Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mahalle Kahvesi
Mahalle Kahvesi

Mahalle Kahvesi

Sait Faik Abasıyanık

Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı…

Yeniden doğulmaz. Doğsan bile n’olacak? Seni iki senede, iki senede değil, iki günde aynı insan ederiz. Aynı kendini düşünen, aynı haris, aynı kıskanç, aynı kötü huylu, aynı sarhoş, aynı budala oluverirsin. Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var. Hem canım sen nasıl bir dünya istiyorsun? Görülmemiş, işitilmemiş, tadılmamış, yazılmamış, yaşanmamış… Olur mu böyle şey? Hadi gel. Dön her günkü hayatına.

Sait Faik Abasıyanık kendine özgü yalın ve akıcı öykülerinde okuru şaşırtan, insanı ve doğayı bütün içtenliğiyle anlatmaktan geri durmayan, her şeyin merkezine insan sevgisini koyan bir yazar. “Kökü kendinden olan” bir yazar olarak Abasıyanık, cumhuriyet dönemi edebiyatımızda bir mihenk noktası olarak belirirken çağdaş öykücülüğümüzün de temellerini atar.

Sait Faik Abasıyanık, öykücülüğümüzün en özgün ve ayrıksı seslerinden…

İÇİNDEKİLER

Kendi Burcunda Bir Yazar: Sait Faik Abasıyanık ……………. 11
Mahalle Kahvesi……………………………………………………….. 17
Plajdaki Ayna……………………………………………………………. 23
Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal………………………………… 35
Dört Zait…………………………………………………………………. 39
Hallaç……………………………………………………………………… 45
Baba-Oğul……………………………………………………………….. 51
Karanfiller ve Domates Suyu………………………………………. 57
Bilmem Neden Böyle Yapıyorum?……………………………….. 61
Bir Sarhoşluk……………………………………………………………. 67
Kınalıada’da Bir Ev……………………………………………………. 71
Süt …………………………………………………………………………. 75
Gramofon ve Yazı Makinesi………………………………………… 79
Barometre ……………………………………………………………….. 87
İzmir’e ……………………………………………………………………. 91
Kış Akşamı, Maşa ve Sandalye…………………………………….. 99
Bir Bahçe……………………………………………………………….. 103
Bir İlkbahar Hikâyesi……………………………………………….. 107
Sakarya Balıkçısı……………………………………………………… 111
Kestaneci Dostum…………………………………………………… 117
Söylendim Durdum ………………………………………………… 125
Ermeni Balıkçı ile Topal Martı…………………………………… 129
Sinağrit Baba………………………………………………………….. 133

MAHALLE KAHVESİ

Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırganmadım. Kahve sapa bir yerdeydi. Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacıyla üzerinde hâlâ üç-dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki bahar akşamları, yaz geceleri pek sevimli olan bahçenin mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine, girerken şöyle bir göz attığım halde camın kenarına yerleşip de buğuları silince uzun zaman daldım, hem sevdalandım. Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki kahve daha ışıkları bile yakmamıştı. İnce belli çay bardaklarının en güzelini önüme bırakıp giden kahveci:

“Kışın da güzel değil mi, bahçe?” dedi.

Bahçedeki mavi boyalı kasımpatlarının üzerine birikmiş karları gösterdi.

“Morukların söylenmeyeceğini bilsem ışıkları daha yakmazdım ya,” dedi. “Neredeyse homurdanmaya başlarlar.”

Kahve ışıklarını yakınca dışarıdaki karın ışığı söndü.

İçeriye göz attım. Sekiz kişi ya var ya yoktu. Küçük kapağının içinden alevler atarak yanan sac sobanın sağ tarafının neredeyse kıpkırmızı kızaracağını biliyor, bekliyordum. Yanımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı camlara yapıştırıp dışarıyı seyrettim.

Evimden çıkınca ortalığın sessizliğini, bu sessizliğe lapa lapa kar yağdığını görmüş, yürümek hevesine kapılmış; anacaddeleri, arkadaş tesadüflerini, malum kalabalık yolları bırakmış, karın daha tez, daha temiz biriktiği, insanların az geçtiği bir semte gitmek üzere tenha tramvaya atlamış, buraya gelmiştim. Ama ben gelirken yarım saat içinde hava değişmiş, karayel kudurmuş, lapa lapa yağan kar, küçücük küçücük soğuk darı taneleri halinde kaynaşmaya başlamıştı.

Kahveciye, “Bugünkü gazete var mı?” diye sordum. Elime bir gazete tutuşturdu. Bir taraftan kafamdaki havadislere dalmaya çalışıyor, öte yandan kahveyi dinliyordum. Maişet1 derdi münakaşalarından öte insanlar bir şey konuşmuyorlardı. Bir ara kahvenin kapısı rüzgârla, bir adamla beraber açılıyor, avuçlarını üfleyerek o adam içeriye dalıyor, sobanın önünde karnını, göbeğini, göğsünü, dizini iyice ısıttıktan sonra bir tarafa ilişiyor, ya kendi kendine hülyaya dalıyor yahut da bir tavla partisinin iki kişilik eğlencesine, oyuncuların itirazına rağmen, bir üçüncü olarak katılıyordu.

Sedirde oturan ihtiyarların yanına da orta yaşlı, ciddi adamlar gelip oturdu. Benden uzaktaydılar. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama yüzlerinde hüzünlü bir şeyler vardı. Uzun uzun susuyorlardı. Artık epey bir zamandır kahveye insan gelmediğini fark ettim. Küçücük yuvarlak saat kahveciden yana dönük olduğu için saatin kaç olduğunu kestiremiyordum. Epey bir zaman geçti. Birçok insanlar gitti. Kahveci nihayet saatini benden yana çevirdi. On buçuktu. Öyle bir uyuşukluk içindeydim ki kalkıp gidemiyordum. Gitmek ister gibi kımıldandığımı sezen kahveci:

“Eviniz yakınsa acele etmeyin,” dedi. “Biz bire kadar açığız. Buradan iyi yer mi bulacaksın?”

“Ya?” dedim. “Bana bir çay daha yap öyleyse… Bir dilim de limon.”

Tam bu sırada içeriye birisi girdi. Kaşına kirpiğine kar dolmuş, üstüne beyaz bir ceket giymişti sanki. Gelen adam sobaya doğru yürüdü. Üstünü başını süpürdü. Bir sandalyeye çöktü. Genç, çok genç bir adamdı. Yüzündeki karlar eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkmıştı.

Kahvede o gelmeden evvel konuşmalar oluyorken o girince herkes susmuştu. Kenarda tavla oynayanlar da tavlalarını şakırtıyla kapatıp çıkıp gittikten sonra bu sükût büsbütün arttı, uzadı.

Genç adama baktım. Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu. İhtiyarlar sakin, ciddi, adeta haindiler. Kahveci başını iki eli arasına almış kahve ocağında oturuyordu. On dakika bir mecliste insanların susması korkunç bir şeydir: Dehşetli sükût uzuyordu.

Genç adam ayak ayak üstüne atıyor, sonra ayağını değiştiriyor, bir türlü oturduğu yerde rahat edemiyordu. Belinden yukarısı imtihan olan bir talebeyi andırıyor… Korkak korkak bakıyor, ayaklarıysa imtihan1 heyeti masa altından ayak ayak üstüne attığını göreceklermiş korkusu içinde gibi bir inip bir kalkıyordu. Ayağının birisine altında kırmızı kırmızı yamalar sallanan bir lastik artığı geçirmiş, bunu iple de bağlamıştı. Ötekisinde, torik ağzı gibi açılmış altından hâlâ ıskaraları sallanan bir futbol ayakkabı eskisi vardı.

Kahvedeki sessizlik uzadıkça uzuyordu. Şaşırmıştım. Neredeyse birinin, ya, “Şeytan geçti!” yahut da, “Kız doğdu!” diyeceğini bekliyordum. Hepimiz gülüşecektik…

Hâlâ kimse bir şey söylemiyordu. Tekrar gözüm yeni gelen adama ilişti. Yüzünü değil, geniş alnını görüyordum: Kırışıksız, manasızdı. Üstünde ceket yoktu. Yalnız siyah çizgili beyaz bir mintan vardı. Kirli beyaz renkli bol bir kazağa bürünmüştü. Kazağın ön zaviyesini1 bir çengelliiğneyle tutturmuştu.

Meraklanmış, şaşırmıştım. Bir hareket bile yapamıyordum.

Bu sırada kahvenin kapısı açıldı. İçeriye bir adam girdi. İhtiyarlara doğru yürüdü, “Sizi çağırıyor,” dedi. “Aklı yerinde ama sabaha çıkamayacağına kalıbımı basarım. Ara sıra fena dalıyor. Seni istedi Ali Ağa. Seni de Mahmut Çavuş. İstersen sen de gel Hasan. Seni çok severdi.”

Oturan üç kişi ayağa kalktılar. Soba kenarında oturana en küçük bir göz atmadan ama ona dik dik bakarmış gibi bir halle geçip gittiler. Sanki gözlerini mahsus ondan çeviriyorlardı. Genç adam, büyük gözlerini açmış, gidenlere yalvarır gibi bakıyordu.

Kahveci yeni gelene hâlâ bir çay olsun getirmiyordu. Az sonra yerinden kalktı. Önümdeki fincanı kaldırırken, “Şu zavallıya da benden bir çay yap,” dedim.

Bana yalnız gözkapaklarını kaldırıp indirerek bir tuhaf baktı. Çayı getirmeye gittiğini sandım.

Önünden geçerken çocuk birden ayağa kalktı. Kahvecinin önüne dikilmişti. Kahveci farkında değilmiş gibi yana dönerek uzaklaşırken, “Babam, değil mi?” dedi. “Ölü yormuş değil mi?”

Kahveci susuyordu. Bu hain, kötü, acı bir sükûttu. Sonra sanki buzlar erimiş gibi oldu. Ama cevap yine benim için manasız, çocuk için de acıydı.

“Senin baban değil o.”

Genç adam bir şey söylemedi. Bir şeye karar vermiş gibi hızla yürüdü. Kapıyı bir türlü açamıyordu.

Kahveci:

“Sakın eve gideyim deme. Kapıda teyzenin oğlu bekliyor, gebertir seni!”

Çocuk düşündü. Bütün kararları uçmuştu. Yüzünde iradesiz hatlar belirdi. Kendisini içeriye iten rüzgârı deler gibi gitti.

Bir zaman bir şey soramadım. Kahvecinin arkası bana dönüktü. Gürültüyle bir şeyler yıkıyordu. Yüzünü benden yana döndürmesini bekledim. Ama bir türlü işini bitiremiyordu. Nihayet döndü.

Ben, “Nedir bu Allah aşkına?” dedim.

Belindeki önlüğü çıkarmaya uğraşıyor, cevap arıyor gibi düşünüyordu.

Kapı açıldı. Bir ihtiyarla beraber deminki adam girdi. Daha kapıdan girerken, “Ruhunu teslim etti,” dedi.

“Öteki savuştu mu?”

Kahveci, elleri önlüğünün arkadaki bağlarında donmuş gibiydi. Onu çözeceğine tekrar bağladı. Masama doğru geldi. Sanki bana açıklaması lazımmış gibi, “Arabacı Kâmil Ağa,” dedi, “öldü de… O deminki it, oğluydu.

Kız kardeşini kötü yola sürükledi diye babası reddetmişti.”

Sonra öteki adamlara döndü, “Namussuzum,” dedi,

“Pişmanlığından değil, miras vururum diyedir.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıMahalle Kahvesi
  • Sayfa Sayısı136
  • YazarSait Faik Abasıyanık
  • ISBN9789750765124
  • Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Havuz Başı ~ Sait Faik AbasıyanıkHavuz Başı

    Havuz Başı

    Sait Faik Abasıyanık

    Soğuktan mı titriyordum, yoksa heyecandan, üzüntüden mi, bilmem. Havuzun suyu bulanık. Kapının saatleri on ikiyi geçmiş. Kanepelerde kimseler yok. Tramvay ne fena gıcırdadı! Tramvaydaki...

  2. Karanfiller ve Domates Suyu ~ Sait Faik AbasıyanıkKaranfiller ve Domates Suyu

    Karanfiller ve Domates Suyu

    Sait Faik Abasıyanık

    Gemi bir gün hazırdı. Bu gemi Trifon için bir dünya demekti. Trifon bu gemi için içinde bir şeylerin çarptığını hissediyor, bu gemiye bakarken Trifon,...

  3. Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri ~ Sait Faik AbasıyanıkŞimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri

    Şimdi Sevişme Vakti ve Diğer Şiirleri

    Sait Faik Abasıyanık

    “Uyusam, Kendimi bir sonvapurda sansam… Pesimizde yildizlar Pesimizde uskur Uyusam…” Sait Faik’in şiirlerindeki hüzünlü öyküler, öykülerindeki yanık şiirler… Şiirden öyküye, öyküden şiire, sevgiyi, insanı,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Küçük Prens ~ Antoine de Saint-ExuperyKüçük Prens

    Küçük Prens

    Antoine de Saint-Exupery

    Altı yaşındayken Gerçek Öyküler adlı, balta girmemiş ormanlardan söz eden bir kitapta korkunç bir resim görmüştüm. Boğa yılanının bir hayvanı nasıl yuttuğunu gösteriyordu. Resmi...

  2. Ay Işığı Sokağı ~ Stefan ZweigAy Işığı Sokağı

    Ay Işığı Sokağı

    Stefan Zweig

    Kıyıya geç yanaşan gemi yüzünden trenini kaçıran bir yabancı, hiç bilmediği küçük bir Fransız liman kentinin ay ışığıyla aydınlanan sokaklarını keşfetmeye girişir. Kaptanların, mürettebatın...

  3. Alef ~ Jorge Luis BorgesAlef

    Alef

    Jorge Luis Borges

    “‘Yemek odasının altındaki bodrumda,’ diye ekledi, telaştan telaffuzu bozularak. ‘O bana ait, bana ait! Onu okul çağından önce, çocukken keşfettim. Bodruma inen merdiven epey...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur