
Günümüzde eğlence endüstrisinin dev bir kolu olarak öne çıkan spor, 20. yüzyıl ortalarına kadar, ağırlıklı olarak başka bir işleve sahipti. Biyo-politika işleviydi bu; modern devletin nüfusu ve hayatı yönetme projesinin bir boyutuydu.
Elinizdeki kitap, Türkiye’de ‘Erken Cumhuriyet’ döneminde bu politikanın nasıl işlediğini inceliyor. Yeni Türkiye devletinin beden terbiyesi ve spora yüklediği işlevleri ortaya koyuyor: Sosyal devletin gelişmesinin bir boyutu… Nüfus ve sağlık politikalarının bir parçası… Öjenik hedefler (ırk hıfzıssıhhası)… Bir sosyal disiplin yöntemi… Toplumun militaristleştirilmesinin bir aracı…
Böylesi misyonların yüklemesiyle neredeyse bir “vatandaşlık görevi” gibi telkin edilen beden terbiyesi ve spor faaliyetlerinin örgütlenmesine, ‘Erken Cumhuriyet’ döneminde ne denli önem verildiğini kitapta görüyoruz. Kurumlaşmada, bir yandan Sovyet, diğer yandan -daha büyük ağırlıkla- faşist gençlik örgütlenmelerinden alınan ilhamlara da dikkat çekiliyor.
Dönemin spor politikasının önemli bir özelliği de, rekabete dayalı sporların, özellikle futbolun horlanması! Ne var ki bu fiziki kültür politikasının başarısızlıklarında, maddi ve örgütsel altyapının yetersizliği yanında, sporun oyun ve rekabetçi yanını temsil eden unsurların “hevessizliğinin” de payı var. Yiğit Akın bu mükemmel incelemesinde, Türkiye’deki fiziki kültür politikalarında İttihat-Terakki dönemi ile Cumhuriyet arasındaki sürekliliğin gözardı edilmemesi gereğini hatırlatırken, spor tarihçiliğinin yerleşik yaklaşımlarını ve dönemleme kalıplarını da sorguluyor.
İçindekiler
Teşekkür……………………………………………………………………………………………………………………….11
1. Giriş…………………………………………………………………………………………………………………………..15
Yeni Bir Akademik Disiplin Olarak Spor Tarihçiliği………………………16
Türkiye’de Spor Tarihçiliği…………………………………………………………………………..18
2. Bir Sosyal Politika Unsuru Olarak
Beden Terbiyesi ve Spor…………………………………………………………………………….29
Problemli Bir Model: “R›za Kültürü”……………………………………………………..29
Yeni Bir Açıklama Modeli Denemesi……………………………………………………..36
Yeni Bir Dönemlendirme Denemesi………………………………………………………44
3. Türk Spor Tarihinden Kesitler
ya da Ezberi Bozmayı Denemek………………………………………………………….49
Bir Ebedi Öteki Anlat›s› Olarak Osmanlı’da Spor………………………….49
Erken Cumhuriyet Yıllarında Spor………………………………………………………….55
4. Erken Cumhuriyet Biyo-Politikasında
Beden Terbiyesi ve Spor…………………………………………………………………………….87
Türk’ün Biyo-Politikayla İmtihanı …………………………………………………………..87
Türkiye Biyo-Politikasında Beden Terbiyesi ve Sporun Yeri…..93
Tekler için Değil, Kitleler için Spor……………………………………………………….108
Öjeni Parantezi………………………………………………………………………………………………..113
Biyo-Politika, Kad›nlar ve Fiziki Kültür……………………………………………..117
5. Beden Terbiyesi ve Spor Yoluyla “Milli Verimlilik”………………123
Milli Müdafaa İçin Beden Terbiyesi ve Spor…………………………………..126
İktisadi Fayda için Beden Terbiyesi ve Spor…………………………………..171
6. Bir Moral Regülasyon Yöntemi Olarak
Beden Terbiyesi ve Spor………………………………………………………………………….191
7. Değerlendirme……………………………………………………………………………………………….207
8. Sonuç…………………………………………………………………………………………………………………….221
KAYNAKÇA……………………………………………………………………………………………………………….227
DİZİN…………………………………………………………………………………………………………………………..247
Spor Marşı
Gül, oyna, koş!
Spor ne hoş!
Golf, eskrim, tenis, hokey…
Hep ayni şey!
Hepsinde maksat birdir:
Sağlam vücut, sağlam fikir!
Unutma ki, genç sporcu:
Senin için meslek borcu,
Tehlikeden hiç yılmamak,
Doğruluktan ayrılmamak,
Mert olmaktır..Sende eğer
Varsa böyle meziyetler;
Seni bütün bir memleket;
Büyük, küçük bütün millet;
Bey, efendi, ağa, paşa;
Alkışlarız hep: Şa!…Şa!…Şa!…
1. Giriş
“Türk inkılabına lâyık ve inkişafa en çok yardım eden teşekkül spordur”
Adorno’nun spor hakkında bir zamanlar bambaşka bir vesileyle yazdığını bugün daha iyi anlıyoruz: “Kültürümüzün en göze çarpan yönelimlerini özetlemeye çalışsak, bugün bunun için spordan daha verimli bir alan bulamayız.”2 Gerçi Adorno kitle kültürü üzerine yaptığı çalışmalarda, bu alanın ayrılmaz bir parçası olan sporu ihmal ettiği için ciddi eleştirilere maruz kalmıştı ama bugün sporun hayatımızda giderek genişleyen bir alanı kaplar ve biçimlendirir hale gelmesi, onun en azından bugüne ilişkin çok isabetli bir tespit yaptığını ortaya koyuyor. Özellikle son yirmi yılda yaşanan muazzam gelişmeler sayesinde spor, turizm ile birlikte eğlence-boş zaman sektörünün amiral gemisi olmayı başardı ve bütün yan sektörleriyle birlikte çok yüksek kârlılık oranlarına sahip, başlı başına bir ticari alan haline dönüştü. Bu gelişmenin bugün de bütün hızıyla devam ettiği söylenebilir: spor dünyası, organizasyon, ekipman, giyim kuşam, yayıncılık gibi alanlara da yayılarak bütün dünyada daha fazla istihdam ve kazanç yaratacak şekilde genişliyor. Spor yıldızlarının parıltılı hayatı, dünyanın her köşesinde, hayalleri ni güç, para ve şöhret süsleyen her sınıftan insan için karşı konulamaz bir cazibe merkezi haline geliyor. Gündelik hayat her yerde giderek daha yoğun bir şekilde popüler sporlar etrafında dönen tartışmalar tarafından belirlenmeye başlıyor. Bu sürecin ayrılmaz bir parçası olarak spor dünyası, iktisat ve siyasetteki iktidar ilişkilerine eklemleniyor, bu arada elbette kendine özgü karmaşık iktidar ilişkileri de yaratıyor.
Yeni Bir Akademik Disiplin Olarak Spor Tarihçiliği
Kitlesel bir fenomen olarak spor, toplum hayatını etkileyen alanların her biriyle iç içe geçmiş olduğundan dolayı ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerin hiçbirinden bağımsız değildir; bunlardan etkilenir ve zaman zaman aktif olarak bu gelişmeleri doğrudan etkiler. Spor, toplum ve birey arasında karmaşık bir ilişkiler yumağı vardır. Bu karmaşık ilişkiler bütününün, sporu konu eden sosyal bilim çalışmalarına olumlu ve olumsuz etkilerinden söz edilebilir. Öncelikle spor her gün defalarca yüz yüze geldiğimiz bir konu olması nedeniyle herkesin üzerinde rahatlıkla fikir yürütebildiği, dolayısıyla anlamak için herhangi bir entelektüel mesaiye ihtiyaç duyulmayan bir alan olarak ortaya çıkar. John Hargreaves’e göre spor, tam da bu gündelik-perakende yaklaşımın yaygınlığı nedeniyle sosyo-kültürel bir olgu olarak bulanık bir görüntü arz eder, spor çalışmaları bu yüzden son derece sorunludur.3 Öte yandan spor, toplum ve birey arasındaki bu iç içe geçmişlik ve karmaşıklık hali, sosyal bilimlerin değişik dallarında insanı ve toplumu anlamanın, bunları dönüştürmenin etkili bir aracı olarak spor çalışmalarından aktif olarak yararlanılması ve bu amaçla spor çalışmalarının yeniden yapılandırılması fikrini yaygınlaştırmıştır. Bu dönüşüm özellikle son on beş yılda sosyoloji, psikoloji ve tarih gibi değişik disiplinlerde spor çalışmalarının kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilen ayrı bir alan olarak kabul edilmesine yol açmıştır.
Genel yapısal dönüşümlerin yanı sıra, sosyal bilimlerin her bir dalının kendi içsel dinamiklerinin de spor üzerine yapılan çalışmaları teşvik edici etkileri olmuştur. Tarih disiplininde bu dinamiği, geleneksel tarih anlatılarının hiçbir zaman nesnesi olamamış emek, toplumsal cinsiyet, çocuk vs. tarihlerinin yazılmaya başlanması oluşturur. Bu yüzden spor tarihçiliğinin öncü örneklerinin entelektüel ve politik tarihçiliğin hegemonyasını zorlayan “sosyal tarih” hareketi çerçevesinde üretildiğini iddia etmek yanlış olmayacaktır. Yine de spor tarihçiliğinin Batı akademisinde “ciddi” bir alt-disiplin olarak kabul edilmesi son 15-20 yılda gerçekleşebilmiştir. Bugün hâlâ bazı muhafazakâr akademik ve entelektüel çevrelerde meşruiyetini kazanamamış olsa da spor tarihçiliği kendi akademik dergilerine sahip, kendi konferanslarını düzenleyen, lisans ve yüksek lisans dersleri açılabilen bir yapıya kavuşmuştur. Bu sayede spor tarihçiliği bugün toplumların tarihini anlamamıza katkı sağlayacak ve mevcut toplumsal ilişkileri dönüştürmeye yarayacak yeni bilgileri üretebilen bir akademik disiplin haline gelmiştir.
Spor tarihçiliğinin son yirmi yıldaki gelişim sürecinde, sadece betimsel (descriptive) nitelikleriyle öne çıkan pek çok eser üretilmişse de, onun bir disiplin olarak önemi daha geniş ve derinlikli tarihsel sorulara işaret edebilme potansiyelini taşımasından ileri gelir. Bu potansiyel spor tarihçiliğinin sosyoloji, psikoloji ve siyaset bilimi gibi farklı disiplinlerle daha kuvvetli bir etkileşime girmeye başlaması ve giderek disiplinler-arası bir karakter kazanması sayesinde ortaya çıkmaya başlamıştır.5 Örneğin pek çok tarihçi için spor ve sosyal sınıflar arasındaki ilişki yeni bir hareket noktası olmuştur. Bazı sporların öne çıkan sınıfsal özelliklerinin yanında bazı sporların sınıfsal ayrımları belirsizleştirici, bir an için geçişkenliği artırıcı etkisi, araştırmacıları sporun sınıfsal kimliklerin inşasındaki rolüne bakmaya yöneltmiştir. Spor tarihçiliği toplumsal cinsiyet (gender) meselesine yönelik de yeni yaklaşımlar geliştirilmesine yardımcı olmuştur. Pek çok feminist akademisyen spor tarihçiliğini kullanarak kadının üzerinde yoğunlaşan toplumsal eşitsizlikleri tarihsel kanıtlarıyla ortaya koyabilmişlerdir. Daha da ötesinde spor tarihçiliği, toplumsal cinsiyet meselesinin diğer kutbuna da uzanarak sporun ve fiziki egzersizlerin, erilliğin (masculinity) inşasındaki rolüne ışık tutmuştur. Buna benzer bir şekilde sporun ve rekabetin grup aidiyetine yönelik duyguları ortaya çıkarıcı ve güçlendirici sembolik etkisi spor tarihçileri tarafından tarihsel bir bağlamda ele alınmıştır. Yerel, milli ve emperyal kimliklerin oluşumunda fiziki idmanların ve spor müsabakalarının etkisi spor tarihçiliği ekseninde sıkça incelenen konular arasına girmişlerdir. Bu ve buna benzer konulara odaklanan spor tarihçiliğinin toplumdaki sosyal, ekonomik ve kültürel ayrımların karmaşık yapılarını anlamamız açısından büyük katkıları olmuştur.
Türkiye’de Spor Tarihçiliği
Birkaç istisna dışında spor tarihçiliği Türkiye’de akademik ilgi alanının tamamen dışında kalmıştır. Bu ilgisizliğin nedeni bir ölçüde orijinal kaynak sıkıntısı, dünyadaki akademik gelişmeleri takip etmemek / edememek veya sporu akademik bir çalışmanın nesnesi olmaya lâyık görmemek; ama asıl, büyük ölçüde beden terbiyesi ve spor konusunda problematize edilecek birşeyler olduğuna inanmamaktır. Akademide ve entelektüel çevrelerde spora ve dolayısıyla spor çalışmalarına karşı gelişmiş önyargı, kitle sporlarının toplumun alt katmanları üzerinde uyuşturucu bir etkisi olduğu, seyir sporlarının “kitlelerin yeni afyonu” olduğu ön kabulüne dayanır. Yalnız Türkiye’de değil, hemen her ülkede entelektüeller özellikle de sol eğilimli olanlar arasında kitle sporlarının, toplumun sosyal ve ekonomik gerilimlerini başka alanlara transfer etme potansiyeli taşıdığı görüşü yaygındır. Örneğin Temel Demirer’e göre “futbol ezen ideolojinin içselleştirdiği alt kimliklere enjekte edilen uyuşturucudur! Çünkü kapitalizmin pisliği futbola da bulaşmıştır. Kapitalizmin elinde futbol apolitikleştiricidir.”6 Bu argümanın klasik hali, genellikle iki savaş arası (ve savaşsonrası) diktatörlerin futbola olan yakın ilgisiyle desteklenmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Latin Amerika’da, İspanya’da, Portekiz’de ve daha pek çok yerde kitleleri kontrol altında tutmanın en etkili yolu, Salazar’ın Portekiz’deki diktatörlüğü sırasında ortaya atıldığı ileri sürülen 3F (fiesta, fado ve futbol) formülüdür.7 Sporun kitlelerin en ilkel güdülerine hitap ettiği yolundaki önyargı da benzer bir şekilde sosyal bilimlerle uğraşanların uzun bir süre spor çalışmalarından uzak durmasına yol açmıştır. Kitle sporları kalabalıkları manipüle (hatta provoke) etmeye uygun araçlar olarak algılanmış ve taşıdığı potansiyel tehlike nedeniyle uzak durulmuştur.8 Spor, bu yüzden akademik dünyamızda genellikle basit halk kitlelerinin içinde olduğu gayri-rasyonel bir kargaşa olarak algılanmış, entelektüeller ve akademisyenler tarafından üstünde durulmaya değer bulunmamıştır. Spora ilişkin önyargıların hükümranlıklarını sürdürdüğü yıllarda sosyal bilimciler doğal olarak sporun ya yukarıda bahsettiğim hipnotik karakteriyle ilgilenmişler ya da bu alanı tamamıyla görmezden gelmişlerdir.
Doksanlı yılların ilk yarısından itibaren kamuoyunda, özellikle futbol ve basketbol takımlarının uluslararası turnuvalarda aldıkları başarılı sonuçların etkisiyle bu önyargılarda belirli bir yumuşamanın yaşandığına ve spora sosyal bilimler perspektifiyle yaklaşan çalışmaların arttığına şahit olmaktayız.10 Spor tarihçiliğinin de bu canlanmadan nasibini aldığını, bu dönemde genelde kulüp tarihçiliği şeklinde ortaya çıkan çeşitli yayınların ve belgesellerin arttığını görsek de bu canlanmanın temel bir problemi olan nitelikli spor tarihi çalışmalarını doğurduğunu söyleyemeyiz. Batı’daki örnekleriyle karşılaştırıldığında Türkiye spor tarihçiliği kapsadığı alan ve analitik nitelikleri bakımından çok yetersizdir. Yapılan çalışmaların çok büyük çoğunluğu halen derinlikli analizler yapmaktan uzak, yüzeysel bir seviyede ve betimleyici bir çerçeve içinde kalmaktadır. Spor tarihçiliğimizin tatmin edici bir seviyeden uzak olmasının içeriğe ve yönteme ilişkin başlıca iki sebebi vardır. İçerik açısından bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de spor tarihçileri mevcut kaynakların çeşitliliği açısından iktisat ya da siyaset tarihçileri kadar şanslı değillerdir. Düzenli kulüp arşivlerinin, spor müzelerinin, yerel idarelerin spor bölümlerinin olmadığı bir ortamda spor tarihçileri için temel kaynak olarak gazete ve dergilerdeki bilgiler kalır. Örneğin Kurthan Fişek Türk spor yönetimine ilişkin kitabının önsözünde, çalışmasını hazırladığı yıllarda başına gelen traji-komik olayları aktarırken spor tarihçiliğimizin kaynaklara ilişkin bu kritik açmazından uzun uzun yakınmaktadır.11 Fişek, yazılı kaynakların yokluğundan yola çıkarak spor tarihçiliğimizin büyük ölçüde sözlü kaynaklara dayanmak zorunda kaldığını işaret eder. Ancak spor kulüpleri bünyesinde kayda alınmış bazı angaje ve son derece yüzeysel röportajlar dışında, spor tarihçiliğimizin dayanması gereken sözlü kaynaklar ya mevcut değildir ya da büyük ölçüde tahrip edilmiştir ve çarpıtılmıştır. Erken Cumhuriyet dönemi sporcuları ya da spor idarecileri tarafından ya da onlar hakkında yazılmış hatırat, biyografi veya onlarla yapılmış sözlü tarih örnekleri çok kısıtlıdır. Erken Cumhuriyet dönemi beden terbiyesi ve spor hayatının önde gelen spor adamlarının bile hayatlarının bu dönemiyle ilgili anılarını yazmamış olması, benim de bu çalışmayı yaparken karşılaştığım en ciddi problemlerden biriydi. Özellikle çeşitli kulüplerde ya da devlet organizasyonu içinde spor yönetiminin en üst kademelerinde görev yapmış olanlar, hatıralarını yazmış olsalar bile bu görevlerine dair hatıralarını – muhtemelen daha önceki görevlerine nazaran daha önemsiz buldukları için- kaleme almamışlardır. Söylediklerimi somutlaştırmak amacıyla bu noktada iki örnek vermek istiyorum: Rahmi Apak (1887-1963), 1933-1939 yılları arasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) gençlik teşkilâtı ve spor işlerinden sorumlu Altıncı Bürosu’nun12 yöneticisi olarak görev yapmış asker kökenli bir bürokrattı. Apak hayatının ilerleyen yıllarında hatıralarını yazmıştır.13 Bu hatıralar büyük ölçüde orduya ilk girdiği yıllar ve Kurtuluş Savaşı’ndaki kahramanlıklarını kapsar. ‘30’lu yıllara ilişkin çok kısa bir değerlendirme dışında hatırat, Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zaferle son bulmaktadır. Apak, muhtemelen hayatının çeşitli dönemlerindeki görevlerinin bir muhasebesini yapmış ve genç nesiller için daha ilginç ve faydalı olacağını düşündüğü yılları kaleme almıştı. Besbelli ki gençlik teşkilâtı idareciliği ve spor yöneticiliği yaptığı yılları bu bakımdan kayda değer bulmuyordu. Spor tarihçiliğimizin temel kaynaklarına ilişkin diğer bir büyük hayal kırıklığı ise Türk Spor Kurumu’nun ilk başkanı
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Sosyal Tarih Tarih
- Kitap Adı"Gürbüz ve Yavuz Evlatlar" Erken Cumhuriyet'te Beden Terbiyesi ve Spor
- Sayfa Sayısı253
- YazarYiğit Akın
- ISBN9789750502668
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2019