Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Carol
Carol

Carol

Patricia Highsmith

“Therese yine tezgâhının ardına geçince sanki bir şey arıyormuş gibi raflardaki kutuları çekip yerlerine itmeye başladı. Kadının karşıda işinin bitip gitmiş olacağı ana kadar…

“Therese yine tezgâhının ardına geçince sanki bir şey arıyormuş gibi raflardaki kutuları çekip yerlerine itmeye başladı. Kadının karşıda işinin bitip gitmiş olacağı ana kadar böyle oyalandı durdu. Dakikaların geri alınamaz bir zaman parçası, geri alınamaz bir mutluluk gibi geçmekte olduğunu hissediyordu.”

Patricia Highsmith’in ikinci romanı Carol, 1950’lerin muhafazakâr atmosferinde, yayıncısı tarafından reddedilmişti. Highsmith kitabını, Claire Morhan takma ismiyle ve Tuzun Bedeli (The Price of Salt) adıyla başka bir yayınevinden yayımlatmıştı. Okurların mektuplarla müthiş bir destek verdiği kitabını ancak 1990 yılında kendi ismiyle yayımlayabildi.

Bir yasak aşk hikâyesi olmanın ötesinde, Carol toplumsal normlara meydan okuyan, cesur bir özgürlük çağrısı.

“Döneminin çok ötesinde, derinlikli ve cesur bir aşk hikâyesi.”
THE NEW YORK TIMES

**

Birinci Kısım
1

Frankenberg’in işçi kafeteryası öğle saatinde tıklım tıklım doluydu.

Uzun masaların hiçbirinde yer kalmamıştı ve yeni gelenler kasanın yanındaki tahta barikatların ardında bir kuyruk oluşturuyorlardı. Yemek tepsilerini alanlar masaların arasında dolanıp oturacak bir yer arıyorlar, yemeğini bitirmiş, kalkmak üzere olan var mı diye bakınıyorlardı; ancak hiç yer yoktu. Tabak şakırtıları, iskemle gacırtıları, yerde sürüyen ayaklar, konuşmalar ve turnikenin takırtıları çıplak duvarlı salonda tek bir büyük makinenin gürültüsü gibi yankılanıyordu.

Therese masadaki şekerliğe dayadığı “Frankenberg’e hoş geldiniz” kitapçığına göz gezdirerek gergin bir halde yemeğini yiyordu. Bir önceki hafta, eğitim kursunun ilk günü bu kalın kitapçığı okumuştu ama yanında okuyacak başka bir şeyi olmadığı ve kafeteryada dikkatini bir şeye vermek ihtiyacını duyduğu için aynı şeyleri yeniden okuyordu. Böylece bir yandan Frankenberg’de on beş yıl çalışanların üç haftalık tatile hak kazandıklarını yeniden okurken bir yandan da günün spesiyalitesi olan bir dilim rosto ile yanındaki üstü soslu bir topak patates püresi ile bezelyeyi yiyordu. Frankenberg mağazasında on beş yıl çalışmanın nasıl olduğunu hayal etmeye çalıştı ama başaramadı. Kitapçığa göre “Yirmi Beş Yıllık”lar dört hafta izne hak kazanmaktaydılar. Frankenberg mağazası yaz ve kış mevsimlerinde tatil yapanlar için bir de kamp işletiyordu. Therese, bir kiliseleri ile bir doğumevi de olmalı, diye düşündü. Mağaza tam bir hapishane gibi örgütlenmişti ve şimdi kendisinin de buranın bir parçası olduğunu düşündükçe içini bir korku kaplıyordu.

Sayfaları hızla çevirince iki sayfaya yayılmış iri kara harfleri gördü: “Siz de Frankenbergli misiniz?”

Pencerelere bakıp başka bir şey düşünmeye çalıştı. O yirmi dolarlıklardan daha güzel görünen bir cüzdan bulamazsa, Saks’taki o güzel siyahlı kırmızılı Norveç kazağını, Noel’de Richard’a alabilirdi. Gelecek pazar Kellylerle West Point’e hokey maçına gidebileceğini de düşündü. Salonun öteki ucundaki büyük kare pencere birinin tablosuna benziyordu – ama kimin? Mondrian’ın mı? Köşedeki pencerenin küçük karesi bembeyaz bir gökyüzüne açılıyordu. Ve içeri ya da dışarı uçacak bir kuş yoktu. Bir insan, bir büyük mağazada geçen bir tiyatro oyununa nasıl bir dekor hazırlardı? Yine kafeteryaya dönmüştü.

Richard ona, ama senin durumun çok farklı Terry, demişti. Sen birkaç hafta içinde kurtulacağını kesin olarak biliyorsun, oysa diğerleri hiç öyle değil. Richard onun gelecek yaza Fransa’da olabileceğini söylemişti. Olabilirdi. Richard onun da kendisiyle gelmesini istiyordu ve Therese’in onunla gitmesine hiçbir engel yoktu. Arkadaşı Phil McElroy, Richard’a bir mektup yazıp Therese’e gelecek ay bir tiyatroda iş bulabileceğini bildirmişti. Therese henüz Phil ile tanışmış değilse de, onun kendisine iş bulabileceğine pek inanmıyordu. Eylülden beri New York’u baştan başa taramış, sonra dönüp birkaç kere daha taramış, ama iş bulamamıştı. İşe yeni başlayan bir sahne dekorcusu çırağına kış ortasında kim iş verirdi ki? Gelecek yaza Richard’la Avrupa’da olabileceği, onunla kaldırım kahvelerinde oturabileceği, Arles’da birlikte dolaşıp Van Gogh’un resmini çizdiği yerleri bulabileceği, Richard’la bir süre kalıp resim yapacakları yerler seçebileceği de hiç gerçekleşebilirmiş gibi gelmiyordu kendisine. Hele mağazada çalışmaya başladığı şu birkaç günden sonra bu olasılık daha da uzaklaşmış gibiydi.

Mağazada kendisini rahatsız eden şeyin ne olduğunu biliyordu. Bu, Richard’a söylemeyi denemek istemeyeceği bir şeydi. Therese ta eskiden beri kendisini rahatsız eden şeyleri mağazanın daha da ağırlaştırdığını hissediyordu. Kendisini yapmak istediğinden, yapılması gerekenden alıkoyan şeyler bu anlamsız hareketler, anlamsız günlük işlerdi. Burada da para torbaları, palto ve denetimi, puantaj saatleri ile ilgili karmaşık işlemler insanların mağazaya etkili bir hizmet yapabilmesine engel oluyor. Herkesin bir diğerinden sanki tecrit edilmiş gibi ve tümüyle yanlış bir düzlemde yaşadığı ve bu nedenle bir yaşamın içerdiği anlamın, mesajın, sevginin ya da her neyse onun, ifadesini bulamadığı duygusu vardı. Bu kendisine sözcükleri ölü ve kıpırtısız şeylerin üzerinde dolanır gibi olan ve ses veren bir tele asla dokunmayan insanlarla masa başlarında, koltuklarda yapılan konuşmaları hatırlatırdı. Ve insanın mağazada her gün aynı yüzleri görmesiyle çoğalan yalnızlığı; bir insanın konuşabileceği ama asla konuşmadığı ve asla konuşamayacağı birkaç yüz. Geçen bir otobüste, bir kere görülen ve sonsuza kadar bir daha görülmeyecek olan yüzler gibi değil bunlar.

Her sabah bodrumda kart basma kuyruğunda, gözleri, sürekli çalışanları geçicilerden bilinçsizce ayırmaya çalışırken, nasıl olup da orada bulunduğunu –bir ilana yanıt vermenin sonucuydu kuşkusuz, ama yine de bu kendi yazgısını açıklamıyordu– ve sahne dekoru çizme yerine bundan sonra başına neler geleceğini düşünürdü. Yaşamı bir dizi zikzaktı. On dokuz yaşındaydı ve endişeliydi.

Rahibe Alicia kendisine, “İnsanlara güvenmeyi öğrenmelisin Therese,” derdi. Therese de bunu pek çok kere uygulamaya çalışmıştı.

“Rahibe Alicia,” diye fısıldadı. Hecelerin sesi Therese’i rahatlatmıştı.

Masaları temizleyen çocuk ona doğru yaklaştığı için Therese yeniden doğrulup çatalını eline aldı.

Rahibe Alicia’nın güneşe çıktığında pembe bir taşı andıran kırmızı ve kemikli yüzünü, kolalı mavi yakalığının dalgalanmasını görür gibiydi. Rahibe Alicia’nın, bir koridorun köşesinde beliren iri kemikli vücudu, yemekhanenin beyaz çini masaları arasından gelişi. Rahibe Alicia binbir yerde, küçük mavi gözleri diğer kızların arasında onu hep bulurken, ona diğer kızların hepsinden başka gözle bakarken, yine de ince pembe dudakları hep aynı düz çizgi halinde. Rahibe Alicia’nın kâğıda sarılı yeşil örgü eldivenleri, sekizinci doğum gününde, hemen hemen hiç konuşmadan, gülümsemeden kendisine uzatması. Rahibe Alicia’nın aynı dümdüz ağızla aritmetik dersini geçmesi gerektiğini söylemesi. Ondan başka kimin umurundaydı aritmetik dersinden geçtiği ya da kaldığı? Rahibe Alicia Kaliforniya’ya gittikten yıllar sonra bile Therese yeşil eldivenleri okuldaki sac dolabının altında saklamıştı. Beyaz ambalaj kâğıdı yıllanmış bir bez parçası gibi cansızlaşıp gevşemişti, ama o yine de giymemişti eldivenleri. Sonunda da artık giyilmeyecek kadar küçük gelmişlerdi ellerine.

Biri şekerliği çekince dik duran kitapçık devrildi.

Therese karşısındaki ellere baktı; bir kadının dolgun, yaşlı elleri. Titreyen bir isteklilikle bir parça ekmek koparıp Therese’inkinin eşi bir tabaktaki sosa banan eller. Ellerin derisi çatlaktı, parmak boğumlarındaki kıvrımların arası kirliydi, ancak sağ elde epey belirgin temiz, yeşil taşlı gümüş bir yüzük, sol elde altın bir nişan yüzüğü ve tırnakların diplerinde kırmızı oje izleri vardı. Therese elin bir çatal dolusu bezelyeyi yukarı kaldırmasını izledi. Yüzün neye benzediğini öğrenmek için bakmasına gerek yoktu. Frankenberg’de çalışan bütün elli yaşındaki kadınlarınkinden farksız olacaktı: bitip tükenmeyen yorgunluk ve korku izleri taşıyan bir yüz, büyüten ya da küçülten camların çarpıttığı gözler, altındaki griliği gidermeyen allıklı yanaklar. Therese kadına bakamadı.

“Sen yenisin, değil mi?” Ses, gürültü içinde tiz ve berraktı, neredeyse tatlı bir ses.

“Evet.” Therese başını kaldırdı. Yüzü hatırlamıştı. Bu yüz, yorgunluğuyla ona tüm yüzleri hatırlatan yüzdü. Therese kadı-

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Becerikli Bay Ripley ~ Patricia HighsmithBecerikli Bay Ripley

    Becerikli Bay Ripley

    Patricia Highsmith

    “Karanlığın bastırmasını beklerken geçireceği dört beş saat öyle korkunç geliyordu ki bekleyemeyeceğini sandı bir ara. Yerdeki o et yığını! Adamı öldürmeyi istememişti ki! Çok...

  2. Trendeki Yabancılar ~ Patricia HighsmithTrendeki Yabancılar

    Trendeki Yabancılar

    Patricia Highsmith

    “Bruno bozulmuştu, karşı kaldırıma geçti, gerisingeri birkaç adım attı. Durdu, döndü, dudaklarını ısırarak inceledi evi. Görünürde kimse yoktu, köşedeki evin verandasındakinin dışında bütün ışıklar...

  3. Ripley Karanlıkta ~ Patricia HighsmithRipley Karanlıkta

    Ripley Karanlıkta

    Patricia Highsmith

    “Tom, bir şey yapılacaksa burada yapılması gerek, diye düşündü. Yeterince planlamamıştı oysa; hiçbir şey tasarlamamıştı. Kımılda, dedi kendi kendine, davran hadi! Yine de, ağır...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Clarissa ~ Stefan ZweigClarissa

    Clarissa

    Stefan Zweig

    Edebiyat tarihinin büyük isimlerinden Stefan Zweig, gözlemleri ve acı dolu geleceği öngören duyarlılığıyla 20. yüzyıl Avrupasına damgasını vurmuş bir aydındı. “Şimdi başka bir yüzyıldan...

  2. Aklından Bir Sayı Tut ~ John VerdonAklından Bir Sayı Tut

    Aklından Bir Sayı Tut

    John Verdon

    “Neredeydin? ” dedi yataktaki yaşlı kadın. “Tuvaletimi yapmam gerekiyordu ama yanımda kimseyi göremedim.” Genç adam. onun hırçın ses tonuna karşılık, ayakucunda duruyor ve sakin...

  3. Görülmeyenler ~ Roy JacobsenGörülmeyenler

    Görülmeyenler

    Roy Jacobsen

    “Kimse bir adayı terk edemez…” Norveç’in yaşayan en önemli yazarlarından Roy Jacobsen’den modern bir destan… Görülmeyenler, ülkenin kuzeyindeki küçük bir adada denizin ve gökyüzünün...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur