Şaheser, yaratım sancısının, estetik ideallerin ve insan ruhunun derinliklerinde yatan tutkuların büyüleyici bir yansıması…
Claude Lantier, resimde ışığın başrol oynadığı aydınlık yeni bir tarzın öncüsü olmaya hevesli genç bir ressamdır. Claude’un sanatıyla olan saplantılı ilişkisi, bir yandan dostluklarını, aşkını ve yaşamını şekillendirirken, diğer yandan trajik sonuçlara kapı aralar. Bu unutulmaz romanında Zola, yaratıcı dehanın sınırlarını, sanatçı ruhunun çelişkilerini ve modern sanatın doğuşunu büyük bir ustalıkla ele alırken bir şaheser yaratma arzusu ile insani zaafların çatışmasını çarpıcı bir şekilde anlatır. Şaheser, yaratıcı bir dehanın arayışı ışığında bir çağın ruhunu gözler önüne seren sarsıcı bir hikâye.
“Zola, kendi devirlerine aykırı ama insanlık için yeni hakikatler arayan azınlıklar için bir ilham kaynağıdır.”
EMMA GOLDMAN
“Zola, insanlığın vicdanında bir dönüm noktasıdır.”
ANATOLE FRANCE
*
Can Belge çevirisi,
Célia de Saint Riquier’nin sonsözü,
Yazar ve dönem kronolojisi,
Kitaba dair görsellerle.
*
İÇİNDEKİLER
ROMANA DAİR GÖRSELLER…………………………………………………………………………………..7
KRONOLOJİ……………………………………………………………………………………………………………………….15
Şaheser
SONSÖZ
ZOLA’NIN ŞAHESER’İ YA DA
19. YÜZYIL SANATÇILARININ HAYATI /
CÉLIA DE SAINT RIQUIER………………………………………………………………………………………..445
Şaheser
I
Fırtına patladığı sırada saat sabahın ikisini vuruyordu ve Claude, Belediye Sarayı’nın önünden geçiyordu. Paris’in gecelerine meftun, sokaklarını arşınlamayı seven bir ressam olarak yakıcı temmuz gecesinde Les Halles taraflarında dalgın dalgın yürüyordu. Aniden o denli büyük damlalar, öyle bir hızla tepesine indi ki, La Grève Rıhtımı boyunca çıldırmış gibi, sarsıla sarsıla son sürat bir koşu tutturdu: Louis-Philippe Köprüsü’nde soluğu kesilince öfkelenerek durdu: Sudan korkacak kadar aptal değildi ya; bunun üzerine koyu karanlığın içinde, gaz lambalarını boğan sağanağın altında, kollarını sallaya sallaya, ağır ağır geçti köprüyü. Ondan sonra zaten birkaç adımlık yolu kalıyordu. Tam Bourbon Rıhtımı’na doğru dönerken, Saint-Louis Adası’nda, Seine’in önündeki dar sokağın kıyısında, sıra sıra eski evlerden meydana gelen düz ve yassı hat kuvvetli bir şimşekle aydınlandı. Yansısı, panjursuz yüksek pencerelerde parladı, antika cephelerinin kasvetli havası bütün ayrıntılarıyla göründü: taş bir balkon, bir terasın parmaklığı, kapı alınlığındaki oyma çelenk. Ressamın atölyesi oradaydı, Femme-sans-Tête Sokağı’nın köşesinde, eski Martoy Konağı’nın çatı katında. Bir an için beliren rıhtım yeniden karanlığa gömülmüştü ki dehşet bir gök gürültüsü derin uykudaki mahalleyi yerinden oynattı. Claude demir zırhla kaplı, alçak ve kemerli eski kapısının önüne gelmiş, yağmur gözlerini körelttiği için el yordamıyla topuzu bulmaya çalışıyordu; birden ödü koptu, duvarın köşesinde, sırtını ahşaba yaslamış canlı, nefes alan bir beden görmüş, ürkmüştü. Sonra, ikinci bir şimşeğin ani aydınlığında uzun boylu bir genç kız seçer gibi oldu; simsiyah giyinmiş, iyice ıslanmış, korkudan titriyordu. Gök gürültüsü ikisini birden yerinden sıçratınca Claude bağırdı: “Hay Allah! Hiç beklemiyordum!.. Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” Onu görmüyordu bile, sadece hıçkırıklarını, ağzında birtakım laflar gevelediğini duyuyordu. “Oh! Canımı yakmayın mösyö… Gardan bindiğim arabanın sürücüsü… bana çok fena davrandı… sonra da bu kapının yakınında bıraktı… Nevers tarafında bir tren raydan çıkmış, dört saat rötarımız vardı, beni bekleyecek olan kişi gitmişti tabii… Tanrım! Hayatımda ilk defa Paris’e geliyorum mösyö, nerede olduğumu bile bilmiyorum…” Göz kamaştırıcı bir şimşek kızın sözünü kesti; korku içinde iri iri açtığı gözleri, mora çalan bir tonda beliren bilmediği masalsı şehrin bu köşesinde gezindi. Yağmur durmuştu. Seine’in diğer yakasında, Ormes Rıhtımı’nda sıra halinde uzayan küçük gri evler, alt katlarındaki dükkânların renk renk ahşap kaplamaları, yukarıda, her biri farklı yükseklikteki çatıların silueti görünmüştü; genişleyen ufuk çizgisi solda Belediye Sarayı’nın saçaklarının mavi arduvazlarına, sağda Saint-Paul’ün kurşuni kubbesine kadar aydınlanmıştı. Ama kızın nefesini asıl kesen nehrin oyarak kendine açtığı yatak, Marie Köprüsü’nün ağır kazıklarından yeni Louis-Philippe Köprüsü’nün hafif kemerlerine doğru Seine’in aktığı koyu renkli derin hendek olmuştu. Suyun üzerinde tuhaf cisimler vardı; kayıklar ve futalardan olma uyku halinde küçük bir filo, bir çamaşır gemisi ve bir mayın tarama gemisi, bunlar rıhtıma bağlıydı; ayrıca, ötede, karşı kıyıda, demir bir vincin devasa kolunun altında kömür dolu, değirmentaşı yüklü mavnalar. Hepsi birden kayboldular. “Bir dolandırıcı olsa gerek,” diye düşündü Claude, “Sokağa atılmış bir orospu, erkek arıyor muhtemelen.” Kadına güvenmemişti: Şu kaza hikâyesi, geciken tren, saldırgan arabacı hikâyesi gülünç bir masala benziyordu. Gök gürleyince genç kız kapının köşesine sığındı tekrar, çok korkmuştu. “Orada uyuyacak değilsiniz ya!” dedi Claude, yüksek sesle. Kız daha yüksek sesle ağlıyordu artık, ağzının içinde bir şeyler geveledi: “Mösyö, yalvarırım beni Passy’ye götürün!.. Passy’ye gitmeye çalışıyorum ben.” Claude omzunu silkti: Kız onu aptal mı sanmıştı? Farkında olmadan araba durağının olduğu Célestins Rıhtımı’na doğru dönmüştü. Tek bir fener ışığı görünmüyordu. “Passy’ye mi? Yok Versailles’a gitseydik!.. Bu saatte, bu havada, hangi cehennemde araba bulacağımızı sanıyorsunuz?” Ama kız yine bir çığlıkla karşılık verdi, çakan yeni bir şimşek gözünü kamaştırmıştı; hüzünlü şehri bu defa bir kan heyelanı içinde görmüştü. Muazzam bir yarık çıkmıştı ortaya, nehrin iki yakası en uzakta, bir yangının kızıl ateşinin ortasında birleşerek gözden yitiyordu. En ufak ayrıntılar bile ortaya çıktılar, Ormes Rıhtımı’ndaki evlerin kapalı duran küçük panjurları, bitişik bina cephelerinin oluşturduğu hattı kesen iki yarık, Masure ve Paon Blanc sokakları açık seçik göründü; Marie Köprüsü’nün yakınında fevkalade bir yeşillik alan meydana getiren büyük çınar ağaçlarının yaprakları sayılacaktı neredeyse; diğer yanda, Louis-Philippe Köprüsü’nün altında, Mail’e kadar, dört sıra halinde dizilmiş düz dipli mavnalar tepeleme yüklendikleri sarı elma yığınlarıyla kor gibi parlamışlardı. Ve karşıda, ufku bir uçtan diğerine yaran hendeği dolduran bir sürü acayip şey, teknelerin artlarında bıraktıkları dalgalar, çamaşır gemisinin yüksek bacası, mayın tarama gemisinin kıpırtısız duran zinciri, iskelenin üstünde kum tepecikleri, bu devasa akarsuyun üzerinde ne varsa bir kez daha göründü. Gökyüzü söndü, yıldırımın gümbürtüsüyle, suyun üstünde birtakım karaltılar dışında bir şey kalmadı. “Tanrım! Mahvoldum… Aman Tanrım! Ne yapacağım şimdi?” Şimdi de yağmur öyle şiddetlenmiş ve arkasına öyle kuvvetli bir rüzgâr almıştı ki, kapakları açılmış baraj suyu gibi süpürüyordu rıhtımı. “İzin verin de içeri gireyim,” dedi Claude, “burası durulacak gibi değil.” İkisi de sırılsıklam ıslanıyorlardı. Femme-sans-Tête Sokağı’nın köşesine iliştirilmiş gaz lambasının soluk ışığında sağanakla birlikte kızın üzerinden oluk oluk akan suları görüyordu, elbisesi vücuduna yapışmıştı. İçinde bir merhamet duygusu uyandı: Fırtınalı bir akşam, kaldırımdaki bir köpeği alıp eve götürmüştü hani! Ama duygulanmak onu sinirlendiriyordu, evine asla bir kız kabul etmemişti, rahatsız edici çekingenliğini sahte bir kabadayılıkla gizlemeye çalışarak kızları görmezden gelirdi; bu kapıdaki de, sırnaşmak için uydurduğu vodvil hikâyesiyle sahiden fazla aptal yerine koyuyordu onu. Yine de sonunda: “Yeteri kadar uzadı bu iş, yukarı çıkalım bari… Bende uyursunuz,” dedi. Kız iyice ürktü, çırpınıyordu. “Sizde mi? Tanrım! Hayır, olmaz; mümkün değil… Size yalvarıyorum mösyö, beni Passy’ye götürün, iki elimi bitiştirip yalvarıyorum size.” Bu söz Claude’u sinirlendirdi. Artık evine de kabul ettiğine göre bu nazlanmalara ne lüzum vardı? Kapının çıngırağına iki defa asılmıştı zaten. Nihayet kapı açıldı ve Claude bu tanımadığı kadını içeri itti. “Hayır, hayır mösyö, size olmaz diyorum…” Ama yine bir şimşekle gözü kamaştı, gök gümbürdeyince ödü koptu ve bir sıçrayışta kendini içeri attı. Ağır kapı kapanmıştı arkasından, kız geniş bir holde, zifiri karanlıktaydı artık. “Madam Joseph, benim!” diye bağırdı Claude, kapıcıya. Ve alçak sesle ekledi:
“Bana elinizi verin, avludan geçmemiz gerekiyor.” Kız ona elini verdi, artık direnmiyordu; sersemlemiş, iflahı kesilmişti. Bir kez daha o tufansı yağmurun altından geçtiler, olabildiğince hızlı, yan yana koşuyorlardı. Karanlıkta zorlukla seçilen taş kemerleriyle görkemli, çok büyük bir avluydu burası. Sonunda kapısız, daracık bir geçite eriştiler; ve kızın elini bıraktı, kız onun küfrederek kibritleri sürttüğünü duydu. Hepsi ıslanmıştı, merdiveni tutuna tutuna tırmanmak zorunda kaldılar. “Tırabzana iyice tutunun. Ve dikkat edin, basamaklar hayli yüksektir.” Daracık merdiven, eski hizmetçi merdiveni üç azametli kat boyunca yükseliyordu; kız sendeleyerek, eğri büğrü adımlarla, beceriksizce tırmandı. Sonra Claude uzun bir koridoru geçeceklerini söyledi; kız iki eliyle duvarlara tutunarak onun peşinden, rıhtıma bakan cepheye doğru giden bu biteviye koridora attı kendini. Sonra yine bir merdiven geldi ama bu seferki, basamakları gıcırdayan, tırabzansız, tek katlık ahşap bir merdivendi, değirmen merdivenlerinin iyi rendelenmemiş ahşap basamakları gibi fazlaca dikti ve sallanıyordu. Yukarıdaki sahanlık o kadar ufaktı ki kız anahtarlarını arayan genç adama çarptı. Sonunda kapıyı açtı Claude. “Girmeyin hemen, bekleyin. Yoksa yine bir yerlere çarpacaksınız.” Kız kıpırdamadı. Bu zifiri tırmanıştan helak olmuş, nefes nefese kalmıştı, kalbi çarpıyor, kulakları uğulduyordu. Sanki saatler boyunca öyle bir labirentin içinde, öyle karmaşık katları çıkmış, öyle yerlerden dönmüştü ki, bir daha asla aşağı inemeyecekmiş gibi geliyordu. Atölyenin içinden kuvvetli ayak sesleri, bir yerlere sürtünen el sesleri geliyordu, bir şeyler devrildi, buna boğuk bir söylenme eşlik etti. Kapı aydınlandı. “Tamamdır, hadi girin.” Kız içeri girdi, görmeden bakıyordu etrafına. Beş metre yükseklikteki bu çatı katı tek bir mumun soluk ışığıyla aydınlanıyordu, içerideki bir sürü garabet nesnenin iri gölgeleri griye boyalı duvarlarda tuhaf bir akis meydana getirmişti. Kız hiçbir şeyi seçemedi; gözlerini, yağmurun kulakları sağır eden bir davul gürültüsüyle vurduğu tepe camekânına doğru kaldırdı. Tam o sırada gökyüzü bir şimşekle aydınlandı ve gök gümbürtüsü öyle yakından geldi ki camekân çatlayacak gibi oldu. Kız kendini bir iskemleye bıraktı; dili tutulmuş, bembeyaz olmuştu. “Vay canına!” diye mırıldandı Claude, onun da rengi kaçmıştı biraz. “Bu seferki fazla uzağa düşmedi galiba… Tam zamanıymış. Burası sokaktan iyidir, değil mi?” Ve kapının yanına gidip gürültüyle kapadı, kilidi çevirdi, bu sırada kız o şaşkın haliyle onu izliyordu. “Tamamdır! Artık evimizdeyiz.” Zaten bitiyordu artık, uzaktan duyulan birkaç şimşekten sonra fırtına dindi. Claude, şimdi bir sıkıntıya kapılmış, göz ucuyla kızı incelemişti. Pek fena değildi sanki ve besbelli hayli gençti, en fazla yirmi yaşında olmalıydı. Bu, içindeki gayriihtiyari bir şüpheye, kızın belki de yalan söylemiyor olduğuna dair belli belirsiz bir hisse rağmen Claude’u daha tedbirli olmaya itiyordu. Kız ne kadar kurnaz olursa olsun, eğer onu avucunun içine aldığını sanıyorsa aldanıyordu. İyice suratsız bir tavır takınarak, yüksek sesle konuştu: “Yatalım mı? Üstümüz başımız kurusun.” Genç kız endişeyle yerinden kalktı. O da, yüzüne bakmadan Claude’u inceliyordu ve bu koyu sakallı, kemiklerinin birleşme yerleri seçilen incecik adam, simsiyah fötr şapkası ve yediği yağmurdan yeşile dönmüş eski kahverengi paltosuyla bir haydut masalından fırlamış gibi korkusunu ikiye katlıyordu. Alçak sesle cevap verdi: “Sağ olun, böyle iyiyim, giyinik uyuyacağım.” “Bunlarla mı? Şırıl şırıl su akan bu kıyafetlerle mi yatacaksınız!.. Aptallık etmeyin, soyunun hemen.” İskemleleri itekliyor, bir parçası patlamış bir paravanı açıyordu. Paravanın arkasında bir tuvalet masası, bir de demirden küçücük bir karyola olduğunu gördü kız, Claude onun ayaklığını kaldırmakla meşguldü. “Hayır, hayır mösyö, hiç gerek yok, vallahi burada oturacağım.” Claude’un bir anda tepesi attı, yumruklarını vurarak bağırdı:
“Amma uzattınız ha! Size yatağımı bile verdim, hâlâ neden şikâyet ediyorsunuz?.. Korkmuş gibi yapmayı kesin artık, bir işe yaramaz. Ben sedirde yatacağım.” Tehditkâr bir ifadeyle kızın üstüne yürüdü. Kendisine vuracağını sanan kız korkuya kapılmıştı, titreyerek şapkasını çıkardı. Elbisesinden aşağı sular akıyordu. Claude ise söylenmeye devam ediyordu. Ama hafif utanmış gibi de görünüyordu, sonunda alttan alır bir tavırla konuştu: “Eğer pis buluyorsanız çarşafları değiştirebilirim.” Bunu derken zaten çarşafları çıkarıp atölyenin öte tarafındaki koltuğun üstüne atmaya başlamıştı. Sonra dolaptan bir çift nevresim çıkarıp bu tür işlere yatkın bir bekâr erkek maharetiyle yatağı yaptı. Çarşafın duvar tarafını titizlikle sıkıştırıyor, tokatlayarak yastığı kabartıyor, örtünün bir kenarını açıyordu. “İşte hazır. Hadi bakalım, doğru yatağa!” Fakat kız düğmelerini çözse mi çözmese mi bilemeden açık parmaklarını korsajının üstünde gezdirerek bir şey söylemeden durmaya devam ettiği için onu paravanın arkasına kapattı. Yarabbi! Ne utangaç şey! Hızla gidip yattı adam: Çarşafları koltuğun üstüne yaymış, elbiselerini eski bir şövaleye asmış, kendi de çabucak sırtüstü uzanmıştı. Ama tam mumu üfleyeceği sırada kızın önünü göremeyeceğini düşündü, bekledi. Başta onun hareket ettiğini işitmedi: Aynı yerde, demir karyolanın karşısında dimdik duruyordu muhtemelen. Sonra hafif bir kumaş hışırtısı, yavaş ve bastırılmış kıpırtılar duyar gibi oldu, bir yandan hazırlanırken sanki sönmeyen bu ışığın endişesiyle kız kendi de kulak kabartıyordu. Uzayıp giden birkaç dakikanın sonunda karyola hafifçe gıcırdadı, ardından derin bir sessizlik oldu. “Rahat mısınız matmazel?” diye sordu Claude, olabildiğince tatlı bir sesle. Zor duyulur bir fısıltıyla cevap verdi kız, hâlâ heyecandan kekeliyordu. “Evet mösyö, çok rahatım.” “İyi geceler öyleyse.” “İyi geceler.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıŞaheser
- Sayfa Sayısı451
- YazarÉmile Zola
- ÇevirmenCan Belge
- ISBN9789750537837
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kartal Koltuğu ~ Carlos Fuentes
Kartal Koltuğu
Carlos Fuentes
Carlos Fuentes, dünyanın yaşayan en önemli yazarlarından biri. Hem edebiyatın hem de düşünce dünyasının önde gelen figürlerinden. Türkiye’de de daha önce Can Yayınları tarafından...
- Arafta ~ George Saunders
Arafta
George Saunders
“Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.” Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun...
- Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi ~ Umberto Eco
Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi
Umberto Eco
“‘Hayatınla ilgili bir şeyler yaz’ dedi Paola. ‘Yirmi yaşındayken neler yapıyordun?’ Şöyle yazdım: ‘Yirmi yaşındaydım. Kimsenin, bu yaşın en güzel yaş olduğunu söylemesine izin...