Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Sinir Sistemi Romanı
Bir Sinir Sistemi Romanı

Bir Sinir Sistemi Romanı

Lina Meruane

Ella, doktora teziyle mücadele eden bir astrofizikçidir, hem kişisel hem de politik trajedilerle dolu geçmişin yükünü taşır. Kocası El, devlet şiddeti mağdurlarının vakalarını çalışan…

Ella, doktora teziyle mücadele eden bir astrofizikçidir, hem kişisel hem de politik trajedilerle dolu geçmişin yükünü taşır. Kocası El, devlet şiddeti mağdurlarının vakalarını çalışan bir adli tıp uzmanıdır. Yazma tıkanıklığından bunalan Ella, kendini hasta olmayı dilerken bulur; böylece tezinde ilerleme kaydedememesine bir mazeret bulacaktır. Daha sonra doktorlarca teşhis edilemeyen gizemli semptomlar yaşamaya, sinir sistemini etkileyen ağrılar çekmeye başlar.

Ella’nın kaygısı arttıkça geçmiş girdap misali güçlü bir çekim etkisi yaratır ve ailenin diğer üyeleri hikâyenin odak noktasına yerleşir: Dul Baba, Üvey Anne, Üvey İkizler ve Öz Abi. Her birinin kendine has hastalık ve şiddet deneyimleri, onları hem bir arada tutan hem de atomize eden sistemleri açığa çıkarır.

Sinir sistemiyle galaksiler ve yıldızlar arasındaki paralelliği incelikli bir anlatı formunda sunan bu roman, bir ailenin sevgi, kırgınlıklar, sırlarla dolu hikâyesini Şili’nin çalkantılı politik geçmişine yaslanarak anlatan bir eser.

“Meruane, yetkinliğiyle göz dolduran yeni nesil Şilili yazarların en iyilerinden.” -Roberto Bolaño

“Lina Meruane, Bir Sinir Sistemi Romanı’nda edebiyat ve hastalık tartışmalarını kuşatan kalıpları altüst ediyor… Kendi sinir sistemimiz gibi dendritik bir yapıya sahip bu roman, kendi sinirsel bugünümüzü okumamıza olanak sağlıyor.” -Alia Trabucco Zerán

“Burada Meruane’nin yazarlığı vadettiğini gerçekleştiriyor ve cüretkâr metaforik oyunlarla zirveye yerleşiyor. Böylece bir atom bir galaksiye, bir hastane bir devlete, hasarlı bir organ bir ülkeye, bir sıfat bir kansere, bir aile bir kozmosa ve kozmosun entropisi kişisel bir meseleye dönüşüyor.” –El País

Kara Delikler
(Huzursuz Mevcudiyet)

Ülke karanlığa gömülür. Mumların olmadığı devasa bir kara delik. Başka bir zamanda, başka bir yerde evi, acil durumlar için saklanan, mavi kâğıda sarılmış veya iple bağlanmış sıska, uzun mat renkli mumlarla doludur. Elektriğin hiç kesilmediği şu an yaşadığı ülkede ise mum yoktu. Daha önce hiç kesilmemişti ama her şeyin bir ilki vardır. Ella, yüzünü ve geceyi zar zor aydınlatan ışığın yok oluşunu izler. Elleri birkaç saniye klavyenin üzerinde gezinir, sayılarla dolu ekranın ışığı yanıp sönmektedir. Ella. Sigortaların atıp atmadığını merak eder. Ya da basit bir elektrik kesintisidir sadece, belki de Soğuk Savaş sırasında inşa edilmiş ve sonrasında terk edilmiş eski nükleer santrale bir saldırı gerçekleşmiştir.

