızca 16 esere imza atmış olması (toplamda 300 civarında eseri mevcuttur), torunlarının bunu şiddetle reddetmek için kullandıkları en temel argümanlardır.

Lederer’in 300’ü aşkın eserinden biri olan bu “güçlü, acımasız, gençleri saçlarından sürükleyerek götüren kadın” heykelinin adı Kader’dir.

Kader; isteğiniz dışında, size sormadan, ne yaparsanız yapın sizi malum sona doğru götürüyor. Kimimiz isyan kimimiz itiraz ediyoruz. Bazıları hemen kabulleniyor bazıları kabullenemiyor. Kader bunu severek yapmıyor gibi görünüyor. Ama yine de kendinden emin bir biçimde, tereddüt etmeden yapıyor: O hep “saçınızdan tutup, çeke çeke” sizi “o yere” götürüyor.

İlginçtir, Lederer’in “Kader”ini de “saçından tutup” bir yerlere götürmüşler. Aslında eser, mezarlık için yapılmamış. Sanatçının aile kayıtlarından heykelin 1896-1905 yılları arasında yapıldığını ve uzun süre Hamburg’da Alster kıyısındaki Edouard Lippert ailesinin bahçesinde bulunduğunu öğreniyoruz. 1943’te savaş sırasında ev bombalanmış ve ağır hasar almış ama heykel, 1956 yılına kadar bahçede durmaya devam etmiş. 1956’da ise Kader, “saçlarından sürüklenerek” yeni mekânı olan Ohlsdorf Mezarlığı’na taşınmış.

Peki, mezarlığın neresine taşınıyor dersiniz? Von Schröder ailesinin mozolesinin tam karşısına. O da bambaşka bir hikâye aslında ama bize lazım olan kısmını özetleyelim:

Christian Matthias Schröder, büyük bir tüccar ve Hamburg’un ilk Belediye Başkanı’dır. Büyük oğlu, Hamburg’un en büyük ithalat-ihracat şirketlerinden olan J. F. Schröder şirketini kurmuştur. Küçük kardeşi Johann ise İngiltere’ye gidip bugün dahi İngiltere’nin büyük yatırım bankalarından olan Schroders’i kurmuştur. Johann’ın temel hedefi, ailenin bu ülkedeki çıkarlarını korumak ve kollamaktır. Johann Heinrich Von Schröder (ne heybetli isim ama!) bununla da yetinmeyip Almanya’nın gelecekteki en büyük bankalarından olacak olan Schröder Bank’ı da kurmuştur. 1868 yılında da soyluluk unvanı elde etmiş ve baron olmuştur.

Paranın yanı sıra soyluluk unvanı da gelince Schröder ailesi, ülkedeki en büyük aile mezarlığını inşa etmek istemiştir. Hatta eskisi gibi bir aile mezarlık alanı değil; bir panteon, bir mozole binası istemiştir ve bunun için de ünlü bir mimara büyük paralar ödeyerek yıllarca sürecek bir çalışma ile Ohlsdorf Mezarlığı’nın bir köşesine bu anıt mezarlığı yaptırmıştır. Bu kubbeli ve cam pencereli, 6 lahit yeri bulunan anıt; 1906 yılında tamamlanmıştır. İlk gömülen ise aileyi muazzam bir zenginlik ve soyluluğa kavuşturan Baron Von Schröder olmuştur. Ailede vefatlar oldukça buraya gömülmeleri planlanmıştır. Şehrin en zengin ve soylu ailesine de bu yaraşır!

Ardından II. Dünya Savaşı çıkmış ve aile tüm servetini kaybetmiştir. Kimsenin böylesi bir töreni ya da mozolenin bakım maliyetini düşünecek durumu kalmayınca anıt mezara başka defnedilen de olmamıştır. Bakımı dahi yapılamayan anıt mezar, yıllarca terk edilmiş bir biçimde, Ohlsdorf Mezarlığı’nın bir köşesinde kalakalmıştır. Ta ki bir yatırımcı, 2009 yılında binayı 100 yıllığına kiralayıp tören ve konserler için kullanıma açmak için restore edinceye dek.

Hikâyenin diğer ayağını zaten biliyorsunuz.

Schröder ailesinin anıt mezarı inşa edildikten 50 yıl sonra “Kader”, saçlarından sürüklenerek bu anıt mezarın karşısına getirilmiştir. Aynı “Kader”, yaşayanları saçlarından tutarak bu anıt mezara, Baron Von Schröder’in huzuruna sürüklüyor. Sonsuza dek zengin ve ünlü kalacağını düşünen, ailesinin gelecek kuşaklarının şan ve gösteriş içinde ebedi uykuya dalacaklarını düşündüğü mozoleye… Çok zengin ve ünlü Baron’un yapayalnız uyuduğu mozoleye… Bir servet harcayarak inşa ettirdiği mezarının bile para karşılığında kiralandığı mozoleye getiriyor onları.

Mozole ile heykel başka yerlerde inşa edilip 50 yıl sonra buluşuyorlar.

Bunun böyle olacağını Baron da heykeltıraş da bilmiyor.

Bunu bilen tek kişi var: Kader…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hatırat Tarih
  • Kitap AdıBilinen Coğrafyalardan Bilinmeyen Hikâyeler: Öğrendiklerim
  • Sayfa Sayısı104
  • YazarHakan Özerol
  • ISBN9786057063410
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviMela Yayınları /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Finansçı Olmayanlar İçin Finans ~ Hakan ÖzerolFinansçı Olmayanlar İçin Finans

    Finansçı Olmayanlar İçin Finans

    Hakan Özerol

    “Finansçı olmayanlar için finans da ne demek?” diyen arkadaşlara cevaben kaleme alınmış olan bu kitap, iş yaşamınız boyunca ya da olası iş yaşamınızda size...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur