Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Karanlıktakiler Gözükmez
Karanlıktakiler Gözükmez

Karanlıktakiler Gözükmez

J. Mario Simmel

Soğuk Savaş dönemini ele alan casus romanlarıyla tüm dünyada en çok okunan yazarlar arasında yer alan J. Mario Simmel, politik tavrı ile de etkin…

Soğuk Savaş dönemini ele alan casus romanlarıyla tüm dünyada en çok okunan yazarlar arasında yer alan J. Mario Simmel, politik tavrı ile de etkin olmuş bir yazar. 12 Eylül  sonrasında Türkiye’deki politik baskıyı protesto etmek için kitaplarının Türkçe yayımlanmasına izin vermemiş ve bu yasağı ancak 2008 yılında kaldırmıştı.

Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Simmel’in en sevilen romanlarından biri olan Karanlıktakiler Gözükmez, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerika ile Rusya’nın Tahran’da dünyayı aralarında paylaşmak üzere yapmış oldukları gizli bir anlaşmayı ortaya çıkarmak için bir avuç insanın vermiş olduğu mücadeleyi anlatıyor. Kitapta Simmel, tarihi gerçeklerin eşliğinde yine macera ve romantizm dolu bir dünya yaratıyor.

Karanlıktakiler Gözükmez, ilaç bağımlısı TV programcısı Daniel ile yaşamının sonuna geldiğini düşündüğü bir anda beklenmedik şekilde hayatına giren Mercedes’in umut dolu dünyalarının nasıl umutsuzluğa sürüklendiğinin çarpıcı bir öyküsü…

“Koşarak bahçeyi geçti. Güneşte yanan evin arkasına koştu. Açık pencereden aşağı kilere indi. Şömine odunlarının arkasına gizlendi. Gömleği ve pantolonu terden vücuduna yapışıyordu. Yüzünden terler zeminin taşlarına damlıyordu. Birkaç dakika sonra sakinleşti. Nefes alışı da normalleşti. Yanındaki çantayı açtı. Springfield’ın parçalarını birbirine geçirdi. Sonra tabancayla tüfeğin susturucularını taktı. Eve girecekler ve her yanı arayacaklar diye düşündü.”

1

11 Şubat 1984 günü saat 18’e doğru Daniel Ross adında birisi, Frankfurt am Main kentinin sakin caddelerinden Sandhöfer’de, bir apartmanın giriş katındaki dairesinde yaşamına son vermeye hazırlanıyordu. 11 Şubat 1984 günü bir cumartesiydi. Ross yaşamına son vermek için bugünü bilerek seçmişti. Bu tür girişimlerde, yaşama son verme yollan ne kadar garantili olursa olsun, rahatsız edilme, bulunma ve yaşama döndürülme rizikosu hep vardır. Tabii böyle durumlarda beynin oldukça zedelenmesi ve herhangi bir organın ömür boyu zarar görmesi de olasıdır. Bu nedenle yaşamına son verenlerin birçoğu ormanı, dağı veya göl kenarındaki bir kulübeyi seçerler. Ya da öyle bir anda yaşamlarına son verirler ki, bulunsalar da arak iş işten geçmiştir.

Daniel Ross bir cumartesi akşamüstünü seçmişti. Çünkü sonra gece, arkasından bütün bir pazar günü ve yine gece gelecekti. Temizlikçi kadının pazartesi sabahı gelmesine kadar çok zaman vardı. Ross’un son dört aydır başından geçenlerden sonra, o günlerde ne kimsenin ona telefon etmesi, ne de onu araması söz konusuydu. Bir süredir kendisiyle hiç kimse ilgilenmiyordu. Bu duruma son aylarda her ne kadar üzülmüşse de, o cumartesi akşamüstü arak çok memnundu. Kimse gelmeyecekti. Frankfurt’ta kar serpeliyordu.

Bir avuç dolusu beyaz hapı ağzına attı. Hemen arkasından masada duran viskiyi başına dikti. Biraz önce de yine bir alay hap almışa. İskoç viskiyi buzla içiyordu. Bir tabakta duran yarım dilim ekmekle salamı da ağzına attı ve yavaş yavaş çiğnedi. Bir şey yemem gerek, diye düşündü, yoksa her şeyi çıkarırım. Yazı masasında oturuyordu. Masanın üzerindeki yeşil abajurlu lamba bütün çalışma odasını aydınlatıyor du. Kütüphane kitapla doluydu. Yazı masasının yanındaki pencere bakımsız bir bahçeye açılıyordu. Bahçenin karanlığından kavga eden kedilerin sesi duyuluyordu. Ross pencerenin camında kendi yüzünü gördü. Hemen bakışlarını başka yere çevirdi. Bakışları kâğıtlarla dolu masanın bir köşesinde duran gümüşten küçük bir plakaya takıldı kaldı. Bazı sözler kazılmıştı üzerine. Bir daha oku, diye düşündü. Çok mutlu olduğun günlerin anısı.

Üzerinde yaşadığımız dünyayı bir kargaşalığın ve rastlantının sonucu gibi kabul edebiliriz. Ama eğer bilinçli olarak ortaya çıkmışsa, bu bir şeytanın ustalığıdır. Bence rastlantı daha az üzücü ve aynı zamanda kabul edilebilir bir açıklamadır.

Bertrand Russell

En altta da şu satırlar vardı:

Birlikte ilk yılımızın şerefine Daniel’e sevgilerle.

Sibylle Viyana, 17 Kasım 1971

İşte, dedi kendi kendine, bir defe daha o kadını anımsadın. Şimdi devam et: Küçük bir şişeden sağ avucuna hapları boşalttı. Daniel Ross solaktı. Gerekli olan her şeyi yazı masasının üzerine yerleştirmişti. Bir viski bardağı, viski şişesi, gümüşten küçük bir buz kovası, bir tabak içinde ekmek ve salam dilimleri ile dört kutu Nembutal…

Bu uyku ilacını elde etmek çok kolay olmuştu. Geçen yıl aralık ayında geçirdiği bir soğuk algınlığı nedeniyle Frankfurt’un uzak banliyölerinden Eschersheim’da bir doktora gitmişti. Muayeneden sonra bir fırsatını bulup masanın üzerinde duran reçetelerden birkaçını çabucak cebine sokuvermişti. Reçeteler damgalıydı. İlacın adını yazıp imza ataktan sonra, dört ayrı eczaneden yirmi beşerlik dört kutu Nembutal almıştı. Yüz tanenin gerekli olduğunu biliyordu. Çalıştığı radyotelevizyon istasyonundaki “Vizite” adlı programı hazırlayan doktora sorup öğrenmişti. Bir draje Nembutal’de yüz miligram Phenobarbitat vardı. Bir insanın ölmesi için de on gram Phenobarbitat gerekliydi; demek ki, yüz draje. Ross dördüncü defa avucuna drajeleri doldurdu ve ağzına atıp üzerine viskiyi içti. Sonra tabaktaki salamlı ekmeklere uzandı. Dışarda karanlıktan kedi miyavlamaları duyuluyordu.

Aralık ayında umudunu yitirmiş, kararını vermişti. Yaşama artık bir son verecekti. Bunu yapmak zorundaydı. Her şeyini yitirmiş bir erkek, diye düşünmüştü, niçin yaşasın dı? O günlerde yaşamına son verecekti. Ama sonra aniden en eski dostlarından birini kaybetmiş, Fritz, Berlin’deki Martin Luther Hastanesinde ölmüştü. Hemen oraya uçmuştu. Gece nöbetçisi hemşire, dostunun son sözlerini ona söylemişti:

“Dedi ki, bu dünyadan çekip gitmemin zamanı geldi arak… Sonra gözlerini kapattı. Ölmüştü…”

Bu dünyadan çekip gitmenin zamanı geldi artık! Bu sözler o günden sonra aklından çıkmamıştı hiç. Daniel Ross, dostu Fritz’in son sözlerini unutamamış . Çekip gitmenin zamanı… Evet, onun için de çekip gitmenin zamanı gelmişti artık. Günler, haftalar boyu bunu düşünmüştü. Sık sık gece rüyasına bile girmişti dostu Fritz ve son sözleri. Arada sırada yüksek sesle de tekrarladığı oluyordu. Lanet olası Nobilam onu bu durumlara getirmişti. Acaba daha neler olacaktı Daniel’e. Düşünmek bile istemiyordu.

Dostunun cenaze töreninden hemen sonra Berlin’de Nembutal’i almak istedi. Ama serbest çalışan bir televizyon yapımcısından ansızın gelen öneri düşüncelerini değiştirdi. Ne var ki, üç hafta sonra aralarında anlaşma olmadı. Aldığı ilaçlardan kurtulmaya çalıştı. İlk günler iyi gitti, ama sonra ani bir kriz geldi. Hem de nasıl bir kriz! Berbat durumlara girdi. Artık Daniel için ölümden başka çıkar yol yoktu, hayır. Geçen perşembe günü yeni bir rekor kırdı. Korkularından kurtulmak ve biraz olsun kendine gelebilmek için bir günde tam on üç Nobilam aldı. Sonra birdenbire kendinden iğrendi. Cumartesi günü yaşamıma artık son vereceğim, diye düşündü. Kendine hiç acımamıştı. Niçin acıyayım başka insanlar gibi? Hayır, ben böyle bir şey yapmam. Ben kendimden iğreniyor, nefret ediyor ve kendime kızıyorum. Bu ona şimdi güç veriyor, destek oluyordu.

Yine bir avuç dolusu drajeyi ağzına attı. Viski kadehini başına dikti ve salamlı ekmekten yedi. Ross ekmeği çiğnerken lanet okudu. Drajeler de neden miligramlıktı! Şişeler daha doluydu. Hepsini almak zorundaydı. Tabii içtiği viski de ilacın etkisini artırıyordu. İşte onun için viskiyi kafana dikiyorsun ya, lanet olası hapçı herifi Mutlaka öleceksin. Üniversite kliniği yakındaydı. Beş yüz metre kadar ötede Heinrich Hoffmann Caddesi’nde. Ölmen gerekli. Kendini tut ve ikide bir lanet okuma! Marilyn de hap alarak öteki dünyaya göçtü. Başka nasıl öldü sanıyorsun? Haydi almaya devam et. Çabuk çabuk. Elindeki ekmeği ağzına atıp çiğnemeye başlamışa ki, telefonun çaldığını duydu. Ne yaptığını bilmeden telefona uzandı ve açtı. Rahatsız edildiğine kızacak durumda değildi artık.

“Ne var?”

“Kimsiniz?”

Bir kadın sesi. Değişik şiveli. Ne şivesiydi? Lanet olsun, ne şivesiyse şivesi, diye aklından geçirdi bir an.

“Kiminle konuşmak istiyorsunuz?”

“Bay Daniel Ross’lâ.”

Yanıt vermedi.

“Alo!”

“Evet.”

“Daniel Ross siz misiniz?”

“Evet. Ne istiyorsunuz?” Peltek peltek konuştuğunun farkına vardı. Bu çok hoşuna gitti. Başladı, diye düşündü. Viskisinden büyük bir yudum aldı.

“Benim adım Mercedes Olivera. Sizinle hemen görüşmem gerek.”

Ross elindeki kadehi masanın üzerine bıraka. Öfkelenmişti.

“Çok komik!”

“Ne dediniz?”

“Çok komik, dedim. Kimsiniz siz? Televizyondan biri mi? Yanınızda kimler var? O lanet olasıcalar kimler?” diye bağırdı. Kendi sesinden irkildi. Hayır, bağırmak yok. Yoksa telefondaki kadın şüphelenir, burada bir şeyler olduğunu anlar. Kalkar buraya gelir. Belki birisini yollar. Polisleri. Sıcaklık birden bütün vücudunu kapladı. Terlemeye başlamışa. Nedenini biliyordu. Nobilam’ın etkisiydi. Çoktandır terleme vardı. Kimi zaman gece yansı terlemeyle uykusundan uyanıyordu. Televizyonda çalışırken de aniden terlediği oluyordu. Terler alnından gözlerine akıyordu. Gözlerinin yandığını hissetti. Sırandan aşağı da süzülüyordu. Pijamasının üstü ıslanmışa. Ross masaya oturmadan önce pijamasını giymişti. Yatağa uzanmak için.

“Özür dilerim. Sinirlerim bozuk. Sanırım siz Ross adında bir başkasını arıyorsunuz. Bu ada çok rastlanır.”

“Siz Sandhöfer Caddesi’nde oturuyorsunuz değil mi?” Kadının sesi sert çıkmıştı.

“Evet.”

“Öyleyse benim aradığım Ross sizsiniz!”

Çılgınca bir telefon konuşması bu, diye düşündü. Televizyondan benimle alay etmek için arıyorlarsa… Hayır, sanmıyorum. Benden kurtuldukları için şimdi hepsi memnun olmalı. Ama niçin arasınlar? Benim gibi bir herifle niçin bir daha konuşmak istesinler? Ben hastalıklının biriydim. Evet, hastalıklıydım ben. Ama bu kadın kimin nesiydi? Neredeydi bu kadın?

“Neredesiniz siz?”

“Fuhlsbüttel’de.”

“Nerede?”

“Hamburg Havaalanı Fuhlsbüttel. Öyle değil mi?”

Ross birden müzik sesi duydu. Uzaktan geliyordu. Eski ve hüzünlü bir melodi. Kaim sesli bir kadın şarkı söylüyordu. “… Eğer bir isteğim olsaydı…” Sibylle. Bizim şarkımız, diye düşündü. Peki bu şarkının telefonda ne işi vardı?

Şimdi dehşetten bütün vücudu titremeye başlamıştı. Ne oluyor, diye bir an düşünerek ürperdi. Kulağıma sesler mi geliyor? Sonra o müzik, bizim şarkımız… Lanet olası Nobilam’dan mı acaba? Yine mi başlıyor? İlaç beni sayıklama durumuna mı getiriyor? Şimdi? Cumartesi akşamı? Midem Nembutal’le doluyken? Paniğe kapıldı ve ayağa fırlayıp telefondaki kadına bağırdı.

“Yoksa siz?..”

“Anlamıyorum.”

“… Kötü duruma düşseydim…” diye devam etti şarkıcı kadın. Orkestra yüksek sesle şarkıya eşlik etti.

Ah, lütfen, hayır, hayır, diye umutsuzca düşündü bir an. Altdudağını ısırdı, iskemleye oturdu. Birden midesi bulanmaya başlamıştı. Sık sık olurdu. Nobilam’ın yan etkisiydi. Ama bu ilaç olmadan da şimdiye kadar yaşayamazdım, diye düşündü. Her şey kötüye gidiyor, çılgınlaşıyor! Şimdi arak yaşamamaya karar verdim ya! Ölmek istiyorum! Kadehi başına dikti, tekrar viski doldurdu. Şişe az kalsın kadehi deviriyordu. Elleri öylesine titremeye başlamışa.

“Alo!” Telefondaki kadının sesi şimdi huzursuz çıkmıştı. “Alo! Ne oluyor size? Hasta mısınız? Neyiniz var. Bay Ross?”

“Benim… hiçbir… şeyim… yok… Siz şimdi…” Yutkundu. Mide bulantısı geçmişti.

“Ne demek, siz şimdi?”

“Siz gerçekten… Fuhlsbütte de misiniz?” Kendini toparla artık, lanet olası hapçı, isterik herif. Kendine gel artık!

“Söyledim ya! Alandaki bardan telefon ediyorum. Barmen telefon etmeme izin verdi…”

“… Neler isteseydim…”

Buna dayanamayacağım. Hayır, dayanamayacağım. “Ne çalıyor orada?” diye bağırdı.

“Barmen biraz önce bir kaset koydu da. Telefondan duyuluyor demek, öyle mi?”

“Ya…” Rahatlamıştı. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Birdenbire değişmişti. Telefonda bir kadın gerçekten konuşuyordu. Şarkı da banttan geliyordu. Her şey gerçekti. Aldığı ilaçların etkisiyle düş filan görmüyordu. Demek ki, rahat rahat ölebileceğim, diye bir an aklından geçirdi. Ama bu kadın da ne istiyordu?

“… Kötü ya da iyi günler.” Kalın sesliydi şarkıcı kadın. Orkestra. Piyano. Sibylle. Viyana. İkimiz de genç ve mutlu. Şimdiyse?.. Niçin şu anda o şarkıyı duyuyordum? Ah, Sibylle…

“Ben biraz önce Hamburg’a geldim, Bay Ross.”

“Nereden geldiniz?”

“Buenos Aires’den.”

“… Eğer bir isteğim olsaydı…” Dietrich’di şarkıyı söyleyen! Evet, Dietrich. Marlene Dietrich.

“Nereden?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıKaranlıktakiler Gözükmez
  • Sayfa Sayısı656
  • YazarJ. Mario Simmel
  • ISBN9752895720
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviEverest Yayınları / 2009

Yazarın Diğer Kitapları

Beriahome Harf Kupa

Aynı Kategoriden

  1. Erkek Nedir Bilmezdim ~ Jacqueline HarpmanErkek Nedir Bilmezdim

    Erkek Nedir Bilmezdim

    Jacqueline Harpman

    “Yaptığımın cevapsız kalan bir sürü soruya yenisini eklemekten başka bir şey olmadığının farkındayım” diyor Erkek Nedir Bilmezdim’in gizemli kahramanı. “Sadece, o gün içinde yaşadığım,...

  2. Ölüm Patikası ~ Tim WeaverÖlüm Patikası

    Ölüm Patikası

    Tim Weaver

    Bir asır önce idam edilmiş azılı bir katili bugün görseniz ne yaparsınız ? Londra’da kaybolan ve bulunmayan genç kız ve kadınlar… Bir ormanda, yer...

  3. Neon Yağmurları ~ James Lee BurkeNeon Yağmurları

    Neon Yağmurları

    James Lee Burke

    Kadın ortak bir veranda ve çalı dolu bir bahçeyle birbirine bağlanan eski tuğla evlerden birinde oturuyordu. Arkamda ayak sesleri duydum, dönüp bir şey hakkında...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur