Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Foucault’dan Rancière’e – Gelecek Demokrasi
Foucault’dan Rancière’e – Gelecek Demokrasi

Foucault’dan Rancière’e – Gelecek Demokrasi

Efe Baştürk

Bu kitap çağdaş felsefenin mimarları Foucault, Derrida, Agamben, Rancière ve Nancy’nin politik düşüncesinin izini sürüyor. Foucault’da delilik ve kapatılmadan Rancière’in Cahil Hoca’sına, Derrida’da tekillik…

Bu kitap çağdaş felsefenin mimarları Foucault, Derrida, Agamben, Rancière ve Nancy’nin politik düşüncesinin izini sürüyor. Foucault’da delilik ve kapatılmadan Rancière’in Cahil Hoca’sına, Derrida’da tekillik ve konukseverlikten Agamben’de dil ve sessizliğe uzanan bir yol izliyor.

Bu kitaptaki ‘çağdaş’ düşünürlerin ortak problemi, polisin (kent devletinin) başlangıçtan beri idealize edilmiş bir mükemmelliği dayatma hakkı ve yetkisiyle ortaya çıkmasıdır. Politikanın birlikte düşünüldüğü kavram veya ilkeler yeniden ele alınmalı veya bu kavram setlerinin ‘politik’ nitelikleri gözden geçirilmelidir.

Bu çağdaş düşünürlerin ortak bir özelliği de felsefenin politikadan farkını bir ‘açıklık’ düşüncesi bağlamında ele almalarıdır. Burada eleştiri, politik olanın temelsizliğini göstermeyi değil, bu ‘temel’ düşüncesinin ‘temelsizliğini’ ifşa etmeyi hedeflemektedir.

İÇİNDEKİLER

Önsöz 11
1
Mıchel Foucault:
Kapatılamayan Deliliklerin Peşinde
19
1. La force de fuir 23
2. Kapatılma Düşüncesi 25
3. Hapsedilen Toplum 38
4. Hakikat Rejimleri ve Prosedürleri 51
5. Exodus: [Sil Baştan] Özneleşmek 60
2
Jacques Derrıda:
Koşulsuza Karşı Konukseverlik
74
1. Arafta Yahudi-Olmak 77
2. Yapısöküm (Dekonstrüksiyon) Düşüncesi 81
3. Yaşayan Söz, Ölü Yazı 91
4. Şu Tehlikeli İlaveler 101
5. Kararverilemezlik Politikaları 110
3
Gıorgıo Agamben:
Gelmekte Olanın Felsefesi
126
1. Yol Haritası Oluşturmak 128
2. Dilin Olumsuzluğu 132
3. Tarihin Yeni Bir Arkeolojisi 140
4. İstisnalar: Egemenlik ve Çıplak Yaşam 163
5. Gelmekte Olan… 176
4
Jacques Rancıère:
Politikada Estetik Devrim
181
1. Hiyerarşiler Sarsılırken 184
2. Uyuşmazlıklar 200
3. Uyuşmazlığın Estetik Sahneleri 217
Sonsöz:
Jean-Luc Nancy: Geleceğin Öteki Başlangıcı
225
Dizin 233

Önsöz

Politika felsefesinin kendine mahsus kavramları olduğu bir gerçek. Ama bu kavramların hiçbiri kendilerini düşünülebilir ve hatta istenir kılan özel şartlardan bağımsız değildir. Dolayısıyla politika felsefesi, bir taraftan bu kavramların ‘evrensel’ bağlamlarını, diğer taraftan –ve daha özelde– bu kavramlara ‘politik’ içeriğini veren özgül şartların bir incelemesi olmak zorundadır. Bu girişimin zor tarafı, politika felsefesinin bu incelemeyi eşzamanlı gerçekleştirme zorunluluğundan kaynaklanır. Tıpkı Platon’un Devlet’indeki gibi, politika felsefesi, politik kavramların evrensel bağlamlarının –yani yerel şartlardan azade, kendi gerçeklikleriyle kavranabilir doğalarını– ilgili kavramlara koşulluluk sağlayan özgül şartların, yani kentin (polis) yerel ve biricik dünyasının kendine mahsus gerçekliğinin göz önünde bulundurularak araştırılmasına dayanır. Devlet, Batılı anlamıyla politik düşüncenin beşiği olan o kurucu metin, tüm politik kavramların evrensel vasıflarını ortaya koymaya çabalar ama bunu yaparken de evrenselliğin kendisini yerel şartların indirgenemez gerçekliği ile bunun özgünlüğünden türetmeye çalışır. Böylece tümelin bağımsız varlığı, bir anda tekil şartların zorunlu koşullarına indirgenir. Buna en iyi örnek, I. Kitapta Thrasymakhos ile Sokrates arasında geçen tartışmadır. Thrasymakhos, adaletin güçlünün işine gelen şey olduğunu ileri sürerken, insan doğasının saf güç istencine atıfta bulunur. Bu yalın gerçeklik, Sokrates tarafından doğrudan yanlışlanmaz zira bunun doğruluğunu Sokrates de kabul eder. Fakat Sokrates, adaleti bu yalın gerçekliğin ötesinde düşünmenin zorunluluğunu tespit etmiştir çünkü aksi hâlde adalet denilen şey sadece bir güç savaşına indirgenecektir. Adaletin Sokratik bağlamı, insan doğasına özgü pratik koşullar ile gerçeklikleri tam anlamıyla reddedemeyeceğimizi fakat bunu yaparken de evrenselin olanaklılığını tespit etme zorunluluğu ile yüklü olduğumuz düşüncesine dayanır. Bu, politik felsefeyi ciddi bir gerilime maruz bırakmıştır; bir tarafta indirgenemez gerçeklikler varken; diğer tarafta bunlara hükmetmesini umduğumuz sabit, düzenli ve bir ölçüde kutsal addedilebilecek değer yargıları, yani tümel kavramlar vardır. Politik felsefe, bu ikisi arasında bir seçim yapılmasından çok, bu ikisini birbiriyle uyumlaştırma çabası olarak gelişmiştir.

Bu uyumlaştırma çabası, Batı politik düşüncesinde polis, yani site fikrinin doğuşuna temel hazırlamıştır. Polis, yalnızca toplumsal varlığın politik ifadesi yani örgütlü bir toplumun yasal ve yönetsel unsurlarla desteklenmiş biçimi değildir; polis aynı zamanda bir topluluğun kendine mahsus olma hâlinin ideal bir yansımasıdır. Antiklerin polise atfettiği önem, yalnızca politik bir anlama tekabül etmez; polis, bir topluluğun yaşama iradesinin ve en önemlisi bu yaşamı anlamlı ya da değerli kılacak şeylerin biricik olanağı olarak görülür. Bu anlamda polis, sadece ‘gerçek’ insanların yaşadığı ve birbirileriyle ilişki kurdukları yer değildir; bu gerçekliğin ideal olan tarafından sorguya alındığı ve gerçekliğin buna uygun olarak yeniden düzenlendiği varoluş düzlemidir. İşte bu açıdan, polisin felsefe ile politika arasındaki o gerilimde kendisini teatral bir sahne olarak sunması boşuna değildir çünkü polis, bir yandan kusurlu gerçekliğin temelleri üzerine bina edilen maddi ve politik ilişkilerin, diğer yandan da kusursuzluğa yönelen bilgelik arzusu olarak felsefenin çatıştığı ya da bu ikisi arasındaki gerilimin görünürlüğe açıldığı yerdir. Platon’dan bu yana politika felsefesinin hâkim düsturu olan adalet, polisin kusurluluk ile kusursuzluk arasında nasıl inşa edileceği probleminden başka bir anlam taşımaz. Bu yüzden adalet, politika felsefesinde, ‘kaynakların dağıtımı’ şeklinde gelişen ve temelinde hesap veya ekonomik bir planlama olan liberal argümandan çok daha farklı olarak, örgütlü varlığın topyekün inşası ve kendi içinde bölünmesi gibi doğrudan ‘politik’ bir vasfa sahip olagelmiştir.

Bu politik ölçüt, politika felsefesinin polis ile olan irtibatını görebilmemiz açısından son derecede önemlidir. Fakat bunun kadar önemli bir başka husus, bu metinde göreceğimiz düşünürlerin polis eksenli bir politika felsefesine niçin mesafelenmiş olduklarının da ancak bu bağlamda anlaşılabilecek olmasıdır. Buradaki ‘çağdaş’ düşünürlerin ortak problemi, polisin başlangıçtan beri idealize edilmiş bir mükemmelliği dayatma hakkı ve yetkisiyle ortaya çıkması veya kendini düşünceye bu şekilde yerleştirmiş olmasıdır. Polis, mükemmellik adına kusurlu olanın tespit edilip dışlanmasına dayanmıştır ve Platon’dan bu yana politika felsefesinin bir ayağı adaletin bu şekildeki tecessümüne odaklanmıştır. Adalet, polisin yalnızca düzenli işlemesini sağlayan bir mekanizma değil, polisin kuruluş nedenine içkin mantığın devamını sağlayacak olan ilkenin kendisidir. Burada polisin kuruluş mantığına hâkim olan şey, adaletin düzenleyici ve yerleştirici bir ilke olarak polisi içindeki tüm unsurlarla beraber konumlandırma fikrinde aranmalıdır. Polis, topluluğun düzenli yapısının formel bir ifadesinden ziyade onu düzenleyecek olan mantığın hayata geçirilmesini sağlayan kurucu ilke olarak çalışır. Bu sebeple polis, daima düzen mefhumunu önceleyen düzenleyici normların meşruiyet kriteri olarak var olur ve bu kriter daima düzenlenecek şeylerdeki sapma unsurlarının belirlenmesine dönük ‘meşru’ söylemler aracılığıyla işler.

Bu kitapta ele alınan düşünürler işte bu düşünceyle hesaplaşmaya girişirler. Onlara göre politikanın birlikte düşünüldüğü kavram veya ilkeler yeniden ele alınmalı veya bu kavram setlerinin ‘politik’ nitelikleri yeniden gözden geçirilmelidir. Ancak bu yeniden gözden geçirme teşebbüsü, doğrudan politikanın özüne yönelik bir müdahaleyle desteklenmektedir. Zira söz konusu düşünürler, bugüne değin politikanın âdeta alt kümesiymiş gibi ele alınan ilke veya kavramların politika dışı gerçekliklerine odaklanırken, bu politika-dışılığın bizatihi politik niteliğine değinme konusunda özel bir çaba göstermektedirler. Bu çaba, en somut hâliyle, adalet veya doğruluk gibi Platon’dan bu yana ontolojik anlamda politik olana içkin gibi düşünülen kavramların politika tarafından nasıl zapt edildiklerine ve politikayla bağlantılı şekilde nasıl isimlendirilmiş olduklarını açığa çıkarma girişimi olarak da okunabilir. Nitekim çağdaş düşünürler, politik düşüncenin oluşum biçimlerine odaklanan ve bu anlamda onları ifşa etmeye dönük yapısökümcü bir okuma geliştirme arzusundadırlar.

Benim açımdan bu girişim, Platoncu geleneğin düşünce üzerindeki etkisi göz önüne alındığında çok daha anlamlı ve önemli bir hâl almaktadır. Nitekim Platoncu düşünce açısından politik felsefe, kusursuz gibi duran felsefi hakikatlerin gerçekleştirilmeye en yakın ve en yetkin biçimlerini sunan en üst olanak düzeyinde ele alınmaktadır. Bu anlamda politika, Platoncu gelenekte, kendisini doğrudan gerçekleştirme yetisinden mahrum olan felsefenin hayata geçirilme olanağının en ileri aşamasıdır ve bu açıdan politika, felsefi kavramların yalnızca otorite ve tahakküm ilişkilerine tercümesi değil, onların kabul görebilecekleri en makul, en gerçekçi ve en doğru seviyedeki karşılığıdır. Bu, politikaya, felsefi düzeydeki hakikate benzer bir anlamın kapılarının açıldığı anlamına gelir, ki bunun sonucunda politika, her tür anlamsal krizin nihai çözüm uğrağı olarak anlaşılır. Başka bir deyişle, adalet, doğruluk vb. felsefi düzeydeki ilkeler, ancak politikanın diline ve onun ufkuna yerleştirilebildikleri sürece bir anlam ihtiva edebilirler. Mesele, hakikatin epistemolojik düzeyde kavranabilir olmasından ziyade onun gerçekleştirilme biçimi ile olanağının saf tesis edilip edilemeyeceği probleminin çözümüdür ve Platoncu politik felsefede bunu ancak polis gerçekleştirmeye ehildir.

Polis yalnızca politikanın ete kemiğe büründürüldüğü uzam değildir; o, Rancière’in varsaydığı üzere, şeylerin düzeninin ve dağıtımının yapıldığı ve aynı zamanda kendi içkin anlamını tam da vesile olduğu dağıtım mefhumundan türeten bir aşkınlıktır. Polisin aşkınlığının sebebi, felsefi hakikatlere gerçeklik sağlayabilecek üstün olanak olmasında yatar. Bu anlamda polis, kendinde çifte anlam taşır: Bir taraftan felsefenin hayata geçirilmesi için gerekli olan somutluğun kendisine göndermede bulunurken, diğer taraftan bu somutluğun kusurlu doğasına indirgenemez türde bir üst-anlamlılıkla maluldür. Yani polis, kusurlu olanda gerçekleştirilebilir bir kusursuzluk fikrine dayalıdır ve bu yönüyle bir taraftan kusursuz hakikatin –örneğin adalet fikrinin– temsilcisine veya aracısına bürünür gibi görünürken, diğer taraftan bu hakikatin somut düzeyde doğrudan gerçekleştirilemez bağlamına dayanarak onun adına konuşma ve şeylerin dağıtımını kendi yetkisiyle icra etme iktidarına talip ve sahip olan bağımsız bir gerçekliğe dönüşür. Bu ikilik, özsel biçimde politikaya tabi olarak gelişen polisin politikayı aştığı, bizatihi politikanın yerine geçtiği yani politikanın indirgenebilir temeline dönüştüğü bir momenti gösterir. Başka bir deyişle, polis, politikanın içkin hakikati ve ereği olarak, politikayı kendisine, kendisiyle özdeş olan düzen mantığına indirgemek suretiyle, politikanın bir anlamda felsefi kökenini yerinden eder.

Polis, politikanın tikel gerçekliğine dayanarak yani felsefenin evrensellik ile malul imkânsızlığını göz önünde bulundurarak, topluluğun yönetimi meselesini de tikel şartlara ve koşullara indirgemenin ön hazırlığını yapar. Fakat bu tikel koşullama, bir yanıyla kendine özgü bir evrensellik de içermektedir: Polis, politikanın ideal-gerçek ikiliğinin çözüme kavuşturulma vaadini içkin olarak barındıran somut gerçeklik olması itibarıyla, politikanın daima tikel ve tümel olmak üzere ikiye bölündüğü güzergâhlarda, Agamben’in deyişiyle ‘belirsizlik mıntıkaları’nda seyreder. Bu açıdan polis, ne salt politikaya içkin kolektif yaşamın pratikleri ve kurumlarına indirgenebilir ne de doğrudan gerçekleştirilemez olan felsefi ilkelerin idealize edilmiş biçimleri olarak düşünülebilir. Polis, daima bu ikisinin birbiriyle iç içe geçirilişiyle var olur. Gerçeğin ideale, idealin ise gerçeğe göre biçimlenmeye ve bu sayede topluluğa içsel rol, işlev ve tüm bunlardan müteşekkil olan konumların yeniden tanzim edilmeye açık hâle getirilmesi polisin mantığını oluşturur. Bu anlamda polis, kendinde tarih-dışı doğruluğa sahip hakikat idesinin evrenselliğini kendisiyle özdeşleşecek şekilde devralırken, bu aşkınlıkları kendilerine has bağlamlarından kopararak polisin yer aldığı tikel koşulların somut gerçekliklerine dönüştürme hamlesinden –Foucault’nun ifadesiyle dispozitiften– başka bir şey değildir. Polis, başka bir deyişle, politikanın kendisine dışsallaştığı sahnedir; burada topluluğu bir arada tutacak aşkın değerlerin araştırılmasına dayalı politika felsefesinin yerini alan şey, tikel olanın karşısında belirli bir öncelik ve üstünlük taşıyan evrensel ilkeleri bağlamından koparıp onları tikel olanın koşullu dünyasında yeniden aşkınlaştıran bir ‘felsefenin politikası’dır. Felsefenin politikası, evrensel ilke ve/veya kavramların koşullu ve zorunlu bağlamlarının istisnai süreçlere indirgenebilir hâle sokulmasıdır. Başka bir deyişle, polis, politikanın felsefenin evrenselliğinden korunması maksadıyla bu evrenselleri polisin tikel gerçekliğine göre yeniden belirleyerek var olur. Bu açıdan polis, ilkelerin üzerinde felsefeyle eş otorite talep eder ancak onun talep ettiği otoriteyi felsefenin otoritesinden ayıran şey, politikayı daima düzen mantığına indirgemesidir.

Bu kitapta ele alınan çağdaş düşünürlerin ortak özelliklerinden bir tanesi de politikaya karşı felsefenin farkını bir ‘açıklık’ düşüncesi bağlamında ele almalarıdır. Açıklık, felsefi girişimin bir tür ‘gelecek düşünümü’ olarak kaydedildiği momenttir; her tür çözüm veya açıklama teşebbüsüne veya bizatihi yargı (crisis) ediminin kendisine yöneltilmiş bir eleştiridir. Ancak eleştiri, temelsizliğin gösteriminden ziyade, bizatihi bu temel düşüncesinin temelsizliğinin ifşasına (Derrida) yöneliktir. Bu [politik] eleştiri, polisin temelsizliğine dönük olmaktan ziyade, polisin kendisine temel almakta olduğu ve hakikat mefhumuyla pay edişleri birbiriyle özdeşleştirmeyi sağlayan mantığı hedef alır. Bu eleştiri, pay edişlerde belirlenmiş konumların yeniden düzenlenmesi talebi değil, bu belirlemenin bizatihi kendi iç mantığını sorgulama faaliyetidir. Diğer bir deyişle, Sokrates’in yaptığı ve özünde evrensellere dayalı olarak işleyen o tersine düşürme girişimi yeniden sahneye konulur ama bir farkla: Sokrates, polisin yerel gerçekliğinin ürünü olan kanılara (doxa) karşı felsefi hakikatin bağımsız ve evrensel varlığını temel almaktaydı; burada mevcut olan şey ise, polisin kendi yerelliğini bir tür evrensellikle donatma girişimini ifşa etmeye çalışarak, evrenselin kendisini de söz konusu eleştirinin bir nesnesine dönüştürmektir.

Politika felsefesinin polis mantığına indirgenmiş biçimlerine karşı bugün eleştirel düşünmenin kendisine bir izlek olarak aldığı güzergâhların başında, az evvel zikrettiğim ‘evrenselin temelsizliğinin ifşası’ geliyor. Bu, uzunca bir zamandır sosyal bilimlerde ‘postmodern’ yaftasıyla küçük düşürülmeye çalışıldı. Ne var ki, zaman geçtikçe, evrensel mefhumunun temelsizliğine yönelik tartışmaların politik içeriği ya da gerçek anlamda vaadi fark edildi. Bunu şüphesiz Derrida’ya borçluyuz. Derrida, yapısöküm felsefesiyle evrenseller ya da Lyotard’ın deyişiyle o ‘büyük anlatılar’ olarak adlandırılan mefhumların kendilerinde herhangi bir sabit, düzenli veya kalıcı anlamların bulunmadığını, tersine onların bizatihi anlamsızlık diyebileceğimiz bir belirsizlik ile malul olduğu fikri üzerinde durdu. Bu fikir, felsefenin nirengi noktasını değişime uğrattığı gibi, politika felsefesinde de ciddi bir eksen değişimine yol açtı. Politika, bundan böyle, birtakım sabit veya kalıcı kavramlar veya değerler nezdinde düşünülemezdi; böylece politik olanın bir tür temelsizlik ve aynı ölçüde bitimsiz bir açıklık ile malul olduğu düşüncesine kapı aralanmış oldu. Bu aralıkta beliren şey, –her ne kadar aksiyle suçlanmış olsa da– sabitliklerin veya kalıcı nosyonların topyekün reddi değil fakat onların anlamsal değişimlere açık oldukları fikridir. Bu sebeple, polise alternatif söylemlerin ortak özelliği, politikayı kalıcı fikirlerin merkezi ve etkisi altında düşünmeye çabalayan polis mantığı yerine, onu açıklık nezdinde dikkate almalarıdır. Açıklık, kendisini erteleme veya gelecek gibi nosyonlarda görünür kıldığı gibi, topluluk fikrinin tamamlanmamışlığına ve onun dışarıda bırakılan başkalıkla hep iç içe olduğu gerçeğine atıfta bulunur. Politikanın açıklığı, onun polise indirgenemezliğinde saklıdır; bu anlamda politika, polise dâhil edilemeyen dışarılık ve başkalıkla temas hâlinde olmak üzere etik deneyimin olanağına dönüşür. Politikanın etik deneyimi, polis dolayımıyla bir ve bütün olarak düşünülen topluluk fikrinin tekil olanla karşılaşması sonucunda gerçekleşir; bütünlük fikrinin yalnızca bir yanılsamadan ibaret olacağı ve bu sebeple politikanın kendisi bir tür bütünlük fantezisi olan polise indirgenemez oluşunun anlaşılacağı yer tam da burasıdır.

Efe Baştürk 2023

 

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Felsefe
  • Kitap AdıFoucault'dan Rancière'e - Gelecek Demokrasi
  • Sayfa Sayısı240
  • YazarEfe Baştürk
  • ISBN9786258242737
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviFol Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Sokrates’ten Rousseau’ya Politika Felsefesi Tarihi ~ Efe BaştürkSokrates’ten Rousseau’ya Politika Felsefesi Tarihi

    Sokrates’ten Rousseau’ya Politika Felsefesi Tarihi

    Efe Baştürk

    “Klasiklerin ‘zamansız’ oldukları söylenir, işte tam da bu yüzden ‘çok zamanlı’dırlar. Bu kitabın yapmaya çalıştığı gibi, siyasal düşünce felsefesinin doğrudan bu çok zamanlı yapıtlara...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur