Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Varış / Günışığına Yolculuk 2
Varış / Günışığına Yolculuk 2

Varış / Günışığına Yolculuk 2

Adnan Binyazar

“Mızıkam aklıma geldi. Cebimden çıkarıp çalmaya başladım. Ne çaldığımı bilmeden üflüyordum. Mızıkanın sesi dağlarda yankılanıyordu. Çektiğim onca acıdan sonra ister doğadan gelsin, ister kuzudan…

“Mızıkam aklıma geldi. Cebimden çıkarıp çalmaya başladım. Ne çaldığımı bilmeden üflüyordum. Mızıkanın sesi dağlarda yankılanıyordu. Çektiğim onca acıdan sonra ister doğadan gelsin, ister kuzudan kuştan, her ses bir özgürlük haykırışıydı. Mızıkayı cebime koydum. Ağzımı dağlara verip olanca gücümle, ‘Yaşasın Özgürlük!’ diye bağırdım.”

İçindekiler
İSTASYONDAN İSTASYONA 26 GÜN
Hayal Kırıklığı, 13
Trenli Rüyalar, 15
Vapur Düdükleri, 20
“Ben mi?”, 24
Biletçi Selami Bey, 28
Hasso Abi, 36
Nurettin Abi, 41
İYİLİK MELEĞİ
Selma Hanım, 52
Jean Valjean, 63
Kanepede Uyuyan Kim?, 67
Kahvaltı Masası, 71
Banyo, 74
Abla, 79
Sırma ile Akın, 86
Kaşık Sesleri, 91
Ayrılış Yemeği, 96
Son Gün, 101
KOMPARTIMANLAR
Zeynel, 111
Eskişehir İstasyonu, 117
Kardeşim Cengiz, 124
Ankara, 129
Atatürk, 133
âşık Veysel, 138
BADEM ÇİÇEKLERİ
Bitlenme, 147
Esansçı, 151
Özgürlüğe Doğru, 157
Gecenin Günışığı, 161
MEKTUPLAR
Abla’ya, 175
Selma Hanım’a, 178

Çocuğum yumdun mu gözlerini,
Uykular içinde, aydınlıklara.
Karanlıklardan gemiler gelmektedir
Beyaz yelkenleri açılmış rüzgâra.
Fazıl Hüsnü Dağlarca

İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yılları. İstanbul’un serin bir sonbaharında Haydarpaşa Garı’nda trenden indiğimde yedi yaşındaydım. Üstümde köylülerin giydiği çizgili bir entari vardı. Ayağımda altı aşınmış bir takunya… Doğu’nun, ilkokuldan başka okulu olmayan iki bin nüfuslu bir ilçesinden gelmiş, İstanbul’un ortasına düşmüştüm. İstanbul’da denizi gördüm, vapura bindim, tramvayların çıngıraklı seslerini duydum. Hayalimde canlandırdığım bir kent değildi İstanbul, şenlikli bir yerdi. Merak edip gördüğüm her şey sevince boğuyordu beni. Babam orada da bizi ortalarda bırakıp gidince şenlik yeri cehenneme döndü. Sokaklarda mı yatmadım, açlıktan ölmemek için tahta mı kemirmedim, pazarlarda hamallık mı yapmadım, üst üste ölüm tehlikeleri mi atlatmadım, bir aşçıda yedi yıl boğaz tokluğuna, her gün dayak yiyerek çıraklık mı yapmadım…

Hayal Kırıklığı

Annem, kardeşimle beni, babamın yanında okula başlayalım diye göndermişti İstanbul’a. Okuyup iş sahibi olacak, sokaklarda sürünmeyecektik. Tam tersi oldu, birkaç ay sonra sokaklara düştük. Küçük bir aşçı dükkânında çıraklık yapıyordum. Her gün, ustanın, günü geldiğinde beni okula göndereceği hayalleri kuruyordum. Altı yıl hep o umutla çalıştım. Her anımsatışta ayaklarının altına alıp beni öldüresiye dövüyor, ağzımı burnumu kana buluyordu. Yine de umudumu yitirmiyordum. Usta beni işkencelerden geçirdi. Yine de okuma isteğimi köreltemedi. Hayal kırıklığı bile bana umut oluyordu. Kocamustafapaşa’daki 28. İlkokul dükkânın karşısına düşüyordu. Çocuklar okula giderken dükkânın önünden geçiyorlardı. Onları siyah önlükleri, beyaz yakalıklarıyla görünce, “Niye onlardan biri de ben değilim?” diye isyan ediyordum. Onlara bakarken dalıp gidiyordum. Usta daldığımı görüyor, beni kulaklarımdan tutup havaya kaldırıyordu. Sakat kalacağımı düşünmeden yere çarpıyordu. Hırsını alamayınca da tekme tokat, sokağa fırlatıp atıyordu. On dört yaşına gelmiştim. Usta, bir kuruş ödemeden beni köle gibi çalıştırıyordu. Okul yolu kapanmıştı ama umut yolu kapanmamıştı. Okullu her çocuğu gördüğümde bir gün onlardan biri olacağımı aklıma koymuştum. Sanki biri içimden bana sesleniyordu: “Geldiğin yere dön! Geldiğin yere dön! Okul orada…” Yedi yıl, o ses kulağımdan gitmedi. Çıraklığın sonu yoktu. Sesin dediğini yapacak, geldiğim yere dönecektim. Okula başlama yaşım geçmişti. Ama küçük yerlerde bir yolunu bulup okula yazılacaktım. Baharda doğa yeşeriyordu. Aşçıdan kaçıp okula başlarsam benim de geleceğim yeşerecekti. Önüme çıkan bütün engelleri aşacağıma inanıyordum. O inançla bir sabah yola çıktım.

Trenli Rüyalar

İstanbul’a trenle gelmiştim, trenle de ayrılacaktım İstanbul denilen o şenlikli kentten. Kaçma hayalleri kurarken rüyalarıma trenler giriyordu. Trenlerin gerçekleri değil, oyuncakları… Tren düdükleriyle uyuyor, uykudan o seslerle sıçrıyordum. Hayalimde trenler gelip gidiyordu. Çocukluğumun oyuncak trenleri elektrikli değildi. Zemberekle işlerdi. Zemberek çelikten bir yaydı. Kurularak gergin hale getirilen yay işletiyordu oyuncak trenleri. Trenin kelebeğe benzer bir kurma yeri vardı. Kelebekle gerginleştirilen yay, treni daire biçimindeki rayın üstünde yürütüyordu. Zemberek boşalıncaya değin rayların üstünde birkaç kez dönüp duruyordu tren. Oyuncak trenlerin düdüğü yoktu. Dudaklarını yuvarlaklaştırıp tren düdüğü gibi ötmek çocuklara düşüyordu. Gözünü raylardan ayırmayan her çocuk birer tren düdüğüydü. Çocuk, rüyasında yaşadıklarından çok hayal ettiklerini görürmüş. O yaşlarda tren bir yana, benim en basit bir oyuncağım bile yoktu. Tren yerine babamın tıraş makinesini koyduğu kutuyla oynuyordum. Aşçının evinde son gecemdi. O gün de akşama değin oradan oraya koşturmuştum. Gözümden uyku akıyordu. Yatağa uzanır uzanmaz uyudum. Rüyamda gerçek trenlerin arasındaydım. Trene atlarken karşıma usta dikildi. Çürük dişlerinin arasından tükürükler saçıyordu. “Bana haber vermeden nereye gidiyorsun?” diye üstüme yürüdü. “Dur!” dedim, “Bir adım daha atarsan kafa atar, ağzını burnunu dağıtırım!” “Sana söz, seni bu yıl okula yazdıracağım.” “Sana inanmıyorum! Okul düşmanısın sen! Dükkâna yemek yemeye gelen öğretmenler, kaç kez, ‘Bu çocuğu okula gönder,’ dediler sana. Kılın bile kıpırdamadı. Onlar gittikten sonra da beni dövdün.” “Kaçmak kolay mı? Her şeyi yüzüstü bırakıp gideceksin ha, öyle yağma yok!” “Giderim, bana karışamazsın!” “Öyle bir karışırım ki!” “Karış da görelim…” “Polis çağırırım, ‘Kasayı soydu, kaçıyor,’ diye ortalığı birbirine katarım.” “Çağır, üstümü başımı arasınlar, yirmi kuruştan fazla bir kuruş bulurlarsa mahpushanelerde süründürsünler isterse!” dedim, cebimden çıkardığım yirmi kuruşu yüzüne fırlattım. “Ulan, piç! Besle kargayı, oysun gözünü! Seni ayağımın altına alayım da gör!” dedi, iki eliyle boğazımı sıktı. “Polis! Polis!” diye kendimi yerlere attım.

Sesime uyandım. Gerçekten yere düşmüştüm. Ter içindeydim. Ustanın kirli tırnaklı parmakları sanki hâlâ boğazımı sıkıyordu. Soluk alıp konuşamıyordum. Yerden kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp giyindim. Yürürken odanın taban tahtaları gıcırdıyordu. Gürültü olmasın diye parmaklarımın ucuna basarak yaklaştım kapıya. Günün ilk ışıkları duvara vurmuştu. Odada ne usta vardı ne fırsat buldukça etimi büken karısı. Babası beni döverken sinsice gülen uyuşuk oğlu da ortalarda görünmüyordu. Duvara vuran ışık yürüyüp geldi, içime doldu. Odada yalnız başınaydım. Özgürdüm artık. İstediğimi yapardım. Kimse beni yolumdan alıkoyamazdı. Sevinçten içim içime sığmıyordu… Yattığım döşeğin içi kuru ot doluydu. Uykuda sağa sola dönerken sırtıma ot sapları batıyordu. O acıyla her gece birkaç kez uyanıyordum. Yorganım eski bir asker kaputuydu. Gözeneklerine kışlaların ter kokusu sinmişti. Her üstüme alışta kokudan bayılacak gibi oluyordum. Sabahları ustanın öfkeli sesiyle uyanıyor, böğrüme inen acımasız tekmelerle fırlıyordum yataktan. Kaçınca bu işkencelerden kurtulacaktım. Nasıl sevinmezdim! Odanın kapısını açtım. Evin kapısını da yine aynı sessizlikle aralayarak, bir daha dönmemek üzere yavaşça dışarıya çıktım. İlk otobüsle ayrılacaktım Kocamustafapaşa’dan. Sıra, yüzünün küçüklüğünden dolayı “Fındık” diye anılan Şoför Recep’teydi. Otobüse binip onun sağ yanına oturdum. Yemeğini bizim dükkânda yiyen Recep Abi, her zamanki sevecenliğiyle: “Nereye böyle erkenden?” diye sordu. Kimse duymasın diye kulağına eğilip: “Mahmut Paşa Yokuşu’na gidiyorum, ustanın alacaklarını toplayacağım,” dedim. Rüyanın da etkisiyle, ustanın her an arkamda bitip beni yakalamasından da korkmuyor değildim. Çok haklı da olsa yalan söylemek ne zormuş! Konuşurken Recep Abi’nin yüzüne bakamıyordum. Dilim damağıma yapışmıştı. Sustum. Ağzımdan bir şey kaçırırım diye de içim içimi yiyordu. Bir yandan da, “Recep Abi, gaza iyice bas, otobüsü füze gibi uçur! Usta kaçtığımı duyarsa kemiklerimi kırar!” diye bağırmak geçiyordu içimden. Biri görecek diye de oturduğum yerde korkak bir kedi gibi küçüldükçe küçülmüştüm.

Vapur Düdükleri

İstanbul’a vapur düdükleriyle gelmiştim, o düdüklerle de memleketime dönüyordum. Eminönü’nde Recep Abi’yle vedalaşıp otobüsten indim. Bir zamanlar sokakta bir mızıka bulmuştum. O güne değin de mızıka nedir bilmiyordum. Tek servetim olan mızıkayı cebimden çıkardım. Üstüne yapışan tozları gidermek için üflerken mızıkadan ses çıkmaya başladı. Bu yeni çalgıyı gideceğim yerdeki arkadaşlarıma göstermek için yanıma almıştım. Galata Köprüsü’nü mızıka çalarak geçtim. Hangi havayı çaldığım belli değildi. Ben üflüyordum, ondan da ses çıkıyordu. Karaköy İskelesi’ne gittim. Usta, verilen bahşişlere bile el koyuyordu. Ondan gizlice biriktirdiğim kırk beş kuruşun yirmi beş kuruşunu verip bilet aldım. Rüyada yirmi kuruşum vardı. Onu da ustanın yüzüme çarpmıştım. Cebimde kırk beş kuruş bulunca…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Hikaye-Roman-Masal
  • Kitap AdıVarış / Günışığına Yolculuk 2
  • Sayfa Sayısı184
  • YazarAdnan Binyazar
  • ISBN9789750719745
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • YayıneviCan Çocuk / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Dede Korkuttan Öyküler ~ Adnan BinyazarDede Korkuttan Öyküler

    Dede Korkuttan Öyküler

    Adnan Binyazar

    “Anlatılışı çok öncelere dayanan, 15 ve 16. yüzyıllarda yazıya geçirildiği düşünülen Dede Korkut Kitabı’nda, Oğuz Türklerinin kültürel varlığı, yaşadıkları toprakları savunma dirençleri, kahramanlıkları, ahlak...

  2. Bozkır Aydınlığında Aşk ~ Adnan BinyazarBozkır Aydınlığında Aşk

    Bozkır Aydınlığında Aşk

    Adnan Binyazar

    “Ayrılış saati yaklaştıkça yüzü solgunlaşıyor, serçelerin ürkekliği ona geçiyordu. Az konuşuyor, ben de dalıp gidiyordum. Akşama doğru yüzündeki hafif makyaj da etkisini yitirince, artık...

  3. Şah Mahmet ~ Adnan BinyazarŞah Mahmet

    Şah Mahmet

    Adnan Binyazar

    Kanlı bakışlarından korkup kaçacak delik aradığım Şah Mahmet benim geleceğimdi; büyüyünce benim de onunki gibi kan çanağı gözlerim, güldükçe parlayan altın dişlerim, kuşağımın arasından...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur