Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kim Korkar 21. Yüzyıldan
Kim Korkar 21. Yüzyıldan

Kim Korkar 21. Yüzyıldan

Berytand Badie

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle “yeni uluslararası düzen”in başlangıcı ilan edilmiş olsa da, dünya tam bir düzensizlik içinde görünüyor. Özellikle Ortadoğu’daki krizler (Irak, İsrail-Filistin çatışması),…

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle “yeni uluslararası düzen”in başlangıcı ilan edilmiş olsa da, dünya tam bir düzensizlik içinde görünüyor. Özellikle Ortadoğu’daki krizler (Irak, İsrail-Filistin çatışması), şiddetin ve güvensizliğin yayılması kamuoyunda telaşa yol açtı ve gelecek hakkında karamsar yaklaşımları besledi.

Artık “21. yüzyıldan korkmak” mı lazım? Böyle bir soruya net bir şekilde cevap vermenin elbette hiçbir anlamı olmayacaktır. Buna rağmen, soğukkanlılığı korumanın ve bundan böyle hangi uluslararası sistemde yaşadığımızı anlamanın gerekliliği ortada. Güçlerin yeni hiyerarşisi, devlet dışı aktörlerin rolünün onaylanması (“11 Eylül” saldırılarıyla dikkat çekici şekilde kendini gösterdi), tüm insanlığı ilgilendiren sorunlar hakkında uluslararası uzlaşmalar (uluslararası ceza yargısı, sürdürülebilir kalkınma), “sınırsız” kamusal sahnenin sağlamlaştırılması vs. Tüm bunlar yükselen uluslararası sistemin en görünür özellikleri. Bununla birlikte, bu sistemin kuralları belirlenmiş değil ve büyük ölçüde tanımlanmayı bekliyor.

Bu çok sağlam 14 makalede (bazıları ilk defa yayımlanıyor, bazıları daha önce ekonomik ve jeopolitik yıllık L’état du monde’da yayımlandı), yazarlar bu yeni durumu inceliyor ve yeni bir dünyanın koşullarını araştırıyor.

ÖNSÖZ
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte “yeni uluslararası düzen”in başlangıcı ilan edilmiş olsa da, dünya lam bir düzensizlik içinde görünüyor. Başla Ortadoğu’dakiler olmak üzere krizler (Irak, İsrail Filistin çatışması), şiddetin yaygınlaşması ve güvensizliğin yayılması kamuoyunda telaşa yol açtı.
Artık “21. yüzyıldan korkmak” mı gerek? Böyle bir soruya net bir şekilde cevap vermenin elbette hiçbir anlamı olmayacaktır. Buna rağmen, soğukkanlılığı korumanın ve bundan böyle hangi uluslararası sistemde yaşadığımızı anlamanın gerekliliği ortada. Güçlerin yeni hiyerarşisi, devlet dışı aktörlerin rolünün onaylanması (“11 Eylül” saldırıları ile dikkat çekici şekilde kendini gösterdi), tüm insanlığı ilgilendiren sorunlar hakkında uluslararası uzlaşmalar (uluslararası ceza yargısı, sürdürülebilir kalkınma), “sınırları olmayan” bir kamusal sahnenin sağlamlaştırılması vs., tüm bunlar yükselen uluslararası sistemin en görünür özellikleri. Bununla birlikte, bu sistemin kuralları belirlenmiş değil ve büyük ölçüde tanımlanmayı bekliyor.
Bu çok sağlam 14 makalede (bazıları ilk defa yayımlanıyor, bazıları daha önce ekonomik ve jeopolitik yıllık M’etat du monde’da yayımlandı], yazarlar bu yeni durumu inceliyor ve yeni bir dünyanın koşullarını araştırıyor.

Hangi Uluslararası Sistemde Yaşıyoruz?
BERTRAND BADIE

21. yüzyılın basında sorumluluklara sahip uluslararası karar mercii, Soğuk Savaş’ın çocuğudur. Soğuk Savaş karar vericiyi açık bir dile alıştırmıştı: Dünyanın birbirine karşı gelen iki güç çevresinde kutuplaşmaktan başka şansı yoktu; dengelenmiş düşmanlık ilişkisi uluslararası ilişkileri düzenliyordu; güç dengesi barışın, daha doğrusu genelleşmiş bir savaşsızlığın temel etkeniydi; korunma ve ulusal güvenlik ihtiyacı ortak şekilleri belirliyordu; duruma uyum sağlayan  egemenlik, devletlerin, ihtiyatlı bir kapsamlı hır küreselleşmenin ve en güçlü olanın sert egemenliğinden küçük kardeşin sınırlı egemenliğine giden güç hiyerarşisinin yer aldığı bir uluslararası düzene ilkesel olarak hizmet ediyordu.
Böyle bir sistemin tanımlanması akıllıydı  bu sistem, egemenliği savunan uluslararası hukukla; kendini, güçler arasında mahkeme rolüyle sınırlayan uluslararası kurumlarla güçlerin iyi kurulmuş denge stratejisiyle. devletlerin herkes matından kabul edilen bağamsızlıklarıyla ve Henry Kissıngerın (1976 1977 ara). Dışişleri Bakanı), kendisiyle büyük akrabalık ilişkisini övdüğü ve onu Metternich uyumu ya da Bısmark sistemiyle, yani 19 yüzyılda hâkim olan güç ittifaklarıyla birleştiren diplomatik üslupla uyum içindeydi. Böylece, fazla yanılma riski olmaksızın uluslararası arenada nasıl oynanacağı biliniyordu: Kurallar öğrenilmiş!! ve kabul edilmişti, nasıl bir dünyada yaşanıldığı biliniyordu.

Yeni dünyanın geç tanımlanışı

Bu dünya o kadar rahattı ki sonunun geldiğini açıklamak için acele edilmedi. Tuhaf bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş’taki zaferlerinin sonuçlarından yararlanmakta aceleci davranmadı. Duvarın yıkılmasından çok etkilendik, ama kazananın rahatını sağlayan bir sistemin kayboluşunu gizlemeyi tercih ettik. Yeni dünyanın tanımlanmasına yardım edebilecek birçok yılı kaybettik. Bu tanımlama öncelikli olarak yeni uluslararası alanlara açılan kırılmalara alışmayı öngörür; görev, zamansallıkların kesiştiği ölçüde zordur. Duvarın yıkılması, neredeyse herhangi bir olay kadar kısa bir süre almıştır, oysa ki bundan önce ulus devletin krizine yol açan daha yavaş bir dönüşüm ve uzun vadede oluşturulmuş bir küreselleşmeye bağlı daha da derin bir değişim söz konusudur.
Küreselleşme, Westfalya sisteminden (1648’de imzalanan Westfalya barışının sonucu olan ve egemen ulus devletlerin biraradalığını sağlayan sistem) ayrılır. Küreselleşme ulus ilişkileri siyasal kontrolden bağışık tutarak sıradanlaştırır. Yeni bir iletişim modeli üzerine dayanan küreselleşme, nerede bulunursa bulunsunlar insanların birbirleriyle doğrudan ilişkilerini sağlar. Bugün herkesin herkesle iletişim kurabilmesi, sınırları zayıflatma eğiliminde ya da her halükarda sınırlara yeni bir anlam veriyor; mekânsal yetki etkilenirken, mesafe siyasal çare olma özelliğini kaybediyor. Bundan böyle her birey mesafeyi alt edebileceği gibi, yöneticiler de yönetilenleri kontrol etmek, insan hareketliliğini denetlemek ve bu hareketliliğin bağımsızlığını bastırmak için mesafeden giderek daha az yararlanabilecek durumda. Bir yanıyla mekânsızlaşmış bu dünyada geleneksel siyasal ilişki, yaygınlaşan bir alışveriş karşısında geriliyor. Aynı doğrultuda, her birey potansiyel bir uluslararası aktöre dönüşüyor. Eskiden sadece devlet gladyatörlerine ait olan uluslararası arena bundan böyle küreselleşmeden yararlanan sayısız devlet dışı aktör tarafından işgal edildi: Dini aktörler, firmalar, NGO (Hükümet Dışı Örgütler), her türlü ağlar. Yönetişim kavramı, kamusal aktör ile özel aktörü birleştiren hu düzenleyici modeli tanımlamak için ve kamusal aktörün mutlak tekelini sorgulayarak, yönetimin yerine yeni bir kelime olarak kendini tanımladı.

Karşılıklı bağımlılık egemenliğe üstün geliyor

Böylece, devlet krizi bir sıçrama gibi beliriyor: Küreselleşmiş bir dünyada karşılıklı bağımlılık egemenliğe üstün geliyor. Ulusal güvenlik küresel güvenlik karasında siliniyor: Her bir kişi herkese bağımlı olduğundan her varlığın güvenliği doğrudan, yakın veya uzak tüm diğerlerinin güvenliğini ilgilendiriyor. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programının (UNDP) 1994 tarihli raporunda konu edindiği, küreselleşmiş ve insancıllaşmış, ekonomik, toplumsal, kültürel veya çevresel sorunları kapsayan yeni güvenlik, artık “e sadece ne de öncelikli olarak ulusal savunma konusu değilken, günlük hayatta karşılıklı bağımlılık, kamu politikalarını gittikçe daha fazla birbirine bağlanmaya itiyor, Bölgesel bütünleşme ve evrensel yönetişim, insanlığın ortak mallarının sorumluluğuyla (hepimizin herkesin iyiliği için sorumlu olduğu mallar), Hobhes’un I.ei’lalban’ma ve toplum sözleşmesinin eski geometrisine  karşı oluşmuş güçlü tehdide verilen ilk cevaplar: oluşturuyor. Elbette ne biri ne de diğeri devleti yıkmıyor fakat, ilkelerini sarsıyor ve onu, yerel, ulusal, makrobölgesel ve bazen küresel kademeleri birleştiren çok aşamalı bir yönetişime (“multilevel gai’ernance”) yönlendiriyor… Westfalya düzeninden çok uzaktayız. Bir de bu yeni tartışma ve karâr mekânlarını adlandırmanın zorluğu oranında, büyük ölçüde bi
Devlet krizi Güneyde daha da belirgin: İthal edilen devlet modelinin ve Batılı devletin evrenselleşmesinin başarısızlığı sömürgelikten kurtulma sürecini belirginleşirdi. “Başarısız” devletlerin {“failing states”) ve çökmüş devletlerin (collapsed states) hızla çoğalması Afrika ve Asya’yı kana boğan birçok çatışmanın kökeninde. Bu çoğalma özellikle uluslararası oyunu temel bir aracıdan mahrum bırakıyor: Güneyde siyasal otoritelerin çöküşü ve kurumların çözülmesi eski müşteri ilişkilerini kapsayacak şekilde uluslararası denge mekanizmalarını işlevsiz kılıyor. Oysa ki bu durum, kabileler, klanlar, dinsel gruplar, harta mafya oluşumları ve özel milisler gibi bir öncekilerin yerine geçen aktörlerin hepsi için fırsat oluşturuyor…
Son olarak iki kutupluluğun yok oluşu, uluslararası sahneyi genel kurallarını belirleyen temel özelliklerinden yoksun bırakıyor: Alman filozof Cari Schmıtt tarafından Öne sürülen bu özellikler düşmanın ve dostun temel rollerini, Batı’nın ve Doğu’nun büyük güçlerinin arkasından düzenlenen çıkar ilişkilerini ve nihayet aynı soydan ve denk güçlerdeki iki sistemin karşı karşıya geldiği ideolojik çatışmayı belirliyor. Böylece, aslında tarihin kazası haline gelen kutup fikrinin kalıcılığı hakkında kendimizi sorguluyoruz. Kutup, yarar ve koruma sağlamak için yönlendiğimiz çekici bir güç olarak anlamlıydı.
…..

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur