Evinize ilk defa gelen, heybetli kütüphanenizi görüp de size, “Hepsini okudunuz mu?” diye sormaktan daha iyi bir şey bulamayan birine verilebilecek birçok cevap biliyorum. Dostlarımdan biri şöyle cevap verirdi: “Daha fazlasını beyefendi, daha fazlasını.”
İki kitap âşığı Jean-Claude Carrière ve Umberto Eco, insan ruhunun kendini bulması ve tanıması için metne ihtiyaç duyduğu konusunda hemfikir – bu metin ister parşömende, ister kâğıtta, ister elektronik dosyada yazılı olsun. Şekilleri değişse bile kitapların dijital çağda da varlığını sürdüreceğine inanan bu iki yazar, kitabın beş bin yıllık tarihinde sohbet tadında bir yolculuğa çıkıyor. Zamanda ve mekânda gezinirken gerçek kişiler roman kahramanlarına karışıyor; koleksiyoncuların tutkuları, neden bazı dönemlerin çok sayıda şaheser doğurduğu, kütüphanemizi nasıl düzenlememiz gerektiği anlatılıyor.
Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, her şeyden önce okurlara ve kitaplara bir övgü, bir kutlama metni.
İçindekiler
Önsöz ……………………………………………………………………. 11
Açılış: Kitap Ölmeyecek ……………………………………………. 17
Kalıcı Veri Depolama Ortamlarından Daha
Geçicisi Yoktur …………………………………………………… 23
Tavuklar Yolun Karşısına Geçmemeyi Bir
Asırda Öğrendi …………………………………………………… 42
Waterloo Muharebesi’ne Katılan Herkesin İsmini
Saymak ……………………………………………………………… 60
Elenmişlerin Rövanşı ………………………………………………… 72
Bugün Yayımlanan Her Kitap Bir Post-Incunabula’dır …….. 95
İlle de Bize Ulaşmayı İsteyen Kitaplar ……………………….. 124
Geçmişle İlgili Bildiklerimizi Alıklara, Ahmaklara
ya da Hasımlara Borçluyuz …………………………………. 143
Kendini Gösterme Merakını Hiçbir Şey Durdurmaz ……. 154
Aptallığa Övgü ………………………………………………………. 167
İnternet ya da Damnatio Memoriae’nin İmkânsızlığı …….. 184
Ateş Vasıtasıyla Sansür ……………………………………………. 193
Okumadığımız Bütün Kitaplar …………………………………. 210
Mihraptaki Kitap ve “Cehennem”deki Kitaplar …………… 225
İnsan Öldükten Sonra Kütüphanesine Ne Olur? …………. 251
Önsöz
“Bu şunu öldürecek. Kitap binayı öldürecek.”1 Hugo, bu meşhur sözünü Claude Frollo’nun, Notre-Dame de Paris’nin başdiyakozunun ağzından söyletir. Mimari ölmeyecektir şüphesiz, fakat biçim değiştiren bir kültürün bayrağı olma işlevini kaybedecektir. “Mimariyi düşünceyle kıyasladığınızda, düşünce kitap haline gelirken bir parça kâğıt, biraz mürekkep ve bir kalem yettiğine göre, insan zekâsının matbaa uğruna mimariyi terk etmesine nasıl şaşılır?” Bizim “taştan Kitabı Mukaddeslerimiz” ortadan yok olmadı, fakat önce elyazması, sonra da basılı metinlerin üretiminin tamamı, o “düşünen beyinlerin karınca yuvası”, o “bütün muhayyilelerin, şu altın rengi arıların ballarıyla üşüştükleri kovan”, Ortaçağ’ın sonunda, onları apansız, bulundukları mevkiden fena halde alaşağı etti. Keza, elektronik kitap basılı kitabın zararına olacak şekilde sonunda kendini kabul ettirse de, onu evlerimizden ve alışkanlıklarımız arasından çıkarmayı başarması için pek az sebep var. “E-kitap” kitabı öldürmeyecek yani. Gutenberg’in ve dâhiyane icadının kodekslerin2 kullanımını; kodekslerin kullanımının da papirüs tomarları veya volumina3 ticaretini akşamdan sabaha ortadan kaldırmadığı gibi. Güncel gelişmeler ve alışkanlıklar bir aradayaşar, bizlerin en çok sevdiği şeyse olasılıklar yelpazesini genişletmektir. Film tabloyu öldürdü mü? Ya televizyon sinemayı? O halde, bundan böyle dijital olan evrensel kütüphaneye tek bir ekran vasıtasıyla girişimizi sağlayan okuma sayısallaştırıcılarına ve donanımlarına hoş geldin diyoruz.
Asıl soru, ekrandan okumanın, bugüne kadar kitapların sayfalarını çevirerek yapageldiğimiz okumaya nasıl bir değişiklik getireceğini bilmekte yatıyor. Bu yeni küçük, beyaz kitaplar sayesinde ne kazanacağız, ama öncelikle bunlar yüzünden neyi kaybedeceğiz? Yıllanmış alışkanlıkları, belki. Kitabı mihraba yerleştirmiş bir uygarlık çerçevesinde, onu kuşatan kutsallığı. Hipermetinsellik kavramının kaçınılmaz olarak bozacağı, yazar ile okuru arasındaki o özel mahremiyeti. Kitabın simgelediği “kapanış” fikrini ve tam da bundan hareketle, besbelli ki bazı okuma âdetlerini. Roger Chartier’nin Collège de France’taki açılış dersinde belirttiği gibi, “Dijital devrim, söylemler ile onların maddiyeti arasında kurulmuş olan eski bağı kopararak, bizim yazıyla bağdaştırdığımız hareketlerin ve kavramların kökten biçimde gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.” Bunlar bizde derin sarsıntılar yaratacak muhtemelen, fakat üstesinden geleceğiz.
Jean-Claude Carrière ile Umberto Eco arasındaki söz alışverişinde asıl mevzubahis olan şey, elektronik kitabın büyük ölçekte (veya değil) benimsenmesinin ortaya çıkarabileceği değişimlerin ve çalkantıların yapısı üzerinde bir karara varmak değildi. Bibliyofil olarak, eski ve nadir kitap koleksiyoncuları, incunabula1 arayıcıları ve avcıları olarak tecrübeleri, onları kitabın, tıpkı tekerlek gibi, muhayyilenin işleyişi bakımından aşılamaz bir çeşit mükemmellik olduğu değerlendirmesine vardırıyor daha ziyade. Uygarlık tekerleği icat ettiğinde, tekerlek kendini biteviye tekrar etmeye mahkûmdur artık. Kitabın icadını ister ilk kodekslere (MS yaklaşık 2. yüzyıl) ister daha eski papirüs tomarlarına dayandıralım, uğradığı değişimlerin ötesinde, kendine olağanüstü bir şekilde sadık kaldığını kanıtlamış bir gereç var karşımızda. Bu durumda kitap, müjdelenen veya korkulan teknolojik devrimlerin durduramayacağı bir çeşit “bilginin ve muhayyilenin tekerleği” gibi görünüyor. Bu iç rahatlatıcı saptamayı yaptığımıza göre, asıl tartışmaya girişebiliriz artık. Kitap teknolojik devrimini yapmaya hazırlanıyor. Peki, kitap nedir? Raflarımızda, bütün dünyanın kütüphanelerinin raflarında, insanlığın kendini yazacak duruma geldiğinden beri biriktirdiği bilgileri ve hayalleri kapsayan kitaplar nedir?
Zihnin onlar aracılığıyla çıktığı bu serüvene dair nasıl bir imgeye sahibiz? Bize hangi aynaları tutuyorlar? Bu üretimin sırf köpüğünü, etrafında kültürel uzlaşmaların oluştuğu şaheserleri dikkate alacak olursak, unutuşun daima yok etmekle tehdit ettiklerini güvenli bir yere koymaktan ibaret olan asıl işlevlerine sadık kalabilir miyiz? Yoksa bu yazı bolluğunun da ayırıcı niteliği olan olağanüstü fukaralığı dikkate alarak, kendimize dair daha az gurur okşayıcı bir imgeyi kabullenmeli miyiz? Kitap, artık çıkmış olduğumuzu zannettiğimiz karanlıkları bize unutturduğu farz edilen kendimizle ilgili ilerlemelerin simgesi midir ille de? Kitapların bize sözünü ettikleri şey tam olarak nedir? Kütüphanelerimizin sağladığı, kendi kendimizi daha açık yüreklilikle tanımaya yönelik tanıklığın mahiyetine dair bu endişelere, bir de bize kadar ulaşmış olan şeylere dair sorular eklenir. Kitaplar, az ya da çok esinlenen insan dehasının yarattığı şeyin sadık yansıması mıdır?
Bu soru ortaya atılır atılmaz, kafaları bulandırır. Onca kitabın yanıp kül olduğu ve olmaya da devam ettiği ateşleri birden hatırlamazlık edebilir miyiz? Sanki kitaplar ve derhal simgesi haline geldikleri ifade özgürlüğü, onların kullanımını ve dağıtımını denetlemeye, bazen de ebediyen onlara el koymaya meraklı onca sansürcüyü yaratmışçasına. Örgütlü bir yok etme eylemi söz konusu olmadığında ise, ateş, sırf yakmak ve küle döndürmek tutkusuyla, koskoca kütüphaneleri sessizliğe gömdü; tutuşturulan odun yığınları, birbirlerini beslercesine, bu denetlenemez bolluğun bir çeşit düzene sokuşu meşrulaştırdığı fikrini devam ettirir oldu. Şu halde kitap üretimi tarihi, daima yeni baştan başlanan hakiki bir bibliyokost1 tarihinden ayrılamaz. Sansür, cahillik, ahmaklık, engizisyon, kitap yakma, ihmal, dalgınlık, yangın; bunların her biri kitapların yolunun üstüne, kimi zaman önüne geçilemeyen engeller olarak çıkacaklardı böylelikle. Yani tüm arşivleme ve muhafaza çabaları İlahî Komedya’ların ebediyen bilinmez kalmasını asla engellemeyecekti. Kitap üzerine ve tüm o yıkıcı hamlelere rağmen bizlere ulaşan kitaplar üzerine yapılan bu değerlendirmelerden, iki fikir çıkıyor; Paris’te Jean-Claude Carrière’in konutunda ve Monte Cerignone’de Umberto Eco’nun evinde yürütülen bu dereden tepeden söyleşiler işte bu iki fikrin etrafında şekillendi. Kültür dediğimiz şey gerçekte uzun bir ayıklama ve eleme sürecidir. Koskoca kitap, resim, film, çizgi roman, sanat nesnesi koleksiyonları bu şekilde ya sorgu memuru tarafından alıkondu ya alevler arasında yok olup gitti yahut da sırf ihmal yüzünden kayboldu. Önceki yüzyılların muazzam mirasının en iyi kısmı mıydı bunlar?
En kötü kısmı mı? Yaratıcı ifadenin filanca alanında, elimize geçen altın külçesi mi oldu, çamur mu? Eski Yunan’ın en büyük üç trajedi şairi olarak gördüğümüz Euripides’i, Sophokles’i, Aiskhylos’u hâlâ okuyoruz. Ne var ki Aristoteles, Poetika’sında, trajediye hasrettiği eserinde, trajedinin en ünlü temsilcilerini sayarken bu üç isimden hiçbirini zikretmiyor. Kaybetmiş olduğumuz muhafaza etmiş olduğumuzdan daha mı iyiydi, Eski Yunan tiyatrosunu daha mı iyi temsil ediyordu? Kafamızdaki şüpheyi kim söküp atacak? İ
skenderiye Kütüphanesi yangınında yok olmuş papirüs tomarları arasında ve duman olup uçan bütün kütüphanelerde muhtemel paçavraların, zevksizlik ve saçmalık abidelerinin uyukladığını düşünerek teselli mi bulacağız? Kütüphanelerimizin barındırdığı değersiz hazinelere bakarak, geçmişin o muazzam kayıplarını, hafızamızın isteyerek veya istemeyerek işlediği o cinayetleri göreceleştirebilecek miyiz; dünyanın tüm teknolojileriyle donanmış toplumlarımızın hâlâ emin bir yere koymaya uğraştığı –ama kalıcı olarak bunu bir türlü başaramadığı muhafaza ettiklerimizle mi yetineceğiz? Geçmişi konuşturma konusunda ne kadar ısrarlı olursak olalım, kütüphanelerimizde, müzelerimizde veya sinemateklerimizde zamanın yok etmediği veya edemediği eserleri bulabileceğiz ancak. Kültürün, tam da, her şey unutulduğunda geride kalan şey olduğunu her zamankinden daha iyi kavrıyoruz. Fakat bu söyleşilerin en nefis yanı, insanlığın o muazzam inatçı çabasının başucunda sessizce bekleyen ve bazen son derece dediğim dedik olduğunu kabule hiç yanaşmayan aptallığa düzülen övgü belki de. İkisi de kitap koleksiyoncusu ve sevdalısı olan göstergebilimci ile senarist arasındaki buluşmanın anlamı tam da burada yatıyor. İlki, hakikate aykırı, sahte ve hatalı olan üzerine son derece nadir eserlerden meydana gelen bir koleksiyon oluşturmuş; ona göre, bir hakikat kuramının temelini atmaya yönelik her girişim bunlara bağlı çünkü.
“İnsan kendine özgü bir şekilde olağandışı bir yaratıktır,” diye açıklıyor Umberto Eco. “Ateşi keşfetti, şehirler inşa etti, muhteşem şiirler yazdı, dünyaya çeşitli yorumlar getirdi, mitolojik imgeler yarattı vs. Fakat aynı zamanda, hemcinslerine savaş açmaktan, yanılgıya düşmekten, çevresini yok etmekten vs. bir türlü vazgeçmedi. Terazinin bir kefesine yüksek zihinsel meziyeti, öbür kefesine bayağı salaklığı koyduğunuzda terazi neredeyse dengede kalır. Dolayısıyla, aptallıktan bahsetmeye karar vermekle, bu yarı-dâhi yarı-ahmak yaratığa saygılarımızı sunuyoruz bir anlamda.” Kitaplar, daha iyinin ve varlığını yüceltme arayışındaki bir insanlığın özlemlerinin ve istidatlarının tam bir yansıması sayılıyorsa, o halde bu saygınlık aşırılığı ile bu liyakatsizliği kaçınılmaz olarak dile getirmeliler. Onun için de bu asılsız, yalan yanlış, hatta, şaşmaz bakış açımıza göre, hepten abes eserlerden kurtulacağımızı zannetmeyelim dahi. Vaktimiz dolana kadar sadık gölgeler gibi bizi takip edecek ve eskiden ne olduğumuz hakkında ve dahası, şu an ne olduğumuz hakkında yalan söylemeksizin konuşacaklar. Yani tutkulu ve inatçı ama doğrusunu söylemek gerekirse, hiç ahlaki kaygı gütmeyen araştırmacılar olduğumuz hakkında. Hata, yalnızca arayıp da yanılanlara ait olduğu ölçüde insancadır. Çözülen her denklem, doğrulanan her varsayım, değişime uğrayan her deneme, paylaşılan her görüş için, hiçbir yere çıkmayan ne kadar yol kat edilmiştir? Onun için de kitaplar, bezdirici rezilliklerinden nihayet kurtulmuş bir insanlığın hayalini aydınlatır, aynı zamanda bu hayali soluklaştırır ve karartır.
Tanınmış senarist, tiyatro adamı, denemeci Jean-Claude Carrière de değeri bilinmemiş ve ona kalırsa yeterince ziyaret edilmemiş aptallık denen bu anıta yakınlık duyar ve devamlı yeniden basılan bir çalışmasını ona adamıştır: “Altmışlı yıllarda, Guy Bechtel ile Dictionnaire de la bêtise’imizi [Aptallık Sözlüğü] hazırlamaya giriştiğimizde, kendi kendimize şöylededik: Niye sadece zekânın, şaheserlerin, zihnin büyük anıtlarının tarihine yapışıp kalalım? Flaubert’in de çok sevdiği aptallık, elbette ki alabildiğine daha yaygın, ama aynı zamanda daha bereketli, daha ifşa edici ve bir anlamda daha doğruymuş gibi geldi bize.” Ayrıca görülüyor ki aptallığa gösterdiği bu ilgi onu, bu ateşli ve kör yanılma tutkumuzun en parlak tanıklıklarını bir araya getirmek için Eco’nun harcadığı çabaları gayet iyi anlayacak konuma getirmiş.
Hata ile aptallık arasında bir çeşit akrabalık, hatta yüzyıllardır hiçbir şeyin bozacak güçte görünmediği gizli bir suç ortaklığı olduğu ortaya konabilir şüphesiz. Fakat bizim için daha şaşırtıcısı, Dictionnaire de la bêtise’nin yazarıyla La Guerre du faux’nun [Sahtenin Savaşı]1 yazarının soruları arasında, bu söyleşilerin geniş ölçüde açığa çıkardığı ruh yakınlıkları ve duygudaşlıklar olduğuydu. Bu yol kazalarının şakacı gözlemcileri ve anlatıcıları olarak, hem ışık saçanları hem dikiş tutturamayanları sayesinde insan macerasından bir şeyler anlayabileceğimiz kanısında olan Jean-Claude Carrière ile Umberto Eco, hafızanın etrafında parlak bir doğaçlamaya dalıyorlar burada, bunu da tıpkı şaheserlerimiz kadar hafızayı meydana getiren fiyaskolardan, boşluklardan, unutmalardan ve telafi edilemez kayıplardan hareketle yapıyorlar. Kitabın, eleme işlemlerinin verdiği zararlara rağmen, kurulan bütün tuzakları en iyi ama bazen de en kötü sonuca ulaşmak için– sonunda nasıl aştığını göstermenin keyfini çıkarıyorlar. Yazıların dünya çapında dijitalleşmesinin ve yeni elektronik okuma gereçlerinin benimsenmesinin temsil ettiği meydan okuma karşısında, kitabın bahtına ve bahtsızlığına değinmek, ilan edilen değişimleri göreceleştirmeyi sağlıyor. Gutenberg galaksisine mütebessim bir saygı duruşu olan bu söyleşiler, tüm okurları ve kitap denen nesnenin sevdalılarını mutlu edecek. E-kitapları olanlarda özlem uyandırması da mümkün.
Jean-Philippe de Tonnac
AÇILIŞ
Kitap Ölmeyecek
JEAN-CLAUDE CARRIÈRE: 2008’deki son Davos zirvesinde, önümüzdeki on beş yıl içinde insanlığı altüst edecek olaylar konusunda fikri sorulan bir fütürolog, yalnızca belli başlı dört olayı aklımızda tutmamızı önerdi; ona göre bunların olacağı kesindi. Birincisi, petrolün varili beş yüz dolar olacak. İkincisi suyla ilgili; tıpkı petrol gibi suyun da ticari bir alışveriş ürünü olması kaçınılmaz. Borsada su rayicini göreceğiz.
Üçüncü kehanet Afrika’ya ilişkin, önümüzdeki on yıllarda kesinlikle ekonomik bir güç haline gelecek, hepimizin dileği bu tabii. Bu profesyonel kâhine göre dördüncü olay, kitabın ortadan kalkacak olması. O halde asıl mesele şu: Kitabın kesin olarak silinip gitmesi, eğer hakikaten ortadan kalkarsa, insanlık için, mesela suyun öngörülen programa göre azalmasının ya da ulaşılmaz hale gelen petrol fiyatlarının yol açacağı türden sonuçlar doğurur mu, doğurmaz mı? UMBERTO ECO: Kitap, internetin ortaya çıkması yüzünden ortadan kalkacak mı? Bu konuda zamanında yazmıştım, yani bu soru tam da yerinde görünürken. O gün bugündür, bu konuda fikrim her sorulduğunda, aynı metni yeniden yazmaktan başka bir şey gelmiyor elim den.
Kimse bunun farkında değil, çünkü birincisi, daha önce yayımlanmış olan bir metin hiç yayımlanmamış gibidir; ikincisi, kamuoyunda (yahut da en azından gazetecilerde) kitabın ortadan kalkacağına dair hep aynı sabit fikir var (yahut da o gazeteciler okurlarının bu sabit fikre sahip olduklarını düşünüyorlar) ve herkes bıkıp usanmadan aynı soruyu dile getiriyor.
Konu üstünde söylenecek çok az şey var gerçekte. İnternetle, alfabe çağına döndük. Biz görüntü uygarlığına girdiğimizi zannetmiş olsak da, bilgisayar bizi gerisingeri Gutenberg galaksisinin içine soktu ve herkes okumak mecburiyetinde artık. Okumak için, maddi bir ortam1 gerekir. Bu maddi ortam sadece bilgisayar olamaz. Bir roman okumak için bilgisayar başında iki saat geçirin, gözleriniz tenis topu gibi olur. Benim evde polaroid gözlüğüm var, ekran karşısında devamlı okumanın yol açtığı zararlardan gözlerimi korumamı sağlıyor. Kaldı ki bilgisayar elektriğin olmasına bağlı ve banyo küvetinde okuyamazsınız, yatakta yan yatarken de. Dolayısıyla kitabın daha esnek bir gereç olduğu ortada. İki şeyden biri: Ya kitap, okumanın maddi ortamı olarak kalacak ya da kitabın, matbaanın icadından önce bile, hep olageldiği şeye benzeyecek bir şey çıkacak ortaya. Kitap nesnesinin etrafındaki çeşitlemeler beş yüz yılı aşkın süredir onun ne işlevini değiştirdi ne de sentaksını. Kitap tıpkı kaşık, çekiç, tekerlek veya makas gibidir. Bir kere icat ettikten sonra daha iyisini yapamazsınız.
Bir kaşıktan daha iyi olacak bir kaşık yapamazsınız. Tasarımcılar, mesela tirbuşonu daha iyi hale getirmeye çalışıyorlar, başarı oranları pek zayıf, kaldı ki çoğu da işlemiyor. Philippe Starck limon sıkacaklarında yenilik yapmayı denedi, fakat onunki (belli bir estetik uyumu korumak adına) çekirdekleri de limon suyuyla birlikte geçiriyor. Kitap değerini kanıtladı, aynı şekilde kullanmak üzere kitaptan daha iyisini nasıl yapabileceğimiz bir muamma. Belki bileşimine giren unsurlar gelişim gösterecektir, belki sayfaları kâğıttan olmayacaktır artık. Fakat neyse o olarak kalacaktır. J.-C.C.: Görünüşe göre e-kitabın son versiyonları, onu basılı kitabın doğrudan rakibi haline getirdi artık. “Reader” modelinde daha şimdiden yüz altmış başlık var. U.E.: Bir hâkimin, görülen bir davaya ait yirmi beş bin dosyayı, şayet bir e-kitabın belleğine yerleştirilmişlerse, evine daha kolay götüreceği aşikâr. Elektronik kitap pek çok alanda olağanüstü bir kullanım rahatlığı getirecek. Yalnız, okumanın gereklerine en iyi uyarlanmış teknolojiyle bile, Savaş ve Barış’ı bir e-kitapta okumak çok elverişli olur mu diye merak etmeden duramıyorum.
Göreceğiz. Her halükârda Tolstoy’ları ve kâğıt hamuruna basılmış tüm kitapları artık okuyamayacağız, sebebi çok basit, kütüphanelerimizde çoktan eriyip dağılmaya başladılar çünkü. Ellili yıllarda Gallimard ve Vrin yayınevlerinden çıkmış kitapların büyük bölümü çoktan ortadan yok oldu. Tezimi hazırladığım dönemde o kadar işime yaramış olan Gilson’un Ortaçağ’da Felsefe’sini bugün elime bile alamıyorum. Sayfaları kelimenin gerçek anlamıyla parçalanıp dağılıyor. Yeni bir baskısını satın alabilirim şüphesiz ama benim bağlandığım eskisi, ona her başvurduğumda değişik renkte kalemlerle notlar almış olduğum.
JEAN-PHILIPPE DE TONNAC: İster elektronik ortamdaki ansiklopedilerin ister romanların okunması olsun,her durum ve koşulda yapılabilen bir okuma eyleminin gereklerine ve rahatlığına gittikçe daha iyi uyarlanan yeni veri depolama ortamlarının geliştirilmesiyle, geleneksel biçimiyle kitap nesnesinden yavaş yavaş soğumak her şeye rağmen tahayyül edilemez mi?
U.E.: Her şey olabilir. Yarın öbür gün kitaplar, geçmiş hayranlığına dair meraklarını müzelerde, kütüphanelerde tatmin etmeye gidecek olan bir avuç iflah olmaz tutkunu ilgilendirebilir sadece.
J.-C.C.: Müze ve kütüphane kalırsa tabii. U.E.: Fakat internet denen müthiş icadın da gelecekte ortadan kaybolacağını aynı şekilde tahayyül edebiliriz. Tıpkı güdümlü balonların göklerimizden kaybolduğu gibi. Hindenburg, savaştan kısa süre önce New York’ta alev aldığında, güdümlü balonların geleceği öldü. Aynı şey Concorde için geçerli: 2000’de Gonesse’teki kaza onun sonu oldu. Tarih her şeye rağmen olağandışıdır. Atlas Okyanusu’nu sekiz saatte geçen uçak yerine, yalnızca üç saatte geçen bir uçak icat ediliyor.
Böyle bir gelişmeye kim itiraz edebilirdi? Ama Gonesse’teki o facianın ardından, Concorde’un çok pahalıya mal olduğunu düşünerek vazgeçtiler. Ciddiye alınacak bir sebep mi bu? Atom bombası da pahalıya mal oluyor! J.-P. de T.: Size Hermann Hesse’nin şu tespitini aktarayım. Ona göre teknik gelişmeler kitabın muhtemel “yeniden meşrulaşması”na imkân verecekti. Bunu ellili yıllarda dile getirmiş olmalı: “Zamanla, eğlence ve yaygın eğitim ihtiyaçları yeni icatlarla tatmin edilebildikçe, kitap da saygınlığını ve sözü geçerliğini yeniden kazanacaktır. Radyo, sinema vs. gibi genç rakip icatların, basılı kitabın, kendi işlevleri arasından tam da zarar görmeksizin kaybedebileceği o kısmını elinden alacakları noktaya henüz tam olarak ulaşmadık.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Hitabet-Söyleşi
- Kitap AdıKitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın
- Sayfa Sayısı264
- YazarUmberto Eco. Jean-Claude Carrière
- ISBN9789750752001
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dindar Bir Doktor Hanım ~ Ayşe Hümeyra Ökten
Dindar Bir Doktor Hanım
Ayşe Hümeyra Ökten
“Ömrü boyunca ‘kadın başıma ne yapabilirim ki’ düşüncesini aklına bile getirmeyen Hümeyra Hanım, karşılaştığı bütün zorluklarla, sıkıntılarla iman, sabır ve tevekkülün verdiği güçle mücadele...
- Başka Bir Aşk İstemez – “Ruşen Keleş Kitabı” ~ Kayhan Kavas
Başka Bir Aşk İstemez – “Ruşen Keleş Kitabı”
Kayhan Kavas
Prof. Dr. Ruşen Keleş, Türkiye’de yerel yönetim, kentleşme, imar hukuku, kent sosyolojisi, çevre hukuku ve sorunları konularındaki çalışmalarını yetmiş yıldır sürdüren bir bilim insanı....
- Yerüstünden Notlar – Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı ~ Alaattin Timur, Mahmut Hamsici
Yerüstünden Notlar – Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı
Alaattin Timur, Mahmut Hamsici
Nota Bene Yayınları’ndan çıkan ‘Yerüstünden Notlar (Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı)’ madencilik sektöründe 1980’lerden sonra gerçekleşen yıkımın sonuçlarını gözler önüne sermeye çalışıyor. Kitap bu yıkımı...