“… Cehennemden mi cennetten midir bilinmez ama bu dünyaya ait olmayan acayip görüntüler birer kâbus gibi birbirini izliyordu.”
Japon polisiyesinin kurucusu kabul edilen, ülkenin en meşhur yazarlarından biri olan ve ismini Edgar Allan Poe’nun okunuşundan alan, “Uzakdoğu’nun Poe’su” Edogawa Rampo, Panorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi’nde ütopik bir bakış açısıyla simülasyon ile gerçekliğin arasındaki gittikçe soluklaşan çizgiye odaklanıyor.
Hitomi Hirosuke zorluklar içindeki bir yazardır. Kendisine tıpatıp benzeyen okul arkadaşı Genzaburo Komoda’nın öldüğünü duyunca bir plan yapar ve onun yerini alır. Eline geçen serveti ise hayalindeki cenneti yaratmak, bir adayı eğlence parkı yapmak için kullanır. Panorama Adası ustalıkla tasarlanmış optik illüzyonlarla doludur: Bulutlara yükselen merdivenler, konuşan beyaz kuşlar, günler boyu durmadan eğlenen insanlar… Her şey sürreal ve sürprizlerle doludur. Ancak bu cennet gibi adanın bir cehenneme dönüşmesi uzun sürmeyecektir.
I
M.. vilayetinde yaşayan insanların bile pek çoğu bilmiyor olabilir. Fakat I.. körfezinin Pasifik Okyanusu’na açıldığı yerde, yani S.. ilçesinin güney ucunda, diğer adalardan ayrı duran, şekli tam da yeşil bir poğaçaya benzeyen, çapı sekiz kilometreden biraz az, bir küçük ada vardır. Şimdilerde neredeyse ıssız bir adadır, sadece yöredeki balıkçılar akıllarına estikçe oraya çıkarlar; onun dışında ada, neredeyse kimsenin dikkatini çekmez. Üstelik bu ada, bir burnun ucunda, denizin çok çalkantılı olduğu bir yerdedir, suyun oldukça sakin olduğu bir âna denk getirmedikçe; küçük balıkçı tekneleriyle yaklaşmak tehlikelidir ve risk almak pahasına yanaşmaya değecek bir yer de değildir. Yöre halkı ona Okinoşima diye bir isim takmıştır. Ada, ne zamandır, M.. vilayetindeki en zengin ailenin, T.. kentinin Komoda ailesinin mülkü olmuştu. Vaktiyle o aileye çalışan balıkçılar arasından, eğlence olsun diye adaya kulübe kurup orada oturanlar, adayı balık ağlarını kurutmak için veya depo olarak kullananlar çıkmışsa da birkaç yıl önce adadaki yapıların hepsi yıkıldı ve adada ansızın, tuhaf bir faaliyet başladı. Onlarca işçi ve bahçıvan, özel yapım motorlu teknelerle, her gün o adada toplanıyordu. Her nereden geliyorsa türlü şekillerde kayalar, ağaç ve çalılar, demir çubuklar ve keresteler, variller dolusu çimento, adaya taşınıp duruyordu. Böylece, bu ücra ve hoyrat denizin ortasında amacı belirsiz, inşaatla peyzaj arası bir iş başlamış oldu.
Okinoşima’nın bağlı bulunduğu ilçede devletin demiryolu bir yana, özel sektörün yaptığı hafif raylı taşıma, hatta o günlerde otobüs bile yoktu. Özellikle adaya bakan kıyıda yüz hane bile etmeyecek fakir birkaç balıkçı köyünden başka şey yoktu, bunların arasında da ıssız bayırlar vardı; kelimenin tam anlamıyla medeniyetten koparılmış, kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. O esrarengiz inşaat başladıktan sonra da bunun dedikodusu köyden köye yayıldı, uzaklara dek konuşuldu ve masal gibi bir şeye dönüştü; civar kentlerden de o bahis duyulduysa da yerel gazetelerin üçüncü sayfalarını şenlendirmekten öteye gidemedi. Fakat eğer başkentin yakınında gerçekleşen bir vaka olsaydı mutlaka sansasyon uyandırırdı. O derece tuhaf bir inşaattı.
Elbette yerel balıkçıların da şüphesi uyanmıştı. İnsan geçmez bir ücra adada, masrafa aldırmadan toprağı kazıp, ağaç dikip, çitler kurup, evler dikmenin ne gereği, ne gibi bir amacı olabilirdi? Herhalde Komoda ailesi, o ücra adada yaşamaya karar verecek kadar çılgın değildi; orada bir eğlence parkı kurmak da kulağa saçma geliyordu. Bazıları, Komoda ailesinin reisinin delirmiş olabileceğini söylüyordu. Bu dedikodular boşuna çıkmıyordu: Ailenin reisi bir epilepsi hastasıydı, bir süre önce öldüğü ilan edilmiş, dillere destan denecek kadar görkemli bir cenaze töreniyle son yolculuğuna uğurlanmıştı; fakat her nasılsa hayata geri dönmüştü ve o günden beri huyu suyu tamamen değişmişti. Onun bazen anormal, delice şeyler yaptığına dair dedikodular, civarın balıkçıları arasında yayılmıştı; dolayısı ile herkes, bu inşaatın da onun deliliklerinden biri olduğundan kuşkulanıyordu.
Her neyse… insanların kuşkularını uyandırsa da büyük kentlerde konuşulacak kadar yankı uyandırmaksızın ne idüğü belirsiz bu proje, Komoda ailesinin reisinin doğrudan yönetimi altında düzenli olarak ilerledi. Üç, dört ay içinde adayı tamamen çevreleyen, Çin Seddi misali bir toprak duvar örüldü, bunun içinde göletler, dereler, tepeler, vadiler vardı; tam ortasında da acayip bir betonarme yapı kurulmuştu. Bunun ne kadar acayip, ayrıca ne denli görkemli bir manzara olduğunu sonradan anlatacağız; o yüzden burada değinmiyoruz ancak tamamlansaydı mutlaka harika bir şey olacaktı. Kalbi hassas bir insan, bugünkü kısmen enkaza dönüşmüş Okinoşima’nın manzarasına bakarak bile o günlerin ihtişamını hayalinde canlandırabilir. Ne var ki bu büyük proje, bitirilmesine az kalmışken beklenmedik bir olay nedeniyle duraksadı.
Bunun sebebini bir avuç insan dışında kimse tam olarak bilmiyordu. Nedense her şey gizli tutuluyordu. Projenin amacı ve doğası da duraksamasının nedeni de belirsizlikler içinde gömülüp gitti. Dışardan bilinen tek şey, inşaatın duraksamasıyla aşağı yukarı aynı zamanda, Komoda ailesinin reisinin ve eşinin bu dünyadan göçtüğü; ne yazık ki çocukları olmadığı için ailenin yönetimini bir akrabasının üstlendiği şeklindeydi. Ölüm sebeplerine dair türlü dedikodular çıkmadı değil ama hepsi de dedikodu olarak kaldı, somut bir yanları yoktu ve polisin de ilgisini uyandırmadılar. Ada ise Komoda ailesinin mülkü olarak kalmakla beraber, projesi harabeye dönüşmüş, kimselerce ziyaret edilmeyen, terk edilmiş bir yer oldu; yapay ormanı ve koruları ve çiçek bahçeleri de olduğu gibi kalmadı ve yaban otlarınca istila edildi. O acayip betondan sütunu da rüzgarın yağmurun hışmına uğrayıp zamanla biçimini yitirdi. Oraya taşınan bitkiler ve inşaat malzemeleri çok pahalıya mal olmuştu; ama onları kente taşıyıp satmak için çok yüksek bir taşıma masrafı gerekecekti, o yüzden harabenin bir parçası hâline geldiler ve hepsi olduğu yerde bırakıldı. O yüzden eğer okurlarımız, yolculuğun güçlüğüne katlanıp M.. vilayetinin güney ucuna gelecek ve sert denizi geçip Okinoşima’ya ayak basacak olurlarsa o hayret verici yapay manzaranın kalıntılarını görmeleri mümkün olacaktır. İlk bakışta kocaman bir bahçeden ibaret olsa da bazılarınız bunun ardında yatan sıra dışı planı ya da sanatı sezebilecektir. Ve aynı kişi tüm o bölgeye sinmiş ürkütücülük ya da tekinsizlik karşısında ürpermeden edemeyecektir.
İşin içinde neredeyse inanılamayacak bir hikâye var. Bu, Komoda ailesine yakın kişilerce bilinen bir sır ve detaylarını iki, üç kişiden fazlası bilmiyor. Duyanları hayrete düşürecek bir öykü. Eğer yazacaklarıma inanacak olursanız, eğer bu absürt öyküye sonuna dek kulak verirseniz şimdi size o sırrı açacağım.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Japon Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıPanorama Adası’nın Tuhaf Hikâyesi
- Sayfa Sayısı136
- YazarEdogawa Rampo
- ÇevirmenAlper Kaan Bilir
- ISBN9786052652447
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Nil’ de Ölüm ~ Agatha Christie
Nil’ de Ölüm
Agatha Christie
Linnet Ridgeway genç, güzel ve zengin bir kadındır. Hayatının en büyük hatasını yaparak arkadaşının nişanlısını elinden alır. Balayları için gittikleri Mısır da, bütün yaşamının değişmesine neden olacak olayların başlangıcıdır.
- Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı ~ Vladimir Nabokov
Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı
Vladimir Nabokov
“Ben Sebastian’ım ya da Sebastian ben ya da belki ikimiz ikimizin de tanımadığı bir başkasıyız.” “‘Sebastian Knight’ın Gerçek Yaşamı’, kayboluşların, kaybedilenlerin, bir yere konulup...
- Aşk ve Öbür Cinler ~ Gabriel Garcia Marquez
Aşk ve Öbür Cinler
Gabriel Garcia Marquez
Ustalık döneminin doruklarında dolaşan Gabriel Garcia Marquez’in, gençliğinde, günlük bir gazetenin muhabiriyken tanık olduğu bir olaydan yola çıkarak yazdığı bu roman, 1994 yılında ilk...