Her an patlayabilecek o atom enerjisi, binasından çok da uzakta değildi. Her zaman bir felaketin eşiğinde olan ülkesi geçmişte sel, kar fırtınası, elektrik direklerine düşen dallar nedeniyle kesintiler yaşamıştı. Kablolar, rüzgârda elektrik çarptığı için kopmuştu. Kanallar ve nehirler taşmıştı. Ve binalar yeraltı levhalarının sürekli dalgalanmasıyla sallanmıştı. Volkanlar çatırdayarak lav püskürtmüştü. Ormanlar yanmış, köklerine kadar kavrulan ağaçlar devrilmiş, evler temellerinden çökmüş, yollar erimiş, kuşlar uçup gitmişti. Tahliyeyi hızlandırmayanların bedenleri kömüre dönmüştü. Işığın ele geçirdiği o bedenler.

“Bu beni yavaşlatacak, daha fazla gecikmeme sebep olacak,” diye bağırır Ella kollarını havaya kaldırarak ve köşede, çekmeceleri çarparak el feneri arayan El onu duyar. Kâğıtların ve anahtarların arasında küfrederek aramaya devam eder. El’in kışkırtıcı sesi yükselir, “Kes şunu, Elektron.” Aylardır ona bilgisayarını kapatmasını, doktora tezinden vazgeçmesini, böyle bir projenin onu müebbet hapis cezasına benzer bir acı ile karşı karşıya getireceğini söylüyordu.

Bu kadar uzun saatler çalışmak onu patlama noktasına getirebilirdi. Patlamalar ile ilgili az çok bilgisi olan El bunları söylemişti. Ama patlama ya da çöküş kelimelerini kullanmamıştı. Yeni yaptığı ve şimdi karanlıkta elinde dengede tutmaya çalıştığı kahve ile dilini yakar. Tükürür gibi, “Kısa devre,” der. Ve Ella, onun sinirlerinde hızlı bir kıvılcım çaktığını görür. Tüylerle kaplı derisi titreşen elektrikle tutuşur.

Artık en önemsiz ve belirsiz yıldızlar bile ışıklarıyla geceyi aydınlatıyorlardı. Sönmüş şehrin üzerinde alevler saçarak dumanlar çıkarır gibiydiler. Ella onları izlemek için hayranlıkla pencerenin önünde durur. Ella’nın yıllardır yazdığı o tezde yakalayamadığı ışıltılı takımyıldızlar, toz haline getirilmiş fiziksel evren. Yazmadan geçen yıllar. Eliptik yörüngeleri ve manyetik alanlarını, asteroit kuşaklarını ve binlerce yıllık süpernova kalıntılarını inceleyerek başlamıştı; güneşe en yakın yıldız sistemlerinde yaşanabilir gezegenler arayarak ve dünyaya benzer gök cisimlerinin konumlarını belirlemeye çalışarak aylarca, belki de yıllarca boş yere uğraşmıştı. Bulduğu her yeni şey başka bir şeye yol açmış ve ilk bulduğunu çürüterek onu araştırmasına devam etmeye zorlamıştı.

Bu son girişimi, ışıklarını çoktan kaybetmiş ve kendi üzerlerine çökerek yoğun kara delikler oluşturan yıldızlar hakkında olacaktı. Bu deliklerin dışında, onlar hakkında her şeyi bilen ve tezine rehberlik etmeye istekli bir danışmana ihtiyacı vardı. Ella’nın bu yoğunlukla başa çıkmaya hazır olduğuna inanan biri olmalıydı. Ancak Ella bile bunu yapabileceğinden emin değildi ve zaman daralıyordu.

Aniden ampullerin hepsi aynı anda, sanki yıldırımla canlanmış gibi yanar. Saatler sonra elektrikler gelir. Ella şeker ve kafeinle yüklü bir kutu kola açar -ekran karşısında bir kez daha kaybolmadan önce, kendine zarar vermesine rağmen içecekti onu. Kozmik sapma ve radyasyon rakamlarını hesaplayacaktı.

Onları yutacak, dönüşü olmayan, sürekli dönen açgözlü deliğin etrafında uzanan yıldızların hareketlerini ölçecekti. Ve daha sonrasında çürüteceği formülleri yazacaktı. El, o sabah ve ertesi sabah onun kapıdan dışarı baktığını görecek ve alnındaki yara izini kırıştıracaktı. Ella, onun da başladığı işi bitirebileceğine inanmaktan vazgeçtiğini anlayacaktı.

Elektrik kesintilerini ve dipsiz delikleri düşünürken birdenbire içinde hastalanma arzusu ateşlenir. Hastalığının ne olacağına karar vermeden düşünmeye başlar. Soğuk algınlığı veya grip, ona tezini bitirmesi için gereken zamanı sağlamayacaktır. Zatürre onu çalışmaktan alıkoyabilir. Kanser çok risklidir. Sonra aklına, babasını aylarca yatağa mahkûm eden kanamalı ülser hastalığı gelir: Kendini başka bir yatakta, bilgisayarının başında, haşlanmış yumurta ve tatsız kurabiyeler yerken, sinsice ve rahatsız edici bir şekilde kola yudumlarken hayal eder. Hasta olmak: Ella, onu doğuran ve artık hayatta olmayan biyolojik annesinden ona yardım etmesini diler. Hiç tanışmadığı o kadından. Ella, işler ne zaman zorlaşsa ondan yardım umar. Bir tütsü çubuğu yakarak kendisine ciddi ama geçici bir şey bulaştırması için annesine yalvarır.

Onun gibi aniden ölmek istemez. Sadece bir yarıyılı aradan çıkarmaya yetecek, tüm o gezegen bilimleri derslerini ekebileceği, bunca dikkati dağılmış öğrenciye eğitim vermek zorunda kalmayacağı bir hastalık. Kendini hiçbir şey ödemeyen başka bir işe tamamen adayabilmek için bu düşük ücretli işten kısa bir süreliğine geri çekilmek ister. Danışacağı başka kimsesi yok. Babası ona zaten elinde ne var ne yoksa vermişti.

Gizli bir anlaşmanın hikâyesi bu. Babasının onun eğitimini gelecekteki yaşlılığı için ayırdığı parayla finanse ettiğini hiçkimse bilmez. Bu karşılıklı anlaşmadan üç kardeşinin ve üvey annesinin haberi yoktur. Çünkü öz annesinin yerini alan üvey anne, eğer bilseydi buna asla izin vermezdi. “Tüm o para,” diye haykırırdı mirastan mahrum bırakılan ikizlerini savunarak. “Bu bir servet!” diyerek kavga çıkarırdı, bu kadar masrafın babasını beş parasız bırakacağından korkardı. Baba, ikinci karısına, kızının doğumundan sonra kritik durumda olan ilk karısına verdiği sözün bu olduğunu asla söylememişti. “Ella’nın ne isterse onu okuyacağına, hangi mesleği seçerse seçsin onu şartsız koşulsuz finanse edeceğine söz ver,” diye mırıldanmıştı ilk eşi tereddütlü ama ölümün yaklaştığını bilen bir sesle. “Tüm isteğim bu. Ben de öyle yapardım

. Okumasını istiyorum. Ben de öyle yapardım,” demiş ve durmuştu, uzun bir süre gözlerini kapamıştı. “Eğer evlenmeseydim,” demişti kelimeler boğazında düğümlenerek, “seninle, genç yaşta. Kim bilir nelere sahip olurdum.”

El saçlarını taramış, tıraş olmuş, kahvaltısını çoktan bitirmişti, yeni bulunan kemik kalıntılarını tarihlendirmek için karbon laboratuvarına gitmeye hazırdı. Giyinik ama saçı başı dağınık Ella, öğretmen üniformasını seçmek ve o gün üç farklı şehir okulunda ders vereceği beş farklı sınıfın notlarını toplamak için kendini yatak odasına sürükler. Donuk gözlerle masaya oturur ve El’e ne istediğini söyler. Hastalanmak istediğini. Altı ay boş kalmak istediğini. On parmağının altındaki seksen iki tuşa aralıklı olarak dokunarak, iki eli ile evde yalnız kalmak istediğini. Haftalarca süren çetin bir çalışmadan mahrum kalan bir tezin üzerinde parmak izlerini bırakmak istediğini. “Ne dilediğine dikkat et,” diye cevap verir El kaşlarını tek sıra halinde birleştirerek.

Sivri burnu, uyarısını mırıldanırken önündeki boş tabağa işaret eder. “Babanın onayına ihtiyacın yok,” der yorgun bir tavırla, “ona bitirmediğini, belki de hiç bitiremeyebileceğini söylemene bile gerek yok. Astronomi dersleri öğretmek için ünvana ihtiyacın, Elektrojenik.” Ella, “Dünya dışı gezegen bilimleri,” diyerek onu düzeltir. Ella, El’e hiçbir zaman burslu olmadığını itiraf etmemiş ya da son kuruşuna kadar tüm bu paranın gerçekte nereden geldiğini, kimin cebinden geldiğini ya da az önce babasını arayarak “Savunmamı yaptım baba, artık bir doktorum,” dediğini söylememişti.

Babasının üzüntüyle ya da belki de kırgınlıkla “Zamanı gelmişti kızım,” dediğini de. Babasının Ella’nın ailedeki tek doktor olduğunu söylemeden önce sessiz kaldığını da. Ella’nın boğazı düğümlenirken, “Kelimenin tam anlamıyla bir doktor,” diye mırıldanmıştı babası. Ona neden yalan söylediğini bilmiyordu ama bu da bir yalandı.

“Dikkat et,” der ve veda bile etmeden masadan kalkıp gider. 9 hafta. 63 gün. 1512 saat sonra, Ella hâlâ birlikte yaşamak, birlikte yemek yemek, onunla yatmak, vücutları birbirine karışana kadar bacaklarını onunkilere dolamak yerine o dairenin kendini işine adamış cansız bir sakini olarak yaşamaya devam eder. Sınavları kontrol etmiş, öğrencilerinin notlarını vermişti.

Dönemi hapşırmadan, migreni tutmadan bitirmişti ama şimdi yaz başlıyordu, tüm zamanı kendisine ait olacaktı ve hiç ara vermeden çalışacaktı. Ve yazmaya başlar, evet, ama sonra durur, dikkati dağılır, telefonunda imla hatalarıyla dolu elektronik mesajlar yazar, hariç tutulan terimleri arar, kafiyeli ama tuhaf bir güzellik içermesine rağmen faydasız, birbiriyle alakasız sözcükleri not alır. Ve kanayana kadar tırnağını ısırır ya da bacağını kaşır, bir fincan sütlü çay hazırlar, pencereden dışarı bakar ve sonra sandalyesine döner.

Arkasına yaslanır ve iki kolunu da uzatır. Sertleşmiş boynunu yana ve öne doğru çevirir. Omurgasına ani bir kramp girer ve ardından hareketsiz kalır.

O sıcak, nemli yaz günlerinde sadece eski bir yelpazeden gelen kederli bir esinti vardı. Günler ve saatler geçtikçe duvardaki çentik sayıları artıyordu. 1564. 1598. 1613. Ve tüm bu saatler boyunca Ella, boynunun altındaki elektrikli bir yastığın üzerinde hareketsiz yatmaktaydı. Onu yatay bir pozisyonda kalmaya zorlayan yüksek masaya, sert sandalyeye lanet okur. Her pozisyon değiştirişinde bıçak gibi saplanan ağrıya lanet okur. “İki gün daha ve sonra işe geri döneceğim,” diye karar verir ve akımı maksimuma çıkarır.

Yanmak istemek. İki eli havada asılı halde, bir yudum aldığı küçük parafin kutusunu tutmuştu. Beş yaşındaki bedeni, büyükannesinin şöminedeki turuncu ve mavi alevleri körüklemek için kullandığı yakıtın tadını alamamıştı. Sonrasını hatırlayamıyordu.

Ella elektrikli yastığı kapatıp yataktan kalkarken yanıkları düşünür: Omzu ile boynu arasında dayanılmaz bir yanma hissi vardı. Bilgisayarının başında otururken, görünmez bir yaranın onu sardığını ve onu boğduğunu hisseder. Yazın sıcağı hâlâ dışarıdaki tuğlaları ısıtmaya devam ediyordu ve hareket ettiğinde alev alan, giyinirken ölen Ella, çıplak bir şekilde mutfakta çalışmaya karar vermişti. Sadece tavanda dönen vantilatör yanmanın acısını yatıştırıyordu. Şu an önemli olan tek şey omzunda yanan kamp ateşiydi.

Gerçekten yanmak mı istemişti yoksa elini ocağın sıcak ızgarasına yanlışlıkla mı değdirmişti? Kasıtlı çocukluk kazasının bıraktığı, o zamanlar elinin tamamını kaplamış olan yara izi, artık cildindeki solmuş bir noktadan ibaretti. * Yanmak. Alevler içinde. Yanmak. Romantizm olmadan gelen ateş.

Yanmayla ilgili fikirleri ortaya atan eski bir filozofun bedeni yirmi yüzyıl önce soğumuştu ve yeraltında kaskatı yatıyordu. “Ama orada kaskatı, giyinik, çıplak olamaz, bir şekilde yatıyor olamaz, harabelerin altında parçalanmış ve dağılmıştır çoktan,” diye düşünür Ella. El bunu ona açıklamıştı, kemik uzmanı oydu: O kadavradan geriye bir kıymık ya da bir gram beyin, ter, göğüs kılı kalmamıştı. Sadece kalsiyum ve fosfor. “Ve hidrojen atomları,” demişti Ella, “moleküller.” Bu beden, aynı o filozofun tanımladığı gibi, dört temel ilkeyle ayırt edilen en küçük bir yanma olasılığına artık maruz kalmayacaktı. Kızarıklık. Tümör. Sıcaklık. Ağrı. Ella, kürek kemiği ile köprücük kemiği arasına bir ayna ile bakarken sırtında bu işaretleri aramaktaydı. Kızarıklık yoktu. Ne şişmiş ne de dokunulamayacak kadar sıcaktı. Hasardan eser yoktu ama acı, başka bir deri gibi oradaydı.

Babasını aramak yerine, bu yanık gizemini onunla paylaşmak için El’i arar. Kendini yaktığına dair hiçbir belirti yoktu. “Kızarıklık bile yok ama acıyor,” diye açıklar diş macununu belinde acıyan yerlere sürerken. Ama El sadece kurumuş kemikler hakkında bilgi sahibiydi. “Sana ne söyleyeceğimi bilmiyorum,” derken sesi dikkati dağınık, hatta düşmanca gelmişti.

Uzak bir şehirde konferanstaydı, bu nedenle ona yardım etmesi mümkün değildi ama Ella, telefonu yapışkan parmaklarıyla tutarak kendi kendine konuşmaya devam etti. “Kendimi içten, derimin altından yakmış olmalıyım, aklıma gelen tek mantıklı açıklama bu.” El onu uyarmıştı. Çalışma saatlerinin fazlalığı, uykusuz geçen gecelerin ve tüm günün elektriksel ısısının bir kas üzerinde yoğunlaşması hakkında.

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı
  • Kitap AdıBir Sinir Sistemi Romanı
  • Sayfa Sayısı224
  • YazarLina Meruane
  • ISBN9786050848526
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviTimaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Miras ~ Miguel BonnefoyMiras

    Miras

    Miguel Bonnefoy

    Fransa’daki bağları amansız bir salgınla kuruyup giden bir bağcı sağ kalan son asma kökünü cebine koyar ve onu California’ya taşımasını umduğu gemiye biner. Fakat...

  2. Meşuga ~ Isaac Bashevis SingerMeşuga

    Meşuga

    Isaac Bashevis Singer

    1950’li yıllarda New York’ta, Yidiş dilinde yayın yapan bir gazetede romanlar tefrika edip öyküler ve köşe yazıları yayımlayan Polonya asıllı Yahudi yazar Aaron Greidinger,...

  3. Hayaletler ~ César AiraHayaletler

    Hayaletler

    César Aira

    Hayaletlerin saati henüz gelmemişti. Artık günün yirmi dört saati belirecekler miydi? Yoksa bugün yılın son günü olduğundan özel bir durum mu söz konusuydu? Belki...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur