Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Boş Gardıroplar
Boş Gardıroplar

Boş Gardıroplar

Maria Judite de Carvalho

20.yüzyıl Portekiz edebiyatının en önemli yazarlarından Maria Judite de Carvalho, “suskunluğun ve yalnızlığın yazarı” olarak nitelenir. Büyük şehirde yaşayan kadınların umutsuzluğunun ve yalnızlığının mahir…

20.yüzyıl Portekiz edebiyatının en önemli yazarlarından Maria Judite de Carvalho, “suskunluğun ve yalnızlığın yazarı” olarak nitelenir. Büyük şehirde yaşayan kadınların umutsuzluğunun ve yalnızlığının mahir gözlemcisidir. Carvalho’nun yapıtlarında “suskunluk” bazen karakterler arasındaki diyalog eksikliğinden, bazen de diyalogdaki tutarsızlıktan kaynaklanan olmazsa olmaz bir unsurdur. Yalnızlığın adeta haritasını çıkaran Carvalho, sessizliğe gömülmüş, hayal kırıklığı içindeki kadınları anlatır bize. Boş Gardıroplar, muhafazakâr Salazar diktatörlüğü sırasında ataerkil toplumun baskısı altında sıkışıp kalmış; teslimiyet ile umut, hayal ile hayal kırıklığı arasında gidip gelen kadınların hikâyesidir. Ana olay örgüsü, on yıllık bir dönem içinde itaatkâr ev kadınından teselli bulamayan dula ve derken ihanete uğrayıp aşağılanan “yaşlı” kadına dönüşen Dora Rosario’ya odaklanır. Minimalist üslubuyla gündelik hayatın trajedisini ve varoluşun absürdlüğünü eşine az rastlanan bir beceriyle sözcüklere döken yazar, karakterlerinin iç dünyasında olup bitenlerle dış dünya arasında nüanslı bir etkileşim yaratmaktaki ustalığıyla dikkat çeker.

*

Alelade bir bahar günü gibi başlayıp biten bir bahar günüydü, en azından kadına göre öyleydi; böyle düşünmesi doğaldı, çünkü az konuşan bir kadındı. Sadece gerektiğinde konuşur, düşüncelerini mümkün olan en kısa şekilde ifade ederdi; böyle yapmazsa çabucak yorulur, devam etmeye değmeyeceğini ve boşuna çabalamanın anlamsız olduğunu fark etmişçesine lafını yarım bırakırdı. Suskunlaşır, hiç kımıldamaz, kışın deniz kıyısında dikilen insanlar gibi öylece dururdu; böyle anlarda gözleri parlaklığını kaybeder, ışığı süngerle emilmişçesine sönerdi; belki hâlâ öyledir, onu bir daha görmediğim için bilmiyorum. Ancak baygınlık olarak tanımlanabilecek bu dalgınlık hallerinin onu hep aynı yere, daha doğrusu aynı kişiye, o kişinin aynı lekelenmiş görüntüsüne götürdüğünü uzun zaman boyunca anlayamadım; zira o, az önce ima ettiğim gibi, itirafta bulunmaya yatkın bir kadın değildi. Birçoğumuzun aksine, sözcükler onun düşüncelerini ifade etmeye, ayrıntılandırmaya ya da gizlemeye yetmezdi. Sözcüklere sadece son çare olarak, acil şeyleri söylemek için başvururdu (elbette kızı Lisa’nın arkadaşları için düzenlediği davetten evvelki dönemi kastediyorum; sonrası ayrı bir hikâye). Acil bir şey söyler, söyledikten (ya da önceden dediğim gibi söylerken lafını yarım bıraktıktan) hemen sonra suskunluğa gömülürdü; hem gözünün parlaklığı söner, hem de bedeni, düşük voltajlı olsa da kendisini aktif tutan bir enerji kaynağından koparılmış aletler gibi durgunlaşır, doğası gereği dikey konumda durması gerektiğini unutmuşçasına hafifçe çökerdi. Böyle anlarda, bulunduğu ortamdan kopar, nerede ve kiminle olduğunu kimsecikler tahmin edemezdi. Aslında bu pek nadirdi, çünkü yüzü bunu hiç belli etmez, sadece gözleri ve elleri belli ederdi, ama gözlerine ve dalgaların kumsala vurduğu deniz kabukları gibi aralık halde kucağında duran ellerine kim dikkat ederdi ki? Bazen yanındayken içimden onu sarsmak, hatta içinde solunum ve sindirim sisteminden başka bir şey olup olmadığını görebilmek için röntgenini çekmek gelirdi.

Dükkândayken de pek az konuşurdu. Sürekli değişen tezgâhtarlarına pek iyi davranmazdı. Kendisi de bunun farkındaydı ve suçun, tabii buna suç denirse, tamamen kendisinde olduğunu biliyordu. Gerek üstündeki gerekse altındaki insanlarla iletişim kurarken ilk adımı atmakta daima zorlanıyordu. İlk adımı atan kendisi olduğunda utançla doluyordu. Geçmişte nice insanla iletişim kurarken ilk adımı atmıştı atmasına, ama bunlar kaçınılmaz, hatta tabiri caizse hayati durumlardı. Atmasaydı kendisinin ve kızının başına neler gelirdi? Dolayısıyla ne kadar yüreği sıkışsa da hiç tereddüt etmeden, kısacık bir duraksama bile yaşamadan atmıştı bu adımları.

Bir seferinde bana bütün bunları anlatmıştı, ama sanırım kendisinin ve belki biraz da kızının yaptıklarını haklı göstermek için yapmıştı bunu. Başkalarının neler düşüneceğini, özellikle de benim neler düşüneceğimi dert eden bir kadındı. Tam on senesini, kâh isteyerek kâh istemeden yalnız geçirmesi de (keza halihazırda var olan yalnızlığı kendi tercih etmişti) bu durumu epeyce körüklemişti. Kendisi ve Lisa bir yandaydı, başkalarıysa öbür yanda. Başkaları, hiçbir hayır getirmediği gibi muhtemelen bolca zarar getirecek düşmanlardı. Başkaları tabir ettiği kişiler kocasının patronu (“Senyor Black biraz önce çıktı. Hayır, bugün dönmeyecek”; “Senyor Black şu an dışarıda, ne zaman döner bilmiyorum”; “Senyor Black şimdi toplantıda”), çoğu birdenbire ortadan kaybolan arkadaşları (nerelerdeydiler?), iş arkadaşları (ki bir zamanlar iyi kötü bir faydaları vardı) ve kayınvalidesiydi. (“Bize gel, kızı da getir, n’olacak, masaya bir tabak daha koyarız. Ama para konusu aklından bile geçmesin.”)

Para. Her yanda, her zaman, uykusunda bile duyduğu bir sözcüktü bu. Hırpani paltosu, lastikleri gevşemiş çorapları, bakımsız saçlarıyla karşılarına çıktığında, daha ağzını açmaya fırsat bulamadan insanlar, başkaları, bahaneler uydurmaya başlardı. O daha derdini bile anlatamadan, gelme sebebini açıklayamadan, başkaları bahaneleri sıralardı. “Son zamanlarda işler nasıl kötü gidiyor, bir bilseniz, vaziyet korkunç. Aslında kocanız bu günleri görmediği için şanslı sayılır, herkes kan ağlıyor. Daha dün arkadaşlara diyordum: ‘Duarte Rosário’nun şansı varmış, son zamanlarda öyle çok insan işten kovuldu ki, hayatta olsa onu da kapı önüne koyarlardı.”” Kimileri onu görür görmez, adeta hırçın bir tavırla cüzdanlarını çıkarır, onun kan basan yüzüne ve titreyen dudaklarına hiç aldırmadan bıkkınlıkla kaşlarını kaldırırlardı. Uzattıkları ellilik banknot daha eline değmeden avcunu yakmaya başlar, içi ezile ezile banknotu alırdı; başka çaresi yoktu. Lisa yedi yaşındaydı, lenf hastalığı dolayısıyla iyi beslenmesi ve iğne olması gerekiyordu. Banknotun ardından her seferinde bir uyarı gelirdi. “Bu sefer verebiliyorum ama bir dahakine imkânsız. Elimden gelseydi seve seve verirdim. Duarte ile yakın dosttuk. Kocanız hayatımda tanıdığım temiz yürekli nadir insanların belki de birincisiydi. Ama son zamanlarda benim de işlerim iyi gitmedi. Üstüne bir de karım yakında ameliyat olacak.” Karıları sağlıklı olsa çocukları hasta olurdu, ameliyat yoksa kriz vardı, acılar ve felaketler kol kolaydı.

Kadın da bu esnada banknotu cebine koyar, insanların başına gelen talihsizlikleri nazik bir mecburiyetle, içinde kim bilir ne fırtınalar koparak dinlerdi. Konuştuğu adamın sözü bittiği anda fırsattan istifade eder ve şöyle derdi: “Artık bir işe girmem şart. Bildiğiniz bir yer var mı? Duyarsanız…”

Karşısındakinin dudaklarında hemen bir gülümseme belirirdi; çünkü kadın, istemsizce de olsa, konuşmayı sonlandıracak cümleyi söylemiş olurdu. Adam çekinmeden gülümseyerek ayağa kalkardı. “Tamamdır, duyarsam mutlaka haber veririm. Telefon numaranız hâlâ…”

“İki hafta önce kestiler.”

“Tüh,” derdi adam. Bir engel daha, ama aşılmaz değil. Neşeyle engelin etrafından dolanırdı. “Mektup yazarak haber veririm o halde, fark etmez, içiniz rahat olsun,” derdi. “Adresiniz değişmedi, değil mi?” diye sorardı, biraz çekinerek. “Evet, adresim aynı.” “Harika, harika.”

Bunun üstüne ikisi de ayağa kalkar, aralarında hep bir masa bulunurdu. Onu daima kapıya kadar geçirirler, hassas yürekleri müthiş bir ümitle dolmuş gibi koca bir tebessüm olurdu dudaklarında. Kimileri olayı lafta bırakmaz, daha somut şeyler sorarlardı. “Vasıflarınız neler?” Vasıflarını saydığında (ki sayıları fazla değildi), başlarını sallayıp umutsuzluğa gömülürlerdi. “Kolay değil, Dora Rosário. Fransızca bilseydiniz fırsat çok. Almanca da aynı şekilde.” Kadın solan bir çiçek gibi ezilip büzülürdü. Bu barbar dillerin hiçbirini ona öğreten olmamıştı, ne yapsın? Bir de tavsiyeler verip duran mücadele tutkunları vardı. Neden gazetedeki iş ilanlarına başvurmuyordu? Niçin özel ders vermiyordu? Özel ders vermek kadınlara pek yakışan bir işti. Ama ne dersi verecekti ki? Bildiği her şeyi unutmuştu. İlgi duymadığı şeyleri aklında tutmakta zorlanırdı. Peki okuduğu dalla ilgili de mi hiçbir şey hatırlamıyordu?

Anlayış ve arkadaşlıktan başka bir şey beklemediği insanlar da zamanla ya da birdenbire düşman saflara geçmişti. Annesinden miras kalan arkadaşlar, uzaktan akrabası olan arkadaşlar, hayatının farklı dönemlerinde edindiği (sayıları pek az olan) arkadaşlardı bunlar. Ona eşlik etmiş, sessizlik ve dalgınlık anlarında etrafına ördüğü duvarları yıkmaya çabalamışlardı. “Kusura bakma ama kocan da… İnsan biraz para biriktirir, hayat sigortası yaptırır, hiçbir şey mi yapmamış? Erkekler böyle. Bencillik iliklerine işlemiş, en iyileri bile böyle. Küçücük kızınla ortada kalakaldın, Tanrım…”

Kadın birkaç kez kederle hıçkırır, yaşlar biriken gözlerini siler; tabiri caizse, ıstırabın anaç kollarına kendini bırakır, savunmasını indirdiği böyle anlarda kendine acır ve gevşer, sonra aniden doğrulup şahlanır, sönük gözleri kendilerine ait bir hayatları varmış gibi abartılı ve tekinsiz bir ışıkla dolarak adeta düşmanı yere devirmeye, ısırmaya ve parçalamaya susamış birer hayvana dönüşürdü. “Duarte elinden geleni ardına koymadı, böyle bir şeyi kabul edemem…” derdi, neredeyse yabani bir tavırla.

Annesinden miras kalan ya da kendi edindiği böyle arkadaşlar bir daha ortalarda görünmezdi. Davranışının böyle sonuç vereceğini Dora Rosário da gayet iyi bilirdi. Bir ceset daha, diye geçirirdi aklından ve omuz silkerdi; toplu mezarı dolduran yığının tepesini boylayacak bir ceset daha. Arkadaşlarının çoğu kendi çabalarıyla harakiri yaparlardı, kalanlarının kellesiniyse kendisi uçururdu. İçim rahatladı mı? diye düşünürdü. Rahatladı tabii, neden rahatlamasın… Ardından daha da içine kapanır, kızına ve kocasının hatırasına odaklanırdı. Sadece borç istemek için, iş istemek için, fırıncıya ya da bakkala veresiyeyi biraz daha uzatmasını rica etmek için çıkardı evden.

Derken bir gün, beklenmedik bir şekilde iyi bir işe girdi. Dertsiz günlerinden kalan tek arkadaşı (çünkü her şey göreceliydi ve o eski günler, gözünde dertsiz günlere dönüşmüştü artık); kadınla başkaları arasındaki, üstünde duranın her iki tarafa da geçemediği bir sınır çizgisini andıran o bölgede kalan arkadaşı bir gün karşısına çıktı ve ona adeta altın tepside bir iş sundu. Tepsi saf altın olmasa da… Gabriela adlı bu arkadaşın akrabası ya da arkadaşı olan bir adamın antikacı dükkânı vardı; adam yurtdışına taşınacaktı, daha doğrusu yurtdışına taşınmaya mecbur kalmıştı. Adam Gabriela’yı aramış ve dükkânı çekip çevirmek için gerekli vasıflara sahip birini tanıyıp tanımadığını sormuştu: Kadın olmasının zararı yoktu, yeter ki enerjik ve güvenilir biri olsundu. İyi de para verecekti. Adam tabiri caizse iki arada bir derede kalmıştı.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Mekanik Prens ~ Andreas SteinhöfelMekanik Prens

    Mekanik Prens

    Andreas Steinhöfel

    Alman çocuk ve gençlik edebiyatının ilham veren yazarı Andreas Steinhöfel’in erken dönem yapıtlarından Mekanik Prens, büyükten küçüğe herkesi etkisi altına alabilecek bir “kendini var ediş”...

  2. İyi Yerliler ~ Stephen Graham Jonesİyi Yerliler

    İyi Yerliler

    Stephen Graham Jones

    Bram Stoker En İyi Korku Romanı Ödülü Shirley Jackson En İyi Korku Romanı Ödülü “Stephen King’in O ve Peter Straub’un Hayalet Hikâyesi kitaplarının hayranları...

  3. Aşk Oyunu (Doğru insanı bulmak çok zor diyorsanız…) ~ Ashley SouthAşk Oyunu (Doğru insanı bulmak çok zor diyorsanız…)

    Aşk Oyunu (Doğru insanı bulmak çok zor diyorsanız…)

    Ashley South

    Günlük hayatımızda sıradanmış gibi görünen ne kadar çok karar alıyoruz aslında, düşündünüz mü hiç? Kim bilir rutin içinde aldığımız sıradan bir karar bile belki...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur