Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Genç Sherlock Holmes – Mavi Buz
Genç Sherlock Holmes – Mavi Buz

Genç Sherlock Holmes – Mavi Buz

Andrew Lane

Dünyanın sayılı Sherlock Holmes kitapları koleksiyonerleri arasında yer alan İngiliz yazar Andrew Lane, Arthur Conan Doyle’un yarattığı Sherlock Holmes karakterini genç nesillere tanıtıyor. “Genç Sherlock…

Dünyanın sayılı Sherlock Holmes kitapları koleksiyonerleri arasında yer alan İngiliz yazar Andrew Lane, Arthur Conan Doyle’un yarattığı Sherlock Holmes karakterini genç nesillere tanıtıyor. “Genç Sherlock Holmes” serisinin merakla beklenen üçüncü kitabı Mavi Buz’da, Sherlock, siyasi sırlar ve devlet komplolarıyla dolu nefes kesen bir Rusya macerasının tam ortasında buluyor kendini.

Ağabeyi Mycroft, kardeşi Sherlock’u ve akıl hocası Amyus Crow’u Londra’ya çağırır. Ancak ikili oraya vardıklarında Mycroft’u elinde bir hançerle, bir cesedin yanı başında bulurlar. Polis Mycroft’u cinayet zanlısı olarak tutuklarken, Sherlock ve Amyus onun masumiyetini kanıtlamak için zamanla yarışmak zorunda kalır. Müzede karşılaştıkları tehlikeli bir şahin ise işleri iyice karıştıracaktır…

Başına gelen akıl almaz olaylar sayesinde dedektiflik vakalarda bir hayli deneyim kazanan Sherlock artık dünkü çocuk değildir. Yaşadıkları onu zaman içerisinde olgunlaştırmış ve cesaretini arttırması yönünde yüreklendirmiştir. Karşısına çıkan her yeni macerada becerilerini daha da geliştirme fırsatı bulan Sherlock, bu yeni serüvenin sonunda ailesinin gizemini çözmeye bir adım daha yaklaşacaktır…

BİRİNCİ BÖLÜM 

Güneş ışığı suyun yüzeyinde parıldayarak Sherlock’un gözlerini kamaştırıyordu. Üst üste gözlerini kırpan Sherlock güneşten etkilenmesin diye gözkapaklarını yarıya kadar kısmıştı. Ufak sandal gölün ortasında usulca sallanıyordu. Onun ötesinde, kıyı çizgisinin az ilerisinde her yöne doğru uzanan çimenlik arazi, çalılar ve ağaçlarla kaplıydı. Sanki üzerine kapak yerine masmavi, bulutsuz bir gökyüzü kapatılmış yeşil bir kavanozun ortasındaydı. Sherlock sandalın baş kısmında, yüzü arkaya dönük bir şekilde oturuyordu. Kıç kısmında oturan Amyus Crowe’un ağırlığı sandalı iyice batırarak Sherlock’un bulunduğu tarafın yükselmesine neden oluyordu. Crowe elindeki bambu kamışı oltayı gölün üzerinde tutuyordu. Kamışın ucuyla suyun üzerinde yüzen tüy yumağının arasında ince bir ip vardı: Aç balıkların sinek sanması için hazırlanmış bir tuzak. Sandalın ortasında, tam aralarında boş bir hasır sepet duruyordu.

“Neden sadece bir olta getirdin?” diye sordu Sherlock hoşnutsuz bir ifadeyle. “Her ne kadar öyle görünse de,” diye yanıtladı Crowe neşe içinde, “olay balık tutmak değil. Bu, yaşamda edinilmesi gereken becerilere dair bir ders.” “Tahmin etmeliydim,” diye mırıldandı Sherlock. “Tabii aynı zamanda Virginia ile ikimizin akşam yemeğini çıkarmanın da bir yolu,” diye ekledi Crowe. “Eğer mümkünse yaptığım her şeyin birden fazla amaca hizmet etmesine gayret ederim.” “Yani ben öylece oturacak mıyım?” dedi Sherlock. “Oturup senin akşam yemeği için balık tutmanı mı izleyeceğim?”

“Öyle gibi,” diyerek gülümsedi Crowe.
“Peki, bu uzun sürecek mi?”
“Değişir.”
“Neye göre?”
“İyi bir balıkçı olup olmadığıma göre.”

“Peki, insanı iyi bir balıkçı yapan şey nedir?” diye sordu Sherlock; aslında bu sorularıyla Crowe’un ekmeğine yağ sürdüğünü bildiği halde kendisine engel olamıyordu. Crowe yanıt vermek yerine oltasının ucundaki kemik saplı pirinç makarayı sarmaya başlayıp ipi ustalıkla içeri çekti. Tüylü tuzak sudan çıkıp havada öylece asılı dururken üzerinden damlayan sular gölün ışıldayan yüzeyine çarpıyordu. Çubuğu geri çekti. İp başının üzerinden geçti. Oltayı bu kez öne doğru savurunca tuzak masmavi gökyüzünde sekiz çizerek başının üzerinden geçti ve bu kez gölün başka bir noktasına düştü. Crowe yavaşça sallanmaya başlayan yemi izledi. “Her iyi balıkçı,” dedi Crowe, “balıkların sıcaklığa ve zamana bağlı olarak farklı davrandığını bilir. Örneğin bahar aylarında, sabahın erken saatlerinde balıklar asla yemi yutmaz. Su soğuktur ve fazla ısınmaz, çünkü güneş alçaktadır ve ışınları suyun yüzeyinden sekip gittiğinden balıklar uyuşuktur. Kanları soğuk olduğundan ve onları çevreleyen ortamdan etkilendiğinden yavaş akar.

Sabahın geç saatlerinde yahut akşamüzeri erken saatlerde işler değişmeye başlar. Balıklar sürekli ısırmaya başlar çünkü güneş ışıkları artık suyun üzerine dimdik düşerek onları canlandırıyordur. Tabii rüzgâr yüzeydeki ısınan suyu ve suyla birlikte balıkların beslenmek için yedikleri küçük tatarcıkları da uzaklaştırır ve bir balıkçı olarak bu hareketliliği takip etmen gerekir. Suyun hâlâ soğuk olduğu yahut hiç besin olmayan yerlerde avlanmanın mantığı yoktur. Ve tüm bunlar yılın hangi zamanında olduğumuza göre değişiklik gösterir.” “Not almalı mıyım?” diye sordu Sherlock. “Omuzlarının üzerinde bir kafa taşıyorsun; onu kullan. Bilgileri ezberle.” Burnunu çekip konuşmaya devam etti. “Kış aylarında su soğuktur ve hatta donmuş bile olabilir; bu yüzden balıklar fazla hızlı ilerleyemez. Çoğunlukla sonbaharda depoladıklarıyla beslenirler. Kış aylarında pek balık avlanmaz. Şimdi… Neler öğrendin bakalım?”

“Pekâlâ.” Sherlock öğrendiklerini hızla aklından geçirdi. “Bahar aylarında balık avlamak için en iyi zaman öğleden önceki ve sonraki saatlerdir ve kış aylarındaysa markete gidip seyyar balıkçıdan bir şeyler almak daha mantıklıdır.” Crowe güldü. “Verdiğim bilgilerin güzel bir özeti, ama bu bilgilerin altında yatan şeyi düşün. Tüm bunları açıklayan kural nedir?” Sherlock bir süre düşündü. “Önemli olan suyun sıcaklığı ve bunu etkileyen de güneşin ne kadar sıcak olduğu ya da suyun yüzeyine dik mi, eğimli mi vurduğu. Güneşin nerede olduğunu düşünüp suyun sıcak değil de ılık olabileceği yerleri belirleyerek oralarda balık avlamalıyız.” “Çok doğru.” Yem belli belirsiz hareket edince Crowe öne eğildi, masmavi gözleri kalın kaşlarının altında iyice açılmıştı.

“Her balığın tercih ettiği farklı bir sıcaklık vardır,” diye usulca konuşmaya devam etti. “İyi bir balıkçı balıkların tercih ettiği su sıcaklığına dair bildiklerini içinde bulunulan zamanın bilgisiyle birleştirir.” “Tüm bunlar çok ilginç,” dedi Sherlock temkinli bir şekilde, “ama hobi olarak balık avlamayı seçeceğimi sanmıyorum. Öylece oturup bir şeylerin olmasını bekliyorsun. Eğer uzun süre aynı yerde oturacaksam elimde oltadan ziyade güzel bir kitap olmasını tercih ederim.” “Taşralı biri olarak şunu anlatmaya çalışıyorum,” diye yanıtladı Crowe sabırlı bir şekilde, “eğer bir şey yakalamak istiyorsan bunu planlı yapmalısın. Avının alışkanlıklarını ve bu alışkanlıkların içinde bulunduğu ortama göre nasıl değiştiğini bilmen gerekir. Bu ders balıklar için olduğu kadar insanlar için de geçerli. İnsanların da tercihleri vardır; tercih ettikleri mekânlar, günün farklı saatleri ve tüm bu tercihler havanın güneşli mi yoksa yağmurlu mu ya da bahsi geçen kişinin aç mı yahut tok mu olduğuna göre değişiklik gösterebilir. Avını nerede bulacağını kestirebilmek için onu iyi tanımalısın. İşte o zaman pamuklu kumaşlardan yaptığım şu tuzak gibi, bir ısırık almadan yanından geçemeyecekleri bir nesneden yardım alabilirsin.” “Dersi anladım,” dedi Sherlock. “Şimdi dönebilir miyiz?”

“Henüz değil. Hâlâ akşam yemeğimi yakalayamadım.” Crowe bir şey arıyormuş gibi bakışlarıyla gölün yüzeyini tarıyordu. “Avını ve alışkanlıklarını öğrendikten sonra orada olup olmadığına dair izleri takip etmelisin. Öylece ortaya çıkıp işte buradayım demeyecektir. Etrafta dönüp durarak temkinli davranacaktır ve senin de arkasında bırakacağı işaretlere karşı tetikte olman gerekir.” Bakışları sandalın on metre kadar açığında bir yere takıldı. “Mesela şuraya bak,” dedi başıyla işaret ederek. “Ne görüyorsun?” Sherlock işaret ettiği yere baktı. “Su?” “Başka?” Parlak ışık karşısında gözlerini kısıp Crowe’un neden bahsettiğini görmeye çalıştı. Bir an için ufak bir su kütlesi sanki ters yöne hareket eden bir dalga gibi yüzeyden aşağıya doğru çekildi. Ama sadece bir an için… Sonra hemen normale döndü. Böylece Sherlock ne araması gerektiğini anlayınca suyun yüzeyinde bu şekilde bir sürü dalgacık görmeye başladı.

“Bu da ne böyle?” “Buna ‘emme’ denir,” diye yanıtladı Crowe. “Balıklar, mesela şu anda alabalıklar, suyun yüzeyinin hemen altına burunlarını dayayıp akıntıyla sürüklenen böcekleri bekler. Böcek görünce bir ağız dolusu suyla birlikte onu da yutuverirler. Yüzeyde gördüğün şey de işte suyu emerek böcek yakalayan balıklar. Ve işte böylelikle alabalığımızın nerede olduğunu öğreniyoruz.” Oltayı çekip yemi Sherlock’un alabalıkları gördüğü yere kadar gölün yüzeyinde yüzdürdü.

Bir süre hiçbir şey olmadıysa da çok geçmeden yem göl yüzeyinin altına doğru çekildi. Crowe oltaya asılıp olabildiğince hızlı bir şekilde makarayı sarmaya başladı. Gümüş parıltılar saçarak dalgalanan suyun ortasında bir balık kıvrılıp duruyordu. Ağzı, tuzağın içine gizlenmiş kancalardan birine takılmıştı ve pullarında kahverengi lekeler vardı. Crowe oltasını ustaca bir hareketle yukarı çekince sandala düşen balık sağa sola çarparak zıplamaya başladı. Tekrar suya düşmesine engel olmak için bir eliyle oltayı tutan Crowe arkasına uzanıp diğer eliyle oturduğu yerin altından tahta bir sopa çıkardı. Tek bir darbeyle balık hareketsiz kaldı. “Eee, bugün neler öğrendik?” diye sordu alabalığın ağzındaki kancayı çıkarırken. “Avının alışkanlıklarını bil, ne tür bir tuzağa düşebileceğini ve yakında olduğunu belirten işaretlerin neler olduğunu bil. Tüm bunları yaparsan avını başarıyla yakalama şansını yükseltirsin.”

“İyi de ben ne zaman birini ya da bir şeyi avlayacağım ki?” diye sordu Sherlock; verilen dersin mantığını kavradığı halde bunun kendisine nasıl yarayabileceğinden emin değildi. “Senin eskiden Amerika’da ödül avcısı olduğunu biliyorum, ama o mesleğe girmek isteyeceğimi sanmıyorum. Ben muhtemelen bankacı ya da onun gibi bir şey olurum.” Bu sözler dudaklarından dökülür dökülmez kendini kötü hissetti. Hayatında yapmak istediği son şey sıkıcı bir masa başı işinde çalışmaktı, ama yine de elinden başka bir şey gelip gelmeyeceğini bilmiyordu. “Ah, hayat yakalamak isteyeceğin şeylerle dolu,” dedi Crowe, balığı sepete atıp hasır başlığını üzerine kapatarak. “Aklına gelen para kazandıracak bir fikir için yatırımcı arayışına girebilirsin. Ya da günün birinde evlenmek için bir eş arayabilirsin. Sana borcu olan birini bulman gerekebilir.

Birinin peşine düşmek için envai çeşit neden vardır. Temel prensiplerse hep aynıdır.” Kalın kaşlarının altından Sherlock’a bakarak ekledi: “Geçmiş deneyimlerime dayanarak hayatın boyunca karşılaşabileceğin katil ve suçlular olacağını da söyleyebilirim.” Oltayı tutup tuzağı havada bir kez daha sekiz çizdirerek gerisingeri suya fırlattı. “Hem sonra hiçbir şey olmasa geyik, yaban domuzu ve balık avlayabilirsin.” Bunun üzerine gözlerini neredeyse tamamen yumup Sherlock onu izlerken bir saat boyunca balık tutmaya odaklandı. İki tane daha balık yakalanıp sepete atıldıktan sonra Amyus Crowe oltasını yerleştirip gerindi. “Dönme vakti geldi sanırım,” dedi. “Tabii sen de bir deneme yapmak istemiyorsan?” “Balıkla ne yapacağım ki?” diye sordu Sherlock. “Teyzemle amcamın evinde bir aşçı var. Kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri benim kafa yormama gerek kalmadan hazırlanıyor.”

“O yemeklerin hazırlanması için birilerinin avlamış olması gerek,” dedi Crowe. “Ve günün birinde bir sonraki öğünün nereden geleceğini düşünmeni gerektiren durumlar ortaya çıkabilir.” Gülümsedi. “Ya da sevgili Bayan Eglantine’i şöyle iri kıyım bir alabalıkla şaşırtabilirsin.” “Onu yatağının içine koyabilirim,” diye mırıldandı Sherlock. “Bu olur mu?” “Cezbedici,” diyerek kahkahayı bastı Crowe, “ama hayır, sanırım olmaz.” Crowe küreklere asılıp sandalı kıyıya çıkardı. Onu yerdeki bir direğe bağladıktan sonra Sherlock’la birlikte kulübeye doğru yola koyuldular. İzledikleri yol, gölü de içine alan çukurun dik yamacından yukarı çıkıyordu. Crowe adım adım ilerlerken bir yandan hasır sepeti taşıyordu. Şaşırtıcı bir şekilde, yürürken iri bedeninden hiç ses çıkmıyordu. Sherlock artık hem yorulmuş hem de sıkılmıştı. Tepenin zirvesinde zeminin düzleştiği yere ulaştıklarında Crowe durup Sherlock’un yanına gelmesini bekledi.

“Dikkat edilmesi gereken bir nokta,” diyerek aşağıda kalan gölün mavi yüzeyini işaret etti. “Eğer günün birinde avlanırken böyle bir yere gelirsen sakın manzaraya bakmak ya da etrafı daha iyi görebilmek için durayım deme. Ormandaki hayvanların gözünden bize bir baksana. Kilometrelerce öteden görülebiliriz.” Sherlock bir şey diyemeden Crowe arkasını dönüp otların arasından ilerlemeye devam etti. Sherlock elinde pusulası olmadan ne yöne gideceğini nasıl bilebildiğini merak etti. Tam sormak üzereyken vazgeçip bu soruya kendi kendine bir yanıt bulmaya karar verdi. Crowe’un başvurabileceği tek bilgi kaynağı çevresiydi. Güneş doğudan doğup batıdan batıyordu, fakat bu bilgi güneşin tam tepede olduğu öğle saatlerinde işe yaramazdı. Yoksa yarar mıydı?

Sherlock bir an durup düşününce güneşin öğle saatlerinde aslında sadece ekvatordaki bölgelerin tam tepesinde olacağını fark etti. İngiltere gibi kuzey yarımküredeki ülkeler için ekvatora en yakın nokta güneyde yer alırdı, yani öğle saatlerinde güneş tam tepe noktanın biraz güneyinde kalırdı. Crowe muhtemelen bu bilgiyi kullanıyordu. “Ve yosunlar da ağaçların kuzeye bakan taraflarında daha iyi büyür,” diye seslendi Crowe omzunun üzerinden. “O taraf daha gölgeli ve nemlidir.” “Bunu nasıl yapabiliyorsun?” diye bağırdı Sherlock. “Neyi?” “İnsanların ne düşündüğünü anlayıp tam doğru anda araya girmeyi?” “Ah,” diyerek güldü Crowe. “Bu daha sonra açıklayabileceğim bir numara.” Ormanda yürürlerken Sherlock zaman kavramını yitirmeye başlamıştı, fakat bir ara Crowe eğilerek sepeti yere bıraktı. “Bundan ne çıkarıyorsun?” diye sordu. Sherlock yanına eğildi. Bir ağacın altındaki yumuşak toprağın üzerinde, ufak ve kalp şeklinde bir toynak izi vardı. “Buradan bir geyik mi geçmiş?” diye akıl yürüttü, gördüklerinden çıkarımla en iyi tahmini yapmaya çalışarak. “Öyle, ama ne yöne gitmiş ve kaç yaşındaymış?”

Sherlock yerdeki izi daha yakından inceleyip zihninde bir geyik toynağı canlandırmaya çalıştıysa da başaramadı. “Şu yöne mi?” diyerek izin yuvarlak kısmının dönük olduğu tarafı işaret etti. “Diğer yöne,” diye düzeltti Crowe. “Sen bir at toynağını düşünüyorsun, onlarda yuvarlak kısım önde olur. Geyiklerdeyse toynağın sivri kısmı daima gittikleri yönü işaret eder. Ve bu oldukça genç. İzin arkasındaki küçük oval şekillerden anlayabilirsin. Bunlar bakanağının izleri.” Etrafına göz attı. “Şuraya baksana,” diyerek başıyla işaret etti. “Çalılarla çimenlerin arasından geçen bir iz görüyor musun?” Sherlock gösterdiği yere bakınca Crowe’un haklı olduğunu gördü, gerçekten de yan yatmış çalılarla çimenlerin arasından giden belli belirsiz bir iz vardı. Yaklaşık üç santim genişliğinde olduğunu tahmin ediyordu.

“Geyikler gün boyu uyudukları yerle en sevdikleri su içme alanının arasında gezip durarak yiyecek bulmaya çalışır,” dedi Crowe eğildiği yerden. “Güvenli bir yol bulunca bir şey tarafından tedirgin edilinceye kadar onu kullanmaya devam ederler. Peki, bu senin için ne ifade ediyor?” “Avlar rahatsız edilmediği sürece alışkanlıklarını sürdürür?” diye yanıtladı Sherlock temkinli bir şekilde. “Çok doğru. Bunu unutma. Eğer içkiden hoşlanan birini arıyorsan barlara bak. Bahis oynamaktan hoşlanan birini arıyorsan at yarışı sahalarına git. Ve herkesin bir yerden bir yere gitmesi gerekir; bu yüzden taksi şoförleri ve bilet kontrolörleriyle konuş, aradığın adamı görüp görmediklerini sor.”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Genç Sherlock Holmes – Kırmızı Sülük ~ Andrew LaneGenç Sherlock Holmes – Kırmızı Sülük

    Genç Sherlock Holmes – Kırmızı Sülük

    Andrew Lane

    Sherlock yetişkinlerin karanlık sırları olabileceğini biliyor. Ama bilmediği şey, herkesin öldüğüne inandığı, dünyanın en ünlü katilinin hâlâ yaşadığı ve Sherlock’un Amerikalı hocasının bununla bir ilgisi olduğu… Kimse size doğruları söylemediğinde,...

  2. Genç Sherlock Holmes – Ölüm Bulutu ~ Andrew LaneGenç Sherlock Holmes – Ölüm Bulutu

    Genç Sherlock Holmes – Ölüm Bulutu

    Andrew Lane

    Efsane geri dönüyor!.. Sir Arthur Conan Doyle’un hayat verdiği kahraman dedektif Sherlock Holmes’un bilinmeyen geçmişine doğru macera dolu bir yolculuğa hazır mısınız? Polisiye edebiyatının...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Kayığım Rosinha ~ José Mauro de VasconcelosKayığım Rosinha

    Kayığım Rosinha

    José Mauro de Vasconcelos

    José Mauro de Vasconcelos, 1920’de Rio de Janeiro yakınlarındaki Bangu kasabasında doğdu. Kızılderili ve Portekizli karışımı bir ailenin çocuğuydu. On beş yaşında lise öğrenimini...

  2. Ölüm Başpiskopos İçin Geliyor ~ Willa CatherÖlüm Başpiskopos İçin Geliyor

    Ölüm Başpiskopos İçin Geliyor

    Willa Cather

    Willa Cather bu en bilinen romanında, 19. yüzyılda ABD’nin güneybatısının çorak topraklarında sessizce yaşanan bir hayatı konu alır. 1851 yılında Peder Jean Marie Latour...

  3. Chocky ~ John WyndhamChocky

    Chocky

    John Wyndham

    Delidolu okurlarının Krizalitler ve Triffidlerin Günü adlı distopik romanlarından tanıdığı kült yazar John Wyndham’ın klasikleşmiş bilimkurgu eseri: Chocky Chocky, on bir yaşındaki Matthew’nun, zihninde duyduğu...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur