Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Aralığın Onu
Aralığın Onu

Aralığın Onu

George Saunders

“İngilizce yazan en iyi kısa öykü yazarı.” Time Yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak gösterilen 2014 Folio Ödülü sahibi George Saunders’ın şimdiye kadarki en…

“İngilizce yazan en iyi kısa öykü yazarı.”
Time

Yaşayan en büyük yazarlardan biri olarak gösterilen 2014 Folio Ödülü sahibi George Saunders’ın şimdiye kadarki en alaycı, komik ve en rahatsız edici öykü derlemesi olan Aralığın Onu, sıradan insanın deneyimine odaklanarak kişisel başarısızlıkların, düş kırıklıklarının, tereddütlerin, baskının ve umutla beslenen sınıfsal kaygıların insanı nasıl bir saplantılar labirentine soktuğunu gösteriyor.

Aralığın Onu, Amerikan toplumunu ve aile yapısını anlatırken aslında evrensel bir biçimde insana dair olan karanlık tarafı bulup yakalıyor. Ama bir yandan da insana özgü naifliği ve incinmişliğimizi yüceltiyor. Saunders, her birimizin hayatında en az bir kere yaşadığı “kahramanca fiyasko”larımızı, çocukluk travmalarımızı, ustaca kurguladığı öyküleriyle anlatıyor.

The New Yorker tarafından “En İyi Yazarlar” arasında gösterilen George Saunders,Times dergisi tarafından da “Dünyadaki en etkili 100 kişi” listesine seçilmiştir.

David Foster Wallace, Zadie Smith, Junot Diaz gibi yazarların hayran olduğu Saunders, nefis bir çağdaş edebiyat örneği olan Aralığın Onu ile insanın zihninde kesinlikle yer edecek sarsıcı bir görsel imgeler silsilesi vadediyor.

ZAFER TURU

On beşinci doğum gününden üç gün önce, Alison Pope merdivenlerin tepesinde duraksadı. Diyelim ki, merdivenler mermer. Diyelim ki, o basamaklardan inerken tüm başlar ona döndü. {Özel kişi} nerede? {Özel kişi} şimdi yaklaşıyor, hafifçe eğiliyor ve heyecanla konuşuyor. Bunca zarafet bu kadar küçük bir pakete nasıl sığar? Hey! Küçük paket mi dedi o? Ve geniş, asil yüzü tamamen ifadesiz biçimde oracıkta öylece dikildi, öyle mi? Zavallıcık! Üzgünüm, olamaz, o kesinlikle {Özel kişi} değil. Peki ya şu, Bay Küçük Paket’in arkasında, TV konsolunun yanında duran? Çiftçilerinki gibi kalın bir boynu, ama geniş, yumuşak dudakları var; elini Alison’ın beline koyarak fısıldıyor. Az önce küçük paket lafına tahammül etmek zorunda kaldığın için çok üzgünüm. Şimdi gidip ayda duralım.

Ya da, hım, ayın içinde. Ay ışığında. Ayda duralım mı dedi o? Eğer öyleyse, Alison’ın, böyle, {kaşlarını kaldırıp} bakması lazım. Eğer karşısında şakacı bir yüz ifadesi görmüyorsa, “Ah, ama bugün giyinirken ayda duracağımızı düşünmemiştim, anladığım kadarıyla acayip soğuk bir yermiş, değil mi?” demesi gerekiyor. Hadi ama, çocuklar, sonsuza dek bu mermer merdivenden indiğini hayal edemez ki bu kız! Taç takmış o tatlı ihtiyar sabırsızlanıyor, Neden o sözde prensler bu güzelim kızı bıktırana kadar olduğu yerde yürütüyorlar? Ayrıca, bu gece resitali var ve gidip çoraplarını kurutucudan alması gerekiyor. Öf, hadi artık! Hâlâ merdivenlerin tepesinde dikilip durmakta. Hep yaptığı şeyi yapıyor, yani yüzü merdivenden yukarı dönük, bir eli korkuluklarda, basamaklardan aşağı teker teker atlamaya başlıyor, ama bunu yapmak gün geçtikçe zorlaşıyor, çünkü birilerinin ayakları gün be gün daha da uzuyor gibi. Pas de chat, pas de chat.

Changement, changement.1 Koridordaki seramikleri oturma odasındaki halıdan ayıran ince metal şeritimsi şeyin üzerinden hopla. Antredeki aynanın önünde diz kırarak kendine selam ver. Hadi ama, anne, gel artık. Yine Bayan Callow tarafından kenara çekilip azarlanmak istemeyiz. Aslında Bayan C’yi seviyordu. Pek sert bir hanım! Sınıfındaki diğer kızları da seviyordu. Okuldaki kızları da. Onlara bayılıyordu. Herkes çok iyiydi. Okulundaki oğlanlar da. Bir de öğretmenleri. Hepsi ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardı. Aslında, tüm kasabayı seviyordu. Marulların üzerine su serpen o sevimli manav! Kocaman, rahat poposuyla Papaz Carol! Elindeki kalın zarfları sallaya sallaya konuşan tombul postacı! Burası eskiden bir fabrika kasabasıydı. Çılgınca değil mi? Fabrika kasabası ne demek ki?

Evini de çok seviyordu. Derenin karşısında bir Rus kilisesi vardı. Ne değişik! O soğan kubbe, Pooh ayıcıklı zıbın giydiği günlerden beri penceresinin önünde yükseliyordu. Gladsong Yolu’nu da seviyordu. Gladsong’taki her ev bir Corona del Mar’dı. Bu muhteşemdi! Gladsong’ta bir arkadaşınız varsa, evinde her şeyin nerede olduğunu zaten biliyorsunuz demekti.

Jeté, jeté, rond de jambe.
Pas de bourrée.

Mutlu bir kaprisle öne yuvarlan, sıçrayarak ayağa kalk, annenle babanın fotoğrafını öp. Bu fotoğraf Taş Devri’nde, sen daha kurdelesi her şeyden daha büyük, minik, sevimli bir şeyken {öpücük} Penney’s mağazasında çekilmişti. Bazen, bu kadar mutlu hissederken, ormanda titreyen yavru bir geyik hayal ederdi. Annen nerede, ufaklık? Bilmiyorum, dedi geyik, Heather’ın küçük kız kardeşi Becca’nın sesiyle. Korktun mu? diye sordu ona. Aç mısın? Sana sarılmamı ister misin? Evet, dedi yavru geyik. İşte avcı geliyor, bebeğin annesini boynuzlarından tutmuş, sürüklüyor. Anne geyiğin bağırsakları dışarı dökülmüş. Iyy, aman ne hoş! Yavrunun gözlerini eliyle kapattı ve “Bir bebeğin annesini öldürmekten başka yapacak iş bulamadın mı, korkunç avcı?” dedi. İyi birine benziyorsun, hâlbuki. Annem öldü mü? dedi yavru, Becca’nın sesiyle. Hayır, hayır, dedi. Bu beyefendi de gidiyordu zaten. Onun güzelliğine vurulan avcı, şapkasını kaldırdı ya da indirdi,her neyse ve tek dizinin üzerine çökerek dedi ki: “Sırf ihtiyar alnıma bir yumuşak öpücük kondurman umuduyla, bu geyiğin canını geri verebilsem verirdim.” Git, dedi Alison. Yalnız, yaptığın işin cezası olarak, onu yemeyeceksin. Onu bir yonca tarlasına yatır, üzerine güller serp. Ve bir koro, uğradığı korkunç sonun şarkısını söylesin usul usul.

Kimi yatıracak? dedi yavru geyik. Kimseyi, dedi Alison. Boş ver. Bu kadar çok soru sorma. Pas de chat, pas de chat. Changement, changement. {Özel kişinin} uzaktan selam vereceğini umuyordu. Kasabanın oğlanlarında, doğrusu gerekirse tres3 de hoşlanmadığı belli bir je ne sais quoi4 vardı, örneğin, kendi cevizlerine isim veriyorlardı. Kendi aralarında konuşurlarken duymuştu! Ve sırf iş gömlekleri güzel ve bedava veriliyor diye, CountryPower’da çalışmayı hayal ediyorlardı. Kasabanın oğlanlarını boş ver şimdi. Özellikle de, yörenin en büyük ağzına sahip Matt Drey’i boş ver. Dün gece okuldaki maçtan önce onu öptüğünde, bir alt geçit tünelini öptüğünü sanmıştı. Korkunç! Matt’i öperken, böyle, sanki kazak giymiş bir inek aniden üzerine üzerine gelmişti ve var olan azıcık aklı da kocaman inek kafasına doluşan kimyasallar yüzünden boğulup gittiğinden, Alison’ın itirazlarını duymazdan gelmişti. Hâlbuki Alison kendine hâkim olmaktan hoşlanırdı; bedenine, zihnine, düşüncelerine, kariyerine ve geleceğine. Sevdiği şey buydu işte. Öyle olsun. Küçük bir şey atıştırabiliriz. Un petit repas.

O özel miydi? Kendini özel sayıyor muydu? Ah, şey, bilemiyordu. Dünya tarihinde, ondan daha özel bir sürü kişi yaşamıştı. Hellen Keller muhteşemdi; Rahibe Teresa harikaydı; Bayan Roosevelt, engelli kocasına rağmen, pek şen şakraktı ve ayrıca o kocaman eski dişlerle, daha Devlet Başkanı’nın hanımı olmakla eşcinsel olmanın aynı cümlede düşünülemeyeceği zamanlarda, eşcinseldi. Alison, o hanımlarla aynı kategoride yarışamazdı. En azından, henüz değil! Daha bilmediği çok şey vardı! Örneğin, arabanın yağı nasıl değiştirilir?

Hatta, yağ nasıl kontrol edilir? Kaput nasıl açılır? Nasıl kek yapılır? Aslında bir kız için bu, utanç vericiydi. İpotek neydi? Evle birlikte verdikleri bir şey mi? Ya da emzirdiğiniz zaman, sütü sağmanız mı gerekiyordu? Aman Tanrım. Oturma odasının penceresinden gördüğü, Gladsong Yolu’nda koşarak yaklaşan bu solgun kişi kimdi? Tüm diyardaki en solgun çocuk, Kyle Boot mu? Hâlâ o tuhaf, kır koşusu kıyafetleri içinde mi? Zavallıcık. Saçlarını aslan yelesi kestirmiş bir iskelete benziyordu. O kır koşusu şortu Charlie’nin Melekleri devrinden mi kalmış quoi5 ?

Pas de bourrée. Ve diz kır. Eski moda, bölmeli Tupperware beslenme çantasına bir miktar Cheez Doodles doldur. Teşekkürler, anne, teşekkürler, baba. Mutfağınız süper. Tupperware beslenme çantasını altın elermiş gibi iki yana salla ve sonra çevrene toplanmış hayali fakirlere sun. Afiyet olsun. Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı? Sırf bizimle konuşmaya tenezzül ederek, bizim için çok şey yapmış oldun, Alison. Bu hiç doğru değil! Anlamıyor musunuz, her insan saygıyı hak eder. Her birimiz birer gökkuşağıyız. Ah, gerçekten mi? Zavallı büzülmüş karnımdaki şu kocaman açık yaraya bak. İzin ver, sana biraz Vazelin getireyim. Çok hayra geçer. Bu yara beni öldürüyor. Ama gökkuşağı fikri? Alison buna inanıyordu. İnsanlar harikaydı. Annesi muhteşemdi, babası muhteşemdi, öğretmenleri çok çalışıyordu, üstelik kendi çocukları da vardı, hatta Bayan Dees gibi bazıları boşanma aşamasındaydı, ama yine de öğrencilerine ayıracak zamanı mutlaka buluyorlardı. Bayan Dees hakkındaki en etkileyici şey, Bay Dees’in Bayan Dees’i bowling salonunu işleten hanımla aldatıyor olmasına rağmen, Bayan Dees’in hâlâ gördüğü en iyi ahlak öğretmeni olması ve “İyilik kazanabil Hiç kası yokmuş gibi görünürken, nasıl bu kadar iyi koşabiliyor? Her gün, tişörtünü giymeden, çantası sırtında, eve bu şekilde koşuyor; sonra daha Fungların oradayken uzaktan kumandanın düğmesine basıyor ve hiç yavaşlamadan, koşarak garaja giriyor. Zavallı ahmağa hayran olmamak elde değil. Birlikte büyümüşlerdi, derenin oradaki ortak kum havuzunda birlikte oynamışlardı. Küçücükken birlikte banyo falan mı yapmışlardı ne? Kimsenin öğrenmeyeceğini umuyordu. Çünkü Kyle, arkadaş olarak, Freddy Slavko’ya kadar düşmüştü; geriye doğru eğilerek yürüyen ve ikide bir dişlerinin arasından bir şeyler çıkaran, çıkardığı şeyin Yunanca adını söyleyen ve sonra tekrar yutan çocuğa kadar. Kyle’ın annesi ve babası onun başkalarının evinde kalmasına izin vermiyordu. Dünya Kültürleri dersinde gösterdikleri filmde çıplak meme varsa evi araması gerekiyordu. Beslenme çantasındaki her şey açıkça anlaşılır bir şekilde etiketleniyordu.

Pas de bourrée. Ve diz kır. Eski moda, bölmeli Tupperware beslenme çantasına bir miktar Cheez Doodles doldur. Teşekkürler, anne, teşekkürler, baba. Mutfağınız süper. Tupperware beslenme çantasını altın elermiş gibi iki yana salla ve sonra çevrene toplanmış hayali fakirlere sun. Afiyet olsun. Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı? Sırf bizimle konuşmaya tenezzül ederek, bizim için çok şey yapmış oldun, Alison. Bu hiç doğru değil! Anlamıyor musunuz, her insan saygıyı hak eder. Her birimiz birer gökkuşağıyız. Ah, gerçekten mi? Zavallı büzülmüş karnımdaki şu kocaman açık yaraya bak. İzin ver, sana biraz Vazelin getireyim. Çok hayra geçer. Bu yara beni öldürüyor. Ama gökkuşağı fikri? Alison buna inanıyordu. İnsanlar harikaydı. Annesi muhteşemdi, babası muhteşemdi, öğretmenleri çok çalışıyordu, üstelik kendi çocukları da vardı, hatta Bayan Dees gibi bazıları boşanma aşamasındaydı, ama yine de öğrencilerine ayıracak zamanı mutlaka buluyorlardı. Bayan Dees hakkındaki en etkileyici şey, Bay Dees’in Bayan Dees’i bowling salonunu işleten hanımla aldatıyor olmasına rağmen, Bayan Dees’in hâlâ gördüğü en iyi ahlak öğretmeni olması ve “İyilik kazanabilir mi?

Yoksa kötülük daha cüretli olduğu için iyilik her zaman kazık mı yer?” gibi soruları tartışmaya açmasıydı. Sorunun bu son kısmında, Bayan Dees bowling salonundaki kıza gönderme yapıyor gibiydi. Ama gerçekten. Hayat eğlenceli mi, korkutucu mu? İnsanlar iyi mi, kötü mü? Bir yanda, sıska, solgun bedenlerin ezilip geçilmesini sakız çiğneyerek izleyen, şişman Alman hanımların videosu, diğer yanda, çiftlikleri tepelerde olsa bile gece geç saatlere kadar kum torbaları dolduran köylüler. Sonradan yaptıkları oylamada Alison, insanların iyi, hayatın eğlenceli olduğu yönünde oy vermişti ve Bayan Dees ona acıyan gözlerle bakarak kendi fikrini açıklamıştı: İyilik yapmak için, iyilik yapmaya karar vermen yeterli. Cesur olmalısın. Doğru olanı savunmalısın. Bu sonuncusunu söylerken Bayan Dees inlemeye benzer bir ses çıkarmıştı. Ki bunda bir sorun yoktu. Bayan Dees’in hayatında hâlâ bir sürü acı vardı, değil mi? Yine de, hayatta bir parça eğlence, insanlarda bir parça iyilik bulduğu açıktı, yoksa neden geç saatlere kadar sınav okusun da, ertesi gün okula bitkin hâlde, sabah karanlığında önünü göremediği için bluzunu ters giymiş gelsindi, sevgili şaşkın şey? Kapı çalındı. Arka kapı. İl-ginç. Kim olabilirdi? Yolun karşısında oturan Peder Dmitri mi? UPS mi? FedEx mi? Papa için un petit çek mi? Jeté, jeté, rond de jambe. Pas de bourrée. Kapıyı aç ve… Kapıda tanımadığı bir adam vardı. Elektrik saatlerini okuyanların giydiği yeleklerden giymiş, oldukça iri yarı bir adam. Bir şey ona geri çekilip kapıyı kapatmasını söyledi. Ama bu kaba bir tavır olurdu. Bunun yerine, Alison donup kaldı, gülümsedi ve yardım edebilir miyim, dercesine kaşlarını kaldırdı.

Kyle Boot, koşarak garajdan geçti, oturma odasına girdi. Oturma odasındaki büyük, saate benzeyen şey, Herkes Dışarıda’ya ayarlanmıştı. Diğer seçenekler, Anne ve Baba Dışarıda; Anne Dışarıda; Baba Dışarıda; Kyle Dışarıda; Anne ve Kyle Dışarıda; Baba ve Kyle Dışarıda; ve Herkes İçeride idi. Herkes İçeride seçeneğine ne gerek vardı ki? Herkes içeride olduğu zaman zaten bilmezler miydi? Bunu babasına sormak ister miydi, aşağı katta, çıt çıkmayan, kusursuz marangozhanesinde, Ailenin Durumu Göstergesi’ni tasarlayıp yapan babasına?

Ha. Ha ha. Mutfağın ortasındaki tezgâhta bir iş notu vardı. Delikanlı: Verandada içi kristalli yeni bir kaya var. Ekteki çizime göre bahçeye yerleştir. Kaytarmak yok. İlk önce alanı tırmıkla düzelt ve gösterdiğim gibi plastik ser. Sonra beyaz kayayı yerleştir. BU KAYA PAHALI. Lütfen işini ciddiye al. Bu işin ben eve dönene kadar bitmemesi için bir sebep yok. Bu iş = beş (5) İş Puanı. Of, baba, gerçekten de 16×400 metre, 8×800 metre, bir buçuk kilometre sprint, bir zilyon Drake koşusu ve on üç kilometrelik Kızılderili koşusunun ardından, hava kararana kadar bahçede köle gibi çalışmam haksızlık olmaz mı sence? Ayakkabılar çıksın, bayım. Tüh, çok geç. Televizyonun yanına varmıştı bile. Ve arkasında, suç delili olarak minik toprak parçalarından bir iz bırakmıştı. Kesinlikle verboten6 . Minik toprak parçaları elle toplanabilir miydi? Ama şöyle bir sorun vardı: Geri dönüp, toprak parçalarını elle toplarsa, yeni toprak parçalarından yeni bir suç delili bırakacaktı. Ayakkabılarını çıkardı ve durup, kendisinin

YA ŞİMDİ… adını verdiği küçük bir oyunu aklından geçirdi. YA ŞİMDİ eve gelirlerse? Komik hikâye, baba! Hiç düşünmeden eve daldım! Ne yaptığımı sonradan fark ettim! Aslında, şöyle bir düşününce, beni mutlu eden ne, biliyor musun? Hatamı çabucak düzeltmiş olmam! Düşünmeden içeri dalmamın sebebi de, baba, notunda söylediğin gibi, bir an önce işe girişmek istememdi! Çoraplarıyla garaja koştu, ayakkabılarını garaja fırlattı, elektrikli süpürgeye koştu, küçük toprak parçalarını süpürdü, sonra bir fark etti ki, aman yarabbim, ayakkabıları, gerektiği gibi, daha sonra giyilirken kolaylık olsun diye burunları dışarı bakacak şekilde Ayakkabı Örtüsüne yerleştirmek yerine garaja fırlatıvermiş. Garaja girdi, ayakkabıları Ayakkabı Örtüsüne yerleştirdi ve içeri döndü. Delikanlı, dedi babası kafasının içinde, kimse sana söylemedi mi? En düzenli garajda bile, yerler yağlıdır ve o yağ şimdi çoraplarına bulaştı ve taba rengi Berberi kiliminde iz bırakıyor. Of be, işi bitmişti. Ama hayır –hadi ama, güzel haberi kutla– kilimde yağ lekesi yoktu. Çoraplarını yırtarcasına çekip çıkardı. Oturma odasında yalın ayak dolaşması kesinlikle yasaktı. Annesiyle babası eve gelip onu berduş gibi Tarzancılık yaparak evde dolaşırken bulurlarsa boku… Kafanın içinde küfür mü ediyorsun? dedi babası kafasının içinde. Mert ol, delikanlı, erkek ol. Küfür etmek istiyorsan, yüksek sesle küfret. Yüksek sesle küfretmek istemiyorum.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıAralığın Onu
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarGeorge Saunders
  • ISBN9786055060138
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
  • YayıneviDelidolu /

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Frip’in Aşırı Israrcı Pırtlakları ~ George SaundersFrip’in Aşırı Israrcı Pırtlakları

    Frip’in Aşırı Israrcı Pırtlakları

    George Saunders

    İlk romanı Arafta ile 2017 yılında Man Booker Ödülü’nü kazanan Amerikalı yazar George Saunders’tan, dayanışma, ahlak ve birlikte yaşama kültürü üzerine hiciv dolu bir öykü! Her...

  2. Yağmur Altında Yüzmek ~ George SaundersYağmur Altında Yüzmek

    Yağmur Altında Yüzmek

    George Saunders

    Yazmak, okumak ve hayat üzerine edebiyat dersleri… Yaşayan en büyük öykü yazarlarından George Saunders, edebî hünerlerini ve şaşırtıcı analiz yeteneğini bu kez işin düşünce...

  3. Arafta ~ George SaundersArafta

    Arafta

    George Saunders

    “Herkes acı çekiyordu, çekmişti ya da çekecekti. Hayatın doğasında vardı bu.” Ölmek nasıl bir şey? Yaşayan en iyi öykücülerden biri olarak gösterilen George Saunders, uzun...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Çikolatayı Kim Yiyecek ~ Ayla ÇınaroğluÇikolatayı Kim Yiyecek

    Çikolatayı Kim Yiyecek

    Ayla Çınaroğlu

    Eve gelen koca bir kutu çikolata ve onları yemek için sabırsızlanan iki kardeş… Her biri değişik renklerde parlak kâğıtlara sarılı bu lezzetli çikolataları pay etmek...

  2. Tarihten İlginç Öyküler ~ Aydın KarasüleymanoğluTarihten İlginç Öyküler

    Tarihten İlginç Öyküler

    Aydın Karasüleymanoğlu

    Tarihi olaylar araştırılır, üzerinde yorumlar yapılır, kayıtlara geçirilir ama bir daha tekrarlanmaz. Tarihin derinliklerinde kalan bu olaylar, yeni kuşaklara bazı öğretilerde de bulunur. Geçmişe...

  3. Ustanın Dersi ~ Henry JamesUstanın Dersi

    Ustanın Dersi

    Henry James

    Genç yazar Paul Overt, davet edildiği bir kır malikânesinde uzaktan uzağa hayranı olduğu ünlü romancı Henry St. George’la ve ilk görüşte âşık olduğu Miss...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur