“Sen harika bir insansın ama artık birlikte olmamalıyız.”
Sesli mesaj sona erdiğinde oturduğum koltukta donup kaldım… Canlı yayınlanan bir radyo programında terk edilmiştim!
En yakın arkadaşım hemen benim için bir liste oluşturdu. Belki de hayatımı değiştirmem için ihtiyacım olan şey tam da buydu:
Flört etmeyi bırak. (Erkekler berbat!)
Kilo vermeyi denemekten vazgeç. (Çikolatadan asla vazgeçmem!)
Bu kadar yoğun çalışmana gerek yok. (Zaten işimi pek sevmiyorum.)
Kusursuz olmak için uğraşma. (Hayatımı en güzel şekilde yaşamalıyım.)
Anneni memnun etmeye çalışma. (Bu zaten imkânsız!)
Ancak gel gör ki annem, eski erkek arkadaşımla bir araya gelmem için tüm gücüyle uğraşıyordu. Anlaşılan, beşinci maddemi gerçekleştirmek o kadar da kolay olmayacaktı. Hemen bir çözüm bulmalıydım: Hayali bir erkek arkadaş. Kulağa hoş geliyor, öyle değil mi? Erkek arkadaşım olarak yakışıklı komşumuz Nate’in adını ağzımdan kaçırana dek benim için de öyleydi…
Şimdi tek yapmam gereken erkek arkadaşım olduğundan habersiz olan komşum Nate’i ailemden uzak tutmaya çalışmak ve listeye bağlı kalmak. Kolay görünüyor, öyle değil mi?
Keşke gerçekte de öyle olsaydı…
“Uzun zamandır bir kitaba kendimi bu kadar kaptırdığımı hatırlamıyorum. Resmen elimden bırakamadım. Tek kelimeyle harika!”
−Kristan Higgins
“Kitabı okurken o kadar keyif aldım ki… Bu sene okuduğum en eğlenceli kitap. Nasıl bittiğini bile anlamadım!”
−@bookworm86
“HEMEN bu kitabı alın ve okuyun! Daha ilk bölümden sizi içine çekiyor. Kısa sürede favori kitaplarım arasına girdi.”
−@pink.bibliophile
“Bu kitabı ne kadar övsem az kalır. Hayatın iniş çıkışlarını, aşkın karmaşasını ve kayıpların derinliğini anlatan bu hikâye; bir yandan sizi neşeyle sarıp sarmalarken, diğer yandan kalbinizin en gizli köşesine dokunacak.”
−@irish_booklover89
***
1
“Önce değerinizi bilin, sonra üzerine vergi ekleyin.”
– MIMI
Büyükannem Mona Raye Perkins’in, büyükbabamın kafasına kızartma tavasıyla vurduğuna dair bir söylenti vardı. Bu bir döküm tavaydı ve ben kendimi bildim bileli ocağın üzerinde duruyordu. Çocukken, bir gün, “Mimi,” dedim merakıma yenik düşerek. “Onu gerçekten hastanelik ettin mi?” Sırıtarak parmaklarına ameliyatla sabitlenmiş gibi duran sigarasından uzun bir nefes çekti. Duman, üzerindeki kıyafetlere sinmiş ve White Shoulders’ın çiçeksi alt tonlarıyla ve okulda yemekhane görevlisi olarak çalıştığı yıllardan kalma konserve yeşil fasulyenin kalıcı kokusuyla karışmıştı. “Elbette. O yalancı, hayırsız piç bunu hak etti,” dedi sigara dumanının arasından beni süzerek. “Kaç yaşındasın sen?” “Dokuz.” “Ah, o hâlde bu biraz daha büyüdüğünde anlatabileceğim bir hikâye.” Göz kırptı ve tek odalı evinin kısıtlı yaşam alanında en önemli yeri kaplayan kahve masasını işaret etti. “Şimdi bana kumandayı ver. Days of Our Lives* başlıyor.”
Yalan söylemediğini ya da unutacağımı umarak beni kandırmadığından emindim. Mimi tanıdığım yetişkinlerden farklıydı. Bana her zaman gerçeği söylerdi ve onu asla yumuşatmazdı. “Bokun adı değişse de bok boktur,” derdi. “Neden başka bir şey diyelim ki?” Mimi’nin bu tarz, Mimizm olarak adlandırdığım birçok lafı vardı. Annem söylediklerini tekrarlamamı yasaklasa da, bu beni her birini ezberlemekten ve başucumda duran Lisa Frank günlüğüne not etmekten alıkoymadı. Öte yandan annem, Mimi’nin birçok şeyini onaylamazdı; Teksas’ın Eagle Pass kasabasındaki Forest Lake Mobile Park’ta yaşadığı küçük yeşil karavandan, komşu çocukların uygunsuz pozisyonlarda bahçesine konumlandırmalarına izin verdiği bahçe cücelerine kadar. Annem, Mimi’nin yüksek sesle gülmesinden, yediklerine asla dikkat etmemesinden ve diğer insanların ne düşündüğünü hiçbir şekilde umursamamasından nefret ederdi. Büyüdüğümde Benzemek İstediğim İnsanlar listesinde Mimi ilk sıradaydı. Hayvan desenli, dikkat çekici kıyafetler, dar pantolonlar ve yüksek topuklu ayakkabılar giyip etrafta dolaşmak isterdim. Annemin kınamalarından bir an önce kurtulmak isterdim. Sadece kendim olmaktan korkmamak isterdim. Bugün, yirmi yedi yaşımda bile, hayatımın büyük bir kısmını annemin yuvarlak bir deliğe sokmaya çalıştığı köşeli bir parça gibi geçirdim. Dudakları büzülmüş, ellerini kalçalarına koymuş, ağır bir iç çekişin eşlik ettiği o bıkkınlık ifadesinin nedeni hep bendim, asla kız kardeşim değildi. Çok küçükken Mimi’nin kucağına oturur, taktığı sallantılı küpeleri incelerdim. Kıkırdayarak kollarımı boynuna dolayıp ben onun vücudunun yumuşaklığıyla eriyene kadar kulağıma tekerlemeler fısıldardı. Mimi’nin sevdiğim özelliklerinden biri de buydu. Kıvrımlarını benimsemişti. Gülümsediğinde yanaklarının şişmesi, kahkahasıyla tüm vücudunun titremesi. Ondan yayılan özgüvenin birazının bana geçmesi için dua ederdim.
Benden üç yaş küçük olmasına rağmen kız kardeşim Phee, babamız gibi uzun boylu, kıvırcık sarı saçlı ve kocaman, “gözlerimin içine bak” maviliğinde gözlere sahipti. Bana hiç benzemiyordu. Ailenin Perkins tarafı bana siyah saçlarımı, gözlerimi ve kısa, kıvrımlı vücudumu vermişti. Tabii ki annem bunu onaylamıyordu. Bir keresinde vücudumdan şikâyet ettiğimde, kendimi kız kardeşimle ya da Mimi’nin pembe dizilerindeki kadınlarla kıyasladığımda, büyükannemin yüzüne bilmiş bir gülümseme yerleşmişti. Sigarasını ağzından çıkarıp bana doğru eğilmiş ve sadece benim duyabileceğim bir sesle, “Perci, hayatım, bir erkek kepçe değil, kaşık ister. Bunu unutma,” demişti. Öyle yapmıştım. Ne anlama geldiğini bilmesem de not etmiştim. On üç yaşımdayken sonunda büyükbabam ve kızartma tavasıyla alakalı hikâyeyi anlatma kararı aldı. Bir akşam önce annem, Laredo’ya giderken beni Mimi’ye bırakmıştı. Kız kardeşim Phee, İnanılmaz Sevimli Küçük Kovboy Kızı Güzellik Yarışması’nda ya da aynı derecede berbat bir isme sahip olan bir yarışmada yer alıyordu ve onu izlemek, yapmak isteyeceğim en son şeydi. Şimdi, Mimi söz konusu tavada sosisli patates kavurması hazırlarken ben de küçük mutfak masasının yanında duruyordum. “Büyükbabanla çok genç yaşta evlendik çünkü çok aptaldık ve bir an önce çocuk sahibi olmak istiyorduk.” Duraklayarak bir parmağını yüzüme doğru salladı. “Bak, o yüzüğü parmağına takmadan önce aile olma yoluna adım atma. Bir dakikalık zevk için bu zahmete girmeye değmez.” Erkeklerin yaşadığımı bile fark etmediklerini görünce, bu tavsiyeye uymanın zor olmayacağını düşündüm. “Anlaşıldı efendim.” “Harika. Annen doğduğunda on dokuz yaşındaydım. Babası hiçbir zaman bir baltaya sap olamadı, ben de karnımızı doyurmak ve bebek bezi alabilmek için iki işte çalıştım.” Sosislerin kızardığı tavaya bir kâse doğranmış biberle soğan attı. Bu görüntü karşısında karnım guruldamaya başlamıştı. Sosisli patates en sevdiğim yemekti. “Okulun kafeteryasında çalışır, vardiya arası markete giderdim. Bazen eve koşar, makyajımı tazelerdim.” Patatesleri ve ardından biraz tuz ve karabiber ekledi, kaşıkla birkaç kez karıştırdıktan sonra ocağın altını kısarak karşıma oturdu. Mimi, Virginia Slim marka sigarasını çıkarıp yaktıktan sonra uzun bir nefes çekerken sabırsızlıkla bekledim. “Karavanın önünde yabancı bir araba gördüm ve şüphelendim. Kapıya doğru yürüyerek içeri daldım. Ne buldum, biliyor musun?” Sigarasını havada sallıyor, koyu renk gözleri hatırladığı öfkeyle parlıyordu. “Yan odada bebeğimiz uyurken, o sarışın bir kadınla benim yatağımdaydı.” Annemden miras kalan kötü alışkanlığa yenilerek tırnağımı ısırdım ve ona biraz daha yaklaştım. “Sonra ne oldu?” “Yaşananlar beni çılgına çevirdi. Çığlıklar koptu ve bebeğim uyanıp ağlamaya başladı. O kadın aniden ayağa fırlayarak kıyafetlerini aldı ve çırılçıplak bir hâlde karavandan kaçtı. Ama benim gözüm sadece kocam dediğim o götü görüyordu.” Sigarasının ucundaki külü üçüncü sınıfta kilden, ona özel olarak yaptığım küçük, şekilsiz kül tablasına attı. “Çok çalıştığım için kendini ne kadar yalnız hissettiğinden yakınmaya başladı. Sanırım biraz delirdim.” Başını içinde kahvaltımızın cızırdadığı tavaya doğru eğdi. “O tavayı elime aldım ve salladım.” Dudağının bir köşesi kıvrıldı. “Sanırım kafası araya girdi.” “Bir ağaç gibi devriliverdi. Bebeği kucağıma alarak yan odaya gittim ve ambulans çağırdım. Herkese bunun bir kaza olduğunu anlattı çünkü karısının onu bir tavayla yere serdiğini kabul etmek istemiyordu.” “Vay canına,” dedim nefes nefese, ona biraz daha hayranlık duyarak.
“Hastanede olduğu sırada tüm kilitleri değiştirdim ve onun işe yaramaz kıçını boşayacak kadar para biriktirmeye başladım.” Sigarasını söndürdükten sonra kasılarak ocağa doğru yürüdü. Mimi istisnasız her yerde –bakkalda, doktora gittiğinde, cenazelerde– hayat upuzun bir podyummuş gibi kasılarak yürürdü. Yemek piştiğinde ocaktan aldı ve ocağı kapattı. Yüzünü bana dönerek kalçasını tezgâha yasladı. “İşte bu da benim anlarımdan biriydi, tatlım.” “Anlarından biri mi?” Başını salladı ve koyu renk saçları sallandı. “Hayatta bazı anlar vardır, bazıları büyük, bazıları küçüktür. Bazıları mutludur, evleneceğin adamla tanışmak ya da bir bebek sahibi olmak gibi. Ama kimisi de kötüdür. Bizi biz yapan o anlardır. Mesela karavanın kapılarını açtığım o gün. İşte o büyük anlardan biriydi. Beni değiştirdi.” Mimi mavi beyaz tabaklarından ikisini çıkarıp tezgâhın üzerine koyduktan sonra üzerlerine sosisli soteyi doldururken söylediklerini düşündüm. “Seni nasıl değiştirdi?” diye sordum yemeği masaya getirdiğinde. “Nihayet hayatımın kontrolünü elime aldım ve o adamdan kurtuldum; bir daha da arkama bakmadım. Göreceksin. Kimse o anlardan kaçamaz. Bir gün, hiç beklemediğin bir anda, başına gelecek. İlk anda fark edemeyebilirsin ama seni değiştirecek. Şimdi, ye bakalım. The Price is Right başlamak üzere.” O konuşmanın üzerinden geçen on dört yıl boyunca beni değiştirecek o ânı bekledim. Her doğum günümde, kalbimin küt küt atmasına neden olan yakışıklı bir adamla ilk tanışmamda, üniversiteden mezun olduğumda; ama o an hiç gelmedi. Yirmi yedi yaşıma geldim ve hayatım öngörülebilir bir yolda ilerliyor gibi görünüyordu. Sonra bir gün, hiç beklenmedik bir yerde, olan oldu. Ve bu hiç de güzel değildi.
2
“Hayat sana limon veriyorsa,
onları iade edip üzüm iste.
Çünkü üzümlerden şarap yapabilirsin.”
– MIMI
Nefret Ettiğim Yerler listemin ikinci sırasında diş hekimi muayenehanesi yer alıyordu. Annemle alışveriş yapmaktan biraz daha kötü olsa da aynı zamanda aile dostumuz olan jinekoloğumu ziyaret etmekten iyiydi. Anne ve babam onu barbekü için çağırmıştı ve ben daha önce gördüklerini düşünerek Dr. Sullivan’ın gözlerinin içine bakamıyordum. Tabii ki doktor değiştirebilecek kadar yetişkin bir kadındım ama bunu yaptığımda annem çıldırır, açıklama yapmak zorunda kalırdım ve savaş daha başlamadan biterdi. Yılbaşı sabahıydı ve ben pembe bir muayene koltuğuna oturmuş, mümkün olan en geç randevuyu alarak sayısız kez ertelediğim dolguyu yaptırmayı bekliyordum. “Ağzındaki his nasıl? Uyuştu mu?” diye sordu Dr. Kelly, yüzünün yarısını kaplayan mavi bir maskeyle yüzüme bakarak. Mavi gözlerinin üzerindeki kaşından fazlasını gördüğümü hatırlamıyordum. Başımı sallayarak telefonumu kalçamın altına doğru kaydırdım.
Gözlerinin kenarları kırışmıştı. “Bir iki dakika daha bekleyip başlayacağız. Annen nasıl?” Evet, Dr. Kelly aynı zamanda annemin de diş hekimiydi. “Annemi bilirsin, sürekli meşguldür.” Ayrıca kızlarının hayatlarıyla da yakından ilgilenir. Her yere nüfuz etmiş kökleriyle besleyici bir ağaçtan çok, boğucu ve öldürmesi imkansız sarmaşıklar gibi. “Peki ya kız kardeşin? Onu geçen hafta bir sabah programında gördüm.” Gözlerinde hülyalı, hüzünlü bir bakış vardı. “Çok güzel dişleri var. Eminim her gün fırçalıyordur. Diş hekimi onunla gurur duyuyor olmalı.” “Gerçekten güzel.” Gözlerini kıstı. “Diş ipi kullanmak çürükleri önler. Biraz daha özenli olsaydın bugün burada olmazdın.” Yanaklarımın kızardığını hissettim. “Haklısın. Bazen uyuyakalıyorum ya da unutuyorum. Bir keresinde bir paket diş ipini tuvalete düşürdüm ve–“ “Bugün nasılsınız, Bayan Mayfield?” Dental hijyenist Callie gülümseyerek diş hekiminin karşısındaki tabureye oturdu. “Yeni sigorta döneminden önce son kontroller demek?” “Evet, ben aslında–“ Dr. Kelly sözümü kesti. “Radyonun sesini aç. Burası benim en sevdiğim kısım.” Callie eğilerek tezgâhın üzerindeki radyoyu kurcaladı. Bir saniye sonra odada bir ses yankılandı. “Millet, dinleyin! Bugün Geleneksel Cuma Ağlama Günü için Houston’ın en popüler yerel grubu AC/DC cover grubu AB/CD’nin konseri için iki bilet hediye ediyoruz.” “Dostum, onlar harika,” dedi sörfçülerin Teksas versiyonuna benzeyen başka bir erkek sesi. “Kazanmak için yapmanız gereken şey basit. Bizi arıyorsunuz ve eğer sizi seçersek, canlı yayında sevgilinizden ayrılıyorsunuz. Yapmanız gereken tek şey bu, başarırsanız biletler sizin. Telefon hatları açık.” Radyo seksenlerden kalma bir metal grubunun şarkısına geçti.
Dr. Kelly ellerini birbirine sürttü. “Her zaman çok komikler.” Ağzımın uyuşmayan kısmıyla gülümsemeye çalıştım. Bu, birinden ayrılmak için korkunç bir yol gibi görünüyordu. Eğer erkek arkadaşım Brent’ten ayrılacak olsaydım, ona nazikçe yazılmış bir mektup yollardım ya da kahve içmek üzere buluşur, sorunlarımızı mantıklı düşünme yetisine sahip yetişkin bireyler gibi çözmeye çalışırdık. Belki de ayrılığın mantıklı sonuçlarını gözler önüne seren açıklayıcı bir e-posta atılabilirdi. Bunu sıklıkla düşündüğümden değil. Brent harika biriydi; zeki, azimli, babacan bir yakışıklılığa sahipti ve tam da annemin evlenmemi istediği kişiydi. Bana sık sık hatırlatmaktan keyif aldığı gibi. Her gün. Bir düzine mesajla. Yüz yüzeyken. Arada bir attığı e-postalarla. Eğer bir reklam panosuna erişme şansı olsaydı… “Hadi şu işi halledelim.” Dr. Kelly eldivenlerini giydi, devasa koruyucu gözlüklerini taktı ve alet tepsisine uzandı. Tüm bunları gerekli görünenden biraz daha neşeli bir tavırla yapıyordu. Koltuğa yaslandığımda alnımda boncuk boncuk terlerin oluştuğunu hissettim.Dr. Kelly, polis sorgusu ışıklarının parlaklığındaki lambayı gözlerime gelecek şekilde ayarladı. Görüşümü netleştirmek için gözlerimi kırpıştırdığımda odanın tavanına asılmış, biz kurbanları neşelendirmeyi amaçlayan posterleri görebiliyordum. Her birinde bir hayvan vardı –uçuşa geçen bir kartal, kükreyen bir aslan, sıradan bir… zürafa– ve altında etkisiz de olsa ilham verici alıntılar yer alıyordu. Bir tanesinde bir süre durakladım, bu bir kuştu; kafasındaki tüyler dikilmiş ve büyük, vahşi gözler, sanki kuş ebeveynlerini uygunsuz bir pozisyonda görmüş ve gözlerini kaçıramamış gibi. Altındaki alıntı şöyleydi: HER ZAMAN KENDİN OL. BUNU YAPABİLECEK TEK KİŞİ SENSİN. Daha önce de dediğim gibi, etkisiz. “Ağzını iyice aç,” dedi Dr. Kelly. Ağzımın açık kalması için bir mekanizma yerleştirdi. Birkaç saniye sonra matkabın vızıltısına diş tozundan oluşan bir bulut eşlik etti; odada yankılanan ses sinirlerimi zorluyordu. Kendime bunun yakında biteceğini hatırlattım. Eğer aylık anne-kız kahvaltılarına dayanabiliyorsam, her şeye dayanabilirdim. Radyoda çalan şarkının sona ermesiyle birlikte kalın ve dramatik bir sese sahip olan radyo programcısı geri döndü. “Baylar bayanlar, kızlar ve erkekler, karşınızda ilk yarışmacımız. Bize adınızı, nereli olduğunuzu ve bugün kimden ayrılacağınızı söyleyin.” “Adım Sheila, Houstan’dan arıyorum ve erkek arkadaşım Todd’dan ayrılacağım.” “Peki Todd bunu hak edecek ne yaptı?” Sheila homurdandı. “Ne yapmadı ki? Korkunç derecede tembel biri, ayrıca benimle hiç ilgilenmiyor. Noel’de bana bir elektrikli süpürge aldı. Bunu kim yapar?” Callie gözlerini devirdi. “Bunu yapsaydı erkek arkadaşımı kesinlikle öldürürdüm.” Odadaki vızıltı kesildi. Dr. Kelly matkabı altdudağımın üzerinde dengede tuttu. “Bir yıl, Noel’de bir tost makinesi hediye gelmişti. Korkunç değil mi?” “Ğeşekten oğkunç.” Matkaba odaklanırken gözlerim şaşı oldu. O şey ya kayarsa? “Konuşma tatlım.” Başımı salladım ve parmaklarım da tıpkı ağzım gibi uyuşana kadar kucağımda döndürmeye başladım. “O aptaldan boşanmamın bir nedeni var.” Vızıldama tekrar duyuldu. “Birinci yıldönümümüzü unuttu. Tamamen. Tek bir kelime bile etmedi.” Gözlerime bakarak, “Bu ilk ipucu olmalıydı, değil mi?” dedi. “Yani…” Dr. Kelly gözlerini kıstı. “Konuşmak yok.” Ellerimden biri hayal kırıklığıyla bir yumruğa dönüşse de sesimi çıkarmadım.
Radyodan bir ses araya girdi. “Pekâlâ Sheila, beklemede kal. Şimdi Todd’u arıyoruz.” Telefon üç kez çaldıktan sonra uykulu bir ses duyuldu. “Kimsiniz?” “Todd, benim, Sheila.” Todd, Sheila’nın kim olduğunu anlamaya çalışıyormuşçasına durakladı. “Evet?” “İşte geliyor.” Dr. Kelly’nin elleri durakladı. “Sesini biraz daha aç.” “Senden ayrılıyorum. Bana hiç ilgi göstermiyorsun; bence senden daha iyisine layığım,” dedi Sheila. Radyo sunucuları neşeyle homurdanıp Todd’un cevabını beklerken kısa bir sessizlik yaşandı. “Peki.” Sheila’nın nefesi kesildi. “Bu… bu kadar mı?” “Evet. Bu kadar. Şimdi yatağıma dönüyorum.” Sonra telefonu kapatma sesi duyuldu ve radyo programcıları kahkahalara boğuldu. Sheila burnunu çekerek, “Fikrimi değiştirmeye bile çalışmadı,” dedi. “Telefon hatlarımız hâlâ açık. Hattımızda başka bir çift var. Sevgilisinden hemen şimdi, burada ayrılmak isteyen şanslı bir erkek ya da kız için konser biletleri. Bir yere ayrılmayın, geri geleceğiz.” Dr. Kelly kıkırdayarak matkabı çıkardı ve sivri uçlu, gümüş bir alete uzandı. “Hepsini aldığıma emin olayım.” Dr. Kelly dürttükçe yüzümü buruşturdum. Callie omzumu okşayarak, “İyi misin?” diye sordu. “Ay…ay…” “Konuşma lütfen,” dedi ters ters yüzüme bakarak. “Matkapla biraz daha çalıştıktan sonra dolguyu yapacağız ve bitecek.” Gözlerimi sıkıca kapattım ve matkabın diş minesi üzerindeki sesine eşlik eden tuhaf, keskin kokuyu görmezden gelmeye ça-
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı) Romantik
- Kitap AdıDeğişim Zamanı
- Sayfa Sayısı328
- YazarSharon M. Peterson
- ISBN9786256826458
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Ada İhtimali ~ Michel Houellebecq

Bir Ada İhtimali
Michel Houellebecq
Çağdaş hayatın gündelik sıkıntılarını ebedi felsefi arayışların karşısına koyduğu, dilini sakınmadan kullandığı ve “pornografi”nin sınırlarında dolaştığı yapıtlarıyla Fransız edebiyatının son yıllardaki en keskin kalemi...
- Büyük Oyun ~ Elena Armas

Büyük Oyun
Elena Armas
Aynı takımdaki iki insan, karşı taraflarda olabilir mi? Adalyn Reyes günlük hayatını kusursuz hâle getirmek için yıllarını harcamıştı: Şafak vakti uyanır, Miami Flames ofisine...
- Tavşan ~ Mona Awad

Tavşan
Mona Awad
“Biz, sadece gece vakti güzel şeyler yapan masum kızlardık. Neredeyse ölüyorduk. Ölüyorduk, değil mi?” Samantha Heather Mackey, New England’daki Warren Üniversitesi’nin seçkin yüksek lisans...
