Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor
Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor

Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor

Ahmet Cemal

“… İlk kez o odada karşılaşmıştık seninle. İlk kez orada, artık yalnızca sen ve ben idik. Ve orası senin için de sığınaktı. Biliyordum. Yalnız…

“… İlk kez o odada karşılaşmıştık seninle. İlk kez orada, artık yalnızca sen ve ben idik. Ve orası senin için de sığınaktı. Biliyordum. Yalnız sen, benim bildiğimi bilmiyordun. Tıpkı öteki bilmediklerin gibi. Sence yaklaşılmaz bir yanım vardı. Beni ‘soylu’ bulurdun. Hep sanıldığı gibi. Yakıştırma soyluların sapık çekiciliğine sen de kapılmıştın. Çöküşlerin görkeminden etkilenenlerdendin. Oysa görkem yoktu. Soyluluk yoktu. Kimi zaman eskinin artıklarından kendilerine maskeler biçenlerin arasından biri çıkar, salt kendi yüzünü maske diye taşıyarak birkaç kuşağın birden çarpıklığını ve sapkınlığını üstlenir. Böylece de bir çöküşün görkemini değil, ama kişilik yoksunu bir bitişin kirli alacasını sergiler…”

İçindekiler

Bir Önsöz Yerine: Ben’den Alıntılar… …………………………. 15
DÜNYA…
Vincent van Gogh ………………………………………………. 27
Kuşadası’nın Kimsesiz Ölüleri ………………………………. 31
İki Çarpı İki, Beş de Edebilir ………………………………… 34
Giordano Bruno’dan Sıvas’a …………………………………. 37
Çokkültürlülük, Evrensellik ve Din Kültürü …………… 40
Saray Düğünleri ve Demokrasilerin “Birinci
Adam”ları… ………………………………………………….. 43
Sanatın Özgürlüğü, Cinsellik ve İnsan Hakları… ……… 47
Tarihte Hazıra Konmak ……………………………………….. 50
Geçmişte Yaşamak, Geçmişle Hesaplaşmak ……………. 54
Ahmet Taner Kışlalı ya da Eleştirel Düşünmenin
Bedeli… ……………………………………………………….. 57
Sürgünden Sonraki Sürgün ………………………………….. 61
Ölümün Estetiği ya da Jean Améry ……………………….. 70
Gelenek ve Uygulama …………………………………………. 76
Bir Kimlik Bunalımının Anatomisi… ……………………… 82
Sanatçı Olmak ya da Olmamak… ………………………….. 85
Güverteden Martıları Besleyen Adamın Öyküsü ……… 88
İnsana Dönmek, Ama Nasıl? ………………………………… 91
Einstein’a Göre Bireysel Sorumluluk… ………………….. 95
Bir Nehir-Roman Gibi Yaşamak… …………………………. 98
Galilei ya da Bilmenin Ahlakı… …………………………… 101
Aydın Yetiştiremeyen İmparatorluk… …………………… 105
Emanet Dostlar… ……………………………………………… 108
Borovski’nin Tanıklığı… ……………………………………… 111
Korku Çağında Faust Ruhu ………………………………… 115
Aydının Rengi… ……………………………………………….. 122
Kapıkulluğundan Bireye… ………………………………….. 125
Zweig ve Erasmus: İki Hümanist Üzerine …………….. 127
Eğitim Temeli Açısından İletişim ………………………… 132
Devlet Kültürü ve Mülkün Temeli Olamayan
Adalet… ……………………………………………………… 140
Bir Romanın Gerçekleri… ………………………………….. 143
Laiklik Ayağa Kalk! …………………………………………… 146
Vatandaşlık ve Kulluk… ……………………………………… 149
Yeni Gözler Edinebilmek… ………………………………… 152
Nehir-Romanlardaki Adacıklar… …………………………. 156
Kültür Evet, Peki Ya Uygarlık? ……………………………. 159
Hukuk Kültürümüz “Uygar” mı? …………………………. 162
“Rönesans İnsanı” Ne Zaman Öldü? …………………….. 165
Bilgiyi Tartışmak ve Aydın Olmak… …………………….. 168
Üniversitenin Evrenselliği ve Yöresel Ölçütler… …….. 171
Bugünün Evrensellik Kavramı… ………………………….. 174
Cumhuriyetin Çizgileri… …………………………………… 177
İnsanın İnsana Teğet Geçmesi… ………………………….. 180
Yarınları Çalınan Kuşaklar… ……………………………….. 183
“Öznel” ve “Nesnel”, “Duyarlı” ve “Duygusal”… ……… 186
Zamana Dair… …………………………………………………. 189
Sonsuz Bir Ölümden Alıntılar… ………………………….. 192
Kafka, Dava ve Gerçeklik ………………………………….. 195
BEN VE DÜNYA…
“Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor…” …………………… 207
Gönderilmemiş Bir Mektuptan… ………………………… 215
Balkondaki Defterler… ………………………………………. 221
“Guten Abend, Tante Edith!” ………………………………. 225
Seçilmiş Bir Yalnızlığın İçinden …………………………… 232
Pahalı Yaşamak… ………………………………………………. 238
Sıradışı Bir Mal Beyanı… ……………………………………. 242
Elli Üç Yıl, İttihat Terakki ve İki Takım… ……………… 245
Bir Sonsöz Yerine: Tutarlı Yaşamak… ………………………… 249

Bir Önsöz Yerine:
Ben’den Alıntılar…

Bu, yaşamının elli yedi yılını geride bırakmış birinin kitabı. Seçmelerden oluşuyor. Henüz kitaplaşmamış yazılar ile, daha önce bazı kitaplara girmiş yazılar arasından yapılmış bir seçme. Bunun anlamı, “seçilmeyenlerin” benim için artık değerini yitirmiş olması değil. Bu kitap için belli bir çizgi öngörmüştüm; yani bir tür senaryo gibi. Bulunulan noktadan geriye bakış, gerçekte senaryoya çok benzer. “Yaşamım” diye nitelendirdiğimiz, aslında bizim kurgumuzdur çünkü. Ya da şimdi öyle bakmak istediğimiz bir çizgi. Bundan on yıl, on beş yıl önce hiç kuşkusuz öyle bakmıyorduk. Yaşarsak, yarından bugüne bakışımız da böyle olmayacak. İşte sözünü ettiğim çizgi, bu nedenle bugünün ve böyle bakmanın ortaya çıkardığı bir senaryodan başka bir şey değil. Ve ben, geçmişteki yazılar arasından bugünkü senaryoma daha uygun düştüklerine inandıklarımı seçtim. Önümde daha gidecek yolum varsa, ilerde bir başka durakta seçeceklerim de elbet daha farklı olacak, çünkü aynı senaryoyu bir kez daha yazabilmek olanaksız. Zaten böyle bir şey olmamalı da…

Bu seçim, bir tür hesaplaşma mı? Elbette! Açıkça isteyelim ya da istemeyelim, hesaplaşmadan uzak bir yazma eylemi düşünülebilir mi? Onun için, bu yazıların bir araya getirilişi de bir hesaplaşma. Senaryoyu daha bir anlaşılır kılmak için, bugünden geriye baktığımda, yaşamımdan hiç çıkmamış bir-iki imgeye başvurmaya karar verdim. Bunca inatçı olduklarına göre, elbet yaşamımı şu ya da bu ölçüde belirleyici işlevleri de olmuştur, diye düşündüm. İlk imge bir hayatın anlatılması ile ilgili. Tamamlanmış olsun ya da olmasın, geçmişteki yazılarımın büyük bir çoğunluğunda bir hayat nasıl anlatılabilir? sorusu, en azından alt metin biçiminde, varlığını hep sürdürmüş. Bu kitabı hazırlarken, epey eski ve hiç yayımlanmamış bir yazımı buldum.

Onu yazdığımı bile hatırlamıyordum. Ama iyi oldu. Şimdi, imgelerimle uğraşırken, o yazıdan sıkça alıntı yapacağım. Evet, o yazının bir yerinde şöyle demişim bir hayatın anlatılması konusunda: “Bir hayat, hiç yaşanmadığı gibi anlatılabilir – tıpkı yaşananların hiç anlatılamaması gibi. Yaşanan, ama anlatılamayan ile yaşanmaksızın anlatılanlar arasındaki o müthiş uyumsuzluk, hemen göze batıveren karşıtlık olmasaydı eğer, insanlar edebiyatı herhalde çekici bulmayacaklardı. Ama bir hayatın hiç yaşanmadığı gibi anlatılabilmesi, mutlaka roman demek değil. Ya da bir hikâye, bir film demek değil. Zaman olur, böylesi hayal kurmak anlamına bile gelmeyebilir. İnsan, yaşamakta olduğu hayatın ortalık yerinde, kendini hiç yaşamadığı bir hayata onu yaşamışçasına, yaşarcasına adayabilir. Bu adlandırılamaz konum içersinde elbet gerçekten yaşanmışlardan da serpintiler bulunabilir – zaten çoğunlukla böyle olacaktır… Yarın sabah kalktığımda, her sabah kalktığımda veya her gün bitiminde başka yaşanmamış hikâyelerin özlemini çekebilirim. Anlatırken bir Ben de seçebilirim, bir üçüncü kişi de. Böyle bir seçimin öznel/nesnel anlatım gereksinimiyle ilintili olması hiç de şart değildir. İnsan, birini benimseme isteğini duyabileceği gibi, belli bir Ben’den özveride bulunmaksızın, onu şöyle karşısına almayı da isteyebilir. Ve buna rağmen yine de öznel kalabilir.

Zaten nesnellik yoktur…” Alıntıyı şimdi okuduğumda anlıyorum ki, yaşadıklarımı nasıl anlatmam gerektiği sorusuna –başkalarına değil, herkesten önce hep kendime yönelttiğim bu soruya– net bir yanıt hiç bulamamışım. Bu konuda kafamda bugün de bir netlik yok. Bugüne kadar yazdıklarıma bakıyorum, bir bilmeceli oyunun yere saçılmış parçaları gibi. Ama işin tuhafı, her defasında başka bir şekil çıkarabiliyorum, ve yine her defasında rahatlıkla, “Doğru şekil, işte buydu!” diyebiliyorum  elbette bir sonraki oyunda, öncekilerin hepsini yanlış diye nitelendirmek üzere! İmge, sürekli değişiyor.

Ne yaparsak yapalım, sonuçta bütün tarihlerin kişisel olmalarının nedeni de bu değil mi? Üstelik en güzel, en zevkle okunan tarihlerin en kişisel tarihler olduğu gerçeğini, dürüst olmak isteyen kim yadsıyabilir ki? “Tarihçilik, hiçbir zaman olmamışın öyküsünü yazmaktır,” demiş Oscar Wilde. Bir hayatı yazıyorsak, hele bir de kendi hayatımıza yazarak bakmayı göze almışsak eğer, olanlar kadar olmamışları da kendimizden saymak, bence “insan hakları” bağlamında ele alınabilecek kadar temel bir özgürlük sayılmak gerekir.

Düşlediklerimi gerçeklerimden dışlamak diye bir hakkım olabilir mi? Bir başka imge: Oda. İster sığınak ve barınak, ister çalışma mekânı – bir odasız hiç olamamışım. Üstelik ev ya da daire değil, fakat hep bir oda. Ve şimdi, yılların ardından, anlıyorum ki taşındığım her evde aynı odayı kurmuşum. Ya da kurgulamışım. Yine bir alıntı: “Yolumun geçtiği evlerde hep bir oda egemen oldu. Birbirine eklenen odalar, bir hayatın haritasını çizebilir mi?

Sormakta haklıyım, çünkü benim odalarım hep oldu.
İçindeki sen’lerle birlikte. Çoğunlukla yalnız gelirdin.
Ama kalabalık geldiğiniz de oldu.
Birbirinizin eksiklerinizi tamamladınız.
Benim odalarımda.
Odalar iz bıraktılar.

Babamın Asmalımescit’te, Madam Josefin’in pansiyonundaki odası gibi. O yaşarken görmediğim odası. Ölümünden sonra ise, kedilerle birlikte. Çok güzel iki kediyle. Babamın yatağına kurulup oturmuşlar. Örtünün kenarından görünen, kirlice bir yastık ucu. Madam Josefin’in Alman malı tırnak makası kayıpmış babamı sanatoryuma götürdüklerinden beri. Bana sorduydu Madam Josefin. Sanatoryumdan gönderilen eşyalar arasında var mı, diye. Bulursam veririm demiştim. Gözüm yataktaki kedilerdeydi. Biri çok iri bir tekir, öteki sarılı beyazlı, yosmamsı. Nil Lokantası’na getirildikleri olur muydu bu kedilerin, yoksa oradakiler başka kediler miydi, hatırlamıyorum.

Tırnak makası, eşyalar arasında yoktu…” Yukarda anlatılan, babamın odası. Sadece kendi yatıp kalktığım, yaşadığım odaları anlatacağım diye bir söz vermemiştim zaten. Oda imgesi demiştim, o kadar. O imgenin çatısı altında, yaşamımı etkilemiş odaların hepsine yer var. Sığındığım odalar gibi… “Bir kaçıştı Ayazpaşa’daki oda. Yaşanamamış bir çocukluktan, yatılı lise yıllarında, akşam vakitleri boş olan spor salonunun saman şilteleri üstünde yarım kalan sevişmelerin sonradan karabasana dönüşmüş fantazyalarından, hep aile yuvası olarak kalsın diye elbirliğiyle cehennemden farksız kılınmış bir evden, doğuştan aile kızı olduğu için hiçbir zaman Asmalımescit orospularına benzeyemeyen ve bu yüzden kocasını elinden kaçırmış bir anneden kaçış…

Anneyle birlikte, babayı aramak için sonraları başka bir odaya, Franz Liszt’in öğrenciliğini yapmış, Budapeşte Konservatuvarı’ndan diplomalı, Viyana Lokantası’nın alt katında akşamları soylu sarhoşlara Zigeunerweisen kırıntıları çalan Madam Edith’in odasına gitmişlerdi. Orada anne, Madam Edith’e kocasının hayatındaki kadınları sormuştu. İyi yürekli bir kadındı Madam Edith. O sabah vakti karşısında o kadınla çocuğunu görünce, öğlenden önce içkisini erkene alıp bir kadeh rakı koymuştu kendine.

… Madam Edith, İmparatorluk Budapeştesi kökenliydi. Sonra çocuğa acımış, piyanonun üstünde duran ve çocuğun elinde evirip çevirdiği kehribar kurukafayı –minik bir kurukafaydı ve çenenin sol yanı biraz kopuktu– ona armağan etmişti…” Yıllar sonra odak noktası Madam Edith’in odası olan bir öyküye dönüştürdüm yukardaki alıntıyı: “Olmayan Bir İstanbul Gecesinde Seninle Bir Gezinti”. Doğan Hızlan, Gösteri dergisinde yayımladı. Ondan epey sonra da öykü, Aykut Tankuter’in nefis senaryosuyla TRT’nin öyküler dizisi için filme çekildi. Otel odaları da oldu. Sayıları kabarık olmasa bile, yoğun bir şeylerin yaşandığı otel odaları: “… Sonra bir de otel odası.

Taksim Sanatevi’nden bir gece yarısı çıkıp gittiğimiz Büyük Londra Oteli’nin bir odası. Resepsiyondaki işlemlerimiz tamamlandıktan sonra asansörle çıkarken, asansörcüye durumumuzu belli etmemek için sana saçma sapan bir şeyler anlatmış olduğumu anımsıyorum (‘biliyor musun, bu, İstanbul’un en eski otellerindendir; vaktiyle amcamlar da kalmışlar burada… güzel restore etmişler, eskisi gibi olmuş’ vb.) Neyse ki bu sahtekârlığı odamızın kapısı arkamızdan kapandıktan sonra da sürdürmeye kalkışmadım. Seninle yatmayı nice zamandır istediğim için, titrediğimi hatırlıyorum. Ama sen, son derece doğal ve rahatlatıcıydın. O odayı sabaha kadar dışarıdaki dünyadan koparıp alabilmemizi senin bu doğallığına borçluyduk. Sonradan o doğallık üzerinde çok düşündüm. Her şeyi itici bir biçimde mekanik kılan, nice öyle odalardan ve öyle yataklardan geçmişliği, tüm büyüleri etkisiz kılarcasına yansıtan bir doğallık değildi. … Bir süre öyle kalmıştık. Henüz ten sıcaklığını paylaşmadan, kendimizi gözlerin ve dudakların iletkenliğiyle sonra’ya hazırlayarak. Oda, aralığa bakıyordu. Sabah, önce otelin ön yüzündeki pahalı odalara uğrayacak ve bize ancak ondan sonra, epey geç bir saatte gelecekti. Bunun rahatlığını da yaşıyorduk…”

Düşlerimi odalara yerleştirdiğimi de hatırlıyorum.Sıra düşlere geldiğinde, bağımsız bir simge olarak mı bilmiyorum, ama yalnızlık da ortaya çıkardı. Hem de Eknaton’la birlikte. Eknaton, şu yukarıdaki alıntıları yaptığım yazıda rastladığım bir ad. O zamanlar –hangi zamanlar?– her nedense kafama takılmış. Bir Mısır firavunuymuş Eknaton. İyi de, ne işi var benim yalnızlığımda? Nasıl bir özdeşleştirme yapmış olabilirim? O, Mısır’ı çoktanrılılıktan tektanrı inancına götürmeyi amaçlamış. Bunun için de tek bir tanrıyı, Güneş’i layık görmüş tanrılığa. Firavunu belki bu yüzden yalnızlıkla özdeşleştirmiştim. Onca tanrının ardından tek bir tanrıyla yetinme zorunluluğu. Belki bu yalnızlığına acıdığım için odama almıştım Eknaton’u: “… Yarın, durmaksızın çöküyor.

Onun için pencerelerini dışarıya kapayamadığımız, duvarlarından bütün bir dünyanın nem damlaları gibi üstümüze aktığı bu odaya kapanalım. Başımı çıplak göğsüne dayıyorum. Kulağımın altında durmadan atan bir şeyler var. Bir yürekle sınırlı değil. İnsan, bütün bedeniyle atar. Sana sarılıyorum. Eknaton’u özlüyorum. Bir piramidin kuru yalnızlığında. Gözlerime incecik kumlar doluyor. Bana bu odada böylece sarılman, beni bunca sahiplenmen, çok şey olabilir. Bizim olmayan bir doğaya aykırı kaçabilir. Yıllara edilmiş bir hakaret olabilir. Nice zamanlar boyunca, bir gün biteceği düşlenen, özlemi tutkuya dönüşmüş bir tablonun, ölü doğa olmayan bir tablonun soyuttan figürlere dönüşmesi olabilir. Ya da şu çöplükteki kadının gözlerinde her günkünden farklı parıltılar yaratabilir. Ellerin bende kalmalı, çünkü yarın, durmaksızın çöküyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Deneme
  • Kitap AdıŞeref Bey Artık Burada Yaşamıyor
  • Sayfa Sayısı256
  • YazarAhmet Cemal
  • ISBN9789755109442
  • Boyutlar, Kapak13x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2017

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Önce Şairleri Yaktılar ~ Ahmet CemalÖnce Şairleri Yaktılar

    Önce Şairleri Yaktılar

    Ahmet Cemal

    Deneme ne işe yarar? Edebiyatın olmazsa olmazı deneme, yalnızca sanat yapıtlarına ya da politik, kültürel konulara bakışımızı değiştirmez, tıpkı has edebiyatın yaptığı gibi, iç...

  2. Lanetlenmiş Ağustosböcekleri ~ Ahmet CemalLanetlenmiş Ağustosböcekleri

    Lanetlenmiş Ağustosböcekleri

    Ahmet Cemal

    Edebiyatımızın ve düşünce dünyamızın öncü kalemlerinden Ahmet Cemal, deneme yazınımıza bir kere daha unutulmayacak bir katkıda bulunuyor. Yazarın yeni denemelerini topladığı Lanetlenmiş Ağustosböcekleri, edebiyattan...

  3. Sanat Üzerine Denemeler ~ Ahmet CemalSanat Üzerine Denemeler

    Sanat Üzerine Denemeler

    Ahmet Cemal

    Sanat Üzerine Denemeler, bugüne kadar sanatla ilgili olarak Ahmet Cemal’in kaleme aldığı yazıların büyük bir bölümünü bir araya getiriyor. Sanatın hemen bütün dalları çerçevesinde...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Annelik Oyunu Bitti ~ Cezmi ErsözAnnelik Oyunu Bitti

    Annelik Oyunu Bitti

    Cezmi Ersöz

    Sanki bütün bunları kendine söylüyor, kendinle konuşuyor gibiydi. Doğruldu, semenderini su bardağının içinden usulca alıp göğsüne yerleştirdi. Semenderin kulağına yavaşça, “Sakin ol bebeğim, sakin...

  2. Duvarları Yıkmak ~ Bahadır YenişehirlioğluDuvarları Yıkmak

    Duvarları Yıkmak

    Bahadır Yenişehirlioğlu

    Kalpte, zihinde, yüksek yüksek duvarlar örmek yerine, köprüler kurmak gerek dostlar. Ardımız engin bir denizdir, ışıktır. Gelin o duvarları yıkalım ve ışık tüm ihtişamıyla...

  3. Saldırganı Hoş Tutmak ~ Erendiz AtasüSaldırganı Hoş Tutmak

    Saldırganı Hoş Tutmak

    Erendiz Atasü

    Erendiz Atasü’nün 2004 -2015 arası kaleme aldığı yazılardan derlenen Saldırganı Hoş Tutmak, on bir yıllık Türkiye panoraması seriyor okurun önüne. Kadın mücadelesinden erkek şiddetine,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur