Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Amber’in Zaman Kapsülü
Amber’in Zaman Kapsülü

Amber’in Zaman Kapsülü

Figen Gülü

Yaşlı ağacın gövdesinden akan reçine, ağacın üzerindeki tırtıl ile daha önce hiç görmediğim yeşil kanatlı, çirkin böceğin üzerine akıyordu… Amber yaklaşık iki aydır aynı rüyayı…

Yaşlı ağacın gövdesinden akan reçine, ağacın üzerindeki tırtıl ile daha önce hiç görmediğim yeşil kanatlı, çirkin böceğin üzerine akıyordu… Amber yaklaşık iki aydır aynı rüyayı görüyordu. Değerli bir taşın oluşumuna tekabül eden bu rüya başlarda onu tedirgin etse de, gördüklerinin hayatında yeni bir döneme işaret edeceğine kesin gözüyle bakıyordu…

Babasının belirlediği sınırlarda basit bir yaşam süren 13 yaşındaki Amber’in hayatı yanıtını hiçbir zaman öğrenemediği sorularla doluydu. Evlerindeki girilmesi yasak oda ve bu odada yer alan gizemli sandık, küçük yaşlarda annesini kaybeden Amber’in geçmişe duyduğu merakı her geçen gün daha da arttırıyordu. Sık sık odasına kapanıp düşüncelere dalan babasının kendisinden bir şeyler sakladığını düşünen Amber, geçmişine ait sırları aydınlatmaya kararlıydı. Üstelik bu yolda yalnız da değildi: “Kordelya” isimli, kimliği belirsiz biri, çeşitli ipuçları sunup Amber’e yol göstererek onu geçmişi keşfetmeye çağırıyordu…

Zaman-geçmiş-anılar arasında ilginç bağlantılar kurarak geçmişe takılıp kalmadan daima geleceğe bakmamız gerektiğini anımsatan Amber’in Zaman Kapsülü, merak uyandıran konusu, hayatın içinden renkli karakterleri ve metaforik düşünmeye dayalı süreç odaklı kurgusuyla dikkat çeken ustaca yazılmış bir ilk roman.

1
EKSİK FOTOĞRAFLAR

Yaşlı ağacın gövdesinden akan reçine, ağacın üzerindeki tırtıl ile daha önce hiç görmediğim yeşil kanatlı, çirkin bir böceğin üzerine akıyordu. Reçine, belki saatlerdir akıyor; önüne çıkan canlı cansız her şeyi içine alıyordu. Ağaç upuzundu. Ucu bucağı görünmüyordu. Ben ağacın gövdesine tıpkı bir böcek gibi sarılmış, küçücük olmuş; reçinenin beni de içine almasını bekliyordum. Hem korkuyor hem de bu yapış yapış sıvı ile buluşmak için sabırsızlanıyordum. Az kalmıştı. Sıra bana da gelecekti. Nefesimi tutmuş, bu mucizevî anı bekliyordum. Yaklaşık bir aydır sık sık gördüğüm rüyamdan, sinir bozucu bir korna sesiyle uyandım. Yatağımdan telaşla kalkıp pencereyi açtım. Sabah sabah bisikletinin kornasıyla tüm sokağı inleten, Tiktak Sami’den başkası değildi.

Beni pencerede görünce “Günaydın Amber Hanım!” dedi. “Sonunda uyanabildiniz.” “Geç mi kaldık? Saat kaç?” diye sordum. Tiktak bir cevap vermek yerine, şaşkın şaşkın suratıma bakıyordu. “Ne bakıyorsun?” dedim. “Haydi, sen git. Ben koşar, sana yetişirim.” “Amber, bugün cumartesi. Okul yok ki…” dedi gülerek. Sabahları çok zor uyanırdım. Eğer bir cumartesi günü erken kalkacaksam önemli bir nedenim olmalıydı. “Ne işin var öyleyse sabahın bu saatinde?” diye bağırmamla, Tiktak’ın hemen ayaklarının dibinde duran büyükçe saati kaldırması bir oldu. Yaklaşık bir hafta önce, babamın doğum günü için ondan yapmasını istediğim saatti bu. “Tabii ya! Babamın doğum günü bugün… Nasıl da unuttum!” diye mırıldandım kendi kendime. Tiktak, babamın yakın arkadaşı olan Saatçi Erdal amcanın oğluydu. Üniversitede ikisi de mimarlık okumuş olsalar da Erdal amca, aile mesleği olan saatçiliği sürdürmeyi seçmişti. Aradan geçen yıllar içinde babam, başarılı bir iç mimar olmuş; Erdal amca ise Saat Dükkânı adındaki dükkânından hiç ayrılmamıştı. Farklı hayatları seçmelerine rağmen, ikisi de üniversite yıllarındaki dostluklarını korumayı bilmişlerdi. Bu dostluk sayesinde Tiktak ile ben de kardeş gibi büyümüştük.

Biraz deli dolu olsa da iyi çocuktu Tiktak. Genellikle onun bisikletiyle giderdik okula. İkimiz de on üç yaşında olmamıza rağmen, o benim bir alt sınıfımdaydı. Herkese, “İlk gün çok ağladım diye beni okula geç gönderdiler,” diyordu ama aslında sınıfta kalmıştı. Erdal amca bir süredir Tiktak’ı, ‘baba mesleğini öğrensin’ diyerek okuldan arta kalan zamanda yanında çalıştırıyordu. Doğrusu, Tiktak da bu durumdan pek şikâyetçi değildi. Saatlerle oynamayı, onları yapmayı, bozmayı, tamir etmeyi çok seviyordu. Eh, güzel saatler de yapıyordu. Bu yüzden, babamın ellinci doğum günü hediyesi için ondan yardım istemiştim. Eski bir saatin fonuna, babamın elli yıllık geçmişini fotoğraflarla sığdırmaya çalışacaktık. Önce babamın evde bulabildiğim fotoğraflarının renkli kopyalarını almıştık. Sonra da Tiktak, saatin rakamlarının yer alacağı fon kartona babamın fotoğraflarını yapıştırmıştı. Saatin rakamları kocamandı! Rakamların her birinin üzerinde, babamın hayatının belli dönemleri yer alıyordu. Mesela saat birde ilkokul mezuniyetinin fotoğrafı vardı. Saat onda ise üniversite mezuniyetinin… Saat, gerçekten kusursuz görünüyordu. Odamdan çıktığım gibi soluğu bahçede, Tiktak’ın yanında aldım. Saati yakından görünce sevincim bir kat arttı. Bir çığlık attım. “Harika! Tam istediğim gibi. Sana boşuna Tiktak demiyorum. Saat gibi tıkır tıkır çalışıyorsun!”

Tiktak, ben konuştukça utanıyordu. Saate sarılmış; saatin alt bölümünü eliyle sıkıca kapatmıştı. “Çek şu elini,” dedim. “Tümünü görmek istiyorum.” Tiktak, kızarıp bozarmaya başlamıştı. “Ben de sana onu söyleyecektim,” diyerek utana sıkıla, eliyle kapattığı bölümü açtı. Bomboştu! “Hâlâ bitirmedin mi?” Sesim biraz hırçın ve istediğimden daha yüksek çıkmıştı. Zaten dakikalardır karşımda ezilip büzülen Tiktak, şimdi iyice yerin dibine geçmişti. “Foto… fotoğraflar yetmedi,” dedi kekeleyerek. “Nasıl yetmez? Hepsini oturup ince ince planladık. En geç akşama vermem gerek hediyeyi,” dedim. Sakin olmaya çalışıyordum. Doğum günleri, babam ve benim için çok önemliydi. Doğum günlerimizde en şaşırtıcı ve yaratıcı hediyeyi vermek için birbirimizle yarışırdık. Bu yıl, babam hayatında elli yılı; yani yarım asrı geride bırakıyordu. Tiktak’ın elindeki yarım yamalak saate baktım. Babam kesinlikle daha iyisini hak ediyordu. “Amber, şey diyeceğim… şey…” Belli ki Tiktak’ın bir önerisi vardı. “Söyle hadi!” dedim. “Burası için aynı fotoğrafları kullansak…” “Kesinlikle olmaz!” diye karşı çıktım. Kusursuz, ellinci yaş gününe yakışır bir saat istiyordum.

“İyi de ne yapacağız? Sen evi biraz arasan… Belki Bülent amcanın başka fotoğraflarını bulabilirsin.” “Hiç sanmıyorum. Sana verdiğim onca fotoğrafı zor buldum zaten,” deyince suratı asıldı. Onu üzmek istemezdim ama bu doğum günü hediyesine verdiğim önemi biliyordu. En azından dün söyleseydi… Şimdi yine tüm evi arayacaktım. Yeni fotoğraflar bulamazsam saatin üst bölümünde yer alan fotoğrafları tekrar kullanmak zorunda kalacaktık. Ama ben hiçbir zaman unutamayacağı bir hediye vermek istiyordum babama. Onu ne kadar sevdiğimi, düşündüğümü bu hediyeyle kanıtlamak istiyordum. Yaptığım türlü türlü şımarıklıklara göz yummasına rağmen, kendisine dair en ufak bir şeyi önemsemediğimi düşünmek babamı üzerdi. Televizyonda sevdiğimiz bir program başladıysa onu hemen çağırmalıydım. Okul gezilerine katılabilirdim; ancak gideceğim için yaşadığım sevinç onu kırabilirdi. Babam hiçbir zaman dile getirmese de ben, onun artık neye üzülüp neye darılacağını çok iyi biliyordum. Eskiden babamın bu tavrına bir anlam veremez, kızardım. Anlam veremediğim ve tuhaf bulduğum tavırlarına rağmen onu çok severdim. Annemin yokluğunu hiç hissettirmemiş, hep üzerime titremişti. Son yıllarda iyice duygusallaşan, içine kapanan babama artık kızmıyordum.

Sıradan bir baba-kız ilişkisi değildi bizimki. İki kişilik ama çok mutlu bir hayatımız vardı. Evin içinde yalnızlıktan canım sıkıldığında, bana arkadaşlık eder, benimle güler oynardı. Çok zor bir problemi çözemediğimde öğretmenim olur, yardım ederdi. Ben üzülsem o da üzülürdü.

O benim canım babam; ben onun biricik kızıydım. Mükemmel bir babaydı! Bir de fazla duygusal olmasaydı… Bazen onun tüm neşemize rağmen çok mutsuz ve hüzünlü olduğunu hissederdim. Bu yüzden onu üzecek bir şey yapmamaya özen gösteriyordum. Çalışma odasında oturup gümüş bir kutunun içindekilere bakarak zaten yeterince üzülüyordu. “Amber, artık dükkâna dönmem gerek. Saati de götürüyorum. Birkaç fotoğraf bile işimi görür. Hemen bulup getirebilirsen aynı fotoğrafları kullanmak zorunda kalmayız. Amber! Sen, beni duyuyor musun?” Tiktak’ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. “Gümüş kutuda…” dedim heyecanla. “Ne kutusu? Hemen fotoğraf bulursan aynılarını kullanmak zorunda kalmayız diyo…” Sözünü bitirmesini beklemeden eve doğru koşmaya başladım. Sanırım ihtiyacım olan fotoğrafları nerede bulabileceğimi artık biliyordum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kulaksız’ın Romanı ~ Figen GülüKulaksız’ın Romanı

    Kulaksız’ın Romanı

    Figen Gülü

    Amber’in Zaman Kapsülü’yle geniş kitlelere ulaşan genç yazar Figen Gülü’nün merakla beklenen yeni kitabı Kulaksız’ın Romanı, ailesinin beklentilerini karşılamakla kendisi olmak arasında sıkışıp kalan bir...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kapiland’ın Kıyameti ~ Miyase SertbarutKapiland’ın Kıyameti

    Kapiland’ın Kıyameti

    Miyase Sertbarut

    Ödüllü yazar Miyase Sertbarut’un, yüz binleri peşinden sürükleyen “Kapiland” serisi, üçüncü kitap Kapiland’ın Kıyameti ile devam ediyor. Kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği bir distopya olan Kapiland’ın Kıyameti, sömürgecilik, nükleer...

  2. Dayı Parçası ~ Murat YalçınDayı Parçası

    Dayı Parçası

    Murat Yalçın

    Belki biraz incinmiş, biraz kırılmış, biraz bitkin, belki biraz yılgın da ama yaşama dönük, direnmeye istekli. Benzi sararmış ama hastalıktan, düşkünlükten yana durmuyor gövdesi.Aczini...

  3. Cydonia ~ Sercan LEYLEKCydonia

    Cydonia

    Sercan LEYLEK

    OLANLARI AZ KİŞİ DUYDU, GERÇEĞE BİR TEK KİŞİ İNANIYOR. RAFIK Rafik Lübnan’ın en büyük sanat galerisinde çalışan bir güvenlik görevlisidir. Daha önceden hiç bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur