Ölüm-Habercisi’nin ilk gecesine hoş geldiniz.
Orion Pagan yıllarca birinin ona öleceğini söylemesini beklemiştir. Artık Ölüm-Habercisi’ne kaydolduğu için, kalp rahatsızlığı onu sonunda öldürmeden önce yaşamaya hazırdır. Bu nedenle hayatında yalnızca bir kez deneyimleyebileceği etkinliğe katılmaya karar verir: Times Meydanı’ndaki Ölüm-Habercisi prömiyeri.
Son Gün araması almak Valentino Prince’in aklındaki en son şeydir; sisteme üye olmamıştır bile. Modellik kariyerinde yükselişe geçmiştir ve New York’taki ilk gecesinde Ölüm-Habercisi’nin partisine gitmeyi planlamıştır.
Orion ve Valentino tanıştığında, aralarındaki bağ su götürmezdir. Fakat Ölüm-Habercisi ilk aramaları yapmaya başladığında ikisinden biri ölmek üzere olduğunu öğrenir ve diğerinin hayatı bu olağanüstü, yürek burkan günün ardından bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır.
30 Temmuz 2010 ORION PAGAN 22.10
Ölüm-Habercisi gece yarısı arıyor olabilirdi ama birinin bana öleceğimi ilk söyleyişi olmayacaktı. Son birkaç senedir ciddi bir kalp rahatsızlığı sebebiyle hayatım için mücadele ediyor, fazla hızlı yaşarsam küt diye gideceğimden aşırı korkuyordum. Ama sonra Ölüm-Habercisi diye bir kuruluş ortaya çıktı ve ne zaman öleceğimizi öngörebildiklerini iddia etti. Benim yazacağım türde bir kısa hikayenin taslağı da böyle olurdu.
Gerçek hayatta beni böyle çeken hiçbir şey olmazdı. Ama Birleşik Devletler başkanı bir basın toplantısı düzenleyip Ölüm-Habercisi’nin yaratıcısını dünyaya tanıttığında ve kaderimizi öngörme yeteneğini doğruladığında iş ciddiye bindi. O akşam Ölüm-Habercisi’ne kaydoldum. Şimdiyse Son Gün aramasını alan ilk kişilerden olmamayı umuyordum. Onlardan biriysem de en azından oyunun biteceğini bilecektim. Sanırım. O güne kadarsa hızlı yaşayacaktım. Bu da hayatta sadece bir kez katılabileceğim bir etkinlikle başlıyor: Ölüm-Habercisi prömiyeri. Ölüm-Habercisi sanırım yaşam ve ölümü bildiğimiz şekliyle değiştirecek olan bu program konusunda insanları heyecanlandırmak ve neşelendirmek için ülke çapında bir sürü parti düzenliyordu. Kaliforniya’da Santa Monica Limanı, Şikago’da Milenyum Park, Ohio’da Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri, Austin’de Altıncı Cadde olmak üzere şimdiden bir sürü yere gitmişlerdi. Tabii ki ben en iyisindeydim: New York’un kalbi olan ve Ölüm-Habercisi’nin ilk ofislerinin yer aldığı Times Meydanı’nda. Şehrimi çok seviyordum ama beni asla yılbaşında Times Meydanı’nda göremezdiniz; bunun için fazla soğuk oluyor. Ama bu sıcak yaz akşamında böylesine tarihi bir şey için dışarıda olmayı sorun etmiyordum.
Ölüm-Habercisinin ülke çapında harcadığı para inanılmazdı. Hatta sırf Times Meydanı’nda. Buradaki dev ekranlarda her zaman içeceklerden dizilere milyonlarca şeyin reklamı olurdu ama bu gece öyle değildi. Bu gece tüm ekranlarda parlak beyaz arka plan üzerinde dijital kum saati vardı. Kum saatinin neredeyse dolu olan alt kısmı gece yarısı Son Gün aramalarının başlayacağını işaret ediyordu. Ama bundan daha büyük bir şeymiş gibi geliyordu. Sanki Ölüm-Habercisi’nin pazarladığı ürün zamandı. Bu pazarlama stratejisi işe yarıyordu çünkü insanlar danışma stantlarının önünde yeni iPhone indirimdeymiş gibi sıraya giriyorlardı, hepsinin de tek istediği Ölüm-Habercisi müşteri hizmetleri temsilcileriyle konuşmaktı. “Ölüm-Habercisi’nde çalıştığını düşünsene,” dedim. En yakın arkadaşım, Dalma, başını telefonundan kaldırdı. “Asla.” “Ciddiyim. Her arama birinin hayatını kurtarmak için gibi ama aynı zamanda değil de. Bugüne dek konuştuğun herkesin ölü olduğunu bilerek nasıl uyuyabilirsin ki?” “Aklında sürekli ölüm olduğunu biliyorum, Orion ama beni öldürüyorsun.” “Teknik olarak ölüm kalbimde.” “Aman Tanrum, senden nefret ediyorum.
Sırf seni arayabilmek için Ölüm-Habercisi’nde işe gireceğim.” “Hayır, bensiz yaşayamazsın.” Bir noktada yaşamak zorunda kalacağını eklemedim. Kimse bir on sekiz yıl daha yaşayacağıma güvenmiyordu. Dalma bile. Bunu asla sesli dile getirmeyecek ve sürekli hayatta birlikte yapacağımız şeylerden bahsediyor olsa da. Yeterince ciddileştiğimde yayımlayacağım aşırı kısa hikâyelerimin ya da bitirecek kadar uzun yaşayacağıma inansaydım yazmak istediğim romanın ilk imza gününün hayalini kurması gibi. Ya da Dalma teknoloji dünyasını kasıp kavururken onu desteklemem. Ve eve getirdiğimiz sevgililerimizden şikâyet etmek gibi ki bu hiç inandırıcı gelmiyordu çünkü hoş ve/veya ilgi çekici bulduğumuz bir erkeğe merhaba diyecek kadar cesur olmamız imkânsızdı. Bu aptal kalbe sahip olmasaydım tüm bunları ve daha fazlasını yapabilirdik. Sadece anı yaşamam gerekiyordu. Geleceğim olmayabilirdi ama şimdiki zamanda yaşayabilirdim. Kırklı yaşlarda bir adam üzerinde Ölüm-Habercisi Dünyanın Sonunu Getiriyor yazılı pankartla yanımızdan geçerken ölümü aklımdan çıkarmak -evet bu kez aklımda, kalbimde değil-zordu. Yani tamam, Ölüm-Habercisi’ni desteklemiyordu belli ki ama dünyanın sonunu getirecek güce sahip olduğunu iddia etmek? Bu biraz fazlaydı.
Gerçi adam yalnız değildi. Ay başında Ölüm-Habercisi duyurulduğundan beri bu felaket tellallı kaynayan okyanuslardan, yıkıcı fırtınalardan, çöken yollardan ve yanan şehirlerden bahsedip duruyordu. Kıyamet sonrası ve distopik romanların popüler olduğunu biliyordum ama bu insanların derin nefes alıp sakinleşmesi gerekiyordu. Her dakikayı ölüm yüzünden deliye dönerek geçirmek iyi bir yaşam olmazdı ama yine de bir sürü insan her dakika ölüm yüzünden deliye dönüyordu. Sanki dünyanın sonu resmen başlıyordu. Son günlerde rekor sayıda market soygunu oluyordu çünkü yağmacılar konserve yiyecekler, litrelerce su ve tuvalet kâğıdı stokluyordu. Bir sürü cinayet işleniyordu çünkü dünyanın sonu, felaket tellallarının dediği kadar hızlı gelecekse müebbet hapis cezaları o kadar da uzun olmayacaktı.
Ama hiçbir şey beni, çok fazla bilinmeyenin olduğu bir geleceğe doğru hızla ilerlediğimiz için intihar eden insanlar kadar etkilemedi. O intiharları duyduğumda çok sinirlendim. Ölüm-Habercisi bu bilgiye sahip olup da nasıl cinayetleri engellemez ya da intiharlara müdahale etmezdi? Ama anlaşılan bu mümkün değildi. Ölüm-Habercisi bir kişinin ölüm sebebini değil, yalnızca onları hazırlamak için Son Günlerini bildiğini iddia ediyordu. Ve ne yazık ki bir kişinin ismi bu gizemli sisteme düştü mü kaderi yazılmış oluyordu. Ve sonra da mezar taşındaki yazı yazılıyordu.
Olum-Habercisi her şeyi bilmiyor olabilirdi ama anksiyeteme iyi gelecekti. Son Gün araması almazsam kalbimi sinirlendirip bir krizi tetiklemekten korkarak yaptığım her şeyi iki kere, üç kere, dört kere düşünmeden cesurca yaşayacaktım. Ayrıca bir daha sevdiklerimin ölümüne hazırlıksız yakalanmayacaktım. Dokuz yaşındayken annemle babamın bir toplantı için şehre gittikleri gün bir uçağın Dünya Ticaret Merkezi’nin güney kulesine çarpması sonucu öldükleri zamanki gibi.
O dönemde tabii ki Ölüm-Habercisi yoktu ama öleceklerinden emin oldukları bir an yaşamış olmaları gerektiği düşüncesinden sonsuza dek kurtulamayacaktım. Bu üzücü düşünceleri savurup iyice kenara ittim. Ölüm-Habercisi sayesinde bir daha asla veda etmeden kimseden ayrılmayacaktım. Yani en azından ben veda edebilecektim. Fazla zamanım olmadığını biliyordum, bunu kalbimde hissediyordum. Fırsatım varken ilklerimi -hatta belki de sonlarımı-yaşamalıydım.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıSonunda Ölecek İlk Kişi
- Sayfa Sayısı504
- YazarAdam Silvera
- ISBN9786254104442
- Boyutlar, Kapak12.7 x 20.3 cm, Karton Kapak
- YayıneviPegasus / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sen Bana Yasak ~ Penelope Ward
Sen Bana Yasak
Penelope Ward
Kime âşık olacağınızı seçemezsiniz. Son sınıftayken Elec bizimle yaşamaya başladığında, onun nasıl bir pislik olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. İstemediği bir yerde...
- Arsen Lüpen – Saat Sekizi Vurdu ~ Maurice Leblanc
Arsen Lüpen – Saat Sekizi Vurdu
Maurice Leblanc
Güzel ve talihsiz Hortense Daniel'in kalbini kazanmaya kararlı centilmen hırsız bu kez dedektifliğe soyunuyor.
- Ev Sahibesi ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Ev Sahibesi
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Romanda olaylar, doktorasını tamamlayan bir gençin ev aramasıyla başlar. Okumaya çok meraklı, kalabalıktan hoşlanmayan duygusal bir yapıya sahip olan Ordınov’u hiç de ummadığı olaylar...