Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hoş Bulduk Hayat
Hoş Bulduk Hayat

Hoş Bulduk Hayat

Attilâ Şenkon

“Ne acayip şeymiş bu yaşlılık. İki beden küçük bir takım elbisenin içine zorla sığdırılmışım sanki. Üzerimdeki ceket ve pantolon öyle dar ki, kollarımı bacaklarımı…

“Ne acayip şeymiş bu yaşlılık. İki beden küçük bir takım elbisenin içine zorla sığdırılmışım sanki. Üzerimdeki ceket ve pantolon öyle dar ki, kollarımı bacaklarımı kımıldatmakta zorlanıyorum. Dikkatsiz bir hareket sonucu her an yırtılabilirler. Kıyafetime uyum sağlayıp bir köşede ağırbaşlılıkla oturabilsem sorun olmayacak aslında. Ama damarlarımda kaynayan kanı soğutamıyor, yüreğimdeki deli tayı dizginleyemiyorum bir türlü. Kendime verdiğim sözü tutup yaşlılığımla çocukluğumu buluşturmakla hata mı ettim yoksa? İlkokul müsameresinde saçları pudrayla beyazlaştırılıp zorla dede rolüne çıkartılmış öğrenci gibiyim. Dışım kış, içim bahar…”

Ünlü bir şair olan Hüsrev Pertev, ölmeden önce bir vasiyette bulunmuştur: Özgür iradesiyle yayımlanmış kitaplarının dışında geriye tek bir satır bile bırakmak istemiyordur…

Attilâ Şenkon, merhum bir şairin çalışma odasında bulunan yayımlanmamış bir metinle başlayan, genç ve azimli bir editörün dedektif titizliğiyle birleştirdiği parçalarla açıklığa kavuşan özgün bir hikâye anlatıyor.

Hoş Bulduk Hayat, okuru, yazarların ve yayıncıların dolambaçlı yollarında kaybolmaya davet ediyor, edebiyatın dünü ve bugünü arasında bir yolculuğa çıkarıyor.

1

Kimse tanımasın için onları
şairler kimi sözcüklerini yok ettiler
Gülten Akın

22 Kasım 1976 

Paketteki son çekirdeğin acı çıkmasına benziyor hayat; ne kadar güzel yaşanırsa yaşansın ölümle bitiyor çünkü. Yazacağım romanın bu cümleyle sona ereceğini biliyorum, bir de adının ne olacağını… Arası, henüz kimseye anlatılmamış bir rüya gibi bende saklı. Hem var hem yok. Elimde ajanda, kulağımda Hüsrev Bey’in sık kullandığı “Başlamak bitirmenin yarısıdır,” sözü, pencerenin önündeki berjer koltukta oturuyorum. Şimdi burada olsa, böyle diyerek cesaretlendirirdi beni. Öte yandan, “Her başlangıç, içinde bir yarım kalma riski barındırır Ekrem oğlum. Edebiyat tarihi, okuyanda sanki yazar kendine çay koymak üzere çalışma masasından kalkmış, az sonra dönüp bıraktığı yerden yazmayı sürdürecekmiş duygusu uyandıran; ama aslında zamansız bir ölümle tamamlanma şansı bulamamış öksüz romanlarla dolu baksana,” diyen de yine o değil miydi?

16 Mayıs 2016 

Telefon ekranına açtığı adres bulma uygulamasına bakarak yürüyor Sema. Gözü, haritanın sokakları üzerinde ilerleyip kendisine yol gösteren mavi yuvarlakta; aklı, dosyayı teslim aldıktan sonra gideceği doktorda olduğu için adımlarından biri eminken diğeri endişeli. Yüz metre ilerideki kavşaktan sağa dönünce karşısına çıkacak bina. Eliyle koymuş gibi bulacak Sizlerle Birlikte dergisinin yönetim ofisini. Derginin eski sayılarından birinde yayımlanan, genel yayın yönetmeni Ömer Argun tarafından yazılmış yazıda ilk randevulara geç kalmak kadar erken gitmenin de doğru olmadığını okumuştu. İyi bir başlangıç yapmak istiyorsa kapıyı tam üç buçukta çalmalı. Kalan mesafeyi zamanla tartınca yavaşlıyor. Acele etmesine gerek yok. Huzurlu bir iş diliyor bu kez. Ardında bıraktığı kötü deneyimin izleri çok taze, bir yenisiyle başa çıkmaya hazır değil henüz.

22 Kasım 1976 

Yılbaşında yeğeni getirmişti bu ajandayı Hüsrev Bey’e. Kibar, düşünceli bir gençti Ali; zarafet kokusu alırdım ondan. Kahverengi deri cildin sağ alt köşesine sarı yaldızla amcasının adını ve soyadını yazdırmıştı. Yanında bir de ördek kumbara; benim için, ayıp olmasın diye… Bankanın eşantiyonlarıymış. Çam sakızı ile çoban armağanı. Rahmetli görür görmez pek sevmişti hazine sandığının üzerinde duran ördeği. “Yaşımla davranışlarım birbirine hiç uymuyor. Kalıbımın adamı değilim. İçimde hiç büyümeyen bir çocuk saklı,” demişti. Birkaç hafta sonra, benimle birlikte isim-şehir oynarken son sayfasına karaladıkları dışında kullanmadığı ajandayı açık mavi plastik kumbara ile değiş tokuş etmiştik. O, ördeğin denizci şapkasına açılmış yarıktan içeri birkaç bozuk para atmış; bense tek satır yazmamıştım ajandaya. Kısmet bugüneymiş.

16 Mayıs 2016 

Çalışma masasını beklediğinin tersine dağınık, kır sakallı Ömer Bey’i ise yaşlı buluyor. Dergideki sayfasının sol köşesinde kullanılan fotoğrafına fotoşop uygulanmadıysa eğer, yıllar önce çekilmiş olmalı. Üzerinde Hard Rock Cafe’nin Honolulu’daki dükkânından alınmış beyaz bir t-shirt var. Uzattığı eli tedirginlikle sıkarken Leyla’nın söylediklerini anımsıyor. “Dışarıdan yayıma hazırlanacak özel bir kitap için editör arıyoruz. Yayın kurulu toplantısında yazarını duyar duymaz sen geldin aklıma. Bu iş için biçilmiş kaftansın. Ben randevuyu ayarlayıp aradan çekilirim. Nevi şahsına münhasır Ömer Bey ile ayrıntıları yüz yüze konuşursunuz artık.” Ne gereksiz söz bu “nevi şahsına münhasır” diye düşünüyor Sema. Her insan kendine özgü değil mi zaten? Hepimizin bizi biz yapan farklı huyları yok mu? Oysa arkadaşının ne kadar haklı olduğunu çok geçmeden anlayacak.

22 Kasım 1976 

“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür,” sözüne inanır, en silik mürekkebe bile belleğinden daha fazla güvenirdi. Yazının kalıcılığına emanet edilmemiş her düşünce unutulmaya mahkûmdu ona göre. Esin perisi tarafından kulağına fısıldanmış bir dize de olabilirdi bu, bana verdiği alışveriş listesine eklemeyi ertelediği bir kilo domates de. Evin her köşesi, üzerine notlar alınmış kâğıtlarla doluydu bu yüzden. Bir gece, nereden aklına estiyse, bir yandan dilimlediğim elmayı yiyip bir yandan “Bonanza”yı izlerken, “Öldüğümde bunların hepsini toplayıp yak evlat,” demişti. “Özgür irademle yayımlanmış şiir kitaplarım dışında arkamda tek dize, tek satır bırakmak istemiyorum. Bakarsın öldükten sonra kıymete binerim, bu notları basmaya kalkar birileri… Aman ha! Böyle bir şey olursa hakkımı helal etmem bilesin.” Max Brod’u hatırlamıştım birden. Kafka, vasiyetine pervasızca ihanet ederek Dava, Şato ve Amerika’yı art arda yayımlayan en yakın arkadaşını öbür dünyada bağışlamış mıydı acaba?

16 Mayıs 2016 

Elindeki defteri kutsal bir kitap özeniyle tutuyor Sema. Ömer Bey’in odadaki varlığını unutup kahverengi deri kapağına bir öpücük konduruyor önce; ardından rastgele açtığı sayfadaki harfleri incitmekten korkarcasına parmağının ucuyla okşuyor. Bedeni, yüreğinde esen bir rüzgârla ürperirken Hüsrev Pertev’in bir şiiriyle ilk kez karşılaştığı an canlanıyor gözünde. Şelalenin soğuk suyuna ayaklarını sarkıtmış, dedesiyle yan yana oturuyorlar. İçinden geçip geldikleri köyün adının eskiden Aşudu olduğunu, şelaleye de bu yüzden Aşudu dendiğini; daha sonra hem köyün hem şelalenin adının Günpınar olarak değiştirildiğini anlatan dedesini dinleyemiyor. Aklı, arkadaşlarıyla birlikte kuaföre gidip saç ve makyaj yaptırmasına izin vermeyen annesinde. Tartışmadan yenik çıktığı için yüzü asık. Çocuk değil ki artık, on beş yaşında. Yaz tatili bitip Ankara’ya döndüklerinde lise ikiye başlayacak. Akşam gidecekleri düğünde öbür kızlar gibi alımlı olmaya hakkı yok mu onun? İçinden geçenleri seziyor dedesi, “Gece saçlarına mehtap en güzel çiçek / Süse ne hacet, dudağına bir gülücük yetecek,” diye fısıldıyor kulağına. “Benim sanmayasın sakın, şair Hüsrev Pertev’e ait bu dizeler,” demeyi de ihmal etmiyor. Dedesinin ve şairin sözünü tutuyor Sema. Belediyenin bahçesindeki düğünde, Darende’nin en güzel kızı oluyor. İlçenin tek fotoğrafçısının oğlu Cem’in gözü ondan başkasını görmüyor o akşam.

22 Kasım 1976 

Nerelerden not kâğıdı çıkmadı ki? Hırkalarının ceplerinden, çekmece diplerinden, ilaç kutularından, dergilerin arasından, halıların altından… Resim çerçevelerinin kenarlarına sıkıştırdıkları da vardı, tül perdeye iğneledikleri de. Ruhunu şad etmek düşüncesiyle seçtiğim Müzeyyen Senar plağının içinde tamamlanmamış bir şiiriyle karşılaştığım gece yarısı, bu işin öyle kolay kolay sona ermeyeceğini anladım. Bir ay boyunca evin altını üstüne getirdim. Karıştırmadığım eşya, bakmadığım köşe kalmadı. Yorulmadım desem yalan olur. Ama beni bu uzun araştırma safhası değil, kibriti çaktığım birkaç saniye tüketti asıl. Her ne kadar ellerim tereddütle titrediyse de sözlü vasiyetini yerine getirip yayımlanmasını istemediği bütün yazılı belgelerden kurtardım Hüsrev Bey’i. El yazısı notların hepsi az önce küvetin ortasında bir avuç küle dönüştü. Hakkını helal etsin.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Edebiyat
  • Kitap AdıGökkuşağına İki Bilet
  • Sayfa Sayısı147
  • YazarAttilâ Şenkon
  • ISBN9789750530487
  • Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Her Gün Perşembe Olsa ~ Attilâ ŞenkonHer Gün Perşembe Olsa

    Her Gün Perşembe Olsa

    Attilâ Şenkon

    Yaşlı kadının plastik bir kutu içinde sunduğu lokumları sever, hele pembe olanlara bayılırdı. Yaşlı kadın güllü diyordu onlar için. Tadını tam çıkaramadığı, ama limona...

  2. Telef ~ Attilâ ŞenkonTelef

    Telef

    Attilâ Şenkon

    Kısa bir konuşma yapmamı bekliyorlar benden. Çaldığımız onca kapıya rağmen, ağabeyimin yirmi yıl önce gözaltında göz göre göre kaybedilişiyle ilgili kesin bir bilgiye ulaşmış...

  3. Yalan Satıcısı ~ Attilâ ŞenkonYalan Satıcısı

    Yalan Satıcısı

    Attilâ Şenkon

    “Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni. Fikrim sorulsa; deli yerine çılgını tercih ederim...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur