Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Siyaset, Kulüp, Stadyum – İstanbul Futbol Kültürünün Değişimi 1900-2023
Siyaset, Kulüp, Stadyum – İstanbul Futbol Kültürünün Değişimi 1900-2023

Siyaset, Kulüp, Stadyum – İstanbul Futbol Kültürünün Değişimi 1900-2023

Mehmet Şenol

Papazın Bahçesi, Union Club, İttihat Sahası, Taksim Stadyumu, Fenerbahçe Stadı, Şeref Stadı, Dolmabahçe İnönü Stadı, Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadı, Seyrantepe Stadı… İstanbul statlarının…

Papazın Bahçesi, Union Club, İttihat Sahası, Taksim Stadyumu, Fenerbahçe Stadı, Şeref Stadı, Dolmabahçe İnönü Stadı, Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadı, Seyrantepe Stadı…

İstanbul statlarının tarihi, yalnızca bina inşaatı öyküsü değildir; spor kulüplerinin, Türkiye futbolunun, futbol-siyaset ilişkisinin, kentin, demografik yapının, mimarinin ve elbette o mekânlar çevresinde adım adım oluşan sporsever alt kültürlerin de canlı tarihidir. Aynı zamanda bir avuç gençle başlayan futbol sporunun günümüzde sayıları milyonlara ulaşan taraftarlarca devasa bir sektör haline getirilmesinin de öyküsüdür…

Araştırmacı yazar Mehmet Şenol’un bu titiz çalışması, spor tarihinin sadece skorlar, kronolojik maç listeleri, başarılar, galibiyetler ve abartılı efsanelerden ibaret olmadığını bilen; geçmişten yola çıkarak bugün yaşananları daha iyi anlamlandırmak isteyenler için sürükleyici bir başvuru kaynağı…

İÇINDEKILER
ÖNSÖZ 9
BÖLÜM 1 ÇAYIRIN SERINLIĞI 15
Moda, Kuşdili, Papazın Çayırı, İstanbul Yakası Çayırları
BÖLÜM 2 UNION CLUB. İSTANBUL’UN İLK STADYUMU 31
Paşalar, İngilizler: Union Club’ın Kuruluşu
BÖLÜM 3 İTTIHAT SAHASI. “YERLİ VE MİLLİ” 51
Kara Kemal, Aydınoğlu Raşit Bey, Altınordu’nun “Stadı”
BÖLÜM 4 TAKSIM’E STAD. İŞGAL İSTANBUL’U 63
Topçu Kışlası, Şirket-i Osmaniye, Beyaz Ruslar, Çelebizâde Said Tevfik
BÖLÜM 5 TAKSIM STADYUMU. TİCARET VE SPOR 83
Mister Bork, Ali Naci, TİCİ, Yusuf Ziya Bey
BÖLÜM 6 HISSELI TAKSIM STADI. KULÜPLERİN STADYUMU 105
Hisse Tartışması, Celal Bayar, Yıkım
BÖLÜM 7 YENIBAHÇE’DEN DOLMABAHÇE’YE.
TAKSİM STADI YIKILIRKEN 125
Şehir Stadı Hayali, İstimlakler, Prost Planı
BÖLÜM 8 İTTIHAT SAHASI’NA VEDA. NİHAİ HESAPLAŞMA 143
İttihatçıların Tasfiyesi, Şükrü Saracoğlu, Fenerbahçe
BÖLÜM 9 FENERBAHÇE’NIN STADI. KANUNLA DEVİR 159
Hacı Bekir Zâde Muhittin Bey, Stad Tapusu, Radyo Tertibatı
BÖLÜM 10 MECIDIYE KÖYÜ STADI. DUTLUKTAN DOĞAN UMUT 175
Dut, Kar, Mecidiye Köyü, Adnan Menderes
BÖLÜM 11 GALATASARAY STADI. HAYALLER, HAYAL KIRIKLIĞI 191
Generaller, Türk Spor Kurumu, Dayanışma
BÖLÜM 12 ŞEREF STADI. SARAYIN BAHÇESİ 205
Çırağan Sarayı, Yangın, Şeref Bey
BÖLÜM 13 DOLMABAHÇE STADYUMU. CUMHURİYET’İN
“ASRİ” STADYUMU 237
Henri Prost, Vietti-Violi, Gazhane
BÖLÜM 14 İNÖNÜ STADYUMU. BÜYÜK SAVAŞ’IN ZORLUKLARI 249
Lütfi Kırdar, Dünya Savaşı, Türk Mimarlar
BÖLÜM 15 GALATASARAY STADYUMU. BİTEMEYEN
VELODROMLU STAD 267
Bisiklet Pisti, Rüzgâr, Yeni Sözleşme
BÖLÜM 16 ALI SAMI YEN STADI. “AÇILIR-KAPANIR” STAD 293
Kaza, Kapanış, İnce Demir, Bozuk Çimler, Köprü İnşaatı
BÖLÜM 17 MITHATPAŞA STADI. HERKESİN STADI 323
Demokrat Parti, Gazhane, Açık Tribün, Şehrin Yeni Panayır Alanı
BÖLÜM 18 FULYA TARLASI STADI. BEŞİKTAŞ’IN BEKLEYİŞİ 367
Emekli Sandığı, Hamidiye Suyu, Turgut Özal, Süleyman Seba
BÖLÜM 19 FENERBAHÇE STADI. 13 YIL SÜREN İNŞAAT 393
Beş Temel Atma, Medeni Berk, Geri Verilen Tapu, Açık Kapalı Tribün
BÖLÜM 20 ALI SAMI YEN STADI. BİR GELENEĞİ TERK ETMEK 415
Maket, Sahip Som, Özhan Canaydın, Tayyip Erdoğan, TOKİ
BÖLÜM 21 FENERBAHÇE STADI. ŞEHRİN İLK MODERN STADI 451
İlk Modern Stad, Aziz Yıldırım, Kombine, Seyirci Patlaması
BÖLÜM 22 BEŞIKTAŞ STADI. BİR TARİHİN ÜZERİNDE
YÜKSELEN STAD 465
Demirören, AVM, Anıtlar Kurulu, Gezi, Fikret Orman
SONSÖZ 489
KAYNAKÇA 495
ADLAR DIZINI 503

ÖNSÖZ

Galatasaray Kurucusu Ali Sami’nin şahsi fotoğraf albümlerinin birisinde bir vapur fotoğrafı gördüğümde şaşırmıştım. Altında “Neveser gidiyor” yazıyordu… Neveser, 1910 yılına kadar Galata Köprüsü’nden Kadıköy’e İstanbulluları taşırken, artık vapur olmaktan çıkıp âdeta bir İstanbullu, Kadıköylü, canlı bir varlık olmuştu… Sonra onun görevini diğerleri aldı; Köprü’den Kadıköy’e insanları ulaştıran diğer vapurlar: Ferah, İhsan, Bağdat, Kadıköy…

Vapurlar İstanbul’un futbol oynanan en rağbet gören “stadları” olan Yoğurtçu, Kuşdili ve Papazın Bahçesi çayırlarına da gençleri, öğrencileri taşıyordu. Onlar aslında İstanbul futbol kültürünün bir parçasıydı…

Ama ne yazık ki Neveser ve diğerleri spor tarihi kitaplarında pek geçmez… Kurbağalıdere’nin çayıra futbol oynamaya gidenleri taşıyan kayıkçıları da… Taksim Stadı’na bakan işyerlerinin maç günleri birer “paralı loca” gibi kullanıldığı da… 1930’ların sonunda yapımına başlanan Dolmabahçe Stadı’nın bulunduğu yerdeki mezarlıklar da… Bugünkü Beşiktaş Stadı’nın Yeni Açık tribünün yapımının yıllarca sürmesine sebep olan Dolmabahçe Gazhanesi’nin taşınması hikâyesi de… Artık yerini dev gökdelenlerin aldığı Mecidiyeköy Ali Sami Yen Stadı’nın bulunduğu arazinin Güvercinlik adını taşıyan dut bahçesi de… Mecidiye Köyü’nün sinekleri, ucuz et satan kasapları da… Şimdi herkesin içine giremediği ya da girmek için büyük bedelleri ödemeyi göze aldığı deniz kenarındaki yanmış sarayın bahçesinin ağaçları kesilerek kurulan Şeref Stadı’nda sık sık denize düşen toplar da… Stadın hemen yanındaki kadınlarla çocukların kekleriyle börekleriyle piknik yaparak yüzdükleri o kocaman yüzme havuzu da…

Elinizdeki kitabı hazırlamak galiba o zaman aklıma düştü. Uzaktan ve dışardan bakıldığında belki de ruhsuz birer beton yığını olan dev stadların, İstanbul’un olaylarla maceralarla dolu serüvenli yüzyılına eşlik ettiğini, şehrin kültürünün bir parçası olduğunu… Hatta bununla da yetinmeyerek İstanbul şehir hayatına yepyeni bir boyut ve çeşitlilik getirdiğini, “taraftarlık” denen olgunun ortaya çıkmasını sağladığını, kendi ritüellerini yarattığını, yüzbinlerce insanın sadece anılarında yer alan birçok şeyin merkezini oluşturduğunu… Araştırdıkça, okudukça, dinledikçe manzara daha da belirginleşti: İstanbul şehrinin hafıza merkezlerinden biri, İstanbul Stadları’ydı…

Stadların hikâyeleri, aynı zamanda İstanbul kulüpleri ile siyasi iktidarlar arasındaki bugün de devam eden kutsal işbirliğinin tezahür ettiği bir alandı. On yıllarca, önce İstanbul, ardından da Ankara’daki iktidar, kulüpleri onlara verdikleri imkânlarla hep yanı başında tutmuştu. Aslında stadların hikâyesinde her şey vardı… Politika, kayırmacılık, eğlenceler, büyük coşkular, inanılması zor acılar, şehrin, ülkenin dönüşümünün tüm ayak izleri… Hatta ölümler, hatta büyük yıkımlar, yolsuzluklar…

Türkiye’nin tarihini bir de buradan okumanın faydası olabileceğini, ufkumuzu daha da genişleteceğini düşündüm. 1900’lerin başından 2023’e… 123 yıllık bir şehir tarihini, stadlar, futbol ve onların çevresinde oluşan bir kent kültürü üzerinden okumak ilginç olabilirdi. Kulüpler, onların on yıllarca süren stad inşa etmek çabaları, bu uğurda iktidara yakın durabilmeyi meziyet olarak görmeleri, en ufak miktarda bir parasal yardım alabilmek için sabırla beklemeleri, önlerine uzatılan her sözleşmeyi düşünmeden imzalamaları… Ve bütün bu süreçte bir avuç futbolseverle başlayan futbolun adım adım sayıları milyonlara ulaşan taraftarlar tarafından devasa bir sektör haline getirilmesi… Kuşdili Çayırı, Papazın Bahçesi, İttihat Sahası, Kadıköy, Taksim, Çırağan Sarayı Bahçesi, Yenibahçe, Langa Stadyumu, Ortaköy, Dolmabahçe, Seyrantepe… Eskilerin “Üç Büyük Kulüp” yerine kullandıkları deyimle, “Üç Baş Kulüp”ün stadlarının hikâyesi, aynı zamanda onların siyasetle nasıl iç içe olduklarının ya da iç içe olmak zorunda kaldıklarının hikâyesi, aynı zamanda bir şehrin değişiminin, köyden kente göçün, zenginleşmenin, fakirleşmenin, işsizliğin, eğlencenin, tutkunun da hikâyesi. Stadların tarihi, bugüne kadar gelen birçok geleneğin de doğduğu yerleri anlatır. Sadece “Yenibahçe Macerası” bile İstanbul’un “kentleşme” sürecinde siyasetçilerin, bürokraside yer kapanların, büyük ve iddialı hedeflerinin arasına nasıl kişisel ikballerin konulduğunu da göstermeye yeter.

Kadıköy’deki bir maça gidişin hikâyesi, aynı zamanda bir kentin dokusunun, o “yolculukta” oluşan bir kültürün de hikâyesidir. Köprülerin olmadığı İstanbul’da, henüz ne Mecidiyeköy’de ne de Dolmabahçe’de stad varken Galata Köprüsü’nden Kadıköy’e geçenlerin yarım gün süren stada ulaşma hikâyesidir… Vapurun sürekli sakinlerinin, vapur iskeleye yaklaşırken kendilerini hemen belli eden futbol hastalarını “önce deliler çıksın” diyerek beklemelerini… İskeleden stada giden yolun bir “insan koridoru” olmasını, bilet gişesindeki görevlinin çocukları uzak yoldan geldiklerini söylediğinde “hadi benden olsun” demesini… Stadın yıllarca aynı kalan, bugünkü konumunun tam tersine yola dikey olan o ahşap tribünlerini…

Mecidiyeköy’de ilk stad temeli atıldığında toprağın altına içinde “geleceğe mektup” olan bir vazonun bulunduğu bir kutu da konduğunu kim bilebilirdi? 2011 yılında Ali Sami Yen Stadı dozerlerle yıkılırken bir kepçe, o narin vazonun kutusunu paramparça etti ve Galatasaray Kulübü dahil kimsenin bundan haberi olmadı… Türkiye’de spor tarihi on yıllarca buralara “el değmeden” öylece kaldı. Ne yazık ki skorlar, kronolojik maç listeleriyle, başarılarla, galibiyetlerle ve aslında doğru olmayan efsanelerle bugüne kadar geldi. Oysa sadece maç seyretmek istemeyen, geçmişi, geçmişin futbolunu bugüne, toplumun gelişmesiyle paralel olarak nasıl geldiğini öğrenmek, o geçmişi bugüne daha doğru bir biçimde bağlayabilir…

Kitabı hazırlarken çok geniş bir arşiv taraması yaptım. Dönemin hemen bütün dergileri ve gazeteleri tek tek elden geçirildi. İstanbul stadlarının tarihini, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik tarihinin akışı içerisine karşılaştırmalı olarak yerleştirmeye çaba gösterdim; böylece tek başına ele alındığında anlamsız olabilen birçok gelişme, bağlamıyla anlaşılır hale geldi. İmkân olduğu ölçüde birincil kaynaklara ulaşıp aktarmayı tercih ettim. Ne yazık ki her şeyi yazılı kayda geçirme geleneğinin özellikle spor kulüplerinde çok geç başladığını biliyoruz. Bu gelenek, aslında kültürel bir yatkınlık gerektiriyor ve bu, okul ve okulda yerleşik Frankofon kültürünün bir uzantısı olarak Galatasaray’da şükür ki var. Başlangıcından itibaren her gelişmeyi, kararı, tartışmayı ve olası araştırmaları kayıt altına almak ve elbette daha önemlisi bunu koruyabilmek yolundaki tutuculuk noktasına ulaşmış titizliğinin bu çalışmada büyük faydasını gördüğümü söylemem gerekiyor. Kulübün erişimi çok zor ama tarihin akışına daha farklı bakabileceğimiz, çok önem verdiğim en küçük ayrıntılarını içeren bu kayıtlara erişebilmemi sağladığı için Galatasaray’ın Beyoğlu Müzesi’nin yetkililerine ve çalışanlarına büyük şükran borçluyum. Ali Sami Yen Stadı’nın ilerleyen sayfalarda okuyacağınız hiç bilinmeyen, bilinenin çok dışında, bambaşka bir hikâyesinin olduğu, başka türlü ortaya çıkmayacaktı. Ne yazık ki benzeri titizliği diğer İstanbul kulüplerinin kuruluşundan itibaren görmemiz mümkün olamadı. Varsa bile çoğunlukla ilk kaynak olarak Galatasaray müze envanteri kullanılıyor; yangın, taşınma vs. nedenlerle de ne yazık ki erişimi artık mümkün olamıyor.

Ancak yine de İstanbul’un spor matbuatının şaşılacak ölçüde hamarat, her türlü ayrıntılara bizzat içinde yaşadığı için vâkıf çok sayıda kalemi çok şükür ki vardı. Onların kültürel birikimi, spora bakışları, futbolu kavrayış biçimleri bugünden çok daha farklıydı, zengindi. Gördüklerini ve yaşadıklarını, bizzat içinde bulundukları olayları üsluplu olarak aktarma maharetine sahiplerdi. Sadece spor muharrirleri de değil, siyasi kalemler de bu konularda kalem oynatabiliyordu. Dolayısıyla iğneyle kuyu kazmak kadar zorlu olsa da geçmişin kayıtları, sadece futbol haberleriyle –iyi ki– sınırlı kalmamış oldu ve ortaya, işlenmesi epey zaman alan ama çok zengin bir malzemeler bütünü çıktı. Bu nedenle kitabın dipnotlarını kısmayı, okunuşu zorlaştıracağının farkında olsam da tercih etmedim.

Bu kitabın içeriğini İstanbul’un üç köklü kulübünün, Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın kullandığı sahalarla sınırlı tuttum. Esasen Türkiye’de futbol, her ne kadar ilk olarak orda topa vurulmamış olsa da, İstanbul şehrinin futbolunun başlangıcıyla biçim kazandı. Bu şehirde Türkler de topa dokunmaya, seyretmeye ve sevmeye başladı. Kronolojik olarak gidersek, Union Club, İttihat Sahası, Taksim Stadyumu, Fenerbahçe Stadı, Şeref Stadı, Galatasaray Stadı, Dolmabahçe İnönü Stadı, Ali Sami Yen Stadyumu ve sonraki isimleriyle Şükrü Saracoğlu (şimdi Ülker), Türk Telekom Arena (şimdi Rams Park), BJK İnönü şimdi (Tüpraş), şehirde futbolun doğduğu, geliştiği futbol mekânları oldu. Şehrin diğer semtlerinde daha sonra açılan birçok semt stadının tarihi gelişimi bu kitapta yer almıyor; belki ilerde ayrı bir çalışmanın konusu olabilir.

Son olarak, bu çalışma sürecinde destek aldığım, yardımlarını çok gördüğüm ve burada isimlerini muhakkak anmam gerekenler var. Öncelikle yıllar süren arşiv çalışması sürecinde benden yardımlarını esirgemeyen, kıyıda köşede kalmış birçok tarihi gerçeği kitabın içerisine eklememi sağlayan sevgili çalışma arkadaşlarım Arzu Keskin, Zeynep Misli, Duygu Erözbek ve Melis Erbak’a çok teşekkür ediyorum. Türkiye’nin en büyük ve futbol tarihinin başlangıcına dair nerdeyse bütün belgelerini, dokümanlarını bugüne kadar titizlikle koruyarak taşıyan Galatasaray Beyoğlu Müzesi’nin Müdürü Çağlar Şavkay’ın bu çalışmaya verdiği desteği minnetle anıyorum. Özellikle Galatasaray Stadı’nın bilinmeyen hikâyesini yazarken sağladığı dokümanlardan çok yararlandığım gibi kitapta çoğu ilk kez yer alan tarihi fotoğrafların kaynağını da Beyoğlu Müzesi’nin envanteri oluşturdu. Her zaman olduğu gibi yazma süreci boyunca bana desteklerini esirgemeyen dostlarıma, Osmanlıca metinleri kitaplarında özenle tercüme ederek İstanbul futbol hayatının ilk devrini daha da anlaşılır kılan Mehmet Yüce’ye, bugüne oldukça yıpranmış ve “flu” halde gelen tarihi fotoğrafların bir kısmına elini değdirip netleştiren Sıtkı Görçiz’e, Öner Ciravoğlu’na, Mustafa Hazım Bayka’ya ve Cenk Tıkız’a çok teşekkür ediyorum. Onlar olmasaydı bu kitap yazılamazdı. Elbette, kitabın, aslında her biri ayrı bir çalışma alanı oluşturabilecek çok geniş alanı kapsamaya gayret etmesi dolayısıyla eksiksiz bir çalışma olmadığını söylemem gerekiyor. Yine de umarım atladığım, eklemeyi ihmal ettiğim az detay vardır. Söylemeye gerek yok; kitaptaki olası bütün eksikler ve hatalar dikkatsizliğimin sonucudur.

Kitapta Türkiye futbol tarihinin –maçlar dışında– pek bilinmeyen yeni sayfalarını çevirmenin heyecan veren o müthiş tadını verebilmiş olmak umuduyla…

Mehmet Şenol, Kasım 2023

1
Çayırın Serinliği

Param olsa satar mıydım
Kahverengi elbisemi
Damalı gömleğimi giyerdim
Alaca mendili takardım
Kuşdili’nden geçerdim
Param olsa satar mıydım
Kahverengi elbisemi
Oktay Rifat

Bugün her yıl on binlerce futbolseverin “kombine” alabilmek için sıraya girdiği, birçok genç futbolseverin içine girebilmek için fırsat kolladığı İstanbul’un endüstriyel stadları, yaklaşık 125 yıl önce çayırlardan doğdu. Futbolu ilk kez şehirde oynayan İngilizlerin oturduğu semt olan Moda’ya yakın üç meşhur çayır vardı: Moda Çayırı, Kuşdili Çayırı ve Papazın Çayırı. Kadı köyü’ndeki bu çayırlar, İstanbul’un ilk stadları oldu.

46 dönümlük Kuşdili Çayırı, ortasından geçen tertemiz deresiyle herkesi kendine çeken bir yerdi; tiyatrodan çay bahçesine, Hamdi’nin Gazinosu’ndan Kösenin Bağı’na, Çınarlı Kahve’ye, oradan Söğütler Dibi mesiresine kadar kilometrelerce uzanan yemyeşil bir eğlence alanıydı. Kuşdili aslında “piyasaydı”. Oraya bakan evlerdeki, konaklardaki hayat romanlara, hikâye kitaplarına geçmişti. Yakup Kadri’nin, Ahmet Haşim’in Kuşdili’ndeki o küçük ve harap evin çayıra bakan penceresinden gördüklerini anlattığı gibi; “Akşamları, renk renk yeldirmeler giyinmiş, beyaz başörtülü İstanbul hanımlarının kırıta kırıta gezinişlerini seyretmek, geceleri ise, Kurbağalıdere’den akseden kurbağa seslerinde ruhunu okşayan ve bizim anlamamıza imkân olmayan bir melodiyi dinleyerek hayallere dalmak” sadece Ahmet Haşim’in değil İstanbulluların hayatlarının bir parçasıydı.”

İşte futbol o çayırda doğdu. İstanbullular her mevsim yaptıkları gibi orada gezerken, eğlenirken, piknik yaparlarken, “piyasa” yaparlarken, çayırın bir köşesinde omuzlarında taşıdıkları tahtalarla İngilizler belirdi. Çayırın “piyasadan” biraz uzak bir köşesine getirdikleri o tahtaları karşılıklı diktiler, yanlarında getirdikleri kireçle çizgiler çizdiler ve ortasındaki çayırda bir topla karşılıklı oyun oynamaya başladılar. Eski köye yeni bir eğlence gelmişti. İstanbul’un ilk “stadları” o çayır parçası, o İngilizleri merakla seyredenler, ilk futbol seyircileri oldu. Daha sonra büyük olasılıkla Kuşdili Çayırı’nın yoğun ilgi çeken, eğlence, mesire ve piyasa merkezi olmasından dolayı, özellikle bahar, yaz ve sonbahar aylarında “ayak altında” olmamak için futbola çayır arayanların bulduğu diğer alan, hemen ilerisindeki boş bahçe, eskiden Silahtarağa alanı olarak bilinen “Papazın Bahçesi” oldu. Hem Kuşdili Çayırı’nda, hem Papazın Bahçesi’nde futbol maçları böyle başladı.

1900-1904 yılı arasındaki dönemde ilk futbol karşılaşmalarını İngilizler kendi aralarında yaptı.(2) Moda’da oturan İngiliz ailelerin çocukları olan ilk İstanbul topçuları, ilk karşılaşmalarını semtlerine en yakın yer olan Moda Çayırı’nda ve Yoğurtçu Çayırı’nda yaptılar. Moda Çayırı ölçek olarak daha küçük bir alanda olduğu için antrenmanlar ve eğlencelik karşılaşmalar için ideal olsa da biraz daha büyük bir çayır, Moda semtinin hemen aşağısında, derenin kenarındaki büyük çayırlıktı. Moda Çayırı İngilizlerin malı gibi görünüyordu. Kuşdili ise bir “Türk Çayırı” gibi sahiplenilmişti. Nitekim Kuşdili Çayırı, hem büyüklük-ferahlık açısından, hem de –saray atlarının besi alanı olduğu için çok büyük özenle bakıldığından– maçlar için 1901’den itibaren kullanılmaya başlandı.

Türklerin kurduğu ilk futbol kulübü olan Black Stockings’in 1901 yılında Rum gençleriyle yaptığı ve 5-1 yenildiği tek maç da Papazın Çayırı’nda idi. İngilizler de Moda’dan Kuşdili Çayırı’na geçmişti artık. Zaten Türklerin hiç sevemediği ve anlamadığı kriket oyununu bir iki yıldır oynadıkları(3) bu iki çayırın bir kısmını futbol oynanabilecek bir biçime dönüştürmüşlerdi bile. Moda’daki İngiliz kolonisinin bir nevi spor lideri olan, James La Fontaine, futbola çok meraklı Horace Armitage ile birlikte, Kuşdili sahasından başlayarak çayırın bir kısmının bir futbol sahası olarak düzenlenmesi, yani kale direklerinin Rum marangozlara ölçüleriyle yaptırılarak konması ve nizami saha çizgilerinin kireçlenerek belli edilmesi işlerini üstlendiler.

Yaptırılan kale direkleri –Türkler daha sonra bunları “golpost” olarak adlandırdılar– portatifti. Maç oynanacağı zaman futbolcular tarafından sahaya taşınıyordu. İlk ligin oynandığı 1904 yılına kadar olan ilk 4 yılda bu portatif kale direkleri kullanıldı. Ardından Lig (Şilt) düzenlemeye karar verdiklerinde, tıpkı yaptırdıkları abanoz ağacından şık Şilt gibi, kale direklerini de Londra’dan getirttiler.(4) Kuşdili ve Papazın Çayırı’nda kale direkleri konmuş, kireçle çizgileri çekilmiş “futbol alanı”nın, bir piyasa yeri olan, şenliklerin, mesirelerin yapıldığı bir çayırda büyük ilgi çektiği şüphesizdi. Aslında bu çayırlarda daha önce yılın belli dönemlerinde güreş müsabakaları da yapılıyordu ama böylesine değişik biçimde çevrelenmiş bir oyun alanı yapılan bir yerde, Türklere her zaman uzak ve “mesafeli” olmuş tüccar İngilizlerin, üstelik ilk defa görülen alet-edavatlarla (gol direkleri, ağlar, top, ayakkabı) ve bambaşka kıyafetlerle gelip bilinmeyen bir oyunu coşkuyla oynamaları büyük ilgi ve merak doğurdu.

Bu oyun alanı ilk olmasından dolayı “açık”tı da. Çayırda bir “futbol âlemi” oluşurken oyunu seyretmek bedavaydı. Kireç çizgilerinin dışında durmaları gerektiğini(5) İngilizlerin bitmek bilmeyen uyarılarına rağmen hâlâ öğrenemeyen meraklılar, seyirciler, soğuk da olsa, yağmur da yağsa onları seyretmekten vazgeçmiyorlardı. İngilizler ve çok geçmeden onlara katılan Osmanlı Rumları da oynamaya başladılar. Bu iki çayırda oynanan ve her sonbaharda giderek meraklısını artıran futbol, İstanbullu gençlerin, tabii ki, İngilizleri merakla izleyen, onlar gibi olmaya çok özenen, onların dilini öğrenen, onların hocalarının verdiği dersleri dinleyen talebelerin büyük bir tutkusu haline gelmekte gecikmedi. Kuşdili’nde, Papazın Çayırı’nda İngilizler, Rumlar arasına karışmak isteyenler, devrin şüpheci, hafiyelerle dolup taşan, jurnallerin…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Futbol Spor Tarih
  • Kitap AdıSiyaset, Kulüp, Stadyum - İstanbul Futbol Kültürünün Değişimi 1900-2023
  • Sayfa Sayısı512
  • YazarMehmet Şenol
  • ISBN9789751421685
  • Boyutlar, Kapak15.7 x 23.8 cm, Karton Kapak
  • YayıneviRemzi Kitabevi / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur