Küçük ruhluydu.Ruhu iyi bir ruhtu belki, oldukça temiz kullanılmıştı, kendi sınırları içinde sağlam, işe yarar bir ruhtu, ama yetmiyordu; kalkıştığı işi başarabilmek, bu ruhun harcı değildi.M, ruhundan intikam almanın yollarını aramaya başladı.M, vahiy bekleyen peygamber tedirginliğiyle, “Gerçek’ten daha edebi, Edebiyat’tan daha gerçek” romanını yazmak için ilham bekliyor. Kendi içine, sokaklara, geceye, taşraya, kaya kiliselerine yöneliyor ama bir türlü yazamıyor. Sonra önünde bir aşk ve bir kapı açılıyor – o kapıdan geçmeyi seçince geliyor yıkım; M öyle bir dağılıyor ve dağıtıyor ki, onun nasıl bir insan olduğunu ve ilahi adaletin ona nasıl bir son hazırladığını merak etmeye başlıyor okur.Kuran’ın sure yapısı üzerine kurulu olan 19, bu asal sayının katlarına dayanıyor.19×11=114 bölüm19x50=950 cümle19x1353=25707 sözcük19x8456=160664 karakter
1. Akacak Kan.
(1) Avucundan akan kana bakarken, o güne dek yazmış olduğu biçimde yazmayı sürdüremeyeceğini, bambaşka bir şeyi bambaşka bir dille anlatması gerektiğini anladı.
(2) Ekmek bıçağının yanlış kullanımı: Sokak kapısının altına çekeceği süngeri ahmakça bir yoldan kesmeye çalışırken yardı başparmağıyla işaret parmağının arasını; sardığı bez hızla kızıllaştı.
(3) Birtakım güvenceler edinmek için harcamıştı keskin dilini, bunu yaparken hem kendini ayakta tutan, ona can veren özüne ihanet etmiş, hem de sanatını –o iki parmağın birbirine dokunabilmesi değil miydi tüm sanatın ve tekniğin temeli?– kendi elleriyle satmıştı.
(4) Bu kan boşa akmamalıydı; M de kalem tutmayı sil baştan öğrenmeliydi.
(5) Bunun ilk adımı, dilediğini dilediğince yapabileceği sanısından kurtulmak, Kendini Yazdıran’a kendini ve kalemini hizmetkar kılmak, bağımsızlık sevdasıyla isyan etmeye kalkışmadan ona aracılık etmek, bunu da onurların en büyüğü saymaktı.
(6) Gerçek’ten daha edebi, Edebiyat’tan daha gerçek olacaktı bu bambaşka kitap; o güne kadarki tüm arayışları, ona yönelebilmek içindi, M’nin bütün yolları, o bilmese de bu kitaba çıkıyordu.
(7) Avucunun sızısı geçmek bilmiyor, kan dinmiyordu, M’nin başı dönmeye başlamıştı; hastane yolunda, taksinin arka koltuğuna sinmişken, kendisini yolundan çelmeye çalışanları düşündü – kimilerinin övgüsü, kimilerinin yergisi, pek çoğunun da ilgisizliği onu yanıltmış, yazmakla yükümlü olduğu şeyin enikonu uzağına sürüklemişti.
(8) Yine de bu dış etmenleri suçlamak, kolayından kendini temize çıkarmak olurdu; M adam olsa, kendine biçtiği kefenin içini dolduracak cüssesi olsa, o etmenlerin hepsini alaşağı etmeyi, yerlerde süründürmeyi, hiçbirine pabuç bırakmamayı bilirdi; cümlesi birlikte gelse tek bir fiskesi yeterdi.
(9) Bunu becerememiş olmanın acısı içine çökünce M kanayan elini unuttu, hastaneye vardığında orada ne aradığını bir an toparlayamadı; parasının üstünü almadan acil kapısından girdiği sırada bir kez daha, Kendini Yazdıran’ın en sadık hizmetkarı olmaya yemin etti.
2. Kırılmayan Kalem.
(1) M, Gerçek’ten daha edebi, Edebiyat’tan daha gerçek olacak bir kitap yazılacaksa, deliliğin belirgin bir avantaj sağlayabileceği düşüncesine kapılıyordu zaman zaman; ne yazık ki M deli değildi.
(2) Yine de dikkat çekici, hatta ödüllendirilmesi gereken, çok önemli bir özelliği vardı M’nin: Doğal olarak ahlaklıydı, hem gündelik hayatta, hem de yazdıklarında.
(3) Ahlaklı bir yazar: Hak, adalet, suç, ceza, iyilik, kötülük gibi kavramları hissederek yazmak başka, bunları yazarlığın aletleri olarak kullanmak başka, bunlara hiç bulaşmadan yazmak başka olsa gerekti.
(4) M’nin ahlak kavrayışı, ahlak duygusu gerçekten de çarpıcıydı, en azından karısı öyle demişti: Onu yazmaya (ve daha pek çok şey yapmaya, örneğin evlenmeye) yönlendiren kişi H olmuş, M’nin bir dahi olduğuna ve bir gün dünyanın en iyi kitaplarından birini, birkaçını yazacağına yürekten inanmış, M’nin ünlü bir yayıncı olan dayısını da inandırmıştı.
(5) Kocasının alçakgönüllülüğü H’ye hep bir zaman kaybı olarak görünmüş, yayın piyasasını sarmış bayağı, düzenbaz, dedikoducu, kıç yalayıcı, kötücül, bulaşkan, fesat, açgözlü, soysuz, malgöz onca pezevenk ve orospunun arasında M’nin alçakgönüllülüğünün, kendini geriye çekişinin hiçbir anlamı olmadığı gibi, kendi aleyhine işleyen kötü bir huy olduğunu yıllarca söylemişti.
(6) Dayısının tüm desteğine karşın M’nin kitapları birkaç binden fazla satmamış, bu durum da ülkenin edebiyat camiasında alay konusu olmuştu; aynı yayınevinden kitapları çıkan, romanları çok sayıda yabancı dile çevrilmiş ünlü bir yazar, M’nin yazdıkları için “eski zaman yazarlarının modası geçmiş sayıklamaları” bile demişti.
(7) H, bu adamların ve kadınların hepsinin çok yakında günlerini göreceğini, en adi çingene pazarına çevirdikleri yayın dünyasının gün gelip tümüyle çoraklaşacağını ve onların kökünü kurutacağını, engellemeye, yok etmeye, unutturmaya çalıştıkları onlarca yetenekli yazarın ahının tutacağını ve asıl onların tümüyle unutulup gideceğini, ama pişmanlıklarının işe yaramayacağını söyleyerek M’ye moral vermeye çalışmıştı.
(8) Dayısı da M’ye, yazmanın sabır işi olduğunu, çevresindeki kötü örneklere bakarak kendini ölçmemesi gerektiğini, yazarlığı bir meslek olarak gören ve bunun gereklerini yerine getirenlerin elbette kendi aralarında bir tür lonca sistemi kurup yaşatmaya çalışacağını ve bambaşka dertlerle yazmaya soyunanları aralarına almayacaklarını, Edebiyat’a ve Gerçek’e hiçbir bağlılığı olmayan, okurun nabzına göre şerbet vermekte mahir bu tüccar terzilerin Zaman Köprüsü’nden geçemeyeceğini (aynen öyle demişti – “Bunların hiçbiri Zaman Köprüsü’nden geçemez?) bir akşam yemeğinde, sesinin yükselmesine aldırış etmeksizin bildirmişti.
(9) Bu sözler M’yi genellikle cesaretlendirir, metanet aşılar, sabrederse ve alaylara kulak tıkarsa sözünün değerinin anlaşılacağına yeniden inanırdı.
(10) Ne yazık ki M’nin önce karısı ve oğlu bir trafik kazasında, ardından dayısı kalp krizi sonucunda bir yıl kadar önce, birbirlerinin peşisıra ölmüş, geçen sürede M’nin durumu daha da kötülemişti; artık ne onu avutacak ve güç verecek, ne de yazdıklarına profesyonel destek sağlayacak birileri vardı yaşamında.
3. Sarınmış.
(1) Kendini Yazdıran olarak andığı o zorlu kitap üzerinde çalışmaya kırk yaşında, demek ki bundan dokuz yıl önce başlamıştı; geceleri kalkıp saatlerce masa başında oturur, bazı geceler sayfalar dolusu yazıp ertesi sabah çöpe atar, bazı gecelerse tek bir cümlenin orasıyla burasıyla oynar, ama sabah olduğunda onu da çöpe atardı.
(2) Bu gecelerden birinde, adlarını bilmediği bazı gece kuşlarının –şehrin göbeğinde gece kuşlarının var olmasına şaşırmıştı– ötüşleri, genel uğultunun üstünde gezinirken, hastalarla, gezginlerle ilgili birşeyler yazmaya başladı.
(3) Hastalar da, gezginler de dünyada birşey arıyor, ama ne aradıklarını kimseye söylemiyorlardı; o yüzden kimileri hastaların şifa, gezginlerin hazine aradığını varsaymıştı, kimileriyse hastaların da, gezginlerin de ne aradıklarını kendilerinin de bilmediğini iddia etmişti.
(4) İşin ilginci, bu iki varsayım da doğruydu – bir tür şifa, bir tür hazineydi aranan, ama ne tür olduğunu kimse bilmiyor, bulunduğunda tanınacağı düşünülüyordu.
(5) Öte yandan, iki varsayım da yanlış, en azından eksikti? Gerçekte gezginler şifa, hastalarsa hazine peşindeydi; gezginler arama hastalığından kurtulmaktan başka birşey düşünmüyor, hastalarsa ölmeden önce dünya nimetlerinin tümünü tatmak istiyordu.
(6) Hastaların ve gezginlerin acıklı ve ibret verici hikayesini büyük bir hızla, engellenemezcesine yazan M, kalemini bıraktığında bir titreme nöbetine tutuldu; çalışma odasında bulundurduğu battaniyeye sarındı ve zangır zangır titreyerek sabahı etti.
(7) İşe gitmek üzere –karısının dış ticaret şirketinde yönetici olarak çalışıyordu– H’nin hediyesi spor arabasına bindiğinde belki de ilk kez Söz’ün ağırlığını gerçekten hissetti M, bu Söz’ün kendisine emanet edildiğini, gün boyunca kendi işiyle uğraşsa bile insanların söylediklerini sabırla dinleyip gecenin gelmesini beklemesi gerektiğini anladı.
(8) Kendini Yazdıran’ın Söz’ü, gerisini halledecekti.
(9) Onun Söz’üne inanmayacaklara, onu anlamayacaklara ancak acınabilirdi; bir gecede saçları ağaran ufacık çocuklar gibi olacaktı hepsi.
(10) M kitap uğruna kaç gece uykusuz kaldığını hiç saymadı, ama saysa kendisini “adanmış” hissetmesini sağlayacak sayıda olmasına da özen gösterdi.
(11) Yine de aradan geçen dokuz yıl içinde, bu özverinin karşılığı pek tatmin edici olmadı; Kendini Yazdıran, belli ki hiç acele etmiyordu, belki de düşkırıklığına uğramış, çekip gitmişti.
(12) Kendini fazla önemsediği, diğer yazarları hakir gördüğü için bu duruma düştüğüne karar veren M, dergilerde eleştiri yazıları yazmaya, acıdığı yazarların iyi yanlarını öne çıkaran övgüler kaleme almaya, bir tür zekat vermeye başladı.
(13) Tek dileği, battaniyeye sarındığı o titremeli gecenin yinelenmesi, yinelenmesi, yinelenmesiydi.
4. Kuşanmış.
(1) Bu ender gecelerin ikincisinde M, kitabının yakıcı, kavurucu bir kitap olması gerektiğini gördü – okuyanların neşeyle, zevkle, eğlenerek okuyacağı keyifli bir kitap olamazdı; azap verecek, azabı hatırlatacak, hiç unutturmayacak, ateşler içinde döndürecek ve ter döktürecek bir yüzleşme kitabı olmalıydı, tüm vicdanları sorguya çekmeli, ak koyunu kara koyundan ayırmalıydı.
(2) İnanılmaz derecede yalın ama bir o kadar da aşkın anlatımının karşısında, “Ne var bunda, eski numaralar bunlar, bildiğimiz roman trükleri” diyecekler elbette çıkacaktı, işte asıl onları öyle bir yakmalıydı ki bu kitap, bir daha kendilerine gelemesinler.
(3) Bunu sağlayacak olan, on dokuzdu.
(4) Tüm kuşkuları ortadan kaldıracak, inanmayanları aptal durumuna düşürecek, kitabın Gerçek’ini ve Edebiyat’ını bağrına basacakların sayısını artıracak, bir kitabın nasıl olması gerektiğini tüm dünyaya hatırlatacak, yakıcı ateşinin sönmemesi için nöbet bekleyecek koruyucu melekti on dokuz.
(5) Sonuçta her ruh, kendi edimlerinden sorumluydu; aslanın önünden kaçmaya çalışan ürkmüş eşeklere benzemek istemeyenler – hayır, diye kendini uyardı M, böyle başlayan cümlelerin kibirden başka bir sonu olamazdı; oysa kibir, M’nin en tiksindiği şeydi.
5. Açılış.
(1) Gerçek’ten daha edebi, Edebiyat’tan daha gerçek bir kitap yazabileyim, bu yoldan şaşmayayım, gerçeği görebilenlerden olayım, edebiyatı kuranlardan olayım, karanlığa ve şaşkınlığa saplanmayayım, dosdoğru ilerleyeyim, bunun için hiç kimseye muhtaç olmayayım, ışığı hiç gözden yitirmeyeyim, görmeyi bilenler ışığımı görsün.
(2) Buydu M’nin duası.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap Adı19
- Sayfa Sayısı208
- YazarCem Akaş
- ISBN9789750741890
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Üçüncü Tekil Şahıs ~ Mehmet Bilal Dede
Üçüncü Tekil Şahıs
Mehmet Bilal Dede
Beyoğlu’nun hem albenili hem boz bulanık arka sokakları, ışıksız manzaraları, “rengâhenk” geceleri… Ve sonradan dahil olduğu bu kalabalık hayatta aşkı acı bir şekilde tadan...
- Saklı Yürek ~ Ferzan Özpetek
Saklı Yürek
Ferzan Özpetek
İnsan yüreğini nereye saklar? Roma’nın merkezinde, anılarla dolu görkemli bir ev, yıllarca kilitli kalmış bir oda, şaşırtıcı bir tablo koleksiyonu, aniden kesilen tutkulu bir...
- Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri ~ İhsan Oktay Anar
Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri
İhsan Oktay Anar
Çok uzak zamanlarda değil, günümüzün otuz, bilemediniz elli yıl öncesinde, üstelik hep “ülkemizde” geçiyor Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri. Ancak… Sanki o zamanlardan ve o mekânlardan değil...