Espritüel kişiliğini yazınına yansıtmayı başaran İclal Dikici’nin, Tudem Edebiyat Birincilik Ödülü’ne değer görülen öykü kitabı “Bayan Pimpirik”, gözden geçirilmiş metni, yeni kapak tasarımı ve Uzaylı Komşu adıyla yeniden raflardaki yerini alıyor.
9 yaş ve üzeri okurlarına, hayalden gerçeğe uzanan eğlenceli bir okuma serüveni sunan bu sürükleyici kitap, yaşadığı mahallenin en sıradışı sakini olarak tanınan Bayan Pimpirik ve sevgili kedisi Pamuk etrafında gelişen olayları konu ediniyor.
Mizahın şifresini çözen, birbiriyle geçişli on renkli öykünün roman tadında akıp gittiği Uzaylı Komşu; farklılıklara saygı duymanın ve hoşgörünün önemini kavratırken, önyargıların insan ilişkilerindeki yıkıcı etkisine dikkat çekiyor.
Zordur toplum içinde farklı olmak. Oysa Bayan Pi için farklı olmak büyük bir ayrıcalık. Her gece bigudiyle sardığı mısır püskülü saçları, alacalı giysi ve şapkalarıyla tuhaf ama sevimli bir profil çizen Bayan Pi yeryüzünde görüp görebileceğiniz en ilginç karakterlerden biri. Üstelik bu uğurda dışlanmayı, yalnız kalmayı hatta mahallenin delisi, uzaylısı, cadısı olarak adlandırılmayı bile göze alacak kadar cesur biri o. Yaşam görüşü alışılmışın çok dışında olsa da “elâlem ne der” korkusuyla yaşayacak bir insan değil Bayan Pi. Peki, ya siz? Farklılıklara hoşgörüyle yaklaşma konusunda ne kadar açık görüşlüsünüz?..
Merkezine taşıdığı sıradışı bir tiplemenin yardımıyla; özgüvenli olmanın insana neler katabileceğini gözler önüne seren Uzaylı Komşu, okurlardaki empati duygusunu tetikleyerek herkesin öncelikle kendi kişiliğine saygı duyması konusunda bilinç oluşturuyor.
Farklılıkların iç dünyamızı nasıl zenginleştirdiğine tanıklık ettiren kitap; hayatı, çevreyi ve insan ilişiklerini ince ince eleştirerek, düşündürüyor.
İçindekiler
Mısır Püskülü Saçlı Bayan Pimpirik ………………………………………….7
Mahallenin Delisi…………………………………………………………………………..15
Cadıların Toplanma Günü ………………………………………………………… 27
Uzaylı Komşu ………………………………………………………………………………… 37
Mahallede Hırsız Var…………………………………………………………………..46
Kılıç Kalkan Ekibi………………………………………………………………………… 57
Sihirli Sandık………………………………………………………………………………….64
İyilik Perisi …………………………………………………………………………………….. 72
Devlerin Savaşı………………………………………………………………………………89
Piyanonun Sesi…………………………………………………………………………….102
masallarıyla renklendiğim anneme…
Mısır Püskülü Saçlı Bayan Pimpirik
“Yoo, olamaz! Yine mi? Ben ne şanssız bir kadınım, ne bahtsızım… Haaa! Haaa! Haaaaa!” Bu, sevgili Bayan Pimpirik’in ağlama sesi. O ‘haaa, haaa’ diye ağlar, ‘hüüü, hüüü’ diye ağlamaz diğer insanlar gibi. Belki de sesi çok kalın olduğu içindir ya da annesinden öyle öğrenmiştir, ne bileyim. Mesela ben de ‘miii miii’ diye ağlarım, başka türlüsünü bilmiyorum çünkü. Boş veeer, bunun bir önemi yok. Biz konumuza dönelim… Zavallı Bayan Pimpirik, her sabah ayna karşısında aynı trajediyi yaşar. Ben kendimi bildim bileli bu böyledir, yani yaklaşık on yıldır… Daha öncesini bilmiyorum. Bıkmadan usanmadan her akşam ama her akşam, saçlarını bigudilerle özenle sarar. Bu konuda aklınıza gelebilecek her yöntemi denedi; ısıtmalı bigudiler, süngerliler, uzun çubuk şeklinde olanlar, kıvrıklar, elektrikliler…
Hatta bir gece gazete kâğıtlarını önce dikdörtgen şeklinde kesti, ardından dar kısmına uzun iplikler yerleştirip rulo şeklinde sardı (sosise benziyorlardı, hımm ağzım sulandı anlatırken) sonra onları tek tek saçlarına dolayıp ipliklerinden bağladı. Öyle komik görünüyordu ki, (dilek ağacı gibi; neredeyse bir kâğıda dileğimi yazıp başına iliştirecektim) gülmemek için kendimi zor tuttum. İşte bu sabah da aynı şey oldu… Bigudileri çıkardığında saçlarında hiçbir değişiklik yoktu, sarmadan önceki gibiydi. Aynadaki görüntüsüne bakıp ağlıyordu Bayan Pimpirik. Dümdüz, üstelik açık sarı ve seyrek saçları, ince uzun yüzünün üstünde mısır püskülü gibi duruyordu ve o bundan hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Bayan Pimpirik’in çıkarttığı ağlama sesi ve saçları gibi, görüntüsü de biraz tuhaf. Diğer insanlara pek benzemiyor; çok zayıf ve çok uzun, özellikle de bacakları. Gözleri çok büyük, iri birer kömür parçası gibi… Teni çok beyaz, öyle saydam bir görüntüsü var ki önünde dursanız arkasındakileri göreceksiniz sanki. Ne bileyim farklı işte, acaba bu yüzden mi hiç arkadaşı yok diye düşünüyorum bazen, oysa onu tanısalar… Bu arada ben kim miyim? Benn, çook çok güzelim, çook çok sıcağım, çook çok beyazım; şişmanım! Merak mı ettiniz? Ay tamam, tamam söylüyorum; çok ısrar ettiniz. Benim adım Pamuk. Pimpirik’in kedisiyim.
Bir konuda anlaşalım, yalnız kedisi değil, aynı zamanda en iyi arkadaşıyım. “Dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş.” İşte yine başladı. Bayan Pimpirik’in yataktan kalkar kalkmaz yaptığı ilk şey, bigudilerini çıkarıp aynada kendine, saçlarına bakmaksa, ikinci yaptığı şey de balkona çıkıp çarşafını, yatak örtüsünü, pijamalarını on beşer kez silkelemektir. Tam on beş kez, ne bir eksik ne bir fazla. Daha sonra hafif bir kahvaltıyla karnını doyurur. Kuş kadar yer. (Ay! Kuş mu dedim, olsa da… Aman canım, sizin içiniz fesat, olsa da sevsek diyecektim.)
Kahvaltıdan sonra silkeleme işlemine kaldığı yerden devam eder. Masa-sehpa örtüleri, yerdeki paspaslar… Evde silkelenecek ne varsa hepsi elden geçer. İyi ki apartmanda oturmuyoruz, düşünsenize alt kattakilerin halini. Hani anlıyorum, temizlik yapılır da her gün de aynı şeyler yapılmaz ki. Sırası hiç şaşmaz. Silkelenir, süpürülür, yerler paspaslanır, toz alınır… Sanırsınız ki misafir gelecek, oysa bizim eve hiç misafir gelmez.
Temizlik yaparken en çok giysi odasında oyalanır. Evet, Bayan Pimpirik’in evinde bir giysi odası var. Öyle çok giysisi yok ama çok, hem de pek çok şapkası var ve hepsinin tasarımı kendisine ait. Renk renk, desen desen şapkalar; tüylüler-tüllüler, örgüler-kumaşlar, çiçeklilerböcekliler, hasırlar… Aklınıza gelebilecek her çeşitten şapka. Tek tek tozları alınır şapkaların; hem de her gün…
Ben en çok bu odayı seviyorum, çünkü rengârenk. Burada, masal dünyasında gibiyim. (Bu arada ben masalları çok severim, ya siz?) Evimiz, koca koca apartmanların arasında, bahçesinde portakal, mandalin ağaçları olan küçücük, şirin bir yer. Bayan Pimpirik’in annesinden miras kalmış. Müteahhitler çok geldiler gittiler kapımıza, buraya da o koca apartmanlardan dikmek için. İyilikle, sevimli bir şekilde inandırmaya çalıştılar… Tehditler savurdular… Evimizi yıkmak, yerine yenisini yapmak için yapmadıkları kalmadı. Boşuna…
Bayan Pimpirik’i hiçbir şekilde ikna edemediler. “O çirkin, ruhsuz apartmanlardan istemiyorum. Yıktırmam da yıktırmam!..” dedi, başka bir şey demedi. Bir keresinde hiç unutmuyorum, (anlatınca anlayacaksınız neden unutmadığımı) kapımız çaldı: “Tak! Tak! Tak!” “Kim o?” deyip kapıyı açtı Bayan Pimpirik. Kapıda, orta yaşlı bir erkek ile genç bir kadın duruyordu, içeriye buyur etti. “Biz, Şenyüzler İnşaat Şirketi temsilcileriyiz,” dedi kadın, abartılı bir gülüşle. Her an kahkaha atmaya, otuz iki dişini ve küçük dilini göstermeye hevesli, sevimli (!) bir yüzle. “İzin verirseniz efendim; kendimizi, şirketimizin bugüne kadar yaptıklarını, yapacaklarımızı, hayallerimizi anlatalım size,” dedi adam, sırıtık yüzüyle.
Sahi niye sırıtıyor ki bunlar bu kadar, anladık Şenyüzler İnşaat Şirketi de, bu kadar şen olmasalar da olur canım… “Gerek yok, niçin geldiğinizi biliyorum ve fikrimi değiştirmeye hiç niyetim yok. Daha önce gelenlere söylediğim, bundan sonra gelecek olanlara da söyleyeceğim gibi, evimi yıktırmam!” İzin verirseniz bundan sonra Bayan Pimpirik’e yalnızca Pi demek istiyorum, çünkü ismi uzun geliyor, anlatırken hızım kesiliyor.
Anlaştık mı? “Aman efendim biz başkalarına benzemeyiz, saygın bir inşaat şirketiyiz, bizim yaptıklarımız ortada… Şirketimiz için önemli olan, sizin içinize sinmesi, sizin mutluluğunuz… Ortak bir dil oluşturabileceğimizi sanıyorum,” dedi kadın. Adam sürdürdü konuşmayı, yüzündeki sahte gülümsemeyle:
“Siz ne istiyorsanız, nasıl istiyorsanız…” “Sizden hiçbir şey istemiyorum!” dedi Pi, adamın sözünü keserek. “Evimi terk etmeniz dışında…” Adam ile kadının yüzündeki gülümseme bir an için asılı kaldı dudaklarında. Sonra, yavaş yavaş sırıtık ağızları kapandı, hatta büzüldü, yok oldu… Artık ağızlarının yerinde bir noktacık duruyordu. Kadın, “Sen kim olduğunu sanıyorsun fasulye sırığı? Pörtlek gözlü şey! Şu haline bak da öyle konuş bizimle Mısır püskülü saçlarından tutarsam şimdi…” derken sözü adam aldı. “Sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun kadın? Bizim elimiz ayağımız çok uzun. Başına öyle işler açarız ki değil bu evden, bu mahalleden hatta bu şehirden, hatta hatta bu ülkeden süreriz seni.” “Sen kimsin ki ki ki…” dedi kadın.
“Bizim kim olduğumuzu zu zu…” dedi adam. “Sen!.. Sen!.. Sen!..” dedi kadın. “Biz, biz, biz…” dedi adam. Noktacıklardan, yani ağız olması gereken yerlerden alev çıkıyordu sanki, burunlarından da dumanlar. Korkudan koltuğun arkasına saklandım, kulaklarımı bir açıp bir kapıyordum. Kabaydılar, gerçekten çok kabaydılar. Pi, hiç istifini bozmadan, gözünü bile kırpmadan öylece onlara bakıyordu. Kadın ile adam ellerini kollarını sallayarak konuşurken daha doğrusu bağırırken eşyalarımızı da deviriyorlardı. Duvardaki fotoğraf çerçevesi, sallanan koltuğun yanında duran abajur, sehpanın üzerindeki renkli mumlar… Bir ara sıvışmayı bile düşündüm açıkcası; ama Pi’yi yalnız bırakamazdım. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Pi ayağa kalktı. Olduğundan daha uzun görünüyordu. Yo yo! Uzun görünmüyordu, gerçekten uzamıştı. Başı tavana değiyordu. Cüceler ülkesindeki Güliver’e benziyordu tıpkı. Adam ile kadın, hatta ikisi birlikte bacaklarının arasından rahatlıkla geçebilirlerdi. Başlarını yukarıya kaldırmış Pi’ye bakıyorlardı. Gözlerinde, şaşkınlık ve korku vardı. Pi, ağzını açtı. İtiraf edeyim, ben bile korktum. İkisini de hop diye yutuverecek sandım.
Ne söyleyecek diye merakla beklerken dudaklarını büzdü. “Huuuuu!” diye bir ses çıktı ağzından. Soğuk bir rüzgâr esmeye başladı odada, rüzgâr değil fırtına hatta. Koltuğun arkasından çıktım, adımımı atamadan sırtüstü yere yuvarlandım. Savrulmamak için sehpanın ayağını sıkı sıkı tuttum. İşte bu! Benim arkadaşım bu… Yaşa Pi! Şimdi yattığım yerden adam ile kadının yüzünü daha rahat görebiliyordum. Pi’nin çıkardığı fırtınada, ikisinin de yüzleri yumuşak hamur gibi şekilden şekile giriyor; uzuyor, genişliyor, yamuluyordu. Yanakları (sanki görünmez bir el tarafından başlarının arkasına doğru çekiliyordu yanakları) rüzgârın etkisiyle gerildiğinde, ikisinin de otuz iki dişi dışarıya fırlamıştı. İskelete benziyorlardı. Kadının saçları savruluyor, kırbaç gibi yüzüne çarpıyor, adam ise başından uçan peruğunun ardından ağlamaklı gözlerle bakıyordu. Düşmemek için birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlardı.
Komik görünüyorlardı, çizgi film izler gibi izliyordum onları… Pi, birden üflemeyi kesti. Adam ile kadın heykel gibi kalakaldılar. Birbirlerine sarılmış hatta dolanmış bir şekilde salonun ortasında, öylece kıpırtısız… Kadının saçları, jöle ile sertleştirilmiş, şekil verilmiş gibi dimdik yukarıya doğru uzamıştı. İkisinin de ağızları kulaklarına değiyordu. Sanki ağızları kenarlarından görünmez bir iple kulaklarının arkasına doğru gerilmişti. İşte şimdi tam şenyüzdüler. Çok, hem de çok komik görünüyorlardı. Sonra kadın ile adama ne mi oldu? Heykelleri evimizin en güzel köşesini süslemekte. Mutlu mutlu duruyorlar köşelerinde. Bir çizgi film yapımcısından teklif aldılar, hem de başrol… Şimdi artık masal evleri inşa ediyorlar. Şaka, şaka!..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çocuk Kitapları Öykü
- Kitap AdıUzaylı Komşu
- Sayfa Sayısı112
- Yazarİclal Dikici
- ISBN9786052031964
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Defo ~ Hakan Kurtaş
Defo
Hakan Kurtaş
Bu, tüm defolarıyla kendini bulmaya çalışanların hikâyesi. Yaşadıklarına rağmen ve yaşadıkları sayesinde daha çok kendi olmak için değişmek isteyenlerin hikâyesi. Tenha güneşli günlerde her...
- Taş, Kâğıt, Makas ~ Maksim Osipov
Taş, Kâğıt, Makas
Maksim Osipov
Tedavi için Amerika’ya giden hastalara uçak yolculuklarında refakat eden genç bir doktor… Müzik ve tarih bilgisini artırmak için özel öğretmen tutan bir işadamı… Kuş...
- Tuna’nın Büyülü Gemisi ~ Miyase Sertbarut
Tuna’nın Büyülü Gemisi
Miyase Sertbarut
Miyase Sertbarut’un, düşleri engin denizlerde yüzdürdüğü ödüllü öyküsü Tuna’nın Büyülü Gemisi, Gül Sarı’nın incelikli resimleri ve gözden geçirilmiş baskısıyla yeniden okurla buluşuyor. Hayal dünyasından gerçekliğe...