Söylentiler…
Herkes şampanyanın su gibi aktığı akıl almaz partiler veren seçkin centilmenler kulübü hakkındaki söylentileri duymuştu…
ve kapalı kapılar ardında olup bitenler kimsenin hayal
edemeyeceği kadar inanılmazdı.
Skandallar…
Paige Hargreaves, Londra’nın en ayrıcalıklı erkeklerinin üye olduğu kulüple ilgili bir yazı üzerinde çalışan genç bir gazeteciydi.
Şok edici bir skandalı gün yüzüne çıkarmanın eşiğindeyken ansızın ortadan kayboldu.
Sırlar…
Dedektif Çavuş Maeve Kerrigan, gerçeği ortaya çıkarmak için kulübün zenginlik, ihtişam ve acımasızlıklarla dolu dünyasına dalmak zorundaydı. Fakat onun da sakladığı sırlar vardı. Maeve zamanı tükenmeden gerçekleri gün yüzüne çıkarmayı başarabilecek miydi?
“Sinir bozucu olduğunun farkındayım Bayan Weldon ama sizi çok tutmamaya çalışacağız. Geç kalacağınızı haber vermeniz gereken biri var mı?” diye sordum. Kafasını iki yana salladı. “Eşim öldüğünden beri tek yaşıyorum. Bekleyenim yok. Ama buraya geldiğimde saat sabahın beşiydi, yoruldum.” dedi. “Erken gelmişsiniz,” dedi biri. Ses arkamdan geldiğine göre belli ki Dedektif Müfettiş Josh Derwent konuşmaya kanılmaya karar vermişti. “Hevesliydiniz herhâlde?” diye sordu. “Tabii ki. Buraya gelmek için en iyi saat. Yani… şimdiye kadar öyleydi.” dedi şehirdeki işlerine giden banliyö sakinlerinin oluşturduğu. Thames Nehri’ne meydan okur gibi St. Paul Katedrali’nin devasa kubbesine doğru durmaksızın akan kalabalığın akın akın geçtiği üzerimizdeki yaya köprüsünü işaret ederek. “Artık çok kalabalık. Düşüncelerimi bile duyamıyorum.” dedi.
Bence oldukça sessizdi ama Derwent kafasını yukarı aşağı salladı. “Daha rahat konuşabileceğimiz bir yer bulalım. Bir kafe ya da- “Burada konuşabileceğimiz en iyi yer şurası.” dedi kadın duvarın ardındaki nehir kıyısı boyunca iki yöne uzanan birkaç metre genişliğindeki çakıl şeridini işaret ederek. “Nerede olduğumu gösterebilirim. Her şeyi tasvir etmekten daha kolay olur.” dedi. “Oraya nasıl geçiyoruz?” diye sordum. “Merdiven var.” dedi ilerlemeye başlayarak. Hızlı yürü yordu. biz de itaatkår bir şekilde peşinden gittik. “Ama tek tek inmemiz lazım, bastığınız yere dikkat edin. Basamaklar dik, kaygan olabiliyor,” dedi. Basamaklar betondan yapılmıştı ve daha çok asma merdiven gibiydi.
Yüzeyleri o kadar dardı ki adımlarımı yan yan atmak zorunda kaldım, çantam: ve not defterimi taşımaya çalışıyor. dengemi bulamıyordum. Uzun paltom yüzünden her adımımda düşecek gibi oluyordum. Benim tersime, Kim Weldon kısaydı ve ağırlık merkezi yere yakındı, bu yüzden kolayca ilerliyordu. Diğer yandan, Derwent benden -bir nebzeuzundu ve geniş omuzlarına rağmen boksör gibi kıvrak adımlarla hemen aşağı inivermişti. Otuz kadar basamağın dibinde durmuş beni izliyordu, bu da durumumu kötüleştiriyordu. “İstersen arkanı dönüp in.” “Böyle iyiyim.” “Yardım edeyim mi?” “Ben hallederim.” “Evet ama seni bekleyecek zamanımız yok.” “Biliyorum,” dedim dişlerimi sıkarak, ayaklarımı dikkatle basamaklara yerleştirmeye odaklandım.
Sabah güneşinin altında parıldayan aşağıdaki çakıllar dikkatimi dağıtıp başımı döndürdü. “Ağaçtan inmeye çalışan kedi gibisin. İstersen itfaiyeyi arayayım, seni kurtarsınlar. Trumpton’ın yapacak işi yok nasılsa.” “Ben iyiyim,” diye çıkıştım ve son basamakları inmeme yardımcı olmak için uzattığı eli görmezden geldim. Derwent elini sırıtarak paltosunun cebine soktu ve sonunda çakıllara ulaştığımdan bunu da görmezden geldim. Kim Weldon bizi ilgiyle izliyordu. Tanıkları değerlendirerek o kadar uzun zaman geçirmiştim ki bu sürecin çift taraflı olduğunu hatırlamak beni şaşırtmamalıydı.
Bizi onun gözünden görmeye çalıştım: koyu renk kumaş pantolonun ve cilalı ayakkabıların getirdiği resmiyet, Derwent’ın eskiden asker olduğuna işaret eden kısa saçları, insanı hayallere daldıran yakışıklılığı. Ben ondan gençtim, rütbe olarak da altındaydım; onun kadar bakımlı olmaya çalışıyordum ama saçlarım topuzumdan fırlamaya başlamıştı bile. Birbirinin hareketlerini ezberlemiş emektar dans partnerleri gibi rahatlıkla yer değiştirdik.
Derwent genellikle bana kaba davranırdı, öyle ki bizi tanıyan insanlar bile yattığımızı, birbirimizden nefret ettiğimizi ya da ikisi birden olduğunu düşünüyordu. Aslında hiç yatmamıştık ve ondan sadece zaman zaman nefret ediyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse çoğu meslektaştan daha yakındık; yaşadığımız onca şeyden sonra arkadaş olmuştuk. Ayrıca benim ev sahibim olduğunu da unutmamak gerekiyordu. Onun sahip olduğu tek odalı evde yaşıyordum ama başka bir ev bulmak konusunda kararlıydım.
Henüz bakacak fırsatım olmamıştı o kadar. Çocuk gibi kavga etsek de birbirimizin içgüdülerine gözümüz kapalı güveniyorduk. Bayan Weldon’ın yüzünde kafası karışmış bir ifade ol masına şaşmamalıydı. “Nereye gitmemiz lazım?” diye sordum. “Bu taraftan.” dedi köprünün sol tarafını göstererek. “Bu sabah oradan geçiyordum. Daha önce de söylediğim gibi, merdivenlerden beş civarında inmiştim. Bu mevsimde güneş beş buçukta doğuyor ama hava aydınlanmaya başlamıştı. Fener olmadan da önümü görebiliyordum.” “Bunu sık sık yapıyor musunuz?” diye sordu Derwent. “Çoğu günler.” diyerek gülümsedi, nehre baktı ve derin bir nefes aldı. Nehir kenarındaki hava temizdi, şehrin gürültüsü yok olmuştu sanki. Üstümüzde uçuşan martılar, serin bahar esintisinde hırçın, alaycı bir edayla süzülüyorlardı. “Burası benim yerim. Lisanslı bir nehir toplayıcısıyım. Ister çöp olsun ister hazine, nehrin bana vermeyi uygun gördüğü her şeyi alıyorum.” “Hazine mi?” dedi Derwent ayakkabısının ucuyla çakıllanı eşeleyerek. “Ne tür bir hazine?”
“Çok değerli şeyler denemez. Ama tarihi açıdan önem taşıyan şeyler. Bazen çöplerin arasından da ilginç şeyler çıkıyor.” dedi eğilip küçük, beyaz bir tüp alarak. “Sizce bu nedir?” Elindeki şeye baktım. “Porselen parçası mı?” diye sordum.
“Kil pipo borusu. Uç kısmı olmadan hangi döneme ait olduğunu belirleyemem. Uçları bulmak daha zor ama 1600’lerden kalma olabilis. Pipo kullanmak Kraliçe Victoria dönemine kadar popülerdi. Kırılan pipolar tamir edilemediği için insanlar bunları nehre atıyordu.” “Antik bir sigara izmariti.” Derwent’a sert bir bakış attı, gözleri parhyordu. “Önemini anlamıyorsunuz, Müfettiş. Bu. Londra tarihinin küçük bir parçası. Bu pipoyu kullanan kişi çoktan öldü ve unutuldu ama vaktiyle burada yaşadığını biliyoruz.
Suya atıldığından beri ona dokunan ilk kişi ben olabilirim.” “Ne tür şeyler buluyorsunuz?” diye sordum. “Bir iki kez Roma’dan kalma camlar, madeni paralar ve çömlek parçaları buldum. Geçen sene kemikten oyulmuş bir Orta Çağ zarı buldum. Kim bilir buraya nasıl gelmiş? Belki birisi kötü şansından bıkıp nehre attı, belki de karşı tarafa geçmek için kayığa bindiği sırada cebinden düştü. Yüzlerce olasılık var, küçük bir tarih parçasında yüzlerce hikâye sakh. Benim favorim bin yıllık kemik tokaydı. Şimdi Londra Müzesi’nde, keşfeden kişi olarak benim adım yazıldı.
O toka ben öldükten sonra da orada olacak.” “Ve insanlar sizin vaktiyle burada yaşadığınızı bilecek,” dedim. Kadın gülümsediğinde gözlerinin etrafındaki kazayakları daha da derinleşti. “Sonuçta herkes bir iz bırakmak ister, dünyaya geldiğine dair bir kanıt kalsın ister. Bir gün birileri doğru zamanda doğru yerde olduğum ve özel bir şey bulduğum için memnun olabilir. Bu düşünce beni hep buraya döndürüyor.” “Bu sabah ne fark vardı?” diye sordum. “Yoktu. Her şey aynıydı. Yani onu bulana kadar. Sonra her şey mahvoldu.” dedi hafifçe kıkırdayacak.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKapalı Kapılar Ardında
- Sayfa Sayısı432
- YazarJane Casey
- ISBN9786256411647
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviOlimpos Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Darren Shan Efsanesi 04: Vampirler Dağı ~ Darren Shan
Darren Shan Efsanesi 04: Vampirler Dağı
Darren Shan
Darren Shan ve Bay Crepsley, vampirler dünyasının kalbine doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Fakat Vampirler Dağı’nda onları soğuktan daha fazlası bekliyor; vampanzeler oraya daha...
- Mephisto: Bir Kariyerin Romanı ~ Klaus Mann
Mephisto: Bir Kariyerin Romanı
Klaus Mann
“Bu ülkede kirli bir yalan hüküm sürüyor. Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete köşelerinden, beyazperdeden haykırıyor. Koca ağzını açıyor, boğazından irin ve veba kokusu geliyor: Bu...
- Aşk Kokan Çiçekler ~ Sherryl Woods
Aşk Kokan Çiçekler
Sherryl Woods
Sherryl Woods’un Romanlarına Övgüler “Woods usta bir gönül çelen.” —Publishers Weekly, Seaview Inn “Kesinlikle okunmalı. Woods’un romanı arkadaşlığın kurtarıcı gücünün evrensel hikâyesini anlatarak gündemdeki...