Kader ve takdîr-i ilâhî konusu; ilâhî kudretin varlığını sürekli vurgulayan, ama sorumluluğu insanda ve insanların ortak sorumluluğunda arayan çok çarpıcı bir olaylar örgüsü romanın konusunu teşkil eder.
I
GÜNDÜZ hava, dağların güneşe dönük yamaçlarında, bir çocuk nefesi kadar yumuşak ve güzeldi. Ama bu hali pek kısa sürdü. Önce, ancak hissedilebilen bir yavaşlıkla değişmeye başladı. Sonra, buzullardan bir rüzgâr esti. Acelesi olan alaca karanlık, yaklaşan gecenin soğuk, grimor rengini de ardından sürükleyerek, sessizce vadileri, boğazları kaplayıverdi.
Etraf bembeyazdı. Isık Göl’ün kıyılarına kadar inen sıradağlar kalın kar yığınları altında kaybolmuştu. İki gün önce birden patlak veren ve sonra doğal güçlerin karşı gelinmez iradesiyle, büyük bir yangın gibi bir anda ortalığı kasıp kavuran bir fırtına getirmişti bu kar yığınlarını. Dağlar, gökyüzü ve bütün dünya, yitip gitmişti o müthiş fırtınanın karanlığında. Sonra fırtına dinmiş, her şey susmuş ve hava açılmıştı. Ölüler ve dirilerle ilgisini kesen dağlar, şimdi, donup kalmış bir sessizlik içinde ve ağır kar boyundurukları altında hareketsiz idiler.
Yalnız, büyük bir helikopterin sürüp giden ve inatla yaklaşan gürültüsü bozuyordu sessizliği. Helikopter, günün bu ilerleyen saatinde, UzunÇatı kanyonundan, Ala Mengü dağının rüzgârlı yüksek yamaçlarında saçak]anan bulutlarla puslanmış soğuk vadisine doğru uçuyordu. Her geçen dakika daha da yaklaşarak, homurtusunu arttırarak havayı şişiriyor, sonunda bütün gökyüzünü dolduruyor, zorba bir kükreyişle tepelerin, dorukların ve yalnız ses ve ışığın ulaşabildiği ebedi kar yığınlarının üzerinden geçiyordu Uğultusu, vadilere kayalara çarparak yankılanıyor, buyuyor, karsı gelinmez bu güçle yırtıp parçalıyordu gökyüzünü Tıpkı deprem öncesindeki gibi korkunç bir olayın eşiğindeydik sanki
Uğultu en yüksek noktasına ulaştığı bir anda olan oldu: Önce helikopterin geçtiği yerin aşağısında bulunan ve rüzgârın çıplak bıraktığı dik bir yamaçta, hafif bir göçme görüldü. Bazı kayalar ses şoku ile, donmuş parmaklara kan yürümesi gibi hafifçe kımıldamış ve hemen durmuştu Ama az sonra, bu küçük sarsıntı, hu oynak arazide daha büyük bazı kayaların kopmalarına, gittikçe artan bir hızla yamaçlardan yuvarlanmalarına yetmişti Yuvarlanan kayalar tozu dumana katarak, daha küçük taşları da sürükleyerek iniyorlardı aşağıya Yamaç mermi yağmuruna tutulmuştu sanki. Sarıçalılar:, aksöğütleri ezerek, kar yığınlarını çökerterek inen kayalar, kurtların barındığı büyük bir kovuğun üzerine gelip çarptı Yan donmuş hır derenin kenarında bulunan bu kovuğun ağzını, yöreye özgü bitkiler örtüyordu.
İnine taş yağan, çığ düşen dişi kurt Akbar, kovuğun dibine, karanlık dehlize doğru kaçtı. Yay gibi fırlamış, sonra durup tüylerini kabartmış, dövüşmeye, meçhul düşmanının üzerine atılmaya hazır bir durum almıştı. Karanlıkta ışıltısı artan gözlerinde vahşi şimşekler çakıyordu.
Akbar’in korkusu boşuna idi. Helikopter ancak, kaçılacak ve saklanacak yeri olmayan düz ovada tehlikeli olabilirdi. Düz ovada onun peşini bırakmaz, yetişir, vınlaması İle onu sersemletir, iyice yaklaşınca da mitralyöz ateşine tutardı. Bu durumda sinecek bir kuytu, sığınacak bir köşe bulamaz, postunu kurtaramazdı. Çünkü, kaçan bir yaratığın ayakları altında yer yarılmaz ve onu saklamazdı.
Dağlarda durum başka idi Kaçmak, tehlike geçinceye kadar saklanmak mümkündü. Onun İçin helikopter korkulacak bir şey olamazdı. Aslında dağlar helikopter için de tehlikeliydi. Ama korkunun mantığı yoktur; hele hu, daha önce yaşanmış bir korku ise.
Helikopterin sesi yaklaşınca dişi kurt inlemeye başladı. Bir top gibi büzülerek başını ayaktan arasına aldı. Sonra sinirleri İyice gevşedi, acı acı uludu, uludu… Çaresizdi. Amansız, kör bir korkuya kapılmıştı. Dişlerini hiddetle, ayni zamanda umutsuzca gıcırdatarak kovuğun kapısına doğru süründü. O haliyle, koygun üzerinde homurdanıp duran ve kayaları bile söküp yuvarlayan madeni canavarı korkutup kaçırmak ister gibiydi.
Akbar gebe olduğu İçin eşi Taşçaynar daha çok dışarıda dolaşıyordu. O sırada çalılar arasına sinmişti. Akbar’ın acı acı uluduğunu duyunca, kalkıp inlerine doğru süzüldü.
Taşçaynar (taş çiğner) adını ona yöredeki çobanlar vermişti. Çünkü çenesi taşlan çiğneyip ezecek kadar güçlüydü.
Taşçaynar, “korkma artık, ben geldim” dercesine, yatıştırıcı bir homurdanma ile dişisine sokuldu. Dişi kurt da sıkı sıkı sarılır gibi ona süründü. Yavaş yavaş inlemeye, homurdanmaya devam ediyordu. GÖK’ün adaletsizliğine, bilinmeyen bir güce ve belki de korkunç kaderine karşı idi bu sızlanışlar, bu yakınmalar. Helikopter Ala Mengü buzulunun gerisinde kaybolup gittiği ve gürültüsü bulutlar arasında boğulup duyulmaz olduğu halde, hâlâ bütün vücudu titriyordu. Kendine gelmesi epey uzun sürdü.
Dağlar, sanki kozmik bir huzur çığı ile bir anda yeniden sessizliğe kavuşmuştu. Dişi kurt birden karnının büyüdüğünü, orada bir şeylerin canlandığını ve kımıldadığını hissetti. Akbar bu hissi, ergin çağının ilk günlerinde, bir sıçrayışta büyük bir tavşanı yakaladığı zaman da duymuştu: Tavşanın karnında görünmez yaratıkların kımıldadığını anlamış, bu tuhaf olay onu pek şaşırtmış, kulaklarını dikip, boğduğu dişi tavşana bir süre kuşku ile bakmıştı. Sonra da, yine kuşkular içinde, bu görünmez yaratıklarla, tıpkı kedinin yarı ölü fare ile oynaması gibi oynamıştı. Şimdi, o tür bir canlı ağırlığı kendi karnında hissediyordu. Varlığını böylece hissettiği o yaratıklar onun yavruları idi ve her şey uz giderse, on onbeş gün sonra dünyaya geleceklerdi. Ama henüz doğmadıkları için şimdi onun vücudunun ayrılmaz bir parçası gibiydiler. Bunun için de, oluşma aşamasındaki bilinçaltlarında, annelerinin geçirdiği korku şokunu ve ümitsizliği onlar da hissetmişlerdi. Bu onların dış dünya ile, kendilerini bekleyen acı gerçeklerle ilk ve dolaylı karşılaşmalarıydı ve analarının acıları ile kıvranıp kımıldamaları bundandı. Onlar da korkmuştu ve bu korku onlara analarının kanı ile duyurulmuştu.
Akbar, kendi iradesi dışında oluşan bu yeni olay karşısında, şimdi daha kuşkulu idi. Kalbi heyecanla çarpıyor, cesareti, kararlılığı artıyordu: Karnında taşıdığı yavruları, herhangi bir tehlikeye karşı ne pahasına olursa olsun koruyacaktı. Anık. insan olsun, hayvan olsun, her düşmana tereddütsüz saldır abı lirdi boyunu sopunu. dulunu dostunu koruma içgüdüsü uyanmıştı Şimdiden, doğacak çocuklarını şefkatle okşamak, doğmuşlar gibi memelerini ağızlarına vermek ihtiyacı, özlemi içindeydi Mutlu geleceği duyuran bir önsezi idi bu.
Dışı kurt gözlerini yumdu, sevinçle homurdandı. Karnında, kızaran ve sut toplayan memeleri iki sıra halinde kabarmıştı. Dar inin elverdiği ölçüde yavaşça ama büyük bir keyifle gerindi. Korkunun yerini mutlu gelecek umudu almış, iyice sakinleşmişti. Yeniden Taşçaynar’ın boz yelesine yaslandı.
Taşçaynar güçlüydü. Kürkü kalın, yumuşak ve sıcaktı. Suskun, mağrur Taşçaynar da dişi kurdun hissettiklerini …
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDişi Kurdun Rüyaları
- Sayfa Sayısı391
- YazarCengiz Aytmatov
- ISBN9789754370096
- Boyutlar, Kapak12x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Therese Raquin ~ Emile Zola
Therese Raquin
Emile Zola
Özellikle halk kitlelerini betimlemede eşsiz bir yetenek olan yazar ünlü yapıtı Therese Raquin’de kahramanları Therese, Camille ve Laurent aracılığıyla toplumsal bir trajediyi aktarır. Camille’le...
- Kayıp ~ Harlan Coben
Kayıp
Harlan Coben
“Heyecan verici bir Myron Bolitar hikâyesi.” -Borders “Bolitar severler, hikâyenin her anında kahramanlarına hayran kalacaklar.” -Publishers Weekly “Harlan Coben, bağımlılık yapıcı gerilim romanlarını yazmakta...
- Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde ~ Marcel Proust
Swann’ların Tarafı – Kayıp Zamanın İzinde
Marcel Proust
“…tıpkı Japonların, suyla dolu porselen bir kâseye attıkları silik kâğıt parçalarının, suya girer girmez çözülüp şekillenerek, renklenerek belirginlik kazandığı, somut, şüpheye yer bırakmayan birer...