Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yıldız Yaralanması
Yıldız Yaralanması

Yıldız Yaralanması

Perihan Mağden

BİRİNİN BAŞLATTIĞI YANGINI BAŞKA BİRİ SÖNDÜREMİYOR. Dönmemiş Yıldız. Dönseydi duyar uyanırdı zaten. Beni yaraladı yine, diye düşünüyor. Sonra da yok oldu. O bitmeyen ufak…

BİRİNİN BAŞLATTIĞI YANGINI BAŞKA BİRİ SÖNDÜREMİYOR.
Dönmemiş Yıldız. Dönseydi duyar uyanırdı zaten.
Beni yaraladı yine, diye düşünüyor. Sonra da yok oldu. O bitmeyen ufak kaçamaklarından birine gitti.
Nereye gitti ki? Cengiz Bey’le Maldivler’e gidiyor yarın! Teo Man, diye geçiriyor içinden, anında içi üşüyor. Tabii ya, onunla olmaya gitti. Cengiz Bey’le bir nevi mecburiyetten çıktığı seyahatten önce, hakiki aşkına koştu. Kavuştu.
“Beni niye yaraladın peki? Beni niye hep, habire yaralıyosun? Neyim ben? Kırıp dökeceğin oyuncak bi bebek mi?”
Hikmet Hanım’ın saçının kesildiği gece “oyuncak” demesi geliyor aklına. Haklı işte! Ahçı da haklı, Muhittin de. Onu Yıldız’a karşı uyarmakta haklılar. “Hıncını benden çıkarıyosun. Annenin sana yaptıklarının, herkesin sana yaptıklarının hıncını, intikamını-“ Aynaya bakarak bağıra bağıra söylüyor bu lafları.

***

Yıldızların altında uyandı.

Kürklerin altında. Yıldız’ın kürklerinin altında. Yıldız’ın kürklerinin altında ve üstünde uyandı, doğrusu bu.

Talihine inanamıyor. Her şeyin böylesine yolunda gitmesine. Geçen ay nerdeydi, on gün önce nerdeydi, kaç gün önce nerdeydi, bugün Yıldız’ın evinde!

Sahi kaç gece oldu? Dört gecedir mi ne, Yıldız’ın giysi odalarının sonuncusunda uyuyor. Kürk kısmında.

Hem artık havalar iyiden iyiye ısındı, hem nice zamandır Yıldız kürk giymiyor. Hayvanları onun kadar seven birinin kürk giymesinin ne kadar yanlış olacağına, ne kadar gaddar, acımasız, çoktan uyandı Yıldız.

Yıldız’ın yıllardır kürk giymediğini fotoğraflarından, röportajlarından biliyor. İç içe geçmiş uzanan giysi odalarının en dibindeki kürk kısmında saklanması birkaç gecedir bu yüzden.

Üşüdü havuzun etrafındaki kabinlerde. İki büklüm uyumaktan da yoruldu şezlong minderlerinin, havluların, ordan burdan bulup istiflediği pikelerin, şalların, örtülerin, yastıkların üstünde.

Bir gece sabaha karşı özel salona sızıp ordaki le şeklindeki kanepede bile uyudu gerçi. “Bırrr” oluyor içi tatlı tatlı, Yıldız’ın özel salonunda azıcık dahi olsa böylesinc bir cüret ve cesaretle uyuduğunu düşündükçe.

“Kızım sen de kopardın yani,” oluyor. Ara sıra kendi kendine konuşuyor da. E, bi hayalet olarak yaşamak kolay değil.

“Hayalet!” diyor günlerdir konuşmamaktan çatallaşmış sesiyle. Gülüyor. Öyle mutlu ki!

Dişlerini nerde fırçalayacağını düşünüyor. Yine en güvenlisi, havuza çıkan koridordaki tuvaletlerden birisi. Tenha ve rahat da.

“Yıldız’ın tuvaletlerinin altında mı uyusam bu gece?” Sorduğu anda yeniden gülmesi geliyor. Eli artır artır, nereye kadar? Yakında Yıldız’ın yatağının ayakucuna kıvırılıp uyuyakalmaktan korkuyor.

“Mutluluğa alışmak ne kadar kolaymış!” Hayalet yine konuştu kendi kendine. Gece yarısı sıcak basınca atmış kürklerin yarısını üstünden.

Giysi odalarının en sonundaki kürk bölümüne ilk saklandığında çekingendi, saygılıydı. Dizi dizi askıların altında tortop olup yatmıştı. Sonra dayanamayıp bir etolü çektiği gibi, kendine yastık yaptı. Sabaha karşı titremeye başlayınca kocaman bir vizonu sıyırdığı gibi askısından, yorgan yaptı.

Sonra bir tane daha çekiverdi üstüne, bir tane daha üşüdükçe. A, bir de baktı ki bir tayla bir astraganı çekip altına, kendi yatağını yapıvermiş bile. Kürklerden bir yumağın içinde uyuyor gecelerdir. Sahi tam kaç gece oldu buraya, Yıldız’ın malikânesine geleli?

Parmaklarıyla hesaplarken vazgeçiyor. Burda, uçsuz bucaksız arazisiyle bu labirent evde zaman o kadar çabuk geçiyor ki, hakikatte kaç gündür burda olduğunu bilmek istemiyor.

Bir kere vakit, saklandığı için çabucak geçiyor. Hem mutluluktan hem heyecandan kalbi habire küt küt attığı için zaman dondurma gibi eriyip gidiyor.

Öyle güzel ki bu evde saklanarak, koşuşturarak, kimse onu fark etmeden oraya buraya seğirterek yaşamak. Hakikatin, soğukluğuyla onu uyandırmasını istemiyor.

Hem saklanıyor, ait olmadığı bir yerde, Yıldız’ın evinde günlerini geçiriyor, hem tamamen sürünüyor, bir fare gibi deliklerde gizleniyor da sayılmaz. Onu görüyorlar ortalıkta. Canı ne çekiyorsa o an, onu yapıyor esasında.

Mutfakta, havuzun kenarında, televizyon odasında, salonda, en üst katta ona rastladıklarında hiç kimse hiçbir şeyden şüphelenmiyor. Bu evde öylesine büyük bir kargaşa hâkim ki.

Terzilerden birinin yamağı zannediyorlar onu. Ahçıya yardım etsin diye tutulmuş bir kız sanıyorlar. Ya da ara ara dip köşe bucak temizlik için çağrılan şirketlerden birinin elemanı olduğunu varsayıyorlar.

Ona kim rastlamışsa, bir diğeriyle alakalı, yeni ve muhakkak geçici elemanlardan biri olduğunu düşünüyor, üstünde durmuyor.

Mutfakta buzdolabının kapısını açmış da kendine yiyecek bir şeyler aranırken asistan görmüşse, son terzinin yanında getirdiği kızlardan biri olduğunu düşünüyor. Havuzun orda başhizmetçinin yoluna çıkmışsa, asistanın yakını olduğunu zannediyor. Televizyon odasına sızmış da kimseler yokken pinekliyorsa, birileri içeri dalınca yerleri siliyormuş pozu takınıyor.

İki gün önce havuzun kenarından aldığı kırmızı mayo düşüyor aklına. Başının altındaki etollerin arasından bulup çıkarıyor. Usul usul okşuyor. Burnuna dayayıp kokluyor. Havuz suyu, parfüm, sabun karışımı, nasıl da güzel kokuyor kırmızı mayo.

Yanağına bastırıyor önce. Sonra dayanamayıp öpmeye başlıyor. Durduruyor kendini. “Saçmalama!”

Kahvaltısını edip kırmızı mayoyu giydiği gibi, havuzda yüzmeyi planlıyor.

Bir öğleden sonra Yıldız’ın avukatının kızıyla yanında getirdiği iki arkadaşını seyretti havuzda yüzerlerken. Onlardan biri olamaz mı sanki? Ya da menajerin misafir ettiği onca kişiden biri?

Bu evde o kadar çok insan o kadar iş görüyor, ona kalırsa o kadar hiçbir iş görmeden oyalanıyorlar ki, onu da birinin bir şeyi zannedemezler mi?

İlla hizmetlilerden biri sanılması da gerekmiyor. Günlerce antrenmanını yaptı. Artık misafirlerden biri zannediversinler. Hem onlardan ne farkı var?

Alnının üstünde SAHTEKÂR diye damga yok ya. Ya da HAYRAN. Ya da SIĞINTI. Alnının üstünde hiçbir yazı yok. Bu tembel, bu ilgisiz, ne idüğü ne işe yaradığı belirsiz ev ahalisinin onun ne olduğunu, daha doğrusu ne olmadığını anlayacak hali de yok.

Hiçbir şeyin ne olduğunu anlayacak halleri yok ayrıca.

Yüzecek kırmızı mayoyla! Dayanamıyor işte. Yıldız’ın havuzuna girecek. Daha da yakınlaşmış olacaklar böylece. Onun sularında vakit geçirecek.

İki gün önce Yıldız havuza girip azıcık da olsa yüzmedi mi?

Yıldız’ı gözetlerken kalbi nasıl da ağzının içinde attı. Sanki kalbinin gerçek yeri orasıymış, ağzının içiymiş, yanaklarıymış, yüzüymüş gibi nasıl da kafası zonkladı.

Başhizmetçi, beyaz üstüne beyaz puanlı bir bornozla bekledi havuzun başında. Gözleri her saniye Yıldız’ın üstündeydi.

Yıldız azıcık yüzüp de merdivenleri çıkar çıkmaz bornozuyla kaplayıverdi güzelim bedenini. Bebeğini üşümesin diye çabucak sarıp sarmalayan, aşırı dikkatli ve korumacı bir anne gibiydi.

Yine de işte, her şeye rağmen, başhizmetçinin süratine, vazifeşinaslığına rağmen, yıldızının bir kız çocuğunun bacaklarını andıran kusursuz bacaklarını, biçimli kollarını, mayosunun üst kısmından fırladı fırlayacak memelerini gördü. Gördü bütün vücudunu mayosunu çıkarıp oracığa bırakırken.

Tamam, bulduğu kırmızı mayo Yıldız’ın mayosu. Tamam, koşup kaptı mayoyu başhizmetçi dönmeden. Çaldı. Aldı. Kaptı. Ne yaptıysa yaptı!

Bu çirkin, kirlctici kelimelerin Yıldız’la arasına girmesine izin vermeyecek. Bu evde, onun yörüngesinde dönerken öylesine mesut ki.

Kaç gündür hayatında hiç olmadığı kadar mutlu, huzurlu, sevinçli, hiç olmadığı kadar yerini bulmuş hissediyor kendini.

Sanki yüzü yokmuş önceden, gözleri, kolları, bedeni yokmuş. Şimdi tek tek hepsini bulmuş. Bütün parçaları bir araya gelmiş sonunda. Sakatken, eksikliyken kurtulmuş. Tam olmuş, tamam olmuş. Öyle hissediyor.

Kırmızı mayoyu da giyecek, havuzda da yüzecek. Çok tehlikeli, biliyor, ama dayanamıyor. İçine vuran dalgalara söz geçirmek istemiyor.

Hem yalnızca daha iyiye gidebilir her şey. Bir mucize oldu; topladı bütün eksik kısımlarını, her tarafına kavuştu.

Başı dönüyor hafiften.

Hayatın bu kadar neşeli ve güzel olacağını dünyada düşünemezdi. Ama artık çıkıp geldiği dünyada değil, o dünyadan değil.

Yıldız’ın gezegeninde yaşıyor, buralı oldu.

Hiç kimse buna engel olamaz.

İçinin içinde duyuyor. Buraya ait.

Biliyor. Biliyor. Emin kendinden.

* *

Bir koridorun nihayetinde varılıyor havuz ve etrafındaki kabinlere. Koridorun sonunda altlı üstlü sıralanmış beyaz tahta dolaplar var. Sanki bir yüzme takımı giysilerini, çantalarını bırakabilsin diye yapılmış iki sıra lüzumsuz dolap. Küçük sırt çantasını onlardan birinin dibinde saklıyor günlerdir.

Sabahları yerinden çıkarıp, ordaki kabinlerden birine giriyor. Yıkandıktan sonra dişlerini, saçlarını fırçalıyor uzun uzun, oyalanıyor da oyalanıyor.

Zamanıyla gönlünce oynayabildiği bu evde, her şeyi yavaş yavaş yapıyor. Öylesine zevkli ki her şeyi uzatmak. Zaman, önünde kıpırtısız bir göl gibi duruyor.

Yanına çok az şey almış. Birkaç külot, üç tişört, bir çift tokyo, üç çift çorap, tayt, şort, blucin ceket, saç fırçası, diş macunuyla diş firçası, bir de defteri tabii. Üstüne Yıldız’ın resmi yapıştırılmış çizgili defteriyle ince uçlu mavi kalemi, o kadar.

Donlarını lavabolarda yıkayıp şezlongların arkasında, orda burda kurutuyor. Hepsi siyah olduğundan bikini sanıyorlardır garanti. Tişörtlerini yıkamadı bile. Havuzun etrafında takılanlar o kadar çok şey unutuyorlar ki.

Aralarından beğenip aldıklarını giyiyor kimi zaman. Kendini acayip iyi hissediyor başkalarının giysilerinin içinde. Hiçbir zaman satın alamayacağı, sahip olamayacağı giysilerin içinde, bambaşka biri gibi hissediyor.

Avukatın kızının sarışın arkadaşının unuttuğu kısacık pembe tişörtün içinde, hayatında hiç olmadığı kadar hafif hissediyor kendini. Şen ve pembe.

Menajerin getirdiği genç oyuncunun şortunun içinde, mümkün olabileceğine inanmadığı kadar cazip hissediyor kendini. Poposunu dışarı çıkarması mecburiymiş gibi, öyle bir ortalarda dolanıyor ki.

Giysilerini giydiği kızların hareketlerini alıp bolca serpiyor tam oturmamış beden dilinin üstüne.

Aynı, eski kabuğunu soğuk bir dağın eteklerinde bıraktığı gibi, gıcır gıcır kabuğuyla bambaşka bir iklimde yeni bir hayata başlamış bir yılan gibi hissediyor. Çok daha hızlı ve ışıltılı bir yılan. Çok daha havalı ve güzelliğinin farkında bir kız!

Bu eve bu denli kolay varmış olmasına, bunca zahmetsiz bulmuş olmasına, sonra da Yıldız’ın etrafındaki bu karman çorman ama o kadar da tuhaf ve eğlenceli hayata sızmış olmasına inanamıyor.

Nasıl oldu da, tam o perşembe sabahı hayatına daha fazla katlanamayacağına karar verdiği gibi, kendini Üsküdar’dan kalkan Şile otobüsünde buldu, hakikaten bilmiyor.

Şile’de otobüsten inince, Nergisli’ye giden minibüslerden kalkmak üzere olanına atladığı gibi, yarım saat sonra, “Tamam kardeşim, Yıldız’ın yeri işte burası,” diyen şoför tarafından nasıl o sonsuz arazinin kapısına kondu, akıl sır erdiremiyor.

Dev demir kapı, minibüsten inmesiyle birlikte omuzlarında melekler, periler varmış da her şeyi ayarlamışlar sanki, nasıl paldır küldür açılıverdi.

Herkes onun varmasını istermiş, tam da o gün atladığı gibi, önce bir motora, sonra bir otobüse, sonra da minibüse, Yıldız’ın dev kapılarının önünde sırt çantasıyla belirmesini beklermiş gibiydi.

Öyle de dedi zaten kulübesinden çıkıp onu karşılayan irikıyım güvenlikçi. “Hoş geldin bakalım. Bekliyorduk, geciktin,” dedi.

Tamamen şaşırmış, afallamış, utanmış hali ve Hello Kitty’li sırt çantasıyla o ağır ve heybetli koyu yeşil demir kapıların önünde bitmesinden daha doğal bir şey yokmuş gibi, içeri buyur etti.

Tam kaç gün olduğunu hesaplamaya korkuyor, ama rahat bir haftadır Yıldız’ın topraklarında. Onun odalarında, koridorlarında, şezlonglarında, kürklerinin altında ve üstünde, onun gezegeninde bir rüyada gibi yaşıyor.

Nedense canı o sabah hiç duş almak istemediği halde, kırmızı mayoya kıyamıyor. Uzun uzadıya yıkıyor bedenini. En kuytu köşelerini tertemiz yapıyor.

Yıldız’m mayosunu giyecek, onun sularında yüzecek madem, yeni yıkanmış bir bebek kadar, en az Yıldız kadar temiz olmalı.

Hoş, hiçbir zaman Yıldız kadar temiz olamaz, güzel olamaz, kusursuz olamaz. Ama kırmızı mayoyu giyince aynadaki suretine inanamıyor. Öyle farklı bir ışık geldi ki yüzüne, bedenine, hayran hayran aynaya bakmaktan kendini alamıyor.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıYıldız Yaralanması
  • Sayfa Sayısı320
  • YazarPerihan Mağden
  • ISBN9786051415673
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviEverest Yayınları / 2012

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Aşk-ı Sükûn ~ Nuriye ÇeleğenAşk-ı Sükûn

    Aşk-ı Sükûn

    Nuriye Çeleğen

    Say ettim; yalnızlıkta, acizlikte, çaresizlikte… Say ettim; tevekkülde, teslimiyette, rızada… Say ettim; nefiste… kalpte… ruhta… aşkta… sükûnda… Nefisten kalbe, kalpten nefse say ettim… Döktüm tüm çakıl...

  2. 12 Yıllık Esaret ~ Solomon Northup12 Yıllık Esaret

    12 Yıllık Esaret

    Solomon Northup

    1841de New Yorkta yaşayan Solomon Northup, kendisini müziğe adamış siyahi bir adamdır. Ailesiyle birlikte yaşayan Solomon, özgür yaşayan ve istediği şeyleri yapabildiği için mutlu...

  3. Son Güzel Günlerimiz ~ Ercan y YılmazSon Güzel Günlerimiz

    Son Güzel Günlerimiz

    Ercan y Yılmaz

    Ercan y Yılmaz ikinci öykü kitabı Son Güzel Günlerimiz’de bizi her şeyin başlangıcına götürüyor: Çocukluğumuza. Fotoğrafını çektiği, ayrıntılarını resmettiği o evren ise aşina bir manzaraya işaret...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